Vahdet-i Vucut, Vahdet-i Vucud (3)
Tasavvuf yoluna girmek icin once onun dunya goruşunu; Âleme, varlığa, maddeye bakış acısını bilmek ve benimsemek gerekiyor. Yoksa bu yola koru korune girmek kişiye pek bir şey kazandırmaz.
Tasavvuf yolunun temeli vahdet-i vucut duşuncesine dayanır. Bu duşunce adeta tasavvuf yolunun ideolojisidir, felsefesidir. Fakat her ne hikmetse daha bu kelimeyi ağzımıza alır almaz buyuk bir hucumla, karalamayla, suizanla karşı karşıya kalıyoruz. Meramımızı bile anlatmaya vakit kalmamaktadır. Bu da bu kelimenin cokca sağa sola cekilmesi, yanlış anlamalara konu olması dolayısıyla meydana gelmektedir. İnsanlar bu kavramın doğrusunu anlamaya calışma yerine kafalarında bununla ilgili onyargıları ile bizim gibilerle mucadeleye girmeyi, catışmayı ve tartışmayı bir marifet olarak gormektedirler.
Oysa butun veliler vahdet-i vucut kavramı ile bu makama gelmişlerdir. Vahdet-i vucuda karşı cıkmak, velilik yolundan uzaklaşmak anlamına gelir.
Butun varlık Âlemini yuce Allah’ın bir parcası olarak gormek, vahdet-i vucut değildir. Panteizmdir. İslam’a gore sapkın bir felsefedir. Bu duşuncede olanlar varlık Âlemini yuce Allah’la bir gordukleri veya O’nun bir parcası olarak duşundukleri icin buyuk bir şirk bataklığına gomulmuşlerdir. Hemen anlayışlarını duzeltmeleri ve bundan tovbe etmeleri gerekir.
Peki ama kimi velilerin ve tasavvuf, tarikat yolunda olan buyuklerin varlık Âlemi ile Allah arasında gordukleri birliğe ve bu duşunceye yol acan sozlerine ne demelidir? Bunları nasıl anlamak gerekir? Bunlar, ilahi sarhoşluk eseri olarak ağızdan cıkan sozlerdir. Sadece yaşanan bazı ozel halleri anlatmaktadır. Gerceklikleri yoktur. Duşunce ve felsefi bir yonleri de mevcut değildir. Bunlar duygu ve coşku değerinde olan şeylerdir. Daha ileri makamlarda bu sozlerden vazgecilmekte ve bu halden tovbe edilmektedir. Buna tarikat kufru de denilmektedir. Bu sadece gecilmesi gereken bir koprudur, takılıp kalınacak bir saha değildir. Vahdet-i vucut bu hali kapsamakla birlikte bundan aşkın bir anlama gelmekte, belli bir duşunceyi temsil etmektedir.
Vahdet-i vucut kavramının aslı ve ozu nedir?
Vahdet-i vucut, var olan tek varlık Allah’tır; yuce Allah (c.c.) dışındaki tum varlıklar, gercek olarak var değillerdir demektir. Vucut ‘var olmak’, vahdet ‘tek’ anlamına gelir.
Allah dışındaki varlıkların var oluşu ise vehmi ve hayali bir surettedir, duzeydedir. Ama bu vehmi ve hayali varlığın da bir gercekliği ve devamlığı vardır. Bu gercekliği aynadaki surete veya golgeye benzetebiliriz. Yoksa sanıldığı gibi bir ‘yokluk’ değildir. Yuce Allah’ın sıfatları ve guzel isimlerinin golgeleri bu yokluk ayna veya golgelerine duşerek varlık Âleminin gorunurluğunu ve hayali, vehmi gercekliğini meydana getirmiştir.
Materyalist insanlar maddeye, hayata gercek olarak bakarlar. Bunlar maddeyi, yaratılmış Âlemi ezeli ve ebedi olarak kabul ederler. Allah’ı duyu organları ile algılayamadıkları icin yok olarak duşunurler. Hayat felsefeleri adeta bu dunya nimetlerine tapmaktır. Yaşamdan zevk ve haz almak dışında bir şey duşunmezler. Sufli hazları birinci plana alırlar.
Maddeye ezeli ve ebedi vasıflarını veren Farabi ve İbn-i Sina gibi Âlimleri İmam-ı Gazali Hazretleri (k.s) kufurle itham etmiştir.
İnsanların buyuk kısmı ise maddeye ve hayata gerceklik acısından bakarlar ama Allah’ın varlığını da inkÂr etmezler. Hayatın tek zevkini icguduleri tatmininde gormezler. Onlar, az da olsa manevi bir dunyaya sahiptirler. İnancı yaşama oranında ibadetlerden de haz alırlar. Salih amellerle ahiret yurdu icin hazırlık yaparlar.
Ancak gercek sufilerdir ki maddeye ve hayata hayali ve vehmi bir mana vererek gercek varlığın yuce Allah’a ait olduğunu soylerler. İşte bu duşunce sufilik yoluna mahsustur. Oz olarak vahdet-i vucut da budur.
İnsan, Allah dışında diğer butun varlıklara hemen, kolaylıkla hayali ve vehmi bir mana veremez. Bunun icin kalbini ve nefsini ikna etmesi gerekir. Zira kalp ve nefis bu dunyaya gonul vermişlerdir. Bu duşunce onlara cok ters gelir. Olum gibi soğuk ve urpertici gorunur. Şayet kalp ve nefislerini ikna etmeden Allah dışındaki varlıklara hayali ve vehmi bir anlam verirlerse, dunya nimetlerinden aldıkları hazdan vaz gecmek onlara cok ağır gelecektir, bu durum onlar icin mantık ilkelerine ve hayatın kanunlarına ters bir şey olacaktır. Akıl sağlıklarının kısa zamanda bozulmasına neden de olabilecektir.
Dunyaya hayali ve vehmi bir mana vermek icin once haramlara tovbe etmek ve farzları gonul rızası ile yapmak makamında olmak gerekir. Musluman ve mumin vasıflarına ulaşmadan vahdet-i vucut duşuncesine ulaşmak ve onu taşımak mumkun gorunmemektedir.
Yani vahdet-i vucut duşuncesinin insanın gonlune ve nefsine girmesi oyle kolay kolay gercekleşemez. Bunun bazı onkoşulları vardır. Bundan dolayıdır ki tasavvuf ve tarikat yolu herkese nasip olmaz.
İnsanların buyuk coğunluğunun gonlunu haramlar suslemese de, dunya nimetleri onların hayallerini ve vehimlerini tum gercekliği ile kaplar. Onların bunlardan kopmaları kolay değildir. Olmek kadar zor bir şeydir bu. Kim bu dunyadan vazgecmek veya gocmek ister ki?..
Vahdet-i vucut duşuncesini gercek anlamı ile gonulde ve zihinde taşımak cok zor olduğundan, bunun icin Muslumanlık ve muminlik gibi vasıflar gerektiğinden insanlar vahdet-i vucut duşuncesini başka başka manalarla gonullerinde ve zihinlerinde taşımaktadırlar; bu kavrama mevcut manevi ve inanc dunyalarına gore farklı farklı anlamlar vermektedirler.
Nefs-i emmare duzeyinde birisi vahdet-i vucut duşuncesini panteist bir felsefeyle yorumlayarak her haramı mubahlaştırır. Yoldan cıkar.
Bazı filozof tipler ise, madde ve varlık Âlemi aslında yoktur, demektedirler. Bunun varlığı bir algı meselesidir. Her şey insanın zihninde olup bitiyor, diyerek madde, Âlem, hayat icin hayali ve vehmi olgusunu gercek manası ile kullanırlar. Bu cok tehlikeli bir duşuncedir, felsefedir. Bunun vahdet-i vucutla uzaktan ve yakından bir ilgisi yoktur. Bilmeyerek soylenilmişse buyuk bir itikadi yanlışlığa da yol acar. Oysa tasavvuf duşuncesinde varlık Âlemi icin ongorulen hayali ve vehmi anlayış, Allah’ın gercek varlığı gozonunde bulundurularak anlamlandırılan bir gerceklik duzeyini ifade etmektedir. Varlık Âlemi vardır. Devam etmektedir. Ama bu var olma ve devam etme duzeyi hayal ve vehim mertebesindedir. Yoksa varlık Âlemini hayal ve vehim gibi yok kılmak, inkÂr etmek, bu hayatın, dunyanın ciddiye alınmamasını doğurup insanın bu dunyada, hayatta ebedi ahiret yurdu icin imtihan edilmesini gozardı etmek anlamına gelir. Bu duşuncenin sonu, dini dunyevileştirmek ve ceşitli sufli hazları yaşamak icin şeriatın pek cok ahkÂmını tevil etmektir, ciğnemektir. Maalesef Yahudiler bu yolla itikatlarını bozmuşlardır. Kitaplarını da tahrif etmişlerdir. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) bu duşunce ve felsefenin yanlışlığına ve tehlikesine Mektubat’ının pek cok yerinde değinmektedir. Demek ki o zamanlar Hindistan’da bazı felsefeciler, dini akımlar bu yolda duşunce sarf etmekteydiler. Kısacası vahdet-i vucudu bu anlamda kullananlar, İslam’a da tasavvufa da buyuk zararlar verirler.
Vahdet-i vucudu panteist bir felsefe ile karşılayanlar aşırı derecede materyalist bir kutbu teşkil ederken Âlemi vehim ve hayal olarak duşunen bu ikinciler ise idealist bir kutbu oluşturmaktadırlar. Her iki grup da ifrat ve tefrit ile hak yoldan ayrılmaktadır. İslami ve tasavvufi duşunce ve buna uygun olarak tanımlanan vahdet-i vucut kavramı ise orta yolda kalmaktadır.
Bir şeyin felsefesinin ve ideolojisinin yakın planda yanlışlığı ve zararları pek algılanmaz. Bu bakımdan her biri ağaclar gibidir. İnsanlar meyvelerini yemeye başladıklarında zehirlenirler, akılları da başlarından gider. Bu sefer de pek sağlıklı duşunemezler. Cunku yanlışlığın nerede olduğunun ayrımına varamazlar. Yedikleri meyveler vucutlarında kaybolmuşlardır. Hucrelerine mal olmuştur. Onun icin vahdet-i vucudu İslam’ın ve tasavvufun cizgisi dışında farklı anlayışlarla yorumlayan duşunce ve felsefelerden uzak durmak ve buna cok dikkat etmek gerekir.
Muslumanların buyuk coğunluğu vahdet-i vucut duşuncesine pek yabancıdırlar. Bunun onemini de bilmezler. Allah’ın veli kullarına buyuk saygı gosterirler ama onları yetiştiren temel kavram nedense ilgi alanlarına pek girmez.
Varlık Âlemini Allah gibi gercek olarak gormek, İslami acıdan itikada bir zarar verir mi? Muslumanların coğu, varlık Âlemi ile Allah’ı aynı gerceklik duzleminde gorurler. Allah’ın varlık Âlemini yoktan var ettiğini bilirler. Onun kıyamette yok olacağını da kabul ederler. Bu var ve yok etmenin yanında yuce Allah ile varlık Âleminin gerceklikleri arasında bir farklılık olduğunu duşunemezler. Buna kafa da yormazlar. Tabii bu duşunce aslında, yani hakikatte (tasavvufta) gizli bir şirke kapı acabilir ama insanı da dinden ve imandan cıkarmaz. Fakat Musluman’ı itikat acısından cok ince ve tehlikeli bir sınırda tutar. Musluman birisi imanını tahkiki bir seviyeye doğru goturmelidir, yukseltmelidir. Allah’ın gercekte tek varlık olduğunu, varlık Âleminin ise faniliğini ve ona gonul vermemesi gerektiğini bir şekilde oğrenmesi ve yaşaması gerekmektedir.
Yuce Allah (c.c.) keremi ve lutfu ile bizlere tasavvuf yolunu, hususiyle vahdet-i vucut duşuncesini acıkca farz kılmamıştır. Emir ve yasaklarını yerine getirme ile bizleri imtihana tabi tutmuştur. Şeriatla yukumlu kılmıştır. Şeriatın icerisinde ise vahdet-i vucut duşuncesi, tafsili (ayrıntılı) değil de muminin imanını ayakta ve sırat-ı mustakimde tutacak derecede mucmel (oz veya ozet) olarak vardır.
Lakin şeriat, yuce Allah’a aşk iddiasında bulunan sufilerin yolunu da tıkamamıştır. Bizzat bunu teşvik etmiştir. İşte bu yoldaki kişi dunyayı, yani mubahları hayal ve vehim mertebesinde gorerek kendisini buyuk bir imtihana sokar. Bu sayede hakiki yuce zata karşı aşk duyar. Fani olan şeylere karşı ilgisini onlardan ceker.
Vahdet-i vucut duşuncesinin temeli hangi gercekliğe dayanmaktadır? Yuce Allah (c.c.), kendi zatı dışındaki her şeyi yoktan var kılmıştır. Yokluk, varlık olarak gorduğumuz şeylerin anasıdır. Yokluğu bir ayna veya golge olarak duşunebiliriz. Yuce Allah (c.c.) bu yokluğa bazı sıfatları ve guzel isimleri ile tecelli etmiştir. Allah’ın yuce zatı bundan munezzehtir. Yuce Allah (c.c.) Âlemlerden mustağnidir. Allah’ın zatı ile varlık Âlemi arasındaki ilişki ilim duzeyindedir. Cunku onun yuce zatının varlık Âlemi ile bundan başka bir ilgisi, ilişkisi yoktur. Varlık Âlemi ile ilgili olan Allah’ın guzel isimleri ve sıfatları ise tenezzul makamındadır.
Vahdet-i vucut duşuncesinin tasavvuf yolundaki işlevi nedir?
Tasavvuf yolunda manevi ilerleme, ustun halleri yaşama, yuksek makamlara ulaşma vahdet-i vucut duşuncesi ile mumkundur. Bu duşunceye sahip olmadan tasavvuf yoluna adım atmak dahi duşunulemez.
Bir hırsız nasıl hayal dunyasında başkalarının parasını, malını mulkunu haksız yere ne şekilde elde ederim diye gece gunduz duşunup fırsat bulduğunda bazı yanlış işler yaparsa bir sufi de gece gunduz maddeye ve hayata hayali ve vehmi bir mana verip yuce Allah dışındaki hic bir varlığın gercekte var olmadığını duşunerek gonlunden ve nefsinden dunyanın zevklerini ve mubah olan nimetlere karşı olan ilgisini ortadan kaldırır. Bu sayede kalbiyle ve nefsiyle yok ve hic kılma yolunda olur, kendisine ait olarak duşunduğu kemalatı, faziletleri, guzellikleri, iyilikleri yuce Allah’a isnat eder. İşte bu duşunce kişiyi yavaş yavaş Allah’ta fani olmağa sevk eder.
Vahdet-i vucut duşuncesi ilahi aşkın kaynağıdır.
Tasavvuf yolunun amacı fena ve bekaya ulaşmaktır. FenafillÂh Allah dışındaki her şeyi unutmak demektir.
Sufi anası yokluk olan varlık Âlemine ve nefsine değer vermez. Guzel, faziletli olan şeyleri yuce Allah’a izafe ederek kendisini anası olan yokluk ve hiclikle bir gorur. Bu duşunce ile fena haline ulaşır.
Bu Allah dışındaki her şeyi unutma başlangıcta kalp fenasıyla olur. Nefis fenası ise bunun gerceği olup bu yoldaki cok az kişiye muyesser olur. Gercek fena hali bu makamda gercekleşir. Hemen akabinde de Allah’ın bazı guzel isimleri ve sıfatlarının golgelerinin tecellileri ile nasiplenme olur ki buna da beka billah denir.
Bekabillah Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmadır. Yeniden varlık kazanmadır. Kişinin dunyaya kendi iradesi ile ikinci kez doğmasıdır.
FenafillÂh ile velilik başlar. Bekabillah ile ust derecelere ulaşılıp halka yonelme gercekleşir. Bu makamdaki veliye halkı hidayete ve irşada cağırma vazifesi verilir.
İşte vahdet-i vucut duşuncesi olmadan kişinin fena ve beka nimetlerine ulaşması mumkun değildir. Bu yolun amacı Allah’ta fani ve baki olmaksa bunu sağlayan şey vahdet-i vucut duşuncesidir.
Bu bakımdan vahdet-i vucut tasavvufun felsefesi, ideolojisi olması yanında metodolojisi de olmaktadır.
Ozellikle kelime-i tevhit zikri Âlemin, nefsin fani, yok olduğu, tek var olanın yuce Allah (c.c.) olduğu duşuncesi ile cekilmedikce tasavvuf yolunda bir adım bile ileri gitmek imkÂnsızdır.
Sufi zikir, rabıta, namaz…. gibi ibadetler sırasında kendisini yok ve hic kıldıkca ustun hallere ve yuksek makamlara buyuk bir hızla ilerler ve kısa bir zamanda ulaşır.
Sufi vahdet-i vucut duşuncesi sayesinde nefsini yokluk ve hiclikle terbiye ederek ruhunu nefsinin elinden kurtarır. Ruhun ve onun manevi organları olan letaiflerinin emir Âlemine yukselmesini ve oralarda nurlanmasını, ustun hallere ulaşmasını sağlar. Şayet vahdet-i vucut duşuncesi olmasa idi nefis asla tezkiye kabul etmeyip bu dunyaya tum gucuyle bağlı olup saplanıp kalacaktı. Ruhun ve letaiflerin nefsin elinden kurtulup cezbeye kapılması ve yukselmeleri ise olanaksız olacaktı.
Tasavvuftaki murakabelerin, ozellikle vahidiyyet ve olum murakabelerinin amacı sufiye vahdet-i vucudu hal olarak yaşatmaktır.
Bu onemine binaen olacak ki cinni ve insani şeytanlar vahdet-I vucut kavramını istismar edip itikadi acıdan yanlış manalara cekmişlerdir.
Vahdet-i vucut duşuncesini sistemleştirip eserlerinde konu olarak alan ilk kişi Muhyiddin İbn-I Arabî’dir (k.s.). Ama vahdeti vucut kavramını ondan değil de İmam-I Rabbani’den (k.s.) oğrenmek daha sağlıklıdır. Zira İmam-ı Rabbani Hazretleri (ks.), daha buyuk bir veli olduğu icin bu terimi İslam’ın ruhuna ve anlamına gore daha doğru ve ayrıntılı bir şekilde eserlerinde işlemiştir.
O vahdet-i vucut kavramını vahdet-i şuhutla izah ederek bu konuda kafaya takılan yanlış manaların onune gecmiş, ilgili kavramı İslam’ın ruhuna ve anlayışına uygun olarak ele almış ve anlamlandırmıştır.
İmam-I Rabbani Hazretlerinin (ks.) ozellikle uc ciltlik Mektubat isimli eseri, tasavvuf yolundaki kişilerin el kitabı olmak durumundadır. Yoksa İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) bu eserine tutunmadan cağımızın sufilerinin tasavvuf yolunda ileri halleri yaşarken ve yuksek makamlara ulaşırken cin ve insan şeytanlarından gelen vesvese ve yanlış yonlendirmelerden kendilerini korumaları, sırat-ı mustakimde yurumeleri adeta imkÂnsız gibidir. Allah’a şukurler olsun ki, boyle buyuk bir muceddidin eserleri elimizde kılavuz olarak bulunmaktadır ki onumuzu aydınlatmaktadır. Bu zamanda buna cok ihtiyacımız vardır. Kendi hesabıma olarak şunu belirteyim ki, onun kıymetli eserlerinin aydınlığı olmasaydı coktan şeytanların oyuncağı olurdum, icinden cıkılamayacak manevi girdaplara duşerdim. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) bu yolda her adımımda beni manevi olarak yanlış yollara duşmekten korumuştur. Sufilerin bu yolda onun Mektubat’ını el altında bulundurmalarını ve her zaman mutalaa etmelerini Allah rızası icin tavsiye ediyorum. Allah (c.c.), ondan razı olsun. Bizleri himmetlerinden mahrum bırakmasın. Âmin.
Muhsin İyi
__________________
Vahdet-i Vucut, Vahdet-i Vucud (3)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Vahdet-i Vucut, Vahdet-i Vucud (3)