Sevk ve idare sorumluluğu, doğru tespitler yapmayı, doğru cozumler uretmeyi, doğru kararlar almayı gerektirir.
Fakat insan her zaman her şeyin doğrusunu bilemeyebilir. Beşerdir şaşar, yanılır, hata eder.
Ne kadar iyi niyetli, ne kadar zeki ve mahir olursa olsun, her meselede isabetli karar vermesi mumkun değildir.
Boyle bir ihtimalle zarara uğramamızı, yanlışa duşmemizi, emek ve imkanlarımızın heba olmasını istemeyen Cenab-ı Hak, bizi “istişare”ye davet eder.
Efendimiz s.a.v., “Hepiniz cobansınız ve surunuzden sorumlusunuz.” buyurur. Bu bir benzetmedir. Kim olursa olsun, herkesin mutlaka bir sevk ve idare sorumluluğu taşıdığına işaret eder. Nitekim hadis-i şerifin devamında, imam veya emir ummetin, erkek aile halkının, kadın evinin ve cocuklarının, hizmetci efendisinin malının cobanı olarak orneklenir. Turkceye “coban” diye aktarılan hadis metnindeki “rÃ‚î” kelimesi, “bir topluluğu en guzel şekilde yoneten, yonetimi altında olanları koruyup gozeten, her bakımdan guvenilen ve bu sebeple de kendisine riayet edilen kimse” demektir.
Evet, hepimizin doğru yonetmekle mukellef olduğu bir meşguliyet sahası vardır mutlaka. Tek başımıza olduğumuzu, kendimizden başka kimsenin sorumluluğunu taşımadığımızı iddia etsek bile vardır. En azından vucut azalarımızın, duygularımızın, kabiliyet veya imkanlarımızın doğru yonde kullanılmasından sorumluyuz.
Şu veya bu derecedeki sevk ve idare sorumluluğu, doğru tespitler yapmayı, doğru cozumler uretmeyi, doğru kararlar almayı gerektirir. Fakat insan her zaman her şeyin doğrusunu bilemeyebilir. Beşerdir şaşar, yanılır, hata eder. Ne kadar iyi niyetli, ne kadar zeki ve mahir olursa olsun, her meselede isabetli karar vermesi mumkun değildir. Boyle bir ihtimalle zarara uğramamızı, yanlışa duşmemizi, emek ve imkanlarımızın heba olmasını istemeyen Cenab-ı Hak, bizi “istişare”ye davet eder.
Muslumanın şiarı
İstişare, herhangi bir konuda en doğru metot ve cozume ulaşmak, en uygun kararı almak icin bilgisine, uzmanlığına, ahlÂkına guvenilen kişi veya kişilerle goruş alışverişinde bulunmak demektir.
İstişare muslumanın şiarıdır. Kur’an-ı Kerim’in Şûr suresi 38. ayetinde muminlerin “işlerini kendi aralarında istişare ile” gormeleri ovulmuştur. Âl-i İmran suresinin 159. ayetinde ise Hz. Peygamber s.a.v.’e hitaben, “(Etrafında toplanıp sana tabi olanlarla) istişare et” buyurulmuş, Efendimiz s.a.v. de vahiyle belirlenmemiş hemen her konuda ashabıyla istişare etmiştir.
Ebu Hureyre r.a.’ın “Dostlarıyla Rasulullah’tan daha fazla istişare eden bir kimse gormedim.” dediği haber verilir. Esasen vahye mazhar olması ve fetaneti sebebiyle Allah Rasulu s.a.v.’in istişareye, diğer insanların goruş ve tekliflerine ihtiyacı yoktur. Buna rağmen istişareye memur edilmesi, ulemamızın da belirttiği gibi, ummetine bu hususta da ornek olmak, onları teşvik etmek icindir.
Nitekim sırat-ı mustakimin ancak sunnet-i seniyyeye sımsıkı sarılmakla yurunebileceğini bilen muslumanlar, istişareyi hayatlarının vazgecilmez bir usulu haline getirmişlerdir. Aileden devlet yonetimine kadar her kademede işlerini istişare ile gormuşler, aşılamaz sanılan yalcın dağları birbirlerine danışa danışa aşıp yuksek bir medeniyetin kurucusu olmuşlardır.
Hz. Peygamber s.a.v.’in ornekliğiyle daha Hulefa-yi Raşidin doneminde bir yonetim tarzı haline getirilerek kurumsallaştırılan istişareyi, Batılı toplumlar asırlar sonra nice acıların ardından keşfedebilmişlerdir ancak.
Petekten bal sağmak
Bugun artık musluman olsun olmasın herkes istişarenin gerekliliğine inanmış gorunuyor. Neredeyse butun devletlerin meclisleri, senatoları var. Şirketler kadrolu danışmanlar istihdam ediyor. Herhangi bir konuda yetki ve sorumluluk alan kişilerin etrafında musteşarlardan muşavirlerden gecilmiyor. Sivil toplum organizasyonları bile sık sık istişarî toplantılarla gundeme geliyor.
Fakat istişarenin bu kadar yaygınlık kazanmış ve benimsenmiş olması, yanlışlıkları her gecen gun biraz daha azaltıp yapılan işleri daha guzel, daha hayırlı, daha verimli kılıyor mu, orası şupheli.
“İstişare”, “meşveret” ve “muşavere” kelimeleri aynı kokten gelir ve hepsi de aşağı yukarı aynı manayı, yani “maksada ulaştıracak en doğru yolu gostermek, hedeflenen şeye işaret etmek” manasını karşılar. Yine aynı kokten tureyen “şura” kelimesi ile ise daha ziyade “istişare icin toplanma” veya “istişare eden topluluk” kastedilir.
Butun bu kelimelerin kok manalarından biri de “balı peteğinden cıkarmak, bal sağmak”tır. Boylece hem istişare ile ulaşılan neticenin hayırlı, faydalı ve guzel olması gerektiğine, hem de bu neticenin ortak bir cabayla kazanılabileceğine işaret edilir.
Kokteki bu “petekten bal sağmak” manası bir şeyi daha duşundurur: Her petekte bal olmaz, dolayısıyla da her petekten bal almaya calışmak beyhude bir cabadır. Yahut petek bal ile doludur da peteği kovandan cıkarmanın, balı sağmanın usulune ve zamanına riayet etmeyince heba olur gider.
İşin şeklini dondurunca
İstişarelerin “istişare” olabilmesi icin uyulması gereken şartlar var demek ki. Ustelik bu şartlar maksada, konuya, istişare heyetinin sorumluluk seviyesine gore değişebiliyor. Gunumuzde istişare ile ilgili tartışma, eleştiri ve şikayetlerin en fazla yoğunlaştığı, “istişare sonucunun bağlayıcılığı” meselesinde tek ve kesin bir cevap aramamak gerekiyor mesela.
Ornek birer uygulama olması sebebiyle Hz. Peygamber s.a.v.’in istişarelerini esas aldığımızda da standart bir şablonla karşılaşmıyoruz. Daha cok bir strateji belirleme konusunda Efendimiz s.a.v. bazen kendisi goruş istiyor ashabından, bazen sorulmadan soylenen bir teklife itibar ediyor. Bazen bir kişiye soruyor fikrini, bazen bir topluluğa... Bir cozum teklifini hemen kabul ettiği de oluyor, ısrarlara rağmen reddettiği de...
Bunun boyle olması gerekiyor ve Rasulullah s.a.v.’in bu tavrı, istişarenin cok onemli şu ozelliğine işaret ediyor: Elbette belli olculer, sınırlar var ama her duruma aynen uygulanacak tek ve sabit bir istişare usulu, dondurulmuş bir istişare kalıbı yok. O kadar ki hukmu dahi değişiyor. Sorumluluk sahibinin şahsî dairesindeki işlerle ilgili istişareye “sunnet” diyen din alimleri, ummetin selametini ilgilendiren hususlarda istişarenin “vacip” veya “mendup” olduğunu soyluyorlar.
Biz konuyu cok fazla dağıtmamak icin, insanları Hakk’a ve hayra cağırmak uzere organize olmuş gonullu toplulukların, ummete hizmet icin yapılanmış cemaatlerin istişare usullerini ele alacağız. Bu tur hizmetlerde sorumluluk alanların istişare hususunda daha titiz, daha duyarlı olması gerekiyor cunku.
İstişare kurulları
Gonulluluk esasıyla hizmet goren sivil organizasyonların hemen her biriminde bir istişare heyeti vardır genellikle. Bunlar bir problemin cozumunu bulmak, bir durumu gercek sebepleriyle doğru tespit etmek, bir işin en verimli sonucu alacak şekilde yapılmasını sağlamak, bir konuda birden fazla alternatiften en uygun olanını secmek uzere toplanıp goruş alışverişinde bulunurlar.
Boyle goruşmelerin insanlardaki sorumluluk duygusunu geliştirmesi, hizmet şevkini artırması, aidiyet şuurunu guclendirmesi de beklenir. Fakat bazen boyle olmaz. Goruşmeler gereksiz konuşmalarla uzar, zaman kaybedilir, en verimli şekilde yapılması hedeflenen işler suruncemede kalır. Manasız ısrarlar, karşıdakinin duşuncesini kÂle almayan tutumlar kırgınlıklara yol acar. Teklifi kabul gormemiş olanlar heyecanlarını kaybeder, gonulsuzleşir, hizmetten soğurlar.
Bunun boyle olmaması icin hem istişare isteyen sorumluluk sahiplerinin hem de istişareye katılanların bazı hususları gozetmesi gerekir.
Oncelikle, sabit bir ust istişare kurulunun bulunması gerektiği kabul edilmelidir. Bu kurul dort halife doneminde “hall ve akd ehli”, “ulu’l-emr”, “ehlu’ş-şûra” gibi isimlerle anılan heyete benzer. Hizmeti gecmiş, takva sahibi, kıdemli ve sozu dinlenir buyuklerden oluşur. Cemaatin temsilcisi, manevi şahsiyeti gibidir ve nihai karar merciidir.
Ancak boyle bir sabit kurulun her konuda bilgi ve fikir sahibi olması beklenemez elbette. Her meseleyi bunlar sadece kendi aralarında istişare eder, başkalarına danışmazlar diye bir kaide de yoktur. Farklı konularda başkalarına danışma ihtiyacı olduğunda bir nevi alt komisyon gibi gecici istişare kurulları oluşturur, bunların teklif ve fikirlerinden istifade ederler.
Karşılıklı saygı şart
Sıkıntıların bir kısmı bu alt ve ust istişare kurullarının fonksiyonlarını karıştırmaktan kaynaklanıyor. Ust kurul mensupları bu konumlarının bir imtiyaz olmadığını, ağır bir sorumluluk gerektirdiğini bilmek; bu sorumluluğun icabı olarak da teknik konularda surekli ehil kişilerin goruşunu almak ve onların uzmanlıklarına saygı duymak durumundadır.
Hz. Omer r.a.’in kendisinden sonraki halifeyi belirlemek uzere oluşturduğu şurada yer alan Abdurrahman b. Avf r.a., halife adayları konusunda kendi kararını hanımlar da dahil bircok sahabi ile goruştukten sonra vermiştir.
Ust kurul kendilerine sunulan teklifin teknik detaylarına, uzmanlık isteyen inceliklerine mudahale etmemeli; bu teklifin cemaatin cizgisine, olculerine, imkanlarına uygunluğunu ve meşruiyyetini gozetmelidir.
Alt komisyon hukmundeki gecici istişare heyetleri de, kendilerine karar yetkisi verilmemişse, sadece teklif sunmakla mukellef olduklarını bilmelidirler. Tekliflerinin uygun bulunmaması halinde bunu uzmanlıklarına bir hakaret yahut yanlış tercih gibi anlamamaları gerekir.
Cunku karar her zaman sorumluluk sahiplerine aittir ve bazen kendi cercevesi icinde cok makul bir proje diyelim ki maddî imkansızlıklar yahut yol acacağı sonuclar sebebiyle reddedilmiş olabilir.
Hz. Ebubekir r.a., halifeliği doneminde “namaz kılarız ama zekÂt vermeyiz” diyenlere nasıl davranacağı konusunda istişare etmiş, fakat istişare sonunda ortaya cıkan, “uzerlerine asker gondermeyip nasihatte bulunalım” ve “uzerlerine gidilecekse de askerin bir kısmını gonderelim” goruşlerinden ikisine de uymayarak ordunun tamamını murtedlerin uzerine salmıştır.
İstişare adabı
Bir mesele istişare edilirken butun tarafların enaniyetten, tarafgirlikten, hissi davranmaktan, peşin hukumden, şahsiyetcilikten kacınması gerekir. Kulis yapıp onceden bir kısım insanları yonlendirmekle, yahut bir goruşu şu veya bu şekilde dayatmakla istişare olmaz.
Samimi olunmalı, hakikat olduğu gibi tespit ve teslim edilmelidir. Durum butun cıplaklığıyla ortaya konmalı, soran Allah rızası icin sormalı, cevap veren de Allah rızası icin ihlÂsla cevap vermelidir. Gıybet etmemek kaydıyla gerekiyorsa yanlışlar, kusurlar, hatalar da konuşulabilmelidir.
Zaman kaybetmemek icin onceden hazırlık yapılmalı, istişare sırasında mantık ve muhakeme disiplininden, esastan uzaklaşılmamalıdır.
İstişarede cedel olmaz. Konuşurken muhatabı rencide etmemeli, goruşler yumuşak bir uslupla ortaya konmalı, nazik olunmalıdır. İstişare etmek, musteşirlerin (istişareyi isteyenlerin) goruş sahibi olmadıkları, yahut teklif uretmekte yetersiz veya zayıf kaldıkları manasına gelmez. Bu sebeple onlara akıl verir tarzda, emreder gibi konuşmamalıdır. Musteşirler de musteşarların (kendileriyle istişare edilenlerin) farklı goruşlerini sabırla ve dikkatle dinlemelidir. Goruşlere muhalefetin, goruş sahibine muhalefet olmadığı bilinmeli, makul itirazlar karşısında alınganlık gosterilmemeli, ısrar ve inat edilmemelidir.
Mudahale etmeli ama ısrarcı olmamalıyız
Bazı durumlarda daha uygun bir goruş ve tedbir biliyorsak, sorulmasa dahi bunu soylememiz gerekebilir. Bu mudahale karar aşamasında veya alınan karara rağmen de olabilir.
Nitekim Rasul-i Ekrem s.a.v. Hendek Savaşı’nın onuncu gununde Gatafanlılarla anlaşmak uzere iken Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade’nin (Allah onlardan razı olsun) teklifi doğrultusunda bu anlaşmadan vazgecmiştir. Aynı şekilde Bedir oncesi İslÂm ordusunun mevzileneceği yer konusunda Hz. Peygamber s.a.v., Hubab b. Munzir r.a.’ın mudahalesi uzerine kendi goruşunu terk edip onun teklifine uymuştur.
Bu orneklerde mudahaleyi yapanların uslubu dikkate şayandır. Efendimiz s.a.v.’e son derece edepli bir şekilde “Aldığınız karar vahye mi dayanıyor yoksa sizin şahsî goruşunuz mu?” diye sormuşlar, şahsi goruşu olduğunu oğrenince kendi duşuncelerini asla ısrarcı olmadan gerekceleriyle teklif etmişlerdir. Hz. Peygamber s.a.v.’in bu mudahaleler karşısında incinme emareleri gostermediği gibi memnuniyet duyması da istişare adabına dair onemli bir tavrı orneklemektedir. Buna rağmen bazen uzmanlık, ehliyet veya zahirî işaretler bir teklifin doğruluğuna hukmetmeye yetmez. Boyle durumlarda bilhassa buyuklerin, peygamber mirascısı alimlerin, feraset sahibi salih muminlerin teklif ve goruşlerimiz karşısındaki sukutunu zorlamamak, hal diliyle verdikleri cevabı ısrarla ve inatla değiştirmeye calışmamak gerekir.
Uhud savaşı oncesi Hz. Peygamber s.a.v.’in goruşune rağmen genclerin Medine dışına cıkıp muşrik ordusunu karşılama ısrarı ve bu ısrarın getirdiği mağlubiyet boyle bir mesaj taşır.
Şura kararı herkesindir
Yapılan bir karar istişaresi ise ve bizim goruşumuzun dışında bir karar cıkmışsa buna saygı gostermeli, bizim teklifimiz uygulanmaya konmuş gibi o işin gercekleşmesi icin canla başla calışmalıdır. Cunku şuranın kararı ortaktır.
Muhalif olanlar da bu ortaklığa dahildir. Uygulamaya bigÂne kalmak, “Yapsın da gorelim bakalım!” turu kızgınlıklarla butun yuku karara esas olan goruş sahibinin sırtına yıkmak, kardeşlik ve yoldaşlık hukukuna sığmaz.
İstişare bir tedbirdir ve elbette takdir Allah’ındır. Bazen istişareden cıkan kararın uygulamasından beklenen netice alınamayabilir. Boyle durumlarda o kararın alınmasına esas olan goruşlerin sahiplerini eleştirmek, ayıplamak, itham etmek son derece yanlıştır. Yanılmak insana mahsustur.
Bir kere yanıldı diye insanları itip kakarak kınarsak umitsizlik ve guvensizlik peyda olur. İnsanların hata yaparım korkusuyla goruşlerini soylemekten cekindiği ortamlarda sağlıklı bir istişare yapılamaz.
Hz. Peygamber s.a.v.’e hitaben “(Yapacağın) işlerde onlarla istişarede bulun.” buyurulan Âl-i İmran suresi 159. ayeti Uhud savaşından sonra nazil olmuş ve “onlar” ifadesiyle Medine dışına cıkıp savaşmakta direterek yahut savaş sırasında mevzilerini bırakarak mağlubiyete sebebiyet veren Uhud ehli kastedilmiştir.
Nitekim Rasulullah s.a.v., Uhud’da mağlubiyete sebep olmuş gibi gorunenlere en ufak bir sitem imasında dahi bulunmamış, onlarla istişareye devam etmiştir. Daha ibretamiz olanı ise, tek eleştiri ve kınamanın, musluman ordusunu yarı yolda terkederek geri donen munafık Abdullah b.Ubey’den gelmesidir.
İstişarelerin bağlayıcılığı
Daha once belirttiğimiz gibi, yapılan istişare karar almak icin de olabilir, teklif sunmak icin de. Bu bir karar istişaresi ise ve heyete kesin karar yetkisi verilmişse, eğer oy birliği yoksa oy cokluğuna itibar edilir. Karar alındıktan sonra da artık muhalefet olmaz.
Danışma amaclı teklif istişarelerinde ise nihaî karar asıl sorumluluk sahibi merciindir. İsterse kararını coğunluğun goruşu istikametinde belirler. Uhud oncesinde Hz. Peygamber s.a.v.’in kararı boyle olmuştur. Eşit ağırlıkta iki farklı goruş varsa, Hz. Omer r.a.’in veba salgının baş gosterdiği Şam’a girip girmeme hususunda yaptığı gibi hakeme muracaat edebilir.
Hz. Omer “Şam’a girelim” diyenlerle “donelim” diyenlerin denk olduğunu gorunce sahabenin buyuklerine danışmış, onların teklifi istikametinde geri donmuştur. Karar yetkisi taşıyan, isterse teklif istişaresinden cıkan hicbir goruşe uymaz. Ya namaz vaktinin belirlenmesi konusunda olduğu gibi beklemeyi tercih eder yahut kendi goruşunu uygular.
Sorumluluk sahipleri, mevcut goruşleri değil de kendi goruşunu tatbik etmek isterse Hz. Ebubekir r.a.’in orneklediği iki yoldan birini secer.
Goruşundeki isabetten eminse, murtedlerin uzerine ordu gonderilmesinde olduğu gibi derhal uygulamaya gecer. Yahut farklı goruş sahiplerini ikna yolunu secip, Allah’tan bu konuda onların kalplerine genişlik ve goğuslerine rahatlık vermesini niyaz ederek bekler. Hz. Ebubekir r.a. Kur’an-ı Kerim’in toplanması konusunda boyle hareket etmiştir.
Azmettikten sonra donmek yok
İstişareler sonunda şu veya bu şekilde kesin bir karar alınmışsa artık butun tereddutler, butun karşı goruşler, butun bahaneler unutulmalı ve o kararın uygulanması icin herkes uzerine duşeni yapmalıdır. Hangi gerekce ile olursa olsun kesinleşmiş bir kararı bir muddet sonra değiştirmek, hele de bu cok sık yapılıyorsa, topluluğun kendine olan itimadını azaltır, hizmette gevşekliğe yol acar.
Biz şuphesiz ki bir iş icin hayır murat ederek istişarede bulunur, en doğru olduğunu duşunduğumuz kararı alırız. Fakat o işin hayırla mı yoksa şerle mi biteceğini bilemeyiz. Yahut bizim hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır olabilir. Ne kadar mukemmeliyetci olursak olalım, bir işin neticesini Cenab-ı Allah takdir eder. Bizim vazifemiz sebeplere sarılmak, tedbiri elden bırakmamaktır. Uzerimize duşeni yaptıktan sonra, “gayret bizden tevfik Allah’tan” deyip Alemlerin Rabbi’ne tevekkul etmektir.
Onun icin Âl-i İmran suresinin 159. ayetinde Hz. Peygamber s.a.v.’e “muslumanlarla istişare” emrinden hemen sonra şu talimat veriliyor:
“Bir kere de azmettin mi (kesin karar verip yola koyuldun mu), artık Allah’a tevekkul et. Muhakkak ki Allah mutevekkil olanları (Allah’a dayanıp guvenenleri) sever.”
Ve Allah Teal sevdiği kullarına mutlaka yardım eder.
İstişarenin Konusu
Rasulullah s.a.v.’in istişareleri, bir durum karşısında en doğru tavrı belirlemekle, strateji tayin etmekle ilgilidir. Daha cok cihat uygulamalarında karşımıza cıkar.
Dolayısıyla cihadı bugun hayır ve hizmet faaliyeti şeklinde surduren toplulukların istişareleri de bu hayır ve hizmetin usulu, organizasyonu, yaygınlaşması, olculerini kaybetmeden buyuyup gelişmesi uzerine olmalıdır. Bu cercevede “ortak akıl” oluşturulmaya calışılır; neyin, nasıl, kimler tarafından yapılacağı, değişik seviyelerde goruşulmek suretiyle bir karara bağlanır.
İctihat yoluyla belirlenenler de dahil, dinî hukumler istişare konusu yapılamaz. Son derece acık, basit, ne yapılacağı belli meseleler ve daha once denenmiş, sonucları gorulmuş uygulamalarla ilgili istişare gayretleri ise işguzarlık olur, vakit kaybıdır.İstişare Şekli
Nihaî karar yetki ve sorumluluğunu taşıyan kişi veya kişiler, en doğru kararı verebilmek icin yapacakları istişarenin şeklini genellikle meselenin tesir sahasına gore belirler.
Eğer ortada topluluğun tamamını ilgilendiren bir durum varsa ilgili herkesin goruşu alınabilir. Hz. Peygamber s.a.v., Uhud oncesinde Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak, yahut Medine dışına cıkıp muşrikleri karşılamak alternatiflerini ordunun tamamıyla istişare etmiştir.
Boyle durumlarda cokluğu sebebiyle toplumun tamamının goruşunu almak mumkun değilse, o toplumu oluşturan birimlerin temsilcileriyle de goruşulebilir.
İstişare, topluluğun tamamıyla değil, konunun ehli olan bir veya birkac kişiyle de yapılabilir.
Efendimiz s.a.v., Hendek Savaşı sırasında Yahudilerle ittifak halinde olan Gatafanlılarla anlaşmak ve onları bu ittifaktan vazgecirmek icin Ensar’ın buyuklerinden Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade ile istişare etmiştir.
İstişare, bu iş icin ozellikle oluşturulmuş bir heyet varsa, heyet uyelerinin bir araya gelmesiyle yapılabildiği gibi, karar sorumluluğu taşıyanların en doğru kararı almak uzere ilgili ve ehil kişilerle farklı zamanlarda tek tek goruşmesi suretiyle de yapılabilir.
Şekil usulleri maksat değil, maksadın gercekleşmesi icindir. Toplanmak, ozellikle bir mekan ve gundem belirlemek guzeldir, faydalıdır ama sadece bunları yerine getirmekle hayırlı bir istişare yapılmış olmaz.Kimlerle İstişare Edilir?
İstişare herkesle değil, goruşulmesi gereken meselede ehil olanlarla yapılır. Ayrıca herkes hizmet veya cemaat adına istişare isteme hakkına sahip değildir. Bu hususta izinli olanlar ozellikle alt komisyon gibi calışacak istişare heyetlerine katılan kişilerde belli bazı nitelikleri gozetmek zorundadır. Buna gore, kendileriyle istişare edilecek kimselerin:
• İstişareye konu olan meselede bilgi, ehliyet ve tecrube sahibi,
• Akıllı, ferasetli, mantığı ve muhakemesi sağlam,
• Takva sahibi, mustakim, salih ve guvenilir,
• Halim, sabırlı ve nezaketli
• İcinde bulunduğu hizmet veya hareketin gereğine ve onemine samimiyetle inanmış,
• Cimrilik, korkaklık, hırs, kibir, ofke gibi zaaflardan azade olmalarına dikkat edilmelidir.Buyukler ‘Bekleyin’ Diyorsa
Sorumluluğun asıl sahibi buyuklerin bize ters gelen bazı karar ve uygulamalarını değiştirmek icin ısrarcı olmamak gerektiğini anlatan bir orneği de Efendimiz s.a.v.’in munafık Abdullah b. Ubey’le ilgili tutumunda goruyoruz. Abdullah b. Ubey, Hazreclilerin reisi. Medine’nin yonetimini ele almak uzere Yahudi Nadiroğulları ile anlaşma sağladığı esnada Hicret vuku buluyor ve hevesi kursağında kalıyor. Umit bağladığı Kureyş muşrikleri Bedir’de yenilince Medine yoneticiliği hayali bir kere daha yıkılıyor. Fakat vazgecmiyor. İslÂm’a girdiğini soyleyerek muslumanları iceriden zayıflatmayı planlıyor. Uhud’da adamlarıyla yarı yoldan donuyor, Beni Kaynuka uzerine yurumek isteyen Rasulullah’ı, onların Hazreclilerle anlaşma yaptığı yalanıyla vazgecirmek istiyor. Medine’yi terk etmesi istenen Nadiroğulları’na gizlice haber gonderip yerlerinde kalmasını soyluyor. Muhacirler aleyhine sağda solda cirkin sozler sarfediyor, iftiralar atıyor. Tam bir fitne yumağı.
Butun bunlar olurken bazı muslumanlar, ozellikle de Hz. Omer r.a. ısrarla Abdullah b. Ubey’i oldurmek icin izin istiyorlar. Onlara her defasında “Bekleyin” diyor Allah Rasulu. Abdullah b.Ubey, tam bir munafık, kaba ve şirret bir adam ama Hazreclilerin reisi. Onun oldurulmesi, karizması ile peşine taktığı koca bir kabileyi İslÂm’dan uzaklaştırabilir. Hz. Peygamber s.a.v. bir şeyi daha goruyor. Yalanları, iftiraları, hırsı ile Abdullah b.Ubey gittikce itibar kaybetmektedir. Nihayet “İfk hadisesi”nde Hz. Aişe r.a. validemize iftira atanın bu adam olduğu anlaşılıyor ve bu kadar alcalan bir adama artık kendi kabilesi de sahip cıkmıyor. Hazreclilerin bile yuzune tukurduğu bu munafığın olmekten beter bir hale duştuğunu goren ashap, Rasulullah’ın “bekleyin” tavsiyesindeki hikmeti anlıyor boylece.Ehliyetin Onemi
Kendileriyle istişare edilen kişilerin istişare konusunda ehil olmaları, goruşlerinin isabeti bakımından cok onemlidir. Savaş sanatını iyi bilen, cok başarılı bir taktisyen olduğu anlaşılan Hubab b. Munzir r.a.’ın goruşlerindeki isabet ve onun bu konudaki tavsiyelerinin Peygamberimiz s.a.v. tarafından her defasında tatbikata aktarılması, “ehl-i harp” olmasıyla ilgili.
Bedir’de muşriklere en yakın kuyunun başını tutup beklemeyi o teklif ediyor. Beni Nadir ve Beni Kurayza ile yapılan gazvede aralarına mevzilenerek bu iki kabilenin irtibatını kesme teklifi yine ona ait. Hayber’de orduyu bataklık ve ok menzili icindeki bir mevkiden daha geriye o aldırıyor.
Bu sebeple ashap ona “zu’r-rey”, yani “isabetli goruş sahibi” diyor. Yine bu sebeple Hz. Peygamber s.a.v.’in vefatını muteakip halifelik konusundaki goruşu de soruluyor Hubab b.Munzir r.a.’a. Ehil olmadığı bir meseledir bu ve “Bir tane Ensar’dan, bir tane de Muhacir’den halife olsun” gibi siyasi akla pek uygun olmayan bir teklifte bulunuyor.
Elbette kabul edilmiyor bu goruş ama bir şeyi anlatıyor bize: Herkes her konuda isabetli goruş sahibi değildir. İşi mutlaka ehline danışmak lazım.
Kaynak:SEMERKAND DERGİSİ Aralık 2010 144.SAYI
__________________
Muslumanın Ortak Aklı İSTİŞARE
Dini Bilgiler0 Mesaj
●33 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Muslumanın Ortak Aklı İSTİŞARE