HİCRET
Bir yerden başka bir yere goc etmek.
Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabının İslÂm devletini kurmak uzere Mekke'den Medine'ye goc etmeleri.
Rasûlullah Mekke'de tebliğ gorevini surdururken Kureyşliler de inkÂrlarında diretiyorlardı. Peygamberimiz tebliğ gorevini Mekke'nin dışına taşırmak istiyordu. Bu nedenle Taif'e gitti. TÂifliler de Kureyşliler gibi inkÂrcılıkta direnmişler ve Peygamberimizi taşa tutmuşlardı. Peygamberimiz onların bu cahilce hareketleri karşısında yılmamıştır. Ozellikle hacc mevsiminde Mekke dışından gelen insanlarla goruşuyor onlara İslÂm'ı anlatıyordu. Peygamberimiz bir gun AkÂbe mevkiinde Medineli altı kişi ile karşılaştı. Onlara Kur'Ân okudu ve İslÂm'a davet etti. Medineliler Peygamberimizle konuştuktan sonra durumu kendi aralarında değerlendirdiler.
"Yahûdilerin geleceğini bildikleri ve kendisiyle bizi korkuttukları peygamber bu olmasın" dediler. Yahûdilerden once musluman olmanın gereğine inanıp musluman oldular.
Medine'de bulunan Yahudiler bir Peygamber'in geleceğini biliyorlardı. Medinelilerle aralan acılan Yahudiler onlara "Bir Peygamber gonderilmek uzeredir. O Peygamber gelince biz ona tabi olacağız, İrem ve Âd kavimleri gibi sizin kokunuzu. kazıyacağız" diyorlardı.
Akabe'de Musluman olan Medineliler memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakınlarına aktardıktan bir yıl sonra, daha onceki Muslumanlarla birlikte on iki kişilik bir topluluk Hacc icin Mekke'ye geldi. Bunlar Peygamberimizle goruştu ve "hırsızlık yapmamak, zina etmemek, cocukları oldurmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlune muhalefette bulunmamak hususunda" peygamberimize soz verip bey'at ettiler.
Peygamberliğin onucuncu yılında Medineli muslumanlardan yetmiş iki kişilik bir grup hacc icin Mekke'ye geldiler. Peygamberimizle Akabe mevkiinde goruşmek uzere toplandılar.
Hz. Peygamber (s.a.s), amcası Abbas'la birlikte Akabe'ye geldi. Abbas henuz musluman olmamıştı. Ebu Talib'in vefatından sonra peygamberimizle daha cok ilgilenmeye başlamıştı. Bu ilgi kabile bağından ileriye gitmiyordu. Toplantıda ilk konuşmayı AbbÂs yaptı; "Ey Hazrec topluluğu, bu benim kardeşimin oğludur. Benim yanımda insanların en sevgilisidir. Siz onu tasdik ediyor onun getirdiklerine inanıyor ve kendisini alıp goturmek istiyorsanız, sizden bu hususta beni tatmin edici bir soz almak isterim. Siz ona vereceğiniz sozu yerine getirebilecek ve kendisini muhaliflerinden koruyabilecek misiniz? Bunu gereği gibi yaparsanız ne iyi; yok eğer Mekke'den cıktıktan sonra kendisini yardımsız bırakacak rusvay edecekseniz şimdiden bu işten vazgeciniz, onu bırakımı. Yine kavmi arasında ve yurdunda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşasın."
Hz. Abbas'tan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) konuştu. Bundan sonra Medineli muslumanlar duşuncelerini şoylece acıkladılar: "Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bey'at ediyoruz. Biz, Rabbımıza bey'at ediyoruz Allah'ın kudret eli ellerimizin uzerindedir. Kendimizi, oğullarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz şeylerden seni de, esirgeyip koruyacağız. Eğer bu ahdimizi bozarsak, Allah'ın ahdini bozan, yaramaz, bedbaht insanlar olalım. Ya Rasûlallah! Biz ahdimizde sadıkız".
Peygamberimiz iki şart ileri surdu, "Rabbim icin şartım: O'na hic bir şeyi ortak koşmamanız yalnız O'na ibadet etmeniz, kendinizi, cocuklarınızı, kadınlarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden, beni de esirgeyip korumanızdır" buyurdu. Medineliler: "Boyle yaptığımız zaman bizim icin ne var" dediler. Allah Rasûlu de: "Cennet var" buyurdular. Medineliler "bu kÂrlı alış veriştir" deyip Allah Rasûlune bey'at ettiler.
Mekke muşrikleri Akabe bey'atlarıyla ilgili haberi alınca Allah Rasûlunu Mekke dışına cıkarmamak icin onlemler almaya başladılar. Bir muddet sonra peygamberimiz muslumanların Medine'ye hicret etmelerine izin verdi. İlk olarak Cahşoğulları hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Omer hicret icin once silahını kuşandı, KÂbe'yi tavaf etti. Cevrede bulunan muşriklere de hicret etmekte olduğunu bildirdi. "Anasını ağlatmak karısını dul bırakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek buyuk bir grup sahabe ile birlikte hicret etti."
Hz. Omer'den sonra Hz. Hamza ve diğer muslumanlar hicret ettiler.
Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona "acele etme, belki Allah sana bir arkadaş bulur" diyerek beklemesini soyledi. Bunun uzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alıp, hicret edeceği gunu beklemeye başladı.
Kureyşliler muslumanların Medine'de tutunduklarını gorunce telaşa duştuler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek icin Daru'n-Nedve adı verilen meclis binasında toplandılar. Ceşitli fikirler ve duşunceler ileri surerek sonucta Ebû Cehil'in duşuncesinde karar kıldılar.
Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlının secilmesini, bunların hep birlikte Peygamberimizi oldurmelerini teklif etti. Boylece Abdi MenÂcoğullarının butun kabilelerle carpışamayacağını, kan davasından vazgececeklerini bildirdi.
Onlar bu tip hileler duşunurlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın kendilerine hicret iznini verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına başlanıldı. Mekkelilere ait bazı emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve muşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.
Gecenin gec vaktinde muşrikler Peygamberimizin evini kuşattılar. Allah Rasûlu Kur'Ân okuyarak Allah'a sığınmış boylece muşriklerin arasından gorunmeden gecmiştir. Bir muddet sonra muşrikler Peygamberimizin yatağında yatanın Hz. Ali olduğunu gorunce hayrete duşmuş ve tuzaklarının boşa gittiğini anlamışlardır.
Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dağı'na doğru yol alıp Hıra mağarasına gizlendiler. Bu dağ Medine tarafında değil, Cidde tarafında Mekke'nin kuzey batısında yer alıyordu. Muşrikleri şaşırtmak icin de boyle bir yola başvurulmuştu.
Muşrikler hz. Ali'yi ve Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma'yı sıkıştırmış fakat bir şey oğrenememişlerdir. İz surenleri yanlarına aldılar; dağ, tepe demeden her tarafı aradılar. Bir ara mağaranın ağzına kadar geldiler, mağaranın onune bir guvercinin hemen Rasûlullah'ın oraya girmesinden sonra yuva yaptığını, orumceğin ağ orttuğunu gorunce Allah Rasulunun mağarada gizlenmesinin mumkun olabileceğini duşunemediler. Elleri boş olarak geri donduler.
Hz. Peygamber (s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir bu mağarada uc gun kaldılar. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma onlara yemek taşıdılar. Hz. Ebu Bekir'in cobanı da koyunlarını Abdullah'ın gectiği yerlere surerek izlerini silmeye calıştı. Yol Kılavuzu Uraykıt Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir'in bineceği develeri getirdi. Peygamberimiz devenin ucretini Ebu Bekir'e odeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol alıyor, gunduzleri gizleniyorlardı.
Kureyşliler, Peygamberimizi butun uğraşlarına rağmen bulamayınca şaşkına donduler. Onu bulana yuz deve vereceklerini vadettiler. Bu odul herkesi heyecanlandırdı. Yuz deveye sahip olabilme umidiyle her tarafı aramaya başladılar. Her yone haberciler gonderildi. Bu habercilerden birisi de Suraka'nın yurduna gelmişti. Onlar da Allah Rasûlunu bulabilmek ve yuz deveye sahip olabilmek icin fırsat kolluyorlardı. Bir gun adamın birisi uc kişilik bir yolcu kabilesinin gitmekte olduğunu gordu. Bunu bir toplulukta anlattı. Suraka uyanık bir kimse idi. Adamı yanıltmak ve sozu kesmek icin onlar falancalardır dedi. Adam da kesin bir şey bilmediğinden susmak zorunda kaldı. Bunun uzerine Suraka evine geldi. Atını ve oklarını hazırladı. Belirtilen yone doğru hızla yol almaya başladı. Suraka kısa bir muddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Onlara "bugun seni benden kim kurtarabilir" diye bağırdı. Peygamberimizin duasıyla Suraka'nın atının on ayakları kuma gomuldu. Boylece Allah bu kutsî Medine yolculuğunda Rasûlunu yalnız bırakmamış ve onu tehlikelere karşı bir kez daha korumuştu.
Atının kuma gomulmesi sonucunda gerceği anlayan Suraka affını rica etti. Peygamberimiz de ona dua ederek affetti. Suraka minnet altında kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu. Peygamberimiz de onun hic bir ikramını kabul etmek istemedi. İkramının kabul edilebilmesi icin musluman olmasının gerektiğini oğrendi ve musluman oldu.
Kureyş'in vadettiği yuz deveye sahip olmak isteyenlerden birisi de Bureyd idi. O da kendi kabilesinden yetmiş atlı ile yola cıkmış, Peygamberimize yetişmişti. Ancak butun gayretlerine rağmen muvaffak olamamış sonucta Bureyd'e İslÂm tebliğ edildi. Bureyd ve yanındakiler musluman oldular. Bureyd, peygamberimizin Medine'ye bayraksız girmesinin uygun olmayacağını duşunerek, başından sarığını cıkardı, mızrağının ucuna bağladı, boylece Medine'ye kadar Peygamberimizin bayraktarlığını yapmış oldu.
Peygamberimizin Mekke'den cıktığını duyan Medine'deki muslumanlar yolları gozluyorlardı. Her gun guneşin doğumundan once Harra mevkiine cıkıyorlar, sıcak bastırıncaya kadar bekliyorlardı. Bir gun Yahudi'nin birisi bir işiyle ilgili olarak yuksek bir kuleye cıkıp etrafı gozetlemeye başlamıştı. Peygamberimizin ve arkadaşlarının gelmekte olduğunu gordu. Kendisini tutamayarak heyecanla " ey Arap topluluğu! İşte nasibiniz, devletliniz, beklediğiniz ulu kişiniz geliyor" diyerek Rasûlullah'ın geldiğini onlara haber verdi.
Medineliler yollara dokulup Peygamberimizi karşıladılar. Peygamberimiz burada bir muddet kaldı ve Kuba Mescidi'ni inşa ettirdi. Hz. Ali de Kuba'da Rasûlulah'a yetişti.
Suheyb b. Sinan da hicret etmek icin yola cıkmıştı. Kureyşliler onun yolunu cevirdiler, gondermek istemediler. Suheyb, biriktirdiği butun serveti Kureyşlilere bırakmak şartıyla yoluna devam etti.
Peygamberimiz bir kac gun sonra Medine'ye hareket etti. Hareketinden once NeccÂroğullarına kendisini Medine'ye goturmeleri icin haber gonderdiği de rivayet edilmektedir. Abdulmuttalib'in annesi Neccaroğullarının kızıydı. Dolayısıyla Neccaroğulları Abdulmuttalib'in dayıları oluyordu.
Neccaroğulları Peygamberimizi Medine'ye goturduler. Halk Peygamberimizi ağırlamak icin can atıyordu. Allah Rasûlu hic kimseyi kırmak istemiyordu. " Devenin yolunu acınız. Nereye cokeceği ona buyrulmuştur" diyordu. Deve boş bir araziye coktu. Peygamberimiz bu araziye akrabalarından kimin evinin yakın olduğunu sordu. Boylece Neccaroğularından Ebu Eyyûb El-EnsÂri'nin evine misafir oldu.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in Medine'ye gelişi Medineli mu'minleri buyuk bir sevince boğdu.
Butun mu'minler, evlerinin damına cıkmış; gencler ve hizmetciler yollara dokulmuşler "YÂ Rasûlallah! YÂ Muhammed! YÂ Rasûlallah!" diyerek bağırıyorlardı. (Muslim, Sahih, VIII, 237). Cocuklar ve hizmetciler, yollarda ve damlarda "Rasûlullah geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber, Muhammed geldi! diyorlar, Habeşliler de, sevinclerinden kılıc kalkan oynuyorlardı (Ebû Davud Sunen, II, 579)
Kadınlar ve cocuklar, hep bir ağızdan: "Ved tepelerinden dolunay doğdu bize! Allah'a yalvaran oldukca, şukur etmek gerekir halimize, Ey bize gonderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir emr ile geldin bize" diye şiirler okuyorlardı (Semhudî, Vefau'l-Vefa, I,187, Halebi insanu'l-Uyun, II, 58).
BerÂ' b. Âzib: "Peygamber (s.a.s) Medine'ye gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a sevindikleri kadar hic bir şeye sevindiklerini gormedim demiştir.
Enes b. MÂlik de: "Ben, Rasûlullah'ın Medine'ye girdiği gunden daha guzel, daha parlak bir gun gormedim" der (İbn SÂ'd, Tabakat, I, 233, 234).
Rasûlullah Medine'ye varınca mu'minlerin her biri kendi evinde ağırlamak istediler ve bu konuda yarışırcasına hareket ettiler. Rasûlullah'ı misafir edebilmek icin devesinin onune geciyorlardı. Efendimiz onlara "Devenin yolunu acınız! Nereye cokeceği ona emir buyurulmuştur" diyordu (Semhûdî-VefÂu'l-VefÂ, I,183).
TARIHTE HICRET: HZ. İBRAHIM (A.S)'IN HICRETI:
Hz. İbrahim, kendi kavmine Allah'ın dinini anlatmada hic bir engel tanımamış, Nemrut'un zorbalığına boyun eğmemiş, bir bir işkencelere maruz kalmasına rağmen yolundan donmemiştir. Fakat O'nun butun gayretleri bir netice doğurmamış ve toplumunu kufur bataklığından cekip almamıştır. Artık netice belli olmuştur; kavmi kendi doğrultusunda gitmektedir. Hz. İbrahim de tevhid uzere yoluna devam etmektedir.
Hz. İbrahim kavminin iman etmesine imkÂn ve ihtimal kalmadığını anlarınca, sapıklık ve kufur diyarından uzak kalmak amacıyla, her şeyiyle yalnız Allah'a kulluk edebilmek icin hicret etmiştir (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'Ân Dili, II, 1437).
Hz. Peygamber (s.a.s) de şoyle buyurmuştur: "Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer bir karşı yer de olsa Cennet'te İbrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadaşı olur."
ASHAB-I KEHF'IN HICRETI:
Batıl duzenler, gercekten Hakk'a inananlara hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar gerektiğinde butun zulum mekanizmalarını inananların aleyhine calıştırmaktan geri durmazlar. Cunku, yarasanın ışıktan urktuğu gibi, onlar da inananların gercekleri ve mutlak doğruları gozleri onune sermeleri boylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasından, ilahlık davalarının sahteliğinin ortaya cıkmasından, somuru carklarının durmasından endişelenirler, korkarlar. Tarih boyunca inananlara zÂlim duzenler eliyle yapılan zulum, baskı ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugun yeryuzunun her bolgesinde muslumanlar uzerindeki baskı ve teror bundan kaynaklanmaktadır.
Kur'Ân-ı Kerîm Ashab-ı Kehf'ten: "Rablerine inanan gencler" (el-Kehf, 18/13) olarak soz etmektedir. Bunun uzerine; "Allah da onların hidayetlerini artırmıştı". Ashab-ı Kehf'in, kavimleri Allah'tan başka tanrılara taptıkları icin onlardan uzaklaşmalarını Kur'Ân ovguyle anlatmaktadır. Onlar bu davranışlarıyla doğru yolu bulman ve Allah'ın rahmetine kavuşmayı gaye edinmişlerdi.
"... Şunlar, şu bizim kavmimiz, Ondan (Allah'dan) başka tanrılar edindiler. Bunların uzerine bari acık bir delil getirseydiler ya? Artık yalan yere Allah 'a karşı iftira edenlerden daha zÂlim kimdir?" dediklerinde, onların kalplerini (sabır ve sebat ile hakka) bağlamıştık."
(Birbirlerine şoyle demişlerdi):
"Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka tapmış olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya (cekilip) sığının ki; Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, işinizden de size fayda hazırlasın " (el Kehf,18/ 14,16) Boylece onlar, zÂlim bir toplum icinde yaşayıp, dinlerini acığa vuramamaktansa mağaraya cekilip orada inanclarını yaşamayı tercih etmişler ve son derece az oldukları icin, mevcut duzene karşı duramayacaklarını anlamış bulunuyorlardı.
HABEŞISTAN'A HICRET:
İslÂm'ın ilk yıllarında, sahabîlerin onemli bir kısmına ve ozellikle zayıf ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tır" demeleri nedeniyle sayısız zulumler uygulanıyor, dinlerinden vazgecirmeleri icin onlara buyuk baskılar yapılıyordu. Peygamber Efendimiz, sayıları yuzu bulan sahabiye Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi niyetli bir hukumdarın varlığından soz etti. Bunun uzerine Habeşistan'a iki defa hicret edildi.
Mekke o sıralarda gercekten İslÂm gibi eşsiz, tevhide dayalı yuce bir inanc ve hayat duzenini kabul edenler icin ağır şartları bulunan bir ortamdı. Habeşistan'da da İslÂmî bir duzenin varlığından soz edilemezdi ama. en azından orada dini hurriyet vardı ve zulum yoktu. Diğer taraftan İslÂm ulkesi diyebileceğimiz bir yerin de varlığı soz konusu değildi. Henuz boyle bir teşebbuse girebilmek icin gerekli şart ve imkanlardan da muslumanlar tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Bu nedenle DÂru'l- Kufr olan Mekke'yi bırakıp Daru'l-Emin (guven ulkesi)'e goc icin bir izin verilmiş oluyordu...
HICRETIN HUKMU:
Kur'Ân'ın bir cok Âyeti hicretten, hicretin gereğinden, hicret edenlerden ve etmeyenlerden... soz eder.
Hicretin ne denli onemli olduğuna şu Âyetler gayet acık bir şekilde işaret etmektedir:
"Oz nefislerinin zÂlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz yeryuzunde dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik" derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya" derler. İşte onlar boyle. Onların barınakları Cehennemdir. O ne kotu bir yerdir. Erkeklerden, kadınlardan, cocuklardan zayıf ve acz icinde bırakılıp da hicbir Careye gucu yetmeyen ve (hicret) icin bir yol bulamayanlar mustesna" (en-NisÂ, 4/97, 98).
Bu Âyetlerin iniş sebebi hakkında İbn Abbas (r.a) şunu nakletmektedir:
"Peygamber (s.a.s) zamanında bazı muslumanlar muşriklerle birlikte durup onların sayılarının artmalarına neden oluyorlardı. (savaş sırasında) ok, onlardan bazılarına isabet edebiliyor veya boynu vurulup oldurulebiliyordu. Bunun uzerine bu ayetler nazil oldu. Yine İbn Abbas (r.a.)'ın rivayet ettiğine gore; bir kısım Mekkeliler İslÂm'a girmiş, fakat muslumanlıklarını acığa vurmamışlardı. Bedir savaşı gununde muşrikler onları da beraberlerinde savaşa goturduler ve bazıları bu savaşta oldu. Muslumanlar bunun uzerine: "Bizim arkadaşlarımız musluman idiler, savaşa zorla sokuldular" deyip, onlara Allah'tan mağfiret dilediler. Bunun uzerine bu Âyetler nazil oldu" (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'Âni'l-Azim, I, 542).
Demek ki mu'minler, bu gibi durumlarda "biz İslÂm'ı ayakta tutamayacak kadar zayıf kimseler idik" demekle kendilerini kurtaramayacaklardır. Cunku bunlar İslÂm'ı tamamiyle yaşayabilmek icin herhangi bir teşebbuste bulunmamışlar ve boylece "kendilerine zulm etmişlerdir" fakat, gercekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayıf kimseler bundan mustesnadır.
Bu Âyetler, muşrikler arasında bulunup da dinini ayakta tutamayan herkesi kapsamaktadır. Hicret edebilecek durumda olup da hicret etmeyenlerin, kendi nefislerine zulmetmiş oldukları ve bu ayetin hukmune gore, haram işledikleri icm ile kabul edilmiştir (İbn Kesîr Tefsîr, I, 542). Bu hukum kıyamete kadar bakîdir ve genel bir hukumdur. Herhangi bir durum onu, dinini yaşayabileceği, inancının gereklerini yerine getirebileceği Daru'l-İslam'a hicret etmekten alıkoymaz.
Hanbelî hukukculara gore bir kimsenin, Daru'l- Harp'te dinini acığa vurup yaşayabiliyor bile olsa, muslumanların sayısını coğaltmak ve cihada katılabilmek icin DÂru'l-İslÂm'a hicret etmesi sunnet olur. Hanefi mezhebinde ise kufur diyarından İslÂm diyarına hicret etmek vaciptir. ŞÃ‚fiîlerden el-MÂverdî'ye gore de, musluman herhangi bir kufur beldesinde dinini acığa vurabiliyorsa, orası onunla Daru'l-İslÂm olmuş olur. Orada durmak, hicret etmekten daha iyidir. Cunku boylelikle kendisinden başkalarının,da İslÂm'a girmeleri umulabilir. Ancak el-MÂverdî'nin bu goruşuyle, konu ile ilgili olarak Daru'l-Harp'ta kalmayı haram kılan ayet ve hadisler arasındaki aykırılık acıktır. Hicret hukmu, Daru'l-Harp'te musluman olup oradan uzaklaşabilecek gucte olan herkes icin gecerlidir (eş-ŞevkÂnî, Neylu'l-EvtÂr, VIII, 28, 29). Daru'l-Harp'ten hicret etmenin, herhangi bir ma'siyetin işlenmesi veya herhangi bir emrin yerine getirilmemesi veya İslÂm devlet başkanının istemesiyle vacip olacağı konusunda icmÂ' vardır (eş-ŞevkÂnî, a.g.e., VIII, 29).
Kişi "ben hicret edeceğim ama, gideceğim yer tanımadığım, yabancısı olduğum bir yerdir. Acaba orada gecimimi sağlayabilecek miyim? Sonra ne zaman geleceği bilinmeyen olum, beni yolda yakalarsa hicret etmiş sayılabilir miyim..." gibi bir takım duşunceleri icinden gecirebilir. Ancak bunlar yersiz duşuncelerdir. Cunku: "Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryuzunde gidecek, barınacak bir cok yerler bulur, genişlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlune muhÂcir olarak cıkıp da sonra yolda olurse, onun mukÂfatı Allah'a aittir (en-NisÂ, 4/100). Bu bakımdan ne rızık endişesi ne de "yolda olum" duşuncesiyle farz olan hicretten geri kalamaz.
Yeryuzu iman-kufur mucadelesinin alanıdır. Bu mucadelede kimi zaman iman bazan da kufur egemen olmuştur. Mu'minler İslÂmî kimliklerini yitirdikleri, imanî zaaflara duştukleri, İslÂmi ilimlerin yeterince tahsil edilmediği ve cehaletin yaygınlaştığı donemlerde kufur İslÂm'a gÂlib gelecektir. İslÂmî ilimlerin cok iyi bilindiği, İslÂm'ın yaşandığı, imanın kalb atışlarında bile hissedildiği donemlerde ise kuşkusuz İslÂm egemen olacaktır.
İslÂm'ın ve kufrun egemenliği ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryuzunun kanunu hukmundedir. Dolayısıyla mu'minler İslÂm'ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gundeme gelebilir. Hicret donemi asla kapanmaz, Mekke'nin de fethinden sonra hicret gundeme getirilemez; hicret tarihin belirli bir donemine ait bir olay değildir. Hicret sureklilik arzeder ve kıyamete kadar kaimdir.
Mekke'nin fethedildiği gun Abdurrahman b. Safvan (r.a) babasını getirerek, Rasûlullah'a babasının da hicret sevabından payını almasını istediğini bildirdi. Bunun uzerine Peygamber Efendimiz: "Artık hicret yoktur" diye cevap verir. Rasûlullah'ı bu konuda yumuşatmak amacıyla, amcası Hz. AbbÂs'ın yanına gider ve bu konuda kendisine yardımcı olmasını ister. Hz. AbbÂs .(r.a), Peygamber (s.a.s)'e "Allah aşkına kabul et" derse de, Hz. Rasûlullah şu cevabı verir: " Amcamın yeminini yerine getiririm, ama hicret yoktur" Hadîsin rÂvilerinden olan Yezid b. ZiyÂd: "Halkı İslÂm'ın egemenliği altına girmiş bulunan bir yerden hicret edilemez, demek istiyor" diye hadisi acıklamıştır (İbn Mace KeffÂret).
Burada gorulduğu gibi Mekke'den hicret etmek artık soz konusu değildir. Cunku, hicretten maksat gercekleşmiş bulunuyor. Artık Mekke'nin kendisi fethedilmek suretiyle Daru'l-İslÂm olmuş ve İslÂm'ın butunuyle hayata yansıyacağı bir yer haline gelmiştir. Allah'tan başka hicbir varlığın hÂkimiyetinden soz edilemeyecektir.
Diğer bir kısım hadislerde ise, hicretin surekliliğinden soz edilmektedir:
"KÂfirlerle savaşıldıkca hicretin sonu gelmeyecektir (eş-ŞevkÂnî a.g.e., VIII, 27). "Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryuzunun en hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine ornek alanlardır" (Ebû Davûd, Cihad).
Bu hadislerden anlaşıldığına gore, İslÂm hÂkim olduğu bir yerden hicret etmenin farz veya vÂcib olması soz konusu değildir. Ancak Daru'l-Harb'den Daru'l-İslÂm'a hicret etmemin vucûbu kıyamete kadardır. Ebu Bekr İbnu'l-Arabî: "Hicret, Peygamber (s.a.s) zamanında farz idi. Kendi dini veya nefsi icin korkusu olan herkese farz olarak devam etmektedir. Kesilen hicret Mekke'nin fethinden sonra, Mekke'den Medine'ye olan hicrettir" (eş-ŞevkÂnî a.g.e., VIII, 29) der.
Hicretin hayata yansımasında genel etkenlerden biri de İslÂm devlet başkanıdır. Halife, mu'minlerin bir yerden bir yere hicret etmelerini isteyebilir. Mu'minler de buna aymak zorundadırlar. Zira muslumanlar Halifenin İslÂm'a muhalif olmayan butun emirlerine uymak zorundadırlar. Hilafet, İslÂm'ın butun hukumlerinin direkt ya da dolaylı olarak bağlantılı olduğu bir muessesedir.
Peygamber Efendimiz, bazan buyuk kalabalıkları bile hicret edip etmemekle serbest bırakmıştır. Gonderdiği askerî mufreze (seriyye) kumandanlarına verdiği tÂlimÂt arasında şunları da gormekteyiz: ".. Onları İslÂm'a davet et. Kabul ederlerse, sen de bunu kabul et ve onlarla savaşma. Sonra bulundukları yerden muhÂcirlerin yurduna hicret etmelerini iste. Bunu yaptıklarında do muhacirlerin leh ve aleyhlerinde olanın, kendilerinin de leh ve aleyhlerine olacağını bildir. Eğer hicret etmeyecek olurlarsa, durumlarının bedevî muslumanların aynısı olacağını onlara bildir. Onlara mu'minlere uygulanan Allah'ın hukumleri uygulanacok, ancak muslumanlarla birlikte cihada katılmadıkca fey' ve ganimetten pay alamayacaklardır" (İbn Kesîr, Tefsîr, III, 329).
Hicretin devlet politikasında onemli bir yeri olmalıdır. İslÂm Devleti, durumuna gore hicretle ilgili bir takım duzenlemelere girişmek zorundadır.
Bu gibi istisnÂî durumların maksat ve nedenleri araştırıldığında bazı zumrelerin bundan istisna edilmesi de tamamen toplumun iyilik ve hayrıyla yakından ilgilidir. Mesela: Muzeyne, Medine'nin 35 km. uzağındaydı ve yuzlerce savaşcıya sahipti. Bunların bulundukları topraklarda bırakılması, İslÂm Devlet topraklarını genişletme maksadını taşıyordu. Bunların İslÂm ulkesine hicret etmeleri bircok iktisÂdî zorlukların doğmasına neden olacak ve terkedilmiş verimli topraklar ve sular, yabancıları ve belki de İslÂm duşmanları tarafından işgal edilecekti (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 277, 278). Bu bakımdan Peygamber Efendimiz İslÂm devleti sınırlarının genişlemesi ve muslumanların savaş gucunun artırılması noktasından hareket etmiş ve duruma gore hicret uzerinde durmuştur. Hicretin diğer bir amacı da; İslÂm devletinin gucunu arttırmaktır.
HICRET EDENLER VE ECIRLERI:
Allah (c.c) icin yapılan her hareket, tavır ve soz'un karşılıksız kalması mumkun değildir. Allah icin bulunduğu yeri, bin bir zorluk altında terk eden ve bununla İslÂm'ı daha iyi yaşamayı, Allah'a daha mukemmel bir şekilde kullukta bulunmayı amaclayan bir kimsenin eli boş dondurulmesi duşunulemez. Allah (c.c) Kur'Ân-ı Kerîm'de, hicret edenlere mujdeler vermektedir:
"Muhakkak iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler" (el-Bakara, 2/ 219; et-Tevbe, 9/20).
"Muhacir ve ensardan daha once iman etmiş olanlarla (sonradan) onlara ihsan ile uyanlardan Allah razı olmuştur. Ve onlar da Allah (ın kendilerine verdiği nimet ve sevap)dan razi olmuşlardır. Onlar o cennetlerde ebedî kalıcıdırlar" (et-Tevbe, 9/100).
"(Kendilerine) Zulmettikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dunyada iyi bir şekilde yerleştireceğiz elbette, ahiretteki ecir (leri) ise daha buyuktur. Keşke olmuş olsalardı" (en-Nahl, 16/41).
Amr b. el-Âs (r.a), Rasûlullah'a kendisinin gunahlarının affedilmesi şartıyla bey'at edeceğini soyleyince, Rasûlullah'tan şu cevabı aldığını anlatmıştı: "Sen İslÂm'ın kendisinden (yani kişi musluman olmadan) once işlemiş gunahları yok ettiğini bilmiyor muydun? Hicretin ve haccın da aynı şekilde (bunlar yapılmadan once) işlenmiş gunahları silip supurduğunu bilmiyor muydun?"
Allah, butun yeryuzunun ve tum kÂinatın biricik ve mutlak sahibidir. Butun varlık Âlemini insan icin yaratan ve onları insanın emrine veren Allah'tır. İnsan ise; kendisine kulluk etmek, İslÂm duzenini gerekleriyle birlikte, noksansız olarak yaşamak icin yaratılmıştır. Bundan yuz cevirenleri cezalandıracak, sudan bahanelerle ibadetten geri kalanların mazeretlerini kabul etmeyecektir. Ve bu mazeretler onları kendi nefislerine zulum etmiş olmaktan" kurtaramayacaktır. Bu konuda Allahu TeÂl kullarına şoyle seslenmektedir:
"Ey inanmış olan kullarım, muhakkak, benim mulkum olan yeryuzu (cok) geniştir. O halde (şuna buna değil de) yalnız bana ibadet edin (el-Ankebût; 29/56).
Bu ayetin, İslÂm'ı acıkca yaşayamayan Mekkeli, gucsuz bir kısım musluman hakkında nazil olduğu bildirilmektedir.
Bu ayet, Allah'ın inanan kullarına, dinlerini acığa vurup yaşayamadıkları bir yerden, onu kolayca yaşayabilecekleri başka bir yere hicret etmeleri icin bir emirdir. Rasûlullah (s.a.s) şoyle buyurmuştur: "Memleketler, Allah'ın memleketleridir. Kullar da Allah'ın kullarıdır. Nerede hayır bulursan orada yerle" ( İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'Âni'l Azim, II,14). Butun insanlar Allah'ın kuludur ve yeryuzu de Allah'ındır, butun genişliğiyle yalnız onundur. Arz butun insanları icine alacak kadar geniştir. O halde insan bulunduğu yerde dininî, butunuyle Allah'ın emirlerini yaşayamıyor, bu konuda zorluklarla karşı karşıya bırakılıyor, Allah'tan başka her şeye ve herkese kul olması icin zorlanıyor ve bu telkin yapılıyorsa orası muslumanın yaşayabileceği yer değildir. Yaşayabileceği yeri aramalı ve bulmalıdır. "Butun yeryuzu Allah'ın olduktan sonra, onun Allah indinde en cok sevileni kullarının yalnız kendisine ibadet ettikleri yerdir."
İslÂm'da hic bir şey putlaştırılamaz, isterse, bu icinde doğup buyuduğumuz, yakınlarımızın malımızın, ticaretimizin, acı tatlı her turlu hatıralarımızın ve daha nice guzel şeylerimizin bulunduğu yer olsun. Musluman nerede inancını yaşayabiliyorsa, vatanı orasıdır. "Kişinin bulunduğu memlekette yalnız Allah'a ibadet etmek kolay olmaz; dinini acığa vurmakta zorluklarla karşılaşır, daralırsa, orada bağlanıp kalmamalı, ibadetlerini serbest yapabileceği yere gitmelidir. Hicret edip o darlıktan genişliğe cıkmak icin ne gerekiyorsa yapmak ve Allah'a kulluk etmek mu'minin prensibi olmalıdır" (Elmalı, U.H. Y. Hak Dinî Kur'Ân Dili, V, 3790).
__________________
Hİcret!!!
Dini Bilgiler0 Mesaj
●34 Görüntüleme