Allah'ın sıfatı olarak irade; O'nu diğer sıfatlarıyla beraber tavsif eder. Allah nasıl her şeyin kusursuz ve mukemmeline sahipse ve her konuda mutlak kemÂl O'na nisbet edilmek gerekiyorsa; irade hususunda da Allah mutlak irade sahibidir. Yani Allah'ın iradesini kısıtlayan, onu tehdit eden herhangi bir başka irade sozkonusu olamaz.

Oyleyse Allah'ın iradesi butun yaratıklar uzerinde mutlak surette gecerlidir. "Rabbin şuphesiz irade ettiği şeyi kolaylıkla yapabilen ve yerine getirebilendir" (Hûd, 11/107) Bu konudaki diğer Kur'an ayetleri şoyledir: "Allah bir şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece o şeye "ol " demektir; o da hemen olur" (YÂsin, 36/82); "Rabbin dilediğini yaratır ve secer" (el-Kasas, 28/68);"şuphe yok ki Allah dilediğine hukmeder" (el-MÂide, 5/1). Allah'ın iradesi butun yaratılmışlar, yani butun varlıklar uzerinde gecerli ise, nasıl oluyor da insanın da bir iradeye sahip olduğu soylenebiliyor? Bu noktada İslÂm tarihinin cok erken donemlerinden itibaren meydana gelen tartışmalar, iki-uc asır devam etmiş ve nihayet hicrî asırdan itibaren belli bir kararlılık bulmuştur.

Ehl-i Sunnet kelÂmcılarına gore; Allah mutlak irade sahibidir. Bu irade fark gozetmeksizin butun varlıklar uzerinde egemendir. Ama insanın da dunyada imtihan edilebilmesi icin belirli bir kudrete sahip olması gereklidir ki, yaptıklarından sorumlu tutulabilsin. Şu halde insan belirli bir fiili yapmaya niyetlendiği zaman ilÂhî irÂdenin kulun fiillerini halk etmesi esnasında İrÂde-i Kulliyeye katılır, yani onu kesb eder. İşte insan bu kesbi dolayısıyla sorumluluğu uzerine almaktadır. Bu sorumluluğu yuklenip iradesini kullanmaya da ihtiyar denilir.

İrade-i Kulliyye ve İrade-i Cuz'iyye:

İslÂm akaidindeki belli başlı konulardan biri de irade-i kulliye meselesidir. Kavramın KelÂm ilmindeki ıstılahi anlamı; butun yaratılmışların uzerinde tek ve mutlak bir iradenin, yani Allah'ın iradesinin bulunduğudur. Butun yaratıklar (ister canlı ister cansız olsun) bu ilahî iradeye boyun eğerler. İslÂm akaidinde tevhid, butun inanc sisteminin merkezidir.

Her şey tek bir ilahî kaynaktan vucut bulmuştur. Butun kainatın Allah karşısında pasif olduğu duşunulurse, her fiilin Allah tarafından "halk" edilmiş olması da tabiidir. Fakat insanoğlunun yaratılma hikmeti, onun bu dunyada bir imtihana tabi tutulması olduğu icin, kullara da bir ceşit irade verilmiştir. İşte buna KelÂmda; İrade-i Cuz'iyye" denilmektedir.

Burada İslÂm tarihinde, cokca tartışılmış bir konuya geliyoruz. İlk kelÂm tartışmalarını başlatan Mu'tezile ekolu, insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu savunmuş ve ilahî iradenin (irade-i kulliyye) insanı bu dunyadaki fiillerinde serbest bıraktığını soylemiştir (Mu'tezile'ye kaderiyye de denilmektedir). Buna karşılık bir diğer ekol olan Cebriyye, insanın hicbir iradeye sahip bulunmadığını, onun butun yapıp ettiklerinin irade-i kulliyyeye ait olduğunu iddia etmektedir.

Her ikisinden de ayrıları Ehl-i Sunnet akaidi ise, orta yolu tutarak şunları ileri surmuştur. Her ne kadar Allah TeÂlÂ, butun fiillerin yaratıcısı ise de, kullarını birtakım hukumler ve odevlerle yukumlu tutmuş olduğundan. bunları yerine getirmeleri icin onlara bir irade de bağışlamıştır. İnsan iyiyi de kotuyu de secmekte serbesttir. Dilerse Allah'ın istemediği bir iş yapar; dilerse onun arzuladığı bir işi yapar. Şu kadar ki; ne zaman kendi iradesini bir fiili yapmaya yoneltirse o zaman Allahu TeÂl o fiili yaratır. Bu durumda, o fiili Allah'ın kudreti yaratmıştır.

Fakat, insanın iradesi de o fiili isteme suretiyle fiile ortak olmuştur. İşte buna, yani irade-i cuz'iyyenin ilÂhi fiile katılışına "kesb" denilir. Aksi takdirde, kişinin bu fiilde hicbir katkısı olmaması (Cebriyenin goruşu), zulmu iktiza eder ki, bu CenÂb-ı Hakka noksanlık izafe etmek manasına gelir. Mu'tezile'nin ileri surduğu ve fiillerini yalnız insanın yarattığı goruşu ise, İrade-i kulliyye haricinde ona denk bir başka irade kabul etmek demektir ki, bu da şirk anlamına gelir.

Şu halde Ehl-i sunnetin goruşu bu ikisinden de ayrılır. İnsan irade sahibidir; ama aynı zamanda daha kullî bir irade tarafından kuşatılmıştır. Bu sebeple yerine getirdiği filler, kendisinin secmesi, Hak TeÂlÂ'nın halketmesi ve bu ikisinin neticesinde kulun bu halk edilen fiili kesb etmesi şeklinde vukû' bulur.

Kur'an-ı Kerîm'den anlaşıldığına gore; Allah'ın irade sıfatı iki şekilde olur:

a- Tekvinî İrade: Bir şeye taalluk edince hemen vuku bulur.

Yukarıdaki ayetler bunun misalidir.

b- Teşriî irade: Bu, Allah'ın muhabbet ve rızası demektir. Bu manada Allah'ın irade etmiş olduğu şeyin meydana gelmesi vacip değildir.

"Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez" (el-Bakara, 2/ 185) ayeti bu turdendir.

Allah TeÂla, bu manadaki iradesini ilÂhi bir lutfu olarak kullarının iradesine bağlamıştır. Kul neyi dilerse Allah onu irÂde edip kulun isteğine uygun olarak yaratır. Kul da yaptığı şeyleri kendi hur iradesiyle yaptığı icin sorumlu olur.

Allah TeÂlÂ, kulun isteğine ve calışmasına gore hayra da irade eder, şerri de. Fakat hayrı rızası var iken; şerre rızası yoktur (Nureddin es-SÂbûnî, Maturidiyye Akaidi, terc. Bekir Topaloğlu, s. 105, 106).


Kaynak
__________________