1978’in son aylarıydı. Akşam ayazı dokunduğu insanı titretiyordu. Vakit erken olmasına rağmen kor karanlık basmış, goz gozu gormuyordu. Caddelerde, sokaklarda tek-tuk telaşlı adımlar duyuluyordu.

Mustafa bey, ayazdan korunmak icin eski paltosunun yakasını kaldırdı. Bir an once evine varmak isteğiyle adımlarını hızlandırdı.

Mubarek oyle soğuk, kemiklerim dondu. Neyse ki yağmur yok. Otobus parası cebime kaldı. Yarın ne olacağı belli olmaz. Koskoca Ahmetoğulları borcunu odeyemeyip kendini vurduktan sonra biz ne yapalım? Haftalığımı alabilseydim muz alırdım. Kızlar sevinirdi. Patronun yaptığıda olacak şey mi? Hem haftalığımı vermedi hemde “durum kotu istersen kendine iş bak" dedi. Ha deyince iş var sanki. Piyasa kotu, ortalık kotu, ekonomi kotu. Kucuk kız hastalıktan yeni kalktı. Boğazına kuvvetli yedirmek gerek, buyuğun ayakkabıları eskidi of of!"

Gunun muhasebesini yaparken karanlıkta gur bir ses duşuncelerini boldu.

- Sağcı mısın solcu musun?

Mustafa bey yurekli adamdı kimseden korkmazdı. Ama karanlık bir sokakta kim vurduya gitmek, hic karışmadığı bir dava uğruna olmek akıl kÂrı değildi.

- Ben aile babasıyım! dedi bağırarak.

Once fısıldaşmalar duyuldu sonra "hadi gec" dendi.

Mustafa bey icinden "Yarabbi şukur" dedi. Karmakarışık duygular icinde yoluna devam ederken, bir an işlerin ters gittiğini duşundu. Kanlar icinde olusu bulunduğunda soylenecekleri tahmin etmeye calıştı. "Kimbilir kim? Durup dururken adam vurulur mu? Birşeyler yapmıştır ki vurmuşlar?" Kimse; sadece evine gitmeye calışan bir adam olduğunu bilmeyecekti. Ya eşi ve cocukları? Onlar ne yapacaktı?

"Ne kotu bir devirdeyiz. Bu zamanda, boyle ortamda cocuk yetiştirmeye calışıyoruz. Sokakta bile yurunmuyor. Kardeş kardeşi acımadan vuruyor. Hepimiz aynı ulkenin vatandaşıyız. Kim kimin duşmanı?"

Evine yaklaşınca komşu Neriman hanım ucuncu kattan yarı beline kadar sarkarak;

- Mustafa bey, yine apartmanın duvarını yazdılar. Ben gordum ama bir şey diyemedim. Ne zaman boyayacaksın duvarı? Diye sordu.

- Sabaha boyarım Neriman hanım, şimdi boyarsam gece yine yazarlar.

Hızla merdivenlere yoneldi. "Apartman yoneticisi olarak bu kadını secselerdi ya, kimin ne zaman hapşurduğundan bile haberi var. Şu elektrik kesintisi ne zaman sona erecek? Birgun merdivenlerden yuvarlanacağız." diye soylenerek evinin kapısını tıklattı.

İceriden "babam geldi" cığlıklarını, koşturan ayak seslerini duyanca gulumseyerek "dunyada cocuk olmak varmış" dedi.

Kapı acılır acılmaz Esra "hoşgeldin baba" diyerek boynuna sarılmak icin zıplamaya başladı. Sarıldıktan sonra babasına terliklerini getirdi. Elif ise urkek bir golge gibi duruyordu. Sevgiyle kızlarına baktı Mustafa bey. Esra, sekiz yaşında, sağlıklı, pembe yanaklı, neşeli, dışa donuk, Elif ise beş yaşında zayıf, urkek, icine kapanık, ciddi yuzlu bir cocuktu. Kardeş olmalarına rağmen bu kadar zıt karakterleri herkesi hayrete duşuruyordu.

Akşam yemeğinden sonra elektrikler geldi. Mustafa bey haberleri dinlemek uzere koltuğuna yerleşti. Baba haberleri dinlerken herkes sessiz olması gerektiğini biliyordu. Anne bulaşıkları yıkıyor, kızlarsa masanın altında evcilik oynuyordu. Haberlerde, peşpeşe ulkedeki gergin ortamları ve sonucları bildiriyordu. Kızların sesleri perde perde yukselmeye başladı. Mustafa bey sinirlendi. Koltuğundan kızlara bakıp "sessiz olun" dedi.

Kızlar birbirlerine bakarak sessiz olmak konusunda goz anlaşması yaptılar. Ama bir sure sonra oyunun heyecanı bu anlaşmayı bozdu. Sesler yine yukselmeye başladı. Mustafa bey bu sefer daha sert bir sesle;

- Esra kızım sessiz olun dedim. diye uyardı.

- Ama baba sadece ben mi ses yapıyorum, o da yapıyor. Neden hep bana kızıyorsun?

- Sen buyuksun.

- Hep boyle soyluyorsun. Sen buyuksun, sen buyuksun. O da kucuk neden daha sessiz olmuyor?

Esra’nın cocukca itirazı bardağı taşıran son damla oldu. Televizyondaki goruntuler, yolunu kesen ses, patronun sozleri –herşey- ikinci versiyon, berbat bir film gibi gozlerinin onunden gecerken; Mustafa bey hırsla ayağa kalktı. Kızlarına fiske vurmuş adam değildi. Ama gunun gerginliği ile bilincsizce terliğini ayağından cıkarıp eline aldı ve Esra'nın uzerine doğru korkutmak amacıyla bir adım attı.

O anda sırtında bir ağırlık hissetti. "Vurma ablama!" diye bağıran Elif'in sesini duydu. Şaşkınlıktan elindeki terlik yere duştu. Divanın uzerinden sırtına sıcrayan Elif'i kucağına aldı. Korkusuzca, dosdoğru babasının gozlerine bakan urkek kucuğun cesareti karşısında tum siniri uctu gitti. Sevginin korkuyu yendiğini ta yureğinin derinliklerinde hissetti. Ailesi icin duyduğu, dağlar kadar buyuk gelecek korkusu, kalbindeki sımsıcak sevgiyle eridi. Gozleri doldu.

Kızına sarılarak;

- Karıncanın kardeşi varmış. dedi.


__________________