İNSANA, İNSAN SEVGİ VE ONURUNA VERDİĞİ ONEM



Hz. Peygamberin (sav.) insana, onun onur ve şerefine verdiği onemi işlemeye başlamadan once, cahiliye donemindeki insanın durumuna bir goz atmakta fayda olduğu kanaatindeyiz. Cunku ancak boylece Rasulullahın nezÂket, hoşgoru, merhamet ve sabrı… sayesinde insanın ne gibi buyuk kazanımlar elde ettiği gorulebilecektir.

İslamdan onceki toplum, kabile merkezli idi. Yani tam bir kabile taassubu hÂkimdi. Şoyle ki: Bizim kabileden olanın zalimi de adildir, karşı kabileden olanın adili de zalimdir. Bizim kabileden olanın yalanı ve yanlışı da doğrudur, karşı kabileden olanın doğrusu da yalan ve yanlıştır. Bizim kabileden olanın cirkini de guzeldir, karşı kabilenin guzeli de cirkindir.

Bu donemde, kadının, kolenin, cariyenin ve hizmetcinin hicbir değeri, hatta adı bile yoktu. Bunlar pazarlarda alınıp satılabilen birer maldı.

Hz. Omer’in “Biz cahiliye doneminde kadınları insan yerine koymazdık. İslamiyet gelince ve Allah onlar hakkında ayetler indirince, onların bizim uzerimizde hakları olduğunu gorduk.”[1] sozu bu gerceği butun cıplaklığıyla gozler onune sermektedir.

Durum boyleyken Hz. Peygamberin, “Kadın da bir insandır, kole, cariye ve hizmetciler de birer insandır.” sozleri ve bunlara birer insan olarak yaklaşımı ve merhameti buyuk bir inkılÂp yankısı uyandırmıştır.

“Koleler sizin kardeşlerinizdir, onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onlara altından kalkamayacakları yuku yuklemeyin, yukleyecek olursanız onlara yardım edin.”[2]

“Onlara kolem cariyem demeyin, oğlum veya kızım deyin.”[3]

O zaman kole statusunde olan bu insanlara karşı o kadar merhametli ve şefkÂtli idi ki, her fırsatta onların ozgurluğe kavuşturulmalarını emrederdi, hatta olumunden once şu sozu soyledi: “Namaz ve koleler hususunda Allah’tan korkunuz.”[4]

Ebu Mes’ûd’u kolesini doverken gordu ve arkasından seslendi: “Ebu Mes’ûd! Allah senden daha gucludur ve Allah’ın senin uzerindeki hakkı, senin kolen uzerindeki hakkından daha buyuktur.”

Koleleri kaca kadar affetmem gerekir diye soran birine, “Her gun onları yetmiş defa affet.” buyurdu.

Onları azarlayıp doven bir başkasına Rasulullah, “Hesap gunu adalet terazileri kuracağız.”[5] ayetini okuyunca adam, etkilendi ve “Şahit ol Ya Rasulallah! Onlar artık hurdurler.” dedi.

“Kole ve cariyesine kotu davranan cennete giremez, kolelerinizi ozgurluklerine kavuşturunuz. Kim bir cariyesini guzelce eğitir, ÂzÂd eder ve ozgur bir hanım olarak onu evlendirirse onunla biz, cennette şoyle yan yana olacağız.”[6] derdi.

O (sav.) koleler, hizmetciler ve yoksulların aralarına girer, onlarla konuşur, davetlerini kabul eder, hastalartını ziyarette bulunur, cenazelerine katılır ve uzerlerine namaz kılardı.

Zenci bir kadın veya genc biri vardı. Mescid-i Nebevi’yi supururdu. Rasulullah onu bir ara goremez oldu. Merak ederek sordu. Sahabiler oldu dediler. Hz. Peygamber: “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdu. Onlar ise hÂdiseye pek onem vermiyorlardı. Bunun uzerine Efendimiz, “bana kabrini gosterin” buyurdu. Gosterdiler. Gitti ve kadının kabri uzerine namaz kılıp dua etti.[7]

Onun (sav.) merhameti ve şefkati, sadece canlıları değil olenleri de kuşatıyordu.

İslam dini, bu değersiz kabul edilen tutsak ve yoksul insanları ozgurluklerine kavuşturmak icin devlet hazinesinden hisse ayırdı. Hz. Peygamber koleyi hurriyetine kavuşturduktan sonra, ona gecimini kazanacak kadar sermaye verirdi.[8]

Yanına gelen bir adamın, korkudan titrediğini gorunce, “Arkadaş! Korkma, kendine gel, cunku ben ne bir kral ne de bir melikim! Ancak ben guneşin altında kurumuş et parcası yiyen bir kadının cocuğuyum.”[9] buyurarak, bu zavallı insanı rahatlatmak ve onore etmek istedi.

Bir gun Pazar yerinde birisi Onun (sav.) elini opmek icin one atıldı, fakat O elini cekerek “Bu acemlerin krallarına yaptıkları bir davranış şeklidir. Ben melik değilim, ancak icinizden birisiyim.”[10] buyurdu.

Pazar filesini taşımak isteyen birisine de, “Herkes kendi yukunu kendisi taşımaya daha lÂyıktır.”[11] dedi.

Âmir oğullarından gelen bir heyet kendisine karşı, “Ya Rasulallah! Sen bizim seyyidimizsin, en faziletlimizsin, en şereflimizsin…” diye hitÂb ettiler. O şoyle buyurdu:

“ Hayır, oyle demeyin. Bu tur konuşmaları bırakın. Sozunuzu ve ne istediğinizi soyleyin, fakat şeytan sizi kendisine alet etmesin.”[12]

“Ben de sizin gibi bir kulum, kul gibi yiyor kul gibi iciyorum. Kul gibi oturuyor kul gibi kalkıyorum.”[13] “Ancak bana bir şey diyecekseniz Abdullahi ve Rasuluhû: Allah’ın kulu ve Rasûlu deyiniz.”[14] derdi.

Yine şoyle buyururdu: “İyilik ve merhamet cennete goturur. Yerdekilere merhamet edin ki, goktekiler de size merhamet etsin. İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.[15] Merhamet sahiplerine, RahmÂn olan Allah rahmetiyle muamele buyurur. Gonlunde merhamet olmayanlar, ancak şakîler yani şeytana uymuş kimselerdir.”

Kur’an’ı Kerim de Onun (sav.) bu ozelliğini şoyle dile getirir:

“Size icinizden bir Resûl geldi, gunah işlemeniz ona guc gelir. Size pek duşkundur. Mu’minlere karşı cok şefkÂtli ve merhametlidir.”[16]

Gorulduğu uzere Rasulullah adam yerine konmayan bu kimselerin, once birer insan olduklarını, ikincisi onlara insanca davranılması, sahiplerinin onlara yediklerinden yedirmelerini, giydiklerinden giydirmelerini; her fırsatta işledikledikleri bazı hata ve gunahlar icin keffÂret olarak da ozgurluklerine kavuşturulmalarını emretti ve bunu dini hukumlerin arasına soktu.

Merhamet konusunun bu gun de butun detaylarıyla gundeme getirilmesi ve işlenmesi gerekir: Hz Peygamberin insanlara, hayvanlara, cevreye… karşı merhameti ve bu konudaki sunnet kulturunun tespit edilip ortaya konması…

Bu gun dunyamız, insanın insana merhametine ne kadar da muhtac! Orta Doğu Muslumanlarının durumu, ic savaşlar, sıkıntılar, yoksulluklar, neredeyse altından kalkılamayacak problemler… ailelerde ve değişik kurumlardaki durumlar da pek ic acıcı gozukmuyor… İnsanımız ve dunyamız, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, inananıyla inanmayanıyla…

Rasulullahın insana verdiği onemi, insan sevgisini, hoşgoru, iyilik, ilgi ve merhametini, onların birbirlerini onore etmelerini, cozum uretmeye dair prensiplerini ve davranışlarını ortaya koymamız gerekiyor.

Oyleyse Kur’an ve Hz. Peygamber insanı nasıl değerlendiriyor? İnsanlar birbirlerine, sevgi, saygı ve merhameti nasıl gosterecekler? Kız ve erkek cocuklarına, yetimlere, yaşlılara, anne ve babalara, ozurlulere karşı nasıl bir sevgi, saygı ve merhamet gosterilecek sorularına cevap aramaya calışalım.



İnsan, Allah’ın maddî ve manevî guc ve yetenekleri itibariyle en mukemmel şekilde yarattığı bir varlıktır. Kur’Ân-ı Kerîm, onun en guzel bicimde yaratıldığını ifade buyuruyor. (Tîn, 95/4) Aynı zamanda o, diğer canlılar arasında en şerefli bir yere oturtulmuştur. (İsrÂ, 17/70) Onun şerefli kılınması, diğer butun yaratıkların onun hizmetine verilmiş olmasındandır. (LukmÂn, 31/20) Aynı zamanda insan, yeryuzunde Allah TeÂlÂ’nın halîfesi, yani temsilcisi olarak yaratılmıştır. (Bakara, 2/30) Yani yeryuzunu imar ve ıslah etme gorevi ile gorevlendirilmiş ve ustlendiği bu zor işi başarabilecek maddî ve manevî guc ve yeteneklerle donatılmıştır.

Allah, insanı sudan ve topraktan yaratmış, ona kendi ruhundan uflemiş, onu butun canlılar arasında ozel bir konuma getirerek kendisine muhatap yapmış ve ona; “Ey insan, ey insanlar, ey Âdemoğlu,” diye hitabetmiştir. Madem ki insan, yeryuzunun imar, ıslah ve idaresi emaneti ile gorevli bir halîfedir, oyleyse bu hilÂfet vazifesine layık olmalıdır. Peki bu ehliyetin şartları nelerdir acaba?

Kur’Ân, bize halîfe olmanın olcusunu şoyle acıklar: “Allah, icinizden, iman edip de salih amel işleyenlere, kendilerinden once gelenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryuzunde mutlaka egemen kılacağına.. dair vaadde bulunmuştur.” (Nûr, 24/55); “Şuphesiz iman edip, salih ameller işleyenler var ya, işte onlar, yaratıkların en hayırlısıdırlar.” (Beyyine, 98/7); “De ki: ‘Hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri oğut alırlar. (Zumer, 39/9)

Ayetler bize bu olcunun, iman, salih amel ve ilim olduğunu acıkca belirtiyor. Eğer insanoğlu bu ozelliklere sahip olmaz, bu şartları yerine getirmezse gorevini yapmamış olur.

İmar, ıslah ve idare, bilgi ve irfanla olur. Nitekim ilk halîfe Adem, meleklere ilimle ustun gelmiştir. İlim, esastır. Maddî ve manevî ilerlemenin, kalkınmanın şartı ilim ve sanattır. İlim, irfan ve sanatta geri olanlar, ilerleme kaydedemezler. Hz. Peygamber (s.a.v.), ilk muslumanları oncelikle cehaletin koleliğinden kurtarmaya calışmıştır. Ve:

‘Sadakaların en faziletlisi, insanın ilim oğrenmesi, sonra da onu bir başka kardeşine oğretmesidir,’ buyurmuştur.[17]

Unutmayalım ki, İbn Sina’nın dediği gibi; ‘İlim ve sanat, değerinin bilinmediği yerden goc eder.’

Bu acıklamalar, her halde durumumuzu yeniden gozden gecirmemize ve bir otokritik yapmamıza vesile olacak ve insan olarak onem, sorumluluk ve yukumluluklerimizin bilincine varmamızı sağlayacaktır.
__________________