Acın gonul pencerenizi sonuna kadar. Bırakın guneş ışıkları girsin iceriye. Tozlar ayaklansın kalbinize yapışan, sonra ucuşsunlar havada.
Cıkarın en dibe gomduğunuz duyguları, işte koşede bir kutu var. Bakın kıpırdanıyor. Alın onu elinize, once guzelce silin, acın kapağını şimdi. Bırakın serbest kalsın o guzel duygularınız. Artık kalbinizin uyanma vakti gelmedi mi?

Aa, bakın diğer koşede bir kutu daha. Onu acmak kolay olmayacak gibi. Yıllarca gem vurulmuş, dokunulmamış belli. Şimdi anladınız değil mi neden zaman gectikce vicdanınızın sesini daha az duyar olduğunuzu. Kim olsa kapalı kutular ardında sesini duyuramazdı. Hatta havasızlıktan olmuştur belki. Peki şimdi ne yapmalı? Bir yolunu bulup vicdanı cıkarmalı o kutudan. Bir ayak sesi… O da kim? Korkunc gorunuyor uzaktan, ama sesi nasıl da etkiliyor sizi. Vicdanınızın sesini duyar gibi oluyorsunuz bir an, ama bir gem daha vuruyorsunuz ona, vicdanınız “gitme” diyor ama siz gidiyorsunuz yine o ayak izinden. Cıkmayın kalbinizin hududundan, yoksa ziyana uğrayacaksınız…
Bir ses… Anahtar şakırtısı… Bakın kutunun anahtarı onun elinde. “nasıl olur, ben ona bu anahtarı nasıl veririm?” diye hayıflanmayın boş yere. Siz ona sadece vicdanınızın anahtarını değil hayatınızı teslim ettiniz… Vicdanınız yardımsever olmanızı soylerken, o “hayır” dedi, “bencil olmalısın”. Siz de bencil oldunuz. Vicdanınız yoldan gecen minicik kediye elinizdeki simitten bir parca vermenizi soyledi, o ise bir tekme atmanızı… Sizin eliniz değil ayağınız gitti o zavallı kediye. Vicdanınız her seferinde bağırdı seher vakitleri “kalk, kalk ey gafil. Ac yureğini namaza” diye; o ise tatlılaştırdı size uykuyu, gozlerinize acılmayı değil kapanmayı emrettiniz. Bir Cuma vakti gecerken caminin onunden, calan telefonu meşgule aldıramadı vicdanınız. Yine ona uyup actınız telefonu ve uzaklaştınız caminin kapısından. Eve geldiniz, en guzel yerde duran, kapağı bile acılmamış Kur’an-ı Kerim’e ilişti gozunuz. Kalktınız, bari iki sayfa okuyayım dediniz. Vicdanınız ayaklarınızı harekete gecirdi ama o, gozlerinizi saate cevirmişti coktan. Şimdi okumamalıydınız, kacmaması gereken guzel bir dizi başlayacaktı. Ne de olsa Kur’an kacmıyordu ya, yarın da okuyabilirdiniz. Hem nasıl olsa yarına cıkacağınıza dair senet de vardı elinizde !!!

Bir yandan ezan okunurken siz coktan dalmıştınız muziğin ritmine. O sesten değil vicdanınızın sesini ezanı bile duyamıyordunuz. Eliniz kumandanın “sesi ac” tuşuna basarken o, vicdanınızın “sesi kapat” tuşuna basmıştı bile. Aylar, yıllar gecti… Vicdanınız bağırmaya, siz onu susturmaya alışmıştınız artık. Ve yine o, şeytan galip gelmeyi huy edinmişti kendine. Vicdanınızı aldı, o kirli elleriyle bir kutuya kapattı cekinmeden. Sizin “dur” diyecek bir mecaliniz kalmadığı icin ses cıkaramadınız bu duruma…

Şimdi ise uyanma vakti artık. Alın anahtarı şeytanın elinden ve kovun onu gonul evinizden. Bir gun, yalnızca bir gun gecirin vicdanınızla. Bir yetimin başını okşayın, karnı ac birinin yuzunu guldurun ki sizin de yuzunuz guldurulsun. Sokakta tekme atılmış, hırpalanmış minicik kediyi tedavi edin ki sizin de yureğiniz tedavi olunsun. Unutmayın, “siz yerlerdekilere merhamet etmezseniz, goktekiler de size merhamet etmez.”

Sonra gidin evinize ve ne zamandır elinizi bile surmediğiniz Kur’an-ı Kerim’i okumaya başlayın. Kapatın televizyonu bir sure, etrafınızın farkında olun. Sular gurul gurul akarken, tabiat her gune capcanlı başlarken ve her yaratılmış Allah’ı zikrederken bu vurdumduymazlık niye?

Her sabah ezanla uyanıp kalbinizin o huzuru hissetmesine izin verin. Acın gozlerinizi, kapatmayın. Yarına cıkmaya senediniz yok! Goreceğiniz bunca guzellik varken şeytanın gozunuzu kapatmasına musaade etmeyin. Hayat vicdanınızla guzel; cunku onu konuşturduğunuzda icinizdeki şeytan susuyor.

Acın gonul pencerenizi sonuna kadar, bırakın gonlunuz aydınlansın…
Merve Nur Tambay

kaynak


__________________