İnsan îmÂn nuru ile yukseklerin en yukseğine cıkar, Cennet'e layık bir kıymet alır. Ve kufur karanlığı ile aşağıların en aşağısına duşer, Cehennem'e uygun olacak bir vaziyete girer. Cunku îmÂn, bir intisaptır. İnsanı, Allah'a bağlayan nurani bir bağdır. Allah'la ilgiyi, ancak îmÂn vasıtasıyla kurmak mumkundur. İnsanın hakiki değeri, Allah'a olan bağlılığına, O'na yakınlığına goredir. Nasıl ki, bir kimsenin Padişaha yakınlığı nispetinde izzeti, itibarı artarsa, insanın da değeri, Allah'a yakınlığı oranında yukselir.
Bu kÂinatta insan, îmÂn sayesinde Allah'a bağlanır, O'nun himayesine girerse, o zaman Allah'ın yeryuzunde halifesi, aziz bir memuru ve misafiri, hatta dostu olabilir. İşte Allah'la olan bu dostluk bağı, îmÂn nuruyla kurulabilir. İmÂn oyle bir nurdur ki, bu nur sayesinde insan, her şeyin hakikatini gorur. Varlıkların hikmetini ve manasını bir derece okur, bunların boşu boşuna yaratılmadıklarını anlar.
İnsanın en lÂtif ve şirin duygusu şefkattir. Eğer îmÂn olmazsa, bu şefkat, sonsuz ayrılıkların acısıyla, insanı en sıkıntılı bir hale sokar. MeselÂ, tek ve guzel bir yavrusunu ebedî kaybeden, ahiretten habersiz bulunan gafil bir anne, bu manevî azabı tam hisseder.
İnsanda bulunan onemli duygulardan birisi de muhabbettir. İmÂnla nurlanan muhabbet, butun varlıkları, insana arkadaş ve dost yapar. O zaman insanla cevresi arasında sevgi bağı kurulur. Sevdikleriyle ebedî beraber olma duşuncesi, ona sevinc ve surur verir. MeselÂ, hasta yavrusunu ebedî kaybetmek uzere iken, bir doktor ilac icirse, o sevimli ve guzel evlÂdı gozunu acsa, olumden kurtulsa, o anneye ne kadar sevinc ve ferah vereceği ortadadır..
Aynen bu cocuk gibi, sevdiğimiz ve ciddi alÂkadar olduğumuz milyonlarca insan, olumle bizlerden ayrılmaktadırlar. İmÂn nuruyla bakılırsa, onların ebedî yok olmadıkları bilinir. Boylece, uzuntu ve sıkıntılar hadsiz sevincler ve ferahlara doner.
Eğer o insan, îmÂndan mahrum olursa, butun sevdikleri ve muhabbet ettiklerinden ebedî ayrılık endişesi, ona Cehennem gibi bir azap verir. MeselÂ, insanın en kıymettar cihazı akıldır. Eğer şirk ve kufre duşse, o akıl, gecmişten gelen ve sevdiklerinin ebedî yok oluşlarının verdiği elem ve sıkıntıları, onun kalbine yukler. Ayrıca, gelecekte kendisinin de yok olacağı endişesiyle, akıl ona bir azap aleti olur. İşte bu sebepten, fÂsık adam, aklın verdiği sıkıntılardan kurtulmak icin, coğunlukla ya sarhoşluğa veya eğlenceye kacar.
Eğer akıl îmÂn nuru ile nurlansa, o zaman, Cennet'te butun gecmişleriyle beraber olma duşuncesi, Âlemini doldurur. Hayatı ve mahlukatı ona sevdirir. Butun sevdiklerine kavuşmasını sağlayacak ve onlarla beraber ebedî saadeti ona verecek olan Rabbine karşı sevgi ve muhabbeti artar. Demek ki akıl, îmÂn nuruyla akıl olur ve o zaman hakiki değerini bulur.
İnsandaki goz, îmÂn nuru ile ışıklanırsa, o zaman butun kÂinatı gul ve reyhanlar ile suslenmiş bir Cennet şeklinde gorur. Baktığı her bir varlıkta, Cenab-ı Hakk'ın sanat eserlerini, rahmet ve inayetini okur. Cevresine ibret ve tefekkurle nazar eder. Her şeyde Allah'ın varlığına ve birliğine ait delilleri anlar ve onlardan îmÂnı kuvvetlendirici dersler cıkarır. Onun nazarında kÂinat buyuk bir kitap gibi olur. O da, bu kÂinat kitabındaki gizli manaları okur.
Kulaktaki zar, îmÂn nuru ile ışıklandığı zaman, kÂinattan gelen manevî sesleri işitir. Hal dili ile yapılan zikirleri ve tesbihatları anlar. O îmÂn nuru sayesinde ruzgarların terennumatını, bulutların naralarını ve deniz dalgalarının guzel seslerini alır. Yağmurun şıpırtıları, kuşların cıvıldaşmaları ve boceklerin soyleşmeleri gibi, her varlıktan Rabbani kelamları ve ulvi tesbihatı işitir. Sanki kÂinat onun icin, İlahi bir musiki meclisi olur. Boyle bir insanın ruhu ve kalbi lezzet ve zevklerle dolar.
Fakat o kulak, kufurle tıkandığı zaman, o leziz, manevî yuksek seslerden mahrum kalır. Ve o lezzet veren sedalar, matem seslerine donuşur. Kalpte, o ulvi ve guzel manalar yerini huzunlere bırakır. Samimi dost bulamamanın verdiği ebedî yalnızlıklardan gelen sesler, onun Âlemini doldurur. Sadece, kendini sahipsiz ve koruyucusuz hissetmek- ten gelen sıkıntıların ve ızdırapların sesini işitir. Bu hal ise, ona Cehennem hayatı yaşatır.
Demek ki, îmÂn insana oyle buyuk bir mutluluk ve nimet, oyle buyuk bir lezzet ve rahat, oyle şerefli bir rutbe kazandırıyor ki, tarif edilmez. Cunku, bir mu'minin kÂinata bakış acısı olumludur. Her şeyi guzel gorur, guzel duşunur, hayatından lezzet alır. KÂinattaki butun varlıkları kendisine dost, kardeş, arkadaş bilir. Hicbir şeyle arasında yabancılık yoktur. Her şey, Allah'ın isimleri sayısınca birlik bağları ile sımsıkı bağlanmıştır. Dunya ona, bir kardeşlik beşiği gibidir.
İmÂn nuru, insanın Âlemini aydınlatıyor ve kÂinatı dahi ışıklandırıyor. Gecmiş ve gelecek zamanı karanlıktan kurtarıyor. İnsanı şereflendirdiği gibi, kÂinatın ozundeki mukemmelliği ortaya cıkarıyor. Değerine değer katıyor. KÂinattaki butun varlıklar, îmÂn sayesinde bir anlam kazanıyor. Olaylar tesadufî olmaktan cıkıyor. Her şeyin, Allah'ın plan ve programı icinde yuruduğu goruluyor.
Mu'min, îmÂn nuru sayesinde kazandığı bu olumlu ve guzel bakış acısı sebebiyle, her turlu olumsuzlukların ic yuzunde Allah'ın rahmetinin izini, ozunu, yuzunu gorur. MeselÂ, hastalık gibi musibetlere olumlu bakar. Bunun, gunahlarına kefaret, nefsinin terbiyesine sebep olacağını, sevap kazandırıp derecesinin artacağını duşunur ve teselli bulur.
KÂfir ise, kÂinata ve olaylara olumsuz, şupheci bir nazarla bakar. Cunku kufur her şeyi cirkin ve karanlık gosteren siyah bir gozluk gibidir. Kufur, varlıkları tesaduf ve gelişi guzelliğin bir sonucu olarak gorur. KÂfirin nazarında her şey başıboştur. Butun varlıklar, birbirine yabancı ve duşmandır. Onun nazarında, butun varlıklar yokluk Âlemine doğru hızla yol almaktadırlar. Kendisinin de ebedî yokluk karanlıklarına duşeceği korkusu ve endişesi, ona dunyayı zindan yapar. Âlemi karanlık ve sıkıntılarla dolar. Ruhunu sevgi, şevkat ve muhabbet nurları yerine, kin, nefret ve isyan karanlıkları kaplar. Boyle bir insan, Cehennem'e gitmeden, daha dunyada Cehennem hayatı yaşar.
İmÂn gozluğu ile insanın altı cihetine bir bakış
İnsan, butun mahlukatla alakadardır. Her şeyle bir ceşit alış verişi vardır. Kendisini kuşatan şeylerle maddeten ve manen goruşmeye, konuşmaya ve komşuluk etmeye yaratılış gereği mecburdur. Bu durumdaki insanın; sağ, sol, on, arka, alt, ust olmak uzere altı ciheti vardır. İnsan, îmÂn ve inkÂr gozluklerini gozune takmakla, bu altı cihetlerde bulunan mahlûkatı ve onların hallerini gorebilir.
Sağ cihet: Bu cihetten maksat, gecmiş zamandır. Kufur gozluğu ile gecmişe bakıldığında, buyuk bir mezarlık şeklinde gorunecektir. Bu gorunuş, insana buyuk bir dehşet ve umitsizlik verecektir.
Fakat îmÂn gozluğuyle o cihete bakıldığında, gecmişteki insanların, daha guzel ve nurani bir Âleme nakledilmiş olduklarını gorur. O kabirleri ve cukurları, nurani bir Âleme girmek icin acılmış yer altı tunelleri şeklinde değerlendirir. Boylece îmÂn, insanlara buyuk bir sevinc, farahlık ve huzur verir ve binlerce "ElhamdulillÂh" dedirtir.
Sol cihet: Yani, gelecek zamana, kufur gozluğu ile bakıldığı zaman, bizleri curutecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulumatlı, korkunc, buyuk bir kabir şeklinde gorunecektir.
Fakat îmÂn gozluğuyle bakılırsa, CenÂb-ı Hakk'ın, acıyan, merhamet eden, insanı yoktan yaratan ve insanlara hazırladığı ceşit ceşit lezzetli ve hoş, yiyecek ve iceceklerle dolu, hazırlanmış bir sofrası olarak gorecektir. Ve binlerce "ElhamdulillÂh" okutturarak tekrar ettirecektir.
Ust cihet: Yani, semÂvÂt cihetine kufur ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kurelerin, at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi, pek sur'atli ve muhtelif hareket yaptıklarını gorur, onların dizgininin ve kumandasının birinin elinde olduğunu bilmediği icin, buyuk bir dehşete ve vahşete kapılır.
Fakat îmÂnlı bir adam baktığı vakit o garip, acip manevranın bir kumandanın emri ve kontrolu altında yapıldığını anlar. SemÂvÂt Âlemini susleyen o yıldızların, insanları aydınlatan kandiller olduklarını gorur. Onların hareketinde, dizginlerinin birisinin elinde olduğunu bildiği icin, korku, dehşet yerine, onların, bu atlar koşusu şeklindeki hareketine muhabbetle bakar. Gokyuzunun bu tip hareketini tasvir eden îmÂn nimetine, elbette binlerce "ElhamdulillÂh" soylemek azdır.
Alt cihet: Bundan maksat yeryuzudur. Yeryuzune kufur gozuyle bakan insan, dunyayı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi gorur ve dehşete, telÂşa duşer.
Fakat îmÂn ile bakarsa, Allah'ın kumandası altında, butun yiyecek, icecek ve giyeceklerle beraber, insanları guneşin etrafında gezdiren bir gemi şeklinde gorur. Ve îmÂndan kaynaklanan şu buyuk nimete buyuk buyuk elhamdulillÂh'ları soylemeye başlar.
On cihet: Bir KÂfir bu cihete bakarsa gorur ki, butun canlı mahlûkat-insan olsun, hayvan olsun- kafile kafile, buyuk bir sur'atle o cihete gidip kaybolurlar. Yani, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessurunden cıldıracak bir hale gelir.
Fakat îmÂn nazarıyla bakan bir mu'min icin, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri yokluk Âlemine değil, gocebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fÂni menzilden bÂki menzile, hizmet ciftliğinden ucret dairesine, zahmetler memleketin- den rahmetler memleketine goc etmektir. Bu gidişin, yokluk Âlemine olmadığını bildiği icin, onu memnuniyetle karşılar.
Fakat yol esnasında olum, kabir gibi gorunen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Cunku, nuranî Âlemlere giden yol kabirden gecer ve en buyuk saadetler buyuk ve acı felÂketlerin neticesidir. MeselÂ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha'nın iftirası uzerine konulduğu hapis yoluyla nÂil olmuştur.
Aynı şekilde, ana rahminden dunyaya gelen cocuk, o tunelde cektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dunya saadetine nÂil oluyor.
Arka cihet: Yani geride gelenlere kufur nazarıyla bakılsa, "YÂhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve nicin dunya memleketine gelmişlerdir?" diye edilen suale bir cevap alınamadığından, hayret ve tereddut azabı icinde kalınır.
Fakat îmÂn nuruyla bakarsa, insanların kÂinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin Mu'cizelerini gormek ve mutalÂa etmek icin, Allah tarafından gonderilmiş mutalÂacı olduklarını anlar. Bu insanların, Allah'ın kÂinat ile bilinmesini istediği manaları, anladıkları oranda derece alıp, tekrar Allah'ın huzuruna doneceklerini idrak eder. Bu anlayış nimetini kendisine kazandıran îmÂn nimetine "ElhamdulillÂh" diyecektir.
İşte îmÂn sayesinde insanın bu altı ciheti aydınlanmakta, butun zamanlar ve mekanlar, onun icin, geniş ve rahat bir Âleme donuşmektedir. Âdeta butun Âlem, bildiği, alışkanlık edindiği ve kendini emniyette hissettiği evi şekline girer. Boylece insan, îmÂn sayesinde kÂinatın bir sultanı gibi olur.
KAYNAKLAR
-Kur'an- ı Kerim.
-Bediuzzaman Said Nursi, Sozler, Dokuzuncu Soz, www.risaleara.com s. 46.
-Bediuzzaman Said Nursi, İşaratul-İcaz, www.risaleara.com s. 140-141.
-Bediuzzaman Said Nursi, Şualar, On Birinci Şua, Yedinci Mes'ele, www.risaleara.com s.198.
-Bediuzzaman Said Nursi, Sozler, LemeÂt, www.risaleara.com s. 656.
-Bediuzzaman Said Nursi, Şualar, Yedinci ŞuÂ, www.risaleara.com s. 138.
-Bediuzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, www.risaleara.com s. 311.
-Bediuzzaman Said Nursi, Munazarat, www.risaleara.com s. 127.
-Bediuzzaman Said Nursi, Muhakemat, www.risaleara.com s. 8.
-Bediuzzaman Said Nursi, Sozler, On Ucuncu Soz, www.risaleara.com s. 140
-Bediuzzaman Said Nursi, Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Altıncı Nukte, www.risaleara.com s.347.
-Alaaddin Başar, “İnsan ve KÂinat”, Zafer Dergisi, Sayı:375, Nisan 2008, s.36-38
__________________
İman`ın İnsana kazandırdıkları
Dini Bilgiler0 Mesaj
●35 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- İman`ın İnsana kazandırdıkları