Mehmet ILDIRAR kaleme aldı, Semerkand

Nefs, zor bir meseledir. Her an onun esiri ve onun hukmu altındayız. Ama onunla dost olmuşuz. Oysa duşman olmalıydık. Salihlerden bazıları, murşid-i kÂmillerden nefis terbiyesi hakkında nasihat istemişler ve şu karşılığı almışlar: “... Sizden once kendilerine kitap verilenlere ve size ‘Allah’tan korkun’ diye emrettik. ..” (Nisa, 131)

Şu halde kurtuluş, gunahları silip supurmekte, yani gunahın meydana gelmesine sebep olan nefsi ıslah etmededir. Bunun yolu da takvadır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:

“Gozler yol gostericidir, kulaklar işitici, dil tercumandır. Ellerin kanatların, ayakların seni menzile goturen bineğindir. Kalbin padişahtır. Eğer kalbin fitne ve fesada duşerse senden fitne ve fesat zuhura gelir.”

Hadis-i şerifin acıklamasından, nefsin dizginlenmesi gerektiği, nefsin azgınlığının kalbe tesir ettiği, kalbin hastalığının goze, kulağa, dile, ayağa, butun vucuda hakim olacağı anlaşılmakta ve bundan dolayı da nefsine hakim olamayanın eline, diline, gozune, sair azalarına hakim olamayacağı hukmu cıkmaktadır.

Nefs dinin emir ve yasaklarına karşı koyar. Allah, hidayete ulaşmak icin insanlara akıl vermiş ve İslÂm’ı onlara hukumran kılmıştır ki, aklı dinin olculerine vurmak suretiyle yanlışı doğrudan ayırsınlar, nefsleri haramdan sakındırsınlar. İmam Gazalî hazretleri şoyle buyurmuştur: “Kalb-i selim yani Allah’ın emrinde olmayanın aklı, ya ifrat ya tefrit noktasındadır.”

Neticede şu durum ortaya cıkmaktadır ki, nefs sahibini şerlere goturmeye calışır. Akıl hakem olarak ortaya cıkar. Bu hakem ne ile hukmedecek? İslÂm ile hukmedecek. Kur’an-ı Kerim’le, hadis-i şeriflerle, alimlerin ictihatlarıyla hukmedecek.

İslÂm’a teslim olmayan kimsenin aklı, akl-ı maaş denilen dunya aklı, İslÂm’a teslim olup ona uyanın aklı ise akl-ı maad, akl-ı hakikat, akl-ı selim ve Halik’i bilen akıldır. Eğer akıl nefsin esaretinde kole gibi kullanılıyorsa, ameller de nefsanî olur. Nefsanî olunca da vesvese gitmez, ibadetlerden lezzet alınmaz.

İnsan bir yandan uşurken bir yandan kapıyı camı acar mı? Bu durum, cenneti arzulayan bir insanın kapılarını şehvete, gazaba, nefsin arzularına acmasına benzer. Vesveseden kurtulamamaktan ve ibadetlerden lezzet almamaktan şikayet edenin hali boyledir.

Nefsini dinin edepleri ile edeplendir, haramlardan sakın. O zaman Allah kalbe nur indirir ve o kalp huzur bulur. Bu durumdaki kimseden şu guzel haller meydana gelir: Gafleti gider, gunah işlemeyi bırakır, ibadetlerden lezzet alır, Allah’a muhabbeti, insanlara sevgi ve merhameti coğalır.

İnsanı yuce hedeflerden acizlik ve gurura kapılmak gibi iki sebep uzaklaştırır. Efendimiz s.a.v. “Kişinin nefsini beğenmesi yetmiş senelik amelinin sevabını goturur.” buyurmuşlardır. Kimi insan ibadetleriyle, kimi işlerini başarıyla sonuclandırdığı icin, kimi de başkalarının yaptıklarını kucuk gorerek kendini beğenir. Kendini beğenmek ibadetin kendisini değil, sevabını ortadan kaldırır. Allah’ın rızasına aykırı olur.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şoyle buyurulmaktadır: “Yeryuzunde haksız yere boburlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım.” (Araf, 146). Boyle kimseler Kur’an’ı tekrar tekrar okusalar da feyz alamazlar. Kibirleri ve kendilerini beğenmeleri sebebiyle onların kalpleri ilÂhi hitabı anlamaz.

Bu nefs meselesi tasavvuf terbiyesini icap ettirir. Dini yaşamak, hem zahirî eksikleri gidermek hem manevi kalp hastalıklarını tedavi etmekle mumkun olduğundan, bu hastalıkların tedavisi de ancak tasavvuf terbiyesiyle olabileceğinden, kÂmil bir murşit bulup onun denetiminde kalbi temizleyip nefsi terbiye etmek gerekir.
__________________