İcimizden her hangi birisine bize cennet ve cehennemden¸ insanın hesÂba cekileceği şeylerden ve kulluğunu yaşarken nelere dikkat etmesi gerektiğinden bir soru yoneltilecek olsa en az yarım saat konuşur. Tanımayan biri bizi dinleyecek olsa¸ cok derin bir hocayla karşı karşıya olduğunu sanır. Bir de tafsîlÂta gireriz¸ cennetten bahsederken insanların arzusunu galeyÂna getirir¸ cehennemden ve icindeki azaptan soz ederken de karşımızdakilerde urperti uyandırırız.
Bu demek oluyor ki¸ neyin vacip neyin sunnet veya mendup olduğunu bilme noktasında eksiklerimiz olsa da¸ bize lazım olan temel bilgilere sahip olma hususunda hicbirimizin eksiği yok. Âhirette hesaba cekilirken "Ben bilmiyordum." diyebileceğimiz bir farz veya haram bulunmuyor.
Esasında bizim sorunumuz bilmemek değil. Cocukluğumuzdan beri camilerde hocalarımızdan bilmemiz gerekenleri dinliyoruz veya takip ettiğimiz derslerde oğreniyoruz¸ okuyoruz. Bizlere anlatılanların hayatımız icin ne kadar onemli olduğu hususunda da hic birimizin şuphesi yok. Cunku hayat dusturumuzu onumuze koyan rabbimiz bizlerin hayrına ve şerrine olan hususları belirtmiştir. Allah Rasûlu de pratik yaşantısıyla cok guzel bir orneklik sergilemiştir. Bunlara yapıştığımızda hayatımızın istikamete gireceğini ve rabbimizin razı olduğu şekilde bir omur surerek guzel bir Âkıbetle son yolculuğumuza cıkacağımızı biliyoruz. Gercekten de sorun bilmemekte değil. Hic birimizin bilmiyorum diye bir mÂzereti yok. Rabbimiz ne guzel buyurmuştur: "Kendilerine Tevrat oğretildiği halde¸ onun gereğini yapmayanların durumu¸ sırtına kitap yuklenmiş merkebin durumu gibidir."[1]
Hayat Sınavı
Demek oluyor ki¸ hepimizin ortak olarak hesaba cekileceği asgari bir bilgi limiti var. Butun mu'minler bu noktaya kadar bildiklerinden sorumludurlar ve bu bilgi insanın cennete veya cehenneme gitmesi icin yeterlidir. Bu¸ okullarda oğrencilerin aynı kitaptan imtihana cekilmelerine benzemektedir. Herkes oğretmenin belirlediği sayfalara calışmakla mukelleftir. Az calışır veya bazı yerleri atlarsa bilemediği yerden soru cıkması durumunda başarısız olması kacınılmaz olur. Bunun gibi¸ hepimizin sahip olduğu ortak bilgi miktarını hayatımıza tatbik edemediğimiz takdirde bir kısmımızın hayat sınavında başarısız olması kacınılmaz bir son olacaktır.
Bildiklerimizi hayata geciremediğimiz icin zaman zaman pişmanlıklarımız olur. Tevbeler ederiz¸ gozyaşı dokeriz. Cok icten Allah'a niyaz ederek bundan sonraki yaşantımızı duzelteceğimiz hususunda sozler veririz. Bir muddet sozumuzde dururuz da. Ama sonra gevşemeler¸ ihmaller başlar. Eski halimize doneriz. Bir sonraki tevbeye kadar boyle devam ederiz. Sonra film aynı şekilde donmeye başlar. Olum gelip cattığında ise hep aynısını yaşayadurduğumuz hayatımızın neresinde olacağımız ise mechuldur. Bazılarımızı tevbe donemlerinde¸ bir kısmımızı gevşeklik diğer kısmımızı da iyice kulluktan uzaklaştığı bir zamanda olum yakalayıverir.
İnsanın hayatı neden boyle engebelidir? Kulluğunda neden bir istikrar olmaz? Nicin Allah'a verdiği sozleri tutamaz da gevşeklik gosterir? Bu sorunun cevabı Allah'ın tevbe kapısını her daim acık tutmasında yatmaktadır. Demek ki insanoğlu hayatında inişler cıkışlar olmasına meyyaldir¸ bu yuzden Rabbimiz her zaman affediciliğiyle onun kendisine donmesini beklemektedir. Oyleyse pek cok insanın hayatının değişmez gerceğidir tevbesini bozması¸ sonra yine tevbe etmesi.
Allah¸ elbette insanın boyle gel-gitlerinin olmasını murad etmez. Ondan bir istikrar ister¸ kulluğunda gevşeklik gostermemesini bekler. Ama yine bilir ki¸ insanların onemli bir kısmı bu cizgiyi tutturamaz. Bu yuzden de onları tevbe kapısını acık tutarak kendine yonelmiş tutmayı murad eder. Gunah işledikten sonra geri donuş olmayacak olsa dunyanın yaşanamayacak bir yurda donuşeceğini elbette bilir.
Cizginin Dışına Cıkmak
İnsanların hakikati bilmelerine rağmen bunu hayatlarına hÂkim kılamayışlarının ve gunahlar icinde yuvarlanmalarının¸ sonunda da Âhiretlerini heder etmelerinin pek cok nedeni olmakla birlikte inandıklarını kalplerine hÂkim kılamamaları en buyuk eksiklikleridir. Dolayısıyla mu'minlerin bir iman etme sorunu var demektir. Her şeyi bilen ve bu hususta en az yarım saat konuşacak bilgiye sahip olan insanın inandığını soylediği şeylerle taban tabana zıt bir yaşam sergilemesi inanc zaafiyetinin en buyuk delilidir. Burada kalbi kuşatmamış bir imandan soz etmek mumkundur. Zira iman gercekten kalbi tam anlamıyla hÂkimiyeti altına almış olsaydı insanın ilÂhî buyrukların cizdiği cizginin dışına cıkması mumkun olmazdı. Demek ki¸ iman ettiğimizi soylememize rağmen imanımızda bir sorun var. Ulkesine bağlı bir insanın yurduna hıyÂnet etmesi nasıl beklenmezse¸ Rabbine inanan bir mu'minin de yaratıcısına karşı gelmemesi beklenir. Ancak bu olmuyorsa ortada ciddi bir problem var demektir.
Âyette ve hadiste "icki icmeyin¸ zin etmeyin¸ hırsızlıktan zinhar kacının¸ durust olun¸ başkasının malına zarar vermeyin¸ gıybetten ve yalan konuşmaktan uzaklaşın¸ namazları mutlaka kılın¸ orucu tutun¸ zekÂtı verin¸ imkÂn bulabiliyorsanız haccınızı ifa edin" emirlerini okuyan ve duyan bir insanın bunları yerine getirmekte zaafiyet gostermesi ortada bir inanma problemi olduğunun işaretidir. "Ben iman ettim¸ kesinlikle bir şuphem yok." deyip ardından farklı bir yol tutmak esasında imanın zayıflığının işaretidir. Hakkıyla iman etmiş olsak¸ butun bu yasaklara bulaşmamız ve farzları edÂdaihmÂlkÂr davranmamız soz konusu olmazdı.
Esasında bizim olduğumuz gibi gorunmek¸ gorunduğumuz gibi olmak noktasında bir sorunumuz var. Dilimiz bir şeyler soylerken¸ kalbimiz bizleri başka yonlere cekmektedir. Hastalığımızın temelinde yatan nedenlerdenbirisi imanımızı guclu tutacak ve pekiştirecek arkadaşlıklardan¸ kardeşliklerden uzak kalışımızdır. Dostluklarımız asil temeller uzerine kurulu olmadığından ve menfaatler on planda tutulduğundan¸ "işte bu" diyebileceğimiz gercek bir arkadaşlığımız yok. Boyle olunca birbirimizi guzel ahlak yonunden etkilememiz¸ yanlışlarımızı gorunce uyarmamız ve birbirimizin hayrı icin cabalamamız soz konusu olmuyor. Herşey şekilde ve gorunurdedir. Aramızdaki ilişkilerin ici boştur. Oysa ashÂbıashÂb yapan veya isimlerini okuduğumuz İslÂm buyuklerini saygın yapan şey etraflarıyla kurdukları samimi arkadaşlıklardır. Onlar muspet etkileşim icerisinde kulluklarını bezemişler ve ornek şahsiyetler olarak karşımıza cıkmışlardır. Biz bir turlu bunu yapamadığımız icin ibadetlerimizi ifa etmeye gayret etsek bile¸ ne namazımız gercek bir namaz¸ ne orucumuz gercek bir oruc ne de kulluğumuz Allah'ın arzuladığı gibi bir kulluk olmaktadır. Herşey gorunurde yani şekilde kalmaktadır. Zahirde olanın ici ise maalesef boşa yakındır.
Nefisle Baş Başa Kalmak
Bir Musluman icin en kotu sayılabilecek şeyler pek coktur¸ ancak ondan etkileneceği ve onu etkileyeceği ve de tamamen Allah icin olan bir arkadaşının olmaması cok vahimdir. Gerektiğinde icini dokebileceği¸ sorunlarını acabileceği¸ yanında ağlayabileceği bir arkadaş ne buyuk bir nimettir! Gunumuz Muslumanları olarak bizler kendimize sormak durumundayız: "Allah icin arkadaşlık yaptığım ve birbirimizi hayır yonunde etkilediğimiz kac kişi var?" Bu sorunun cevabını olumlu olarak veremiyorsak İslÂm'ı kendi başımıza yaşamaya calışıyoruz ve nefsimizle baş başa kalmışız demektir. Peki¸ icimizde tek başına dunyanın fesÂdınakarşı dik durup iyi bir mu'min olarak hayata gozlerini sunma başarısını gosterecek kac kişi vardır? Başka bir ifadeyle¸ biz az sayıdaki o insanlardan biri olabilecek kadar imanı guclu muyuz? Hayır cevabını duyuyor gibiyim.
Sozu Rabbimize ve kutlu elcisine bırakalım:
"Eyimanedenler!Allah'akarşıgelmektensakınınvedoğru l arlaberaberolun."[2]
"Salih bir kimse veya kotu bir kimse ile oturanının misali¸ misk satan kimse veya korukcu ile oturana benzer. Şoyle ki: Misk satandan ya satın alırsın ya da guzel kokusu uzerine siner. Demircinin koruğu ise¸ seni veya elbiseni yakar veyahut da kotu kokusu uzerine siner."[3]
"Kişi dostunun dini uzeredir. O halde herkes kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin."[4]
Enbiya YILDIRIM
__________________