İslÂm İnsanı:
İslÂm insanını tarif ile soze girelim. Fikir adamları, filozof ve bilginler tarafından ortaya atılan bircok tarif icinde onun yeri neresidir?
O bir duşunen ve konuşan canlı mıdır? Gokten inmiş melek midir? Evrimleşip gelişmiş hayvan mıdır? Uretken bir yaratık mıdır?
Sanırım bu tariflerden hicbirisi İslÂm insanına tam olarak intibÂk etmez. Bu buyuk ve derin varlığı anlatmak icin yalnızca "duşunen, konuşan" vasfı kÂfî olmadığı gibi ona: "yere inmiş bir melek, yucelmiş bir hayvan, fonksiyonu uretmekten ibaret olan bir mahlûk" demek de yeterli değildir; zir bircok hayvan, uretme sÂhasında onu geride bırakmıştır. Biz insanı "yukumlu varlık" diye tarif etmeyi daha uygun buluyoruz. Bu varlığı ozet hÂlinde ve carcabuk tasvir etmek, kabataslak bir resmini cizmek icin bu tariften hareket edeceğiz. Onun karakterini, psikolojik yapısını, medenî unsurlarını, komplike duygularını, zihnî yapısının girdi-cıktılarını ve orada nelerin donup dolaştığını bilmeliyiz, bunları gerceğe yakın bir şekilde tesbit etmeliyiz ki; mÂhiyet, hakikat ve bunyesine uygunluğundan emin olduğumuz bir yolda yurumeyi garanti altına almış olalım. Bunun icin de;
1. Bunyesinin kabûl etmiyeceği bir parcayı ona eklemeyelim. Filozofların, dunyamız insanları arasında bulamayınca fildişi kulelerinde hayÂl ettikleri ve bir supermen olarak soz ettikleri orneği cihana sunalım. Boylece bu insan, duşmanlarının elleriyle hazırlanan sun'î hastalıklardan kurtulduktan sonra, arzu edilen sıhhate kavuşmuş, kendini bulmuş olsun.
2. Onu dikkatle incelersek, Batıdan devşirme cÂrelerin uyandıramadığı, asırlar boyu işlemeyen gizli guclerini keşfedip uyandıracak cÂreleri kendisine takdim edebiliriz; işte bunu yapalım.
Hatta biz ona kahramanlık duygularını coşturacak, onu şevk ve heyecÂna getirecek bir recete sunduğumuz zaman o, rûh ve kafasındaki boşluğun doyma ve dolma yoluna girdiğini hissedecek; boylece duşmanlarının parcalayıp sağa sola, doğuya batıya cekiştirdikleri şahsiyeti tamamlanacaktır.
Kesin olarak diyebilirim ki; bizim her birimizin onun şahsiyetini sıhhate kavuşturma, hayatını değiştirme, ayaklarını sağlama bastırma ve eline gercek gucu verme yolunda gayret payımız olursa, dunya onunla mucÂdeleden de vazgececektir; zîr dunya, insan ve toprak, servet ve menfaatler olarak ona sahip olmak icin (bunu umduğu icin) mucadele etmektedir.
İslÂm insanı vÂsıta değil gÂyedir, bir maksadın Âleti değil, bizzat maksattır. Ona verilmiş, idaresi eline bırakılmış bir vazife icin, gercekleştirmesi istenmiş bir gÂye icin, taşıması istenmiş bir emÂnet icin yaratılmıştır. Burada insan kelimesinin iki cinse; kadın ve erkeğe şÃ‚mil olduğunu ayrıca soylemek fazladan bir soz olur. "İnsan başıboş bırakıldığını mı sanıyor. Atılan meniden bir tohum değil miydi? Sonra rahime tutunmuş bir embriyo oldu; Allah onu yarattı ve duzeltti, sonra ondan erkek, dişi bir cift yarattı. (el-KıyÂme: 75/ 36)
O yeryuzunun halîfesi, orada ilÂhî hukumrÂnlığın temsilcisidir; "Hani Rabbin meleklere 'Ben yeryuzunde bir halîfe yaratacağım' demişti..." (el-Bakara 2 /30)
O'nu Allah ilimle donatmıştır: "Âdeme butun isimleri oğretti." (el-Bakara:2/31) Sonra onun omuzlarına emÂneti yuklemiştir: "Biz emÂneti goklere, yere ve dağlara vermek istedik de onlar yuklenmekten cekindiler, korktular ve insan onu yuklendi." (el-AhzÂb: 33/72) Peşipeşine ona peygamberler gonderdi, halde ve gelecekte ona tebliğ vÂsıtalarını bahşetti: "...kulak, goz ve gonul bunların hepsi ondan sorumludur. (el-İsrÂ: 17/36) Ve Allah, mukÂfat ve cezÂyı dinin tebliğine bağladı: "Peygamber gondermedikce cezÂlandırmayız." (el-İsrÂ: 17/15)
O (İslÂm insanı) devamlı olarak Allah'ın insanı olma duygusu icindedir; hayatı O'nun rızÂsı etrafında donup dolaşır, O'nun emrine uyarak durur, o, Allah'ın temsilcisi kıldığı varlık Âleminde, O'nun kanunlarını yaşamaktadır, ilim onun derecesini arttırır, cehÂlet derece kaybettirir: "Allah icinizden iman edenler ile kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yukseltti." (el-MucÂdele: 58/11) "Soyle, bilenler ile bilmeyenler hic musÂvi olur mu?" (ez-Zummer: 39/9) "Kulları icinde Allah'tan ancak bilenler korkar." (FÂtır: 35/25) Onun hurriyeti olculudur; ne Batı insanı gibi kayıtsız, şartsız hurdur; ne de doğu insanı gibi cıvataya takılmış somundur; o hem bağımlı, hem de hurdur.
O ne Batı insanı gibi fertci, egoist ve bencildir; ne de doğu insanı gibi şahsiyeti erimiş ve dağılmıştır: "Ve her insanın mukadderÂtını kendi boynuna doladık." (el-İsrÂ:17/13); Onun ferdcilik ve sorumluluğu budur. "Siz insanlar icin yaratılmış en iyi toplumsunuz..."; onun toplumculuğu ve ozgeciliği da işte budur.
O ne batı insanı gibi dar kalıplar icinde milliyetci, ne de doğu insanı gibi dunya vatandaşı; silik veya sınıfcıdır. O'nun milliyetciliği dindaşlarına, hak idealinde dost ve taraftar olmaktır: "Mumin erkekler ve mumin kadınlar birbirinin dostu, velîsidir." (et-Tevbe:9/ 7) O humanisttir; yÂni insanlıktan ve onun doğru yolu bulmasından sorumludur: "İnsanlara ornek olasınız diye sizi kÂmil bir ummet olarak yarattık." (el-Bakara:2/133)
O, haftada altı gun bankalar, bir tek gun de Allah icin veren Batı insanının rûh cokuntusunden uzak olduğu gibi; Doğu insanı gibi madde camuruna saplanmış, materyalist de değildir. "Allah'ın sana verdiğiyle Âhiret yurdunu kazanmaya bak; ve dunyadan da nasîbini unutma." (el-Kasas: 27/77) Cunku onun ana maddesi bir parca camur ile Allah'ın rûhundan bir nefestir, "Hani Rabbin meleklere,ben camurdan bir insan yaratacağım; ona şeklini verip rûhumdan ufleyince ona secde edin demişti..." (SÂd: 38/71)
O, ilan edilince savaş adamı, işaretini aldığı zaman barışın gercek oncusudur: "Onlara karşı savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azÂb edecek, onları rezîl edecek ve sizi onlara karşı muzaffer kılacaktır." (et-Tevbe: 9/14) "Onlar sulha yonelirse sen de ona yonel ve Allah'a guven." (el-EnfÂl: 8/61)
Dunya onun icin Âhirete geciş koprusu, ona hazırlık yeri ve onun icin tohum ekilen tarladır.
O, butun bu vasıflarıyle Doğu ve Batının insanından ayrılmaktadır. O, dunyayı mustesn bir fırsat ve son hazırlık sığınağı olarak kabûl etmiştir. Servet onun elinde gÂye değil, vÂsıtadır; kalbinde değil elindedir; servet peşinde ihtiras, aşırı duşkunluk, aldatma, hîle ve dovuş yoktur. Dunya onun hizmetcisidir, o dunyanın hizmetcisi değildir. Hayırlı mal onun istediğidir, kirlenmemiş zenginlik icin ona fırsat kapıları acıktır; bu da onun istediğidir.
İşte bizim insanımız budur. Bir goz yerde, diğer goz semÂdadır. Bir el yucelere uzanmıştır; Allah iledir; diğer el, insanların elleri ile tokalaşmaktadır. Ne pat diye yere duşmek, ne de gokte perende atmak. Değerli ve ilÂhî bir cerceve icinde; gelişmenin Âmilleri, ilerlemenin yolları ve varlığın kanunlarıyle carpışmaksızın, butun gercekleri goren ve muÂmelesini isÂbet icinde onlarla ayarlayan tam gercekcilik. İşte iman, guc ve ilmin insanı; İslÂm'ın insanının ic ve dış dunyasının şekli (resmi) budur; onu cok acele cizgilerle resmettik; Âdeta zengin, bereketli, uzun, geniş mevzûların başlıklarından meydana gelmiş bir cetvel, bir fihrist yaptık.
Ancak bu, İslÂm insanının varsayılan orneğinin ve onun terkibini meydana getiren unsurların tasvîridir. Mezkûr vasıflarıyle "bu insan, bugunlerde aramızda yaşayan insandır" demiyorum ve aramızda bunu soyleyecek birisinin bulunduğuna da inanmıyorum.
Unutmamamız gereken bir şey daha var ki, o da gosterdiğimiz bu insan resminin geniş ve derin bir kokten, yÂni dinden doğabileceğidir. Dolayısıyla İslÂm insanı kendisini meydana getiren terkîbi ancak ebedî bir dinin cocuğu olarak kazanabilir.
HÂlihazır durumunun, asıl şeklinden bu olcude uzak oluşu -bu şekliyle de onun- sağlam bir koke bağlı bulunduğunu, derin bir kaynaktan geldiğini unutturmamalıdır. Ve bu asıl şekline, mÂhiyetine donebilmesi imkÂnsız şeyler arasında değildir. İlk vazifemiz ve en buyuk cabamız onu bu sağlam ve asıl şekline kavuşturacak vÂsıtaları sunmak ve ortamı hazırlamak icin seferberlik ilÂn etmek olmalıdır.
Bundan bir mesele cıkıyor ki, onu şu şekilde ortaya koymak istiyoruz:
İslÂm insanının bugunku şekli, kendisinde bulunması gereken şekilden farklı olunca biz, onun ebedî dîninin kendisi icin cizdiği şekli kazanıncaya kadar elinden tutmanın ilmî sorumluluğunu taşıyoruz demektir; bu bir...
İkincisi cevabını aradığımız baş suÂldir: Geri kalmışlıktan onu kurtarmak icin ona gostereceğimiz yol nedir? "Başka ulkelerde denenmiş ve parlak başarılar elde etmiş ithal malı metot ve sistemleri sunmak sûretiyle, onu bu geri kalmışlıktan kurtarabilir miyiz" dersiniz? Yoksa onun tarihi, karakteri ve medenî terkîbine uyan yeni metot ve sistemler mi bulmaya calışmalıyız?
Duşunurlerimizin coğu -Allah onları bağışlasın!- kendilerini cepcevre kuşatan fikrî esaretin baskısı altında, diğer ulkelerde başarıya ulaşmış metot ve sistemleri almaya dÂvet icin koşuşturuyorlar ve bunun tek hal cÂresi, girilmesi zarûrî biricik yol olduğunu zannediyorlar.
Bunların ileri surdukleri bu iddi ot gibi yerden cıkmış değildir; onun acı, makbûl olmayan bir tarihi koku vardır; Bunlar, kendilerine ait değerlerin -gercek mÂnÂda- bulunmadığı bir zamanda gozlerini, Batı medeniyetinin parlaklığından kamaşmış olarak actılar; Batı duşuncesinin liderliğine boyun eğdiler. Bilerek veya bilmeyerek İslÂm dunyasının esas problemini, ileri Batı ulkelerinden iktisaden geride kalmış olmaktan ibaret telÂkki ettiler. Bundan dolayı da "tedÂvî yolu ve hal cÂresi, Avrupa insanını ornek almak, yoluna duşmek ve izlerini takip etmektir" dediler.
İslÂm dunyamıza tatbik edilmek istenen sistem ve metotların, uzerinde başarı kazandığı manevî zemin olması itibÂriyle - kendime ve onlara- "Avrupa'da ahlÂk ve ahlÂkîliğin mÂhiyetini" sormak istiyorum. Bu soru buyuk onem taşıyor; cunku, geri kalmışlığın hangi şekline karşı olursa olsun savaşta başarılı olmanın temel şartı, butun milletin bu savaşa katılmasıdır. Teklif edilen herhangi bir sistem veya metot ile kaynaşmaya milletin kÂbiliyetli ve hazır olmaları da ikinci temel şarttır. Hepimiz kabûl etmişizdir ki milletler, fertlerinin duygu, duşunce, tarih ve medenî terkip kaynaklarıyla uyuşmayan, bunlara ters duşen hicbir tahrîke cevap vermez, boyle dÂvete icÂbet etmezler.
Bu suÂle vereceğimiz cevabı kısaltmak istersek; Avrupa duşuncesine hÂkim olan mûtÂları (doneleri) araştırmamız gerekir. Cunku bu duşunce, Avrupa tabanı ve Avrupa insanını oluşturan terkip ve ortamın bir meyvası, bir tezÂhurudur.
Avrupa duşuncesi, kendisini fikir dunyasına sokan değerleri kazandığı gunden beri, Darvin, Marks ve Freud'un sunduğu mûtÂların (verilerin) hukmu altındadır. Bunların duşunceleri neyi aksettirir, neyi temsil eder dersiniz?
Onlar insanı yeryuzunun halîfesi olarak değil, bir hayvan olarak ele alırlar. Darwin bu insana, hayvanlar icinden bir nesil, bir kok bulabilmek icin kendini ne kadar yormuştu. Nitekim Lamark da onun insanlığını bir secilme ve icinde yaşadığı muhitin şartlarına gore şekillenme esası uzerine acıklamak icin didinmiş durmuştu. Freud insanların, yucelerden gelmiş değerlere sahip olduğunu bir turlu kabûl edemedi de onun ahlÂkını, ornek davranışlarını icgudulerin hÂkim olduğu veya olsa olsa benlik (ego) istekleri ve ust-benlik (super-ego) istekleri dediği kuvvetler ile bu icgudunun uzlaştığı bir zemine oturtmaya calıştı.
Marks'a gelince; o onunde, her şeyi olcusune vurduğu ve icinde gorduğu bir diyalektik catışma ve celişmeden başka bir şey bulamadı.
Ben burada Avrupa duşuncesinin, Avrupa insanının ahlÂkîliğine yansıyan akislerini detaylarıyle verecek değilim. Varmak istediğim netice; felsefesi, duşunce sistemi ve terkibi ile Avrupa insanının, İslÂm insanından farklı olduğudur. Birincisi, ibÂdet hayatına varıncaya kadar maddeci iken, ikincisi bunun aksinedir. Birincisi, dunyayı ve kÂinatı devamlı bir carpışma ve catışma icinde gorurken, ikincisi oyle değildir. Birincisi, sorumsuz veya duzensiz bir hurriyeti benimserken ikincisi başkadır. Birincisi, başkalarının mahvına sebep olsa dahi yalnızca kendi hayatını, kendisi icin yaşarken, ikincisi boyle değildir. Birincisi, değerlerini, orneklerini kendi icinden (nefsinden) veya Freud'un ust benlik dediği seviyeden alırken ikincisi buna uymamaktadır.
Bu, genel olarak goruş farklarının ozetidir. MukÂyeseyi daha belirli sÂhalara aktardığımız zaman da aynı farklılıkları goreceğiz. Mesel İslÂm'ın ekonomik yapısının uc direği vardır:
1. Ceşitli şekillerde tezahur eden mulkiyet ki; dağılım bunun ışığı altında belirlenmektedir.
2. Uretim, tuketim ve dağılım sÂhalarında İslÂmî değerlerle sınırlanmış hurriyet.
3. Kıymetlerin sınırlanmasında esas olarak dengeye ve karşılıklı kefÂlete dayanan ictimaî adÂlet.
İki cephesiyle Avrupa dunyasının iktisadında bunların mukÂbili olan husûslara bakışlarımızı cevirirsek İslÂm'ın, mulkiyet prensibi ve onun şekillerinde, kapitalist ve sosyalist sistemlerden farklı olduğunu goruruz. O, kapitalizmle beraber ozel mulkiyetin esas olduğunu kabûl etmediği gibi, sosyalizmle beraber olup kamu mulkiyetinin esas olduğunu da kabûl etmez. İslÂm ceşitli şekillerde mulkiyeti kabûl etmiştir: Birkac kaynaklı ozel mulkiyet, kamu mulkiyeti ve devlet mulkiyeti. Bunların her birinin işlediği, her birine has sÂhalar ayırmış; hic birisini istisnaî veya şartlar icabı gecici bir cÂre olarak gormemiştir.
Ote yandan kapitalizmde hurriyetler başını alıp giderken, sosyalizm (marksizm) de her nevi hurriyete el koyarken, İslÂm-hurriyeti eğiterek cemiyete faydalı bir arac kılacak olcutler ve değerler cercevesi icinde- kişilerin hurriyetlerini kullanmalarına izin vermiştir.
Ucuncu direğe gelince biz bugune kadar, ferdin değerini duşurmeden, sosyal adÂlet prensibine vucût veren, mefhumunu sınırlayan, plÂnını ışıklandıran bir sistem gormedik. Ama İslÂm duzeni devlete, calışma gucu olanlara iş imkÂnları acmak, gucu olmayanların gecimlerini uzerine almak vazifesini yukleyerek İslÂm toplumu fertlerinin hayat ve maîşetlerini sigorta etmesini sağlamak suretiyle bunu tam mÂnÂsıyla gercekleştirmiştir.
Şimdi soruyorum: Hem İslÂm dunyası insanı icin dışardan aktarma bir sistem ve metot aramamız, hem de sonradan uygulama fiyasko verince kendimizi bırakıp yolu ve muhtevÂsını suclamamız doğru olur mu? Bunun yerine, daha once de işÃ‚ret ettiğimiz gibi, zenginleştirmemiz gereken ve zorunlu olan ozden; yÂni "sistem veya metodun, onu tatbik edecek olan milletin bunyesinden doğmuş, onun tarîhi, psikolojisi, mefkûresi ve arzularıyle kaynaşmış olması" zarûretinden gaflet ettiğimizi kabûl etmemiz daha doğru olmaz mı?
Ucuncu bir yolun işÃ‚ret taşlarını koymak, sınırlarını tesbit etmek icin devamlı ve ciddî gayret hepimizin vazifesidir; boynumuzun borcudur, hic birimiz bu vazifeden affedilemeyiz.
Bu yolun umûmî cercevesini dînimizin kaynakları bize sunmuştur. Bize duşen bu cercevenin verilerini amelî kalıplara dokmek ve işi yurutmektir. Boylece sınırları cekilmiş, binası sapasağlam kurulmuş olarak İslÂm'ın iktisad teorisini ortaya koymuş olacağız ki, bu hepimizin uzerine yuklenmiş bir farzdır; herkes Allah'ın verdiği ilim, tefekkur, tesir ve guc nisbetinde bununla mukelleftir.
İktisadî muÂmele ve faÂliyetler etrafında koparılan şupheler fırtınası bir esas şuphe cercevesinde toplanmaktadır. İddiaya gore fÂiz, şirket ve bankaların temelidir.
Allah TeÂl bana, Mısır Arap Cumhuriyeti topraklarında meseleyi iktisadî yonden ele alan ve cozumler getiren bir tecrube yapma imkÂnı bahşetti. Bu tecrube aynı zamanda, İslÂm dunyamızda gercekleştirmek icin işler bir yol bulmak cabasıyle coğumuzu uykusuz bırakan, ictimaî ve iktisadî kalkınma hareketine katkıda bulunuyordu.
Bundan sonraki konferansta - Allah'ın izniyle- bu tecrubeyi anlatmaya gecmeden once teyit etmek isterim ki; ben bu tecrubenin, kalkınma problemine ait butun meseleleri cozeceği iddiasında değilim. Ben bunu, ictimaî ve iktisadî kalkınma probleminin cozumunde payı olan bir ornek; İslÂm dunyasında ona verilecek yayılma fırsatı, boşluğu doldurma ve cozume katılma payı olcusunde, fayda ve tesiri genişleyecek olan bir model olarak arzediyorum.
__________________
Islami ve insan hakkında bilgiler
Dini Bilgiler0 Mesaj
●35 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Islami ve insan hakkında bilgiler