Mehmet ILDIRAR kaleme aldı, Semerkand 2010 Aralık Sayısı

Nefsi bilmek zor bir meseledir, fakat bu zor mesele, tasavvufun, kemalÂt yolunun temelini oluşturur. Allah’a ulaşmanın yolu nefsini yani kendini bilmekten gecer.

Allah Teal hazretleri buyuruyor: “O kullarıma mujdele! Onlar soze dikkatle kulak verirler ve onun en guzeline uyarlar. Onlar, Allah’ın kendilerini hidayete ulaştırdığı kimselerdir. Onlar temiz akıl sahibi olanlardır.” (Zumer, 18)

Ayet-i kerimede gecen “hidayet”ten murat, Allah TealÂ’nın, kendi zatını bilmeleri icin kullarında yarattığı manevi bilgi nurudur. Demek ki Allah’ı bilmek istiyorsak hidayete ihtiyacımız var. Allah TealÂ, bir kulunu yardımıyla dinî meselelerde anlayışlı yapar, zatını bildirmek isterse hidayet nurunu verir.
ne
Allah TealÂ’nın zatını bilmek, Rasul-i Kibriya s.a.v. Efendimiz’in bildirdiği gibi iman etmekle olur. Onun icin Allah Teal buyuruyor: “Ey iman edenler, sizi size hayat verecek olan şeylere davet ettiği zaman Allah ve Rasulu’ne icabet edin.” (Enfal, 24).

Buna gore Allah TealÂ, mumin kadın ve erkekleri hakikate cağırdığı zaman, onlar nefslerinin Allah’tan gayri şeylere yonelişini dizginlemeye calıştılar. Cunku gayriye olan ilgileri Allah’ın davetine mani oluyordu.

“Nefsini bilen Rabbini bilir” sırrının başı, bu şekilde Allah’tan gayriye olan ilginin mahiyetini bilip, kişinin kendini kontrol ederek yuzunu Allah’a cevirmesidir.

Mumin, kainattaki en buyuk nimete, imana sahiptir. İman nurdur, kuvvettir. İman sahibi olan cihana meydan okur. İman, marifet-i ilÂhiyeyi yani Allah’ı bilmeyi, o da muhabbet-i ilÂhiyeyi getirir. Muhabbet-i ilÂhiye insanı Allah’a yakınlaştırır. Bu mertebeleri aşmış olmak kÂmil muminin halidir.

Muminlerin hepsi iman yonuyle bir, fakat manevi bilgi ve muhabbet yonuyle farklıdırlar. Abdurrahman Camî hazretleri, “NefÂhatu’l-Uns”de şoyle bildirmektedir:

Marifet-i ilÂhiye, dort şeyi bilmekle mumkundur: 1- Nefsini bilmek, 2- Dunyayı bilmek, 3- Ahireti bilmek, 4- Allah’ı bilmek.

Nefsi bilmek, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e uymakla olur. Zumer suresi 18. ayetinde bildirildiği gibi onlar, yani muminler, kÂmiller, sadıklar, Allah’ın cağrısına dikkatle kulak vererek Rasulullah’a uyanlardır.

Dunya hayatı nefsin lezzetleri icindir. Dunyada ne iş yaparsak altından muhakkak nefsin bir lezzeti cıkar. Allah’a muhtaclığımız nihayetsiz derecede şiddetli ve kÂinattaki her şey O’nun elinde olmasına rağmen, nefsimize karşı cıkamadığımız derecede Allah’ı unutmuş sayılırız. Allah’ın azametini biliriz, iman cihetiyle hic şuphemiz yoktur ama manevi bilgi ve muhabbet noksanlığıyla Allah’tan gafletimiz vardır.

Allah’a itaat edene şeytan yaklaşamaz. Oysa nefs haram bir işe meyledince, şeytan Allah’ın azametine isyan olan bu cirkin durumun farkına varır ve hemen gidip o kimseyi yoldan cıkarmak icin nefse destek verir ve kişinin gunaha duşmesine calışır. Şeytan, nefs ile bu durumlarda ittifak halindedir. Kişinin haramdan vazgecmemesi icin her turlu cirkin telkinle insanı kandırır.

Yukarıdaki, “size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah ve Rasulu’ne icabet edin” ayet-i kerimesinde bildirildiği gibi, şeytanın tuzaklarına duşmemek ve nefsinin şifa bulup haramlardan uzak durmasını isteyenler icin de, yapması veya sakınması gerekenler bildirilmiştir.

Butun tasavvuf ehlinin derdi nefsiyledir. Cunku nefs başıboş kalınca insan hata eder, gunaha duşer. Nefsini bilip ona karşı dikkatli olanlar ise Allah’ın izni, Rasulullah s.a.v. ve Allah dostlarının manevi yardımıyla doğru işler yapmaya muvaffak olurlar. Boylece cennet yoluna, hayırlı bir yola girmiş olurlar.
__________________