İhlÂs, İhlas Nedir
Tasavvufi hayat, bir Musluman’ın ideali olmalıdır. O, karınca kararınca bu hayatın bir koşesini tutmalıdır. Ona dÂhil olmaya calışmalıdır. Zira tasavvufi hayat, İslam’ın ozudur.

Dinin uc temel ayağı vardır: İlim, amel ve ihlÂs.

Tasavvufi hayat ihlÂsı karşılamaktadır.

Bir Musluman ihlÂsına gore tasavvufi hayatın bir yerinde bulunur. İsterse bu kişi tasavvufi hayatın zahirdeki gereklerini yerine getirmiyor, hatta bir murşid-i kÂmile intisap etmemiş bile olsa durum boyledir.

İhlÂs kalple alakalı bir durumdur. Allah rızası icin dini ilimleri oğrenmek ve ibadetleri yapmaktır. İhlÂsın zıddı olan kavram riyadır. Riya, hadis-i şerifin ifadesiyle ‘gizli şirk’tir. Gosteriş ve dunya menfaati icin dini ilimleri oğrenmek ve amelleri yapmaktır.

İhlÂsta kalp Allah’a yaklaşır. O’nunla samimi bir dostluk kurar. Cunku ihlÂsın temeli imandır. Riyada kalp Allah’tan uzaklaşır. Allah’ın duşmanı olur.

Tasavvufi hayatın temeli ihlÂs uzerine kurulmuştur. İhlÂs dinde altın gibi kıymetlidir. Ele gectiği taktirde tasavvufi hayat başlar, gelişir.

İhlÂs kitaplardan veya okullardan oğrenilmez. İhlÂsın kaynağı ihlÂslı kişilerdir. İhlÂs bir okul veya kitap gibi olan ihlÂslı kişilerden oğrenilir. Aslında buna oğrenme demek de yanlıştır. İhlÂs, ihlÂslı kişilerden bir anda başkalarına gecer. Aşk gibi.

İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) sahabelerin diğer Muslumanlardan ustunluğunu ihlÂslarına bağlamaktadır. Ona gore peygamberimizin (s.a.s) oz amcasının katili Hz. Vahşi (r.a), Veysel Karani’den (k.s) ustundur. Veysel Karani (k.s), peygamberimizin (s.a.s) devrinde yaşadığı ve gıyabında peygamberimizin cok hoş iltifatlarına mazhar bir veli olduğu halde peygamberimizi bir an da olsa gorme bahtiyarlığına erememiştir. Oysa Hz. Vahşi (r.a) cok kısa bir sure de olsa peygamberimizi gorme saadedine kavuşmuştur. İşte bu kısa an peygamberimizden Hz. Vahşi’ye ihlÂsı taşımaya yetmiş, Hz. Vahşi’nin imanını tahkiki duzeye ulaştırmıştır.

Bugun sahabeler olcusunde olmasa da yine onlara yakın bir şekilde ihlÂsı oğrenmemiz icin bazı imkÂnlar vardır. Bunların en başında gercek Allah dostlarını bulup onlara bağlanmak gelir.

Gercek Allah dostları ile peygamber (s.a.s) arasında buyuk bir bağ vardır. Silsile bu bağın varlığına bir işaretidir.

Gercek Allah dostlarının silsileleri sağlamdır. Ta peygambere kadar zincir kesintiye uğramaksızın ulaşır. Zincirin halkaları sadat-ı kiramlardır. Kıymetli velilerdir. Onlar adeta el ele verip yaşayan murşide değin ihlÂs elektriğinin gecmesi icin bir altın zincir meydana getirmişlerdir.

Bu zincirin ucuna dokunma demek, yaşayan murşide bağlanmaktır. Elini tutup gunahlara tovbe ve biat etmektir. Ayrıca rabıta ile ondan feyz almaktır.

Feyz, manevi enerji olarak da tarif edilmektedir. Bu, ruha ihlÂs kazandırmaktadır.

İhlÂs ruhtan ruha gecen bir elektrik gibidir.

‘Ey peygamber, muminleri savaşa teşvik et! Eğer icinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa iki yuz kişiye galip gelirler. Şayet icinizde sabırlı yuz kişi olursa inkÂr edenlerden bin kişiyi yenerler. Cunku onlar anlamayan bir kavimdir. (Enfal suresi, 65)’

Bu iş nasıl oluyor? Yirmi kişi, iki yuz kişinin, yuz kişi bin kişinin yani bir kişi on kişinin gucune nasıl ulaşabiliyor? Elbette bu ihlÂsla oluyor. Yuce Allah (c.c.), ayetin sonunda bunu anlayamayacak bir kavme imada bulunuyor. Elbette bu kavim her şeyi maddi guclere gore duşunen, zafer yenilgi gibi kavramları maddi guclere ve imkÂnlara gore olcen insanlardan oluşmaktadır.

İhlÂs bir mumine diğer insanlardan on kat daha fazla guc vermektedir. O ihlÂsıyla on kişinin gucune ermektedir. Onunla ancak on kişi mucadele ederse onu belki yenebilir. Yoksa ihlÂslı kişiyi yenmek o kadar kolay bir şey değildir.

‘Onlar mustahkem kaleler icinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki cekişmeleri pek şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. HÂlbuki onların kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır. (Haşr suresi, 14)’

KÂfirler ve munafıklar ihlÂstan mahrumdurlar. Bu yuzden aralarındaki bağ pek gevşektir. Her biri nefsiyle yuz yuze olduğundan, enaniyetlerini ilah edindiklerinden bu boyledir. Birbirlerine dunyevi cıkarlarla bağlıdırlar. O yuzden onlar her ne kadar zahirde birlik icinde gorunseler de kalpleri boyle değildir. Darmadağınıktır. Ufacık bir cıkar anlaşmazlığı ile aralarındaki bağlar kopar ve birbirlerinin aleyhlerinde olurlar.

Muminler ise birbirlerine yureklerinden bağlıdırlar. Onların birlikteleri ihlÂsa dayanır. Allah rızası icin birbirlerine yaslanırlar ve bağlanırlar. Birbirlerini severler. Birbirleri ile adeta kardeş olurlar. Nefis ve şeytanların bu konudaki aleyhte propagandalarına pek kulak asmazlar ve iltifat etmezler. Gonulleri ihlÂsla birbirlerine adeta percinlenmiş gibidirler. Onun icin onlardan bir kişi on kişiye bedel bir guce sahiptir. Ayette bildirildiği uzere, Allah’ın izni ile, muminlerden ihlÂslı yirmi kişi, iki yuz kÂfirin hakkından gelir. Yine, Allah’ın izni ile, muminlerden ihlÂslı yuz kişi ise onlardan bin kişiyi yener. Bu durum ihlÂsın gucunu gozumuzun onunde somutlaştırmaktadır. Onun maddi gucleri aşan bir tarafının olduğunu gostermektedir.

İslam dininin hedefi, butun Muslumanları dunyada kardeş yapmaktır. Onları nefislerinin şerlerinden koruyup bir araya getirmek, bu sayede butun dunya insanlığının da onların vesilesi ile bu dine girmesi icin imkÂn sağlamaktır. İslam dini koyduğu hukumlerle yeryuzunu cennet gibi huzurlu kılmak icin Allah tarafından indirilmiştir. Bu dinin yayılması icin insanın hem nefsiyle hem de insanlarla değişik şekillerde cihat yapması gerekmektedir. Butun bunların temeli ise ihlÂsa dayanmaktadır.

Mumin her işini ihlÂsla yapmalıdır. Bunun icin niyet etmeli ve niyetini Allah rızası icin duzenlemelidir. Cunku niyet her işin temelidir.

Bir ev hanımı niyetini Allah rızası icin yaptığında evdeki her işi ibadet hukmu kazanır. Pişirdiği yemekler şifa kaynağı olur. Bunun icin ihlÂsla dua etmesi yeterlidir: ‘Yarabbim Senin rızan icin bu işleri yapıyorum ki ibadetlerde guc ve dirlik kazanalım…’

Rahmetli babam istemeye istemeye, gonulsuz olarak yapılan yemekleri katiyen yemezdi. Bunlardan insanda hastalık peyda olur, derdi. Bu tasavvuf yoluna girince onun ne kadar hakikati soylediğini derinden kavradım.

İhlÂs olmadan pişirilen yemek, adeta Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvana benzemektedir. Boyle bir hayvan mundardır. İnsana maddi ve manevi hastalıklar taşır. Onun icin ev hanımları her işinde mutlaka Allah’ın adını anmalı, ozellikle yemeklerde buna riayet ederek yemeği ihlÂsla hazırlamalıdırlar.

Bir insan işine giderken, calışmaya başlarken, iş sırasında daima Allah rızasını gozetmelidir. Amacı Allah rızası icin insanlara hizmet olmalıdır. Boyle olursa o iş ihlÂslı olur ve gercekten insanlara buyuk yararlar sağlar. Ayrıca ibadet hukmunu kazanır. Dunya ve ahrette Allah’ın rızasını kazanmanın yolu budur.

Atalarımız bunun icin meslek kuruluşları dayanışması teşkilatı kurmuşlardır. Bunlara ahilik adı verilmiştir. İbn-i Batuta bu teşkilatların yardımı ile tum İslam coğrafyasını dolaşmış, beş kuruş para harcamadan onların sağladığı imkÂnlarla yeme icme, yatma gibi ihtiyaclarını karşıladığını iftiharla seyahatnamesinde anlatmaktadır.

Ahilik teşkilatı ihlÂsı meslek hayatına katmayı oğreten kurumlardı. Oralarda mal ve hizmet ancak Allah rızası icin uretilirdi. Elbette bu insanlar bu yolla dunyevi ihtiyaclarını da karşılıyorlardı. Ama asıl amac uhrevi olduğu icin bundan buyuk bir sevap da kazanıyorlardı. Onlar ihlÂsı buyuklerinden, ozellikle ahi pirlerinden oğreniyorlardı.

İhlÂs bir insanın hayatına girdiği zaman her şey Allah rızası icin yapılmaya başlanır. Oyle ki bunun icin artık niyete bile gerek duyulmaz. Kişi ister istemez her işte Allah rızasını kazanmak icin harekete gecer.

Bir zamanlar evimi değiştirmem icap etti. Eşyaların kamyona yuklenmesi icin mahalle kahvesinin onunde her zaman eski, yamalı elbiseleri ile dikkatimi ceken bir kimse vardı. Ondan bu işi yapmasını istedim. Pazarlık da yapmadım ki haline acıdığım icin ne isterse verecektim. İşini bitirdikten sonra, sana ne kadar vermemiz gerekiyor, dedim. O, eşya cok az ben para istemiyorum, dedi. Eşya kamyonu dolduracak kadar vardı. Az değildi. Yarım veya bir saat kadar da bu işle uğraşmıştı. HÂlbuki beni tanımadığı gibi daha once aramızda hicbir munasebet de olmamıştı. Ben o kadar buna şaşırdım ki… Yine de cebimden cıkardığım bir miktar parayı ona vermek istedim. Ama o almamakta direttiği gibi yanımdan da hemen uzaklaşıp gitti.

Bu hadise beni o kadar etkiledi ki muhtac olduğu halde bu parayı nicin benden almadı diye senelerce duşundum. Nefis her insanda aynıdır. Değişmez. Bu insanın bu parayı almaması nefsin kanunlarına aykırı duşmekteydi. Bir elmanın durduk yerde yercekimi kanunlarına aykırı olarak kendi kendine yukarıya doğru yukselmesi gibi bir şeydi bu. Kaldı ki ben muhtac bir insan da değildim. Halim de bunu gosteriyordu. Benden para alması gerekiyordu. Cunku uzerindeki elbiselere gore bu paraya benden daha cok o muhtac durumda idi.

İnanın on beş sene kadar hep bu mesele uzerinde duşundum. Sonra merakım uygun duşen bazı rastlantılarla ve tevafuklarla cozuldu, anlaşılır bicime donuştu. Bu zat her ne kadar zahiren yoksul bir insansa da batın yonuyle oyle değildi. Cok zengindi. Bir insanda bazı faziletler varsa bu onlara mutlaka tasavvuf ve tarikat yolu ile gelmekteydi. Bunu bu kimsenin şahsında bir kez daha anladım. Kimse bu dunyada bu yola girmeden nefsini guzelliklerle ve iyiliklerle susleyememektedir. Bu kişinin tasavvuf ve tarikat yolunda bir kişi olduğunu oğrenince icimdeki merak duygusu tatmin oldu. Halini anladım ve ihlÂsına verdim. Kendince benim eşyalarımı kamyona yukleme işini ihlÂsla yapmış, bundan bir cıkar gozetmek istememişti.

İhlÂsla yapılan her iş insanların kafasında bir iz bırakır. Cok buyuk tesirlerde bulunur. Oyle ki ihlÂsla yapılan bir iş başkalarına da boylece ihlÂsı oğretmiş olur. Benim o şahıstan ihlÂsı oğrenmem gibi.

Bir de ihlÂsla ilgili olarak kafama takılan hadiselerden biri de şudur: Fatih Sultan Mehmed ara sıra kılık değiştirerek halkın icerisine karışır, onların durumu hakkında bizzat fikir edinirmiş. Boyle bir gun sabahleyin esnafı geziyormuş. Bir dukkÂndan bir şeyler almak istemiş. DukkÂn sahibi sabah siftahını ettiğini, yandaki dukkÂnın ise henuz etmediğini soyleyerek padişahı oraya sevk etmiş. O zaman padişah şu kararı almış ki boyle faziletlere sahip bir millet İstanbul’u elbette fetheder. Cunku sultan bununla orduları yenecek olan ihlÂsı halkında gozlemiş, bizzat muşahede etmiş bulunmaktadır. Ne kadar doğru ve isabetli bir tespit!..

Bir insan ihlÂsla maddi menfaatlerinin ustune cıkar. Allah rızası icin iş gormenin sırrına erer. Onun o durumunu goren kişiler ona belki deli bile diyeceklerdir. Onu anlayamayacaklardır. Şimdi size soruyorum: Bugun hangi esnaf, Fatih’in Sultan Mehmed’in durumuna tanık olduğu esnaf gibi davranmaktadır? Her biri kendi derdine duşmuştur, kazancının artmasına calışmaktadır. Yanındaki komşusunu duşunen bir esnaf varsa demek ki ona ihlÂs bir taraftan bulaşmıştır. Bu da ancak tasavvuf ve tarikat kulturu ile mumkundur. Zira insanın kendi nefsini duşman bilerek onunla buyuk cihat yapması ancak onlara has bir durumdur. Yoksa faziletler doğuştan gelmezler. İnsan bu dunyaya nefsiyle beraber gelmektedir. İmtihan sırrı gereği nefis ise son derece cimri, bencil yaratılmıştır. Durup durduğu yerde bir insanın başka bir insana karşılıksız iyilik yapması mumkun değildir. Nefsin Allah rızası icin iyilikte bulunabilmesi icin belli bir sureliğine bir Allah dostunun golgesinde terbiye olması gerekmektedir.

Padişahın durumuna tanık olduğu bu esnaf, tasavvuf ve tarikat kulturunun icerisinde yer aldığı ahi teşkilatına bağlı idi.

Bugun de insanlara, esnafa, halka bu kulturu ulaştıracak teşkilatlara ihtiyac vardır. İşi, calışma hayatını ihlÂsla ibadete donuşturen bu teşkilatlar sosyal hayatımızda buyuk bir boşluk olarak gorulmektedirler. Oysa tarihi ve kulturel hayatımız devamlılık ister. Gecmiş medeniyetimiz sadece maddeye dayanmıyordu, ayrıca faziletlerden de guc alıyordu. Bu sayede hem dunya hem ahret yurdu kazanılıyordu. İnsanlar dunyaya maddi bağlardan ziyade manevi bağlarla bağlı olduğu icin huzur icerisindeydiler.

Allah dostları kendilerini ziyarete gelenlere onlardan bir karşılık beklemeksizin sofralarını acarlar. En az gunde iki kere corba ikram ederler. Bu ihlÂsla yaptıkları bir şeydir. O yuzden bu ikram edilenlerde şifalar vardır. Ayrıca insanlar bu ikramla ihlÂsı da oğrenmiş olurlar.

İhlÂs, ihlÂslı kişilerden bir bakışla başlayan aşklar gibi gecer. Boyle aşkların nasıl evlendikten sonra sevgi ile geliştirilmesi gerekiyorsa ihlÂsta da durum boyledir. İhlÂs, ancak yuce Allah’ı (c.c.) tanıdıkca, bu konudaki marifet arttıkca ve O’nu tenzih ettikce buyur ve gelişir.

Kuran-ı Kerim yuce Allah’ın kitabıdır ve surelerinin en başlıca konusu O’nu tanıtmaktır. Bunun yanında Allah’ın sıfatları ve guzel isimleri de yuce Allah’ı bizlere tanıtan en buyuk kaynaklardır.

İnsanlar yuce Allah’ı (c.c.) yeterince tanımadıkları icin farkında olmadan O’nu inkÂr etmektedirler. Bu inkÂr ediş genellikle O’nun sıfatlarında ve guzel isimlerinde olmaktadır. İnsanlar genellikle Allah’a Deist, Teist turu inanclarla inanmaktadırlar. Bu inanc bicimi farkında olmaksızın Muslumanlar arasında gittikce yaygınlaşmaktadır.

İhlÂsımızın artması, gelişmesi icin dikkat etmemiz gereken bir diğer husus da surekli tovbe ve istiğfar halinde bulunmadır. Ayrıca Allah’ı eksik ve kusurlardan, O’nunla ilgili akla gelen her şeyden tenzih etme anlamına gelen ‘subhanallah’ tespihini cekmeye cok onem vermemiz gerekmektedir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s), benim tarikatım Rabbimi tenzihtir, sozu bizler icin bu yolda ışık olabilir. Bunun yanında tenzih makamında olan İhlÂs suresini de okumaya ayrı bir değer vermeliyiz. Bu sureye ihlÂs adının verilmesi de gayet manidardır. Surenin konusu yuce Allah’ı tanıtmak ve tenzih etmektir. Demek ki bu sure okunduğunda insanların ihlÂsı artırılmaktadır ki ona bu isim layık gorulmuştur. Bu ozelliğinden olacak ki hadis-i şerifin ifadesiyle, uc İhlÂs-ı şerife Kuran-ı Kerim’i bir kere hatmetme sevabına layık gorulmuştur.
Yuce Allah (c.c.), bizi ihlÂslı kullarından eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
__________________