Havf:, “korku, korkutmak”, reca ise “emel, umit, yalvarmak, dilek.” demektir. Sakin su, dalgalı deniz kadar guzel olamıyor. RuzgÂrın esmesiyle sağa sola salınan dallar, sakin ağaclardan daha hoş bir manzara sergiliyorlar. RuzgÂrı goremiyoruz, eğer gorebilseydik, onu da dalgalı bir deniz gibi seyredebilecektik.

Dalların Âhenkli salınışları, ruzgÂrın o dalga dalga esişinin neticesi. İşte insan ruhu o dalgalı deniz, o salınan ağac gibi. Melekler ise, sakin su, hareketsiz bitkiler gibi. İnsan ruhu imtihan ruzgÂrına mÂruz. Ve insan kalbinde kararsızlık, değişkenlik hÂkim.

İşte insan ruhundaki bu aralıksız değişme, bu fasılasız dalgalanma ona apayrı bir guzellik kazandırır. Onu meleklerin ustunde bir konuma cıkarır. O kalpte zıt renklerden tek bir kumaş dokunur. CelÂl ve cemÂl tecellileri o kalbi birlikte kemÂle erdirirler. Kahır ve lutuf onda rıza olarak birleşirler.

İşte bu zıt tecelliler kalpte iki ayrı neticeyi birlikte doğurur: Havf ve reca.

Havf, tatlı bir korku: Allah’ın celÂl, kibriya ve azameti karşısında haşyet duyma... Reca ise zevkli bir umit: Onun lutuf, ihsan ve kereminden daima umitvÂr olma...

Dunya imtihanını kazanan insanlar, Allah’ın butun sıfatlarına, fiillerine ve isimlerine birlikte inanırlar. CelÂlî isimler, onların kalplerinde korku ve haşyet doğururken, cemÂlî isimler gonullerini umitle, sururla, sefayla doldurur...

Onlar, emir ve yasaklar denilen ikili bir imtihana tÂbi tutulurlar. Karşılarına helÂller ve haramlar cıkar, doğru ve yanlış arasında coğu kez sıkışıp kalırlar. Hayırları işlemek amel-i salih, şerlerden kacmak ise takvadır. Amel-i salih işlendikce reca kapısı, takvada ilerlendikce havf kapısı acılır. Her iki kapıdan da aynı neticeye erilir: Cennet.

Mu’min, hem umit ve hem de korku icinde olmalıdır. Zira Allah hem Gaffar’dır, hem de Kahhar. Bağışlaması da vardır, kahrı ve perişan etmesi de.

Bize havf ve reca dersi veren bir hilkat tablosu:

Arzın merkezinde, magma bir ocak gibi durmadan yanıyor. Ustte guneş, alevlerini kilometrelerce oteye fırlatıyor. Ve nihayet, insanlar ve hayvanlar, denizler ve ormanlar varlıklarını bu iki ateş arasında devam ettiriyorlar.

İnsanın manevî terakkisi de iki ateş arasında suruyor: Nefis ve Şeytan. Bu tablo karşısında insan şoyle duşunmeli: Madem ki bedenim, guneş ve magma arasında hayatını devam ettiriyor; ruhum, nefis ve şeytana rağmen hÂl mu’min. O halde, Allah’ın rahmetinden umit kesmek icin hicbir sebep yok. Ve madem ki, bu iki ateşten de bir an olsun başım sakin olamıyor, oyleyse azaptan emin olmam da akıl kÂrı değil...

Havf da reca da mu’minin sıfatlarıdır. Bundandır ki, hangisi ruhtan cekilse, kufur tehlikesi belirir. Havf etmeyen insan, isyan yolunu tutar, bu yolun sonunun ise kufre cıkma tehlikesi vardır. Recanın azalması da umitsizliğe yol acar. Bu da sonu kufre cıkabilecek bir başka yoldur.

Kur’an-ı Kerim’de bir kısım Âyetler, mu’mini Cennetle mujdelerken, bir kısmı da Âsileri Cehennemle tehdit ediyor. Kalbin bir atıp bir sessiz kalması gibi, insanı bir havfa bir recaya sevk etmekle hoş bir Âhenk meydana getiriyorlar.

Fatiha Kur’an-ı Kerim’in fihristesi, hulÂsasıdır. Onda da havf ve reca dersi birlikte veriliyor.

“Hamd”de medih ve sena hÂkim.
“MÂliki yevmiddin”, havf dersi verir.
“İbadet” recaya, “istiane” havfa işaret ederler.
“Sırat-ı mustakime hidayet talebi” recadır.
“Mağdup ve dallinden olma korkusu” havftır.

Fatiha’yı okuyan bir mu’minin ruhu, o hissetmese de, havf ve reca dalgaları arasında seyran eder.


Kaynak
__________________