Ve’d-duhÂ’yı yitirmek !
Ankebût Suresinin 2. Âyetinde, “İnsanlar, ‘İnandık’ demeleriyle bırakılıp, imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?” buyurur Âlemlerin ve insanın Rabbi. Soru arş-ı Âzamdan geliyorsa, cevap bellidir ve sorunun icindedir: İnsanlar, ‘İnandık’ demeleriyle bırakılmayacak; bu sozlerinin ictenliği ve bu sozleri sadakatlari hususunda sınanacaklardır.
Nitekim, bir sonraki Âyet, bunun Kadîr-i ZulcelÂl’in insanlık icin bictiği kadîm bir kader olduğunu bildirir: “Andolsun ki, Biz onlardan evvelkileri nice sınanmalara uğrattık. İşte Allah, imanında sadakat sahibi olanlarla yalancıları boylece ayırt eder.”
Bu sırdan olsa gerek, sahabiler ve iman yolunun buyuk simaları, imanlarına karşılık bir imtihan, bir musibet, bir zorluk veya darlık icinde sınandıklarında, şaşırmamış; bilakis, bu durumda bir gerceğin ve bir kaderin teyidini gormuşlerdir. Medine’nin etrafı onbini aşkın duşman tarafından cevrildiği ve Medine icindeki Benî Kurayza Yahudileri de onlarla işbirliği yaptığı sırada munafıklar ve kalbinde hastalık olanlar Allah konusunda şupheden şupheye duşerlerken, aynı durumun ‘mu’minlerin sadece imanını arttırması’ ve “Bu Rabbimizin va’dettiği, yaşanacağını bildirdiği birşeydir” demeleri, bunun bir misalidir.
Gelin gorun ki, mu’min imanı nisbetinde musibete karşı direnc gosterebilir ve imanı nisbetinde musibet ortamından marifet meyveleri devşirir iken, bir inşirah ve inkişaf gormediği durumlar da yaşar. Mevcut hale belki rıza gosterdiği, ama bu anın sonunu da goremediği anlar da olur. Dunyanın, olanca genişliğiyle ona dar geldiği, hÂlihazırda hicbir cıkış yolu goremediği bu anlarda, mu’min, icinde bulunduğu hale karşı isyana duşmese bile, ‘otesi’ni duşunemez.
Duha sûresini her okuyuşumda, karşımda işte boylesi bir sınanma tablosu canlanır. Hissederim ki, bu sûresin nazil olduğu sırada, Peygamber asla Rabbine karşı isyan halinde değildir; ama hÂl-i Âlem o kadar karanlık, Mekke muşriklerinin inadı o kadar kavî, Mekke’nin onde gelenlerinin tavrı insanî acıdan dahi o kadar dehşet vericidir ki, Hz. Peygamber ilÂhî vahyi tebliğ icin elinden geleni yapsa da bir sonuc alamayacağı uzuntusu icindedir.
İşte boyle bir durumda, gelen vahiy, en başta, Hz. Peygamberin ve hepimizin gercekte her gun yaşadığı bir gerceğe dikkat ceker: ‘duha’ gerceğine. ‘Duha’ gerceği, hepimizin her gun yaşadığı bir gercektir, ama her gun yaşandığı icin nedense dikkatimizden gizlenir. Her gun yaşandığı icin onu sıradanlık ortusune gizler, verdiği mesajı farkedemeyiz.
Oysa, bir mucizedir ‘duha.’ Duha, yani kuşluk vakti. Her gunun ertesi dunyamız karanlık bir ortuye burunur, alacakaranlık saatler ilerledikce zifirî karanlığa donuşur, ama bu boyle devam etmez. Karanlık once alacakaranlığa doner, sonra guneş ilk ışıklarını uzerimize yollar, sonra da guneşin varlığını hem ışığı, hem ısısıyla apacık hissettirmeye başladığı kuşluk vaktine gelinir.
Gunun bu cevrimini, insan da yaşar hayatında. Ama yirmidort saat icinde değil, belki butun bir omre, belki omrun icinde uzun yıllara yayılmış bir vaziyette yaşar. O yuzden, gunler, haftalar, aylar ve hatta yıllar boyu suren bir ‘zifirî karanlık’la da imtihan olunabilir; ve karanlığın uzunluğu ve de koyuluğu nisbetinde geleceğe dair umit halinden endişe haline doğru salınımlara maruz kalır.
Nitekim, Hz. Peygamberin o kadar sene Mekke’de gerceği tebliğine karşı, yuzunu sahteden gerceğe, yalandan doğruya cevirenlerin sayısı yuzu ancak bulabilmiştir. Mekke ve civarındaki buyuk coğunluk ise, tevhide karşı şirkte ayak diremektedir. Ayak diremekle kalmayıp, mu’minleri imanlarından vazgecirmek icin ellerinden geleni ardlarına koymamakta; işkenceden aclığa mahkum etmeye, her turlu yolu da denemektedirler.
İşte bu durumda, Rabb-ı Rahîm elcisine once ‘duha’yı, ardından kuşluk vaktine hazırlık ortamını, ‘gecenin dindiği zaman’ı hatırlatır. “Andolsun kuşluk vaktine ve dindiği zaman o geceye ki, Rabbin sana veda etmedi, darılmadı da...” buyurur. Bu her gun yaşanan gerceği hatırlattıktan sonra da, O’nun geleceğe dair mujdesi gelir: “... Ve her halde Âhiri senin icin evvelinden daha hayırlıdır ve ileride Rabbin sana ihsanda bulunacaktır; oyle ihsan edecek ki, rızaya ereceksin!”
KÂinat icinde, ‘kÂinatın gecmişi’nde her gun yaşanan bu karanlığın aydınlığa inkılabı halini hatırlatarak Resûlune ‘geleceğe’ dair ders ve mujdeler veren Rabb-ı Rahîm, ardısıra, ona kendi ‘kişisel gecmiş’ini de hatırlatır: O, babasız buyumuş, annesini de kucuk yaşta yitirmiş bir yetim değil midir? O, kaybolduğu, yolunu yitirdiği anlar yaşamamış mıdır? O once dedesinin, sonra amcasının gozetiminde yaşadıktan sonra, gecimini temin icin bir başkasının hizmetinde calışmaya mecbur olduğu bir genclik yaşamamış mıdır?
VÂkıa budur. Ama Rabb-ı Rahîm, yetimliğine mukabil, onu acıkta koymamış, barındırmıştır. Yolunu yitirmiş iken, yol gostermiştir. Yoksul iken, zengin kılmıştır.
O halde, vahy-i ilÂhîyi tebliğ noktasında el’an yaşadığı o karanlıklı halden de onu cıkaracak; o karanlıklı halin ‘dindiği’ ve ‘durulduğu’ bir zamanın ardından kuşluk vakti aydınlığında bir ortama onu cıkaracaktır.
Asr-ı Saadetin, bindort yuz yıllık İslÂm tarihinin, bu zaman zarfında kalbini İslÂm’a acmış milyarlarca insanın belgelediği uzere, cıkarmıştır da.
‘KÂinatın gecmişi’nden ve Hz. Peygamberin ‘kişisel gecmişi’nden ‘karanlıktan sonra aydınlık’ manzaralarını boylece hatırlattıktan sonra, Rabb-ı Rahîm’in “Oyleyse, sen de yetime kahretme ve ihtiyac halinde isteyeni azarlama! Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat!” buyurması da manidardır. Zira, bu zamanda cokca gorulduğu uzere, karanlıktan aydınlığa cıkarılmışlığını kendine maledip el’an karanlıkta olanı kucumseyen, ona yardım icin elini uzatmak yerine tekmesini uzatmayı tercih eden niceleri vardır. Oysa, şu an kendisine ‘duha’ hali yaşatılanlara duşen, şu an kendisine gece hali yaşatılanlara yardım etmek; onlara Rabbin nimetini kavlen anlatmak ve de fiilen hatırlatmaktır.
Yorgun bir dimağla kalbime duşeni ne kadar ifade edebildim, bilmiyorum; ama, Peygambere cok şey soyleyen Duha sûresinin bize de cok şey soylediğinden eminim.
Hicbirimiz, şu Âlemde ‘İnandık’ demekle bırakılmıyoruz. Hepimiz maddeten ve manen sınanıyor; hatta bazen ‘tunelin otesindeki ışığı’ goremediğimiz sınanmalar dahi yaşıyoruz.
Nedendir bilmem, yaşadığım sınanmaların boylesine ağır bir bicimde uzerime coktuğu durumlarda, Duha sûresi gelir aklıma. Sûrenin nazil olduğu zamana dair nebevî hatıranın eşliğinde, bu sûreyi tekrar tekrar okurum kendime. Ve bu sûrenin ruhuma soyledikleri ile, bir yanda musibetin ağırlığını zihnimde taşırken, ote yanda ruhumda tarifsiz bir rahatlık hissederim.
Ve şoyle duşunurum: İnsan icin belki en buyuk musibet, Duha sûresini yitirmektir.
__________________
Ve'd-Duha'yı yitirmek !
Dini Bilgiler0 Mesaj
●41 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Ve'd-Duha'yı yitirmek !