İLK YAPILAN MESCİD
Resulullah (s.a.s)'in ilk işi devesinin coktuğu arsayı sahiplerinden satın alarak buraya bir mescit inşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebî adı ile anılan bu mekÂnın İslÂm devletinin oluşumu ve yonetilmesinde gorduğu fonksiyon oldukca buyuktur.
MESCİDU'N-NEBEVİ
Resulullah (s.a.s)'ın Medine'ye hicretinden hemen sonra ashabıyla birlikte bina ettiği mescit. Bu mescit, Mescid-i Resul, Mescid-i Şerîf, Mescid-i Saadet ve Mescid-i Nebevî adlarıyla da anılmaktadır. Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra yeryuzundeki mescitlerin en faziletlisidir.
Resulullah (s.a.s), Hicret yolculuğunda kısa bir muddet Medine'nin dışında bulunan Kuba koyunde kalmıştı. Bu esnada Kuba mescidi adıyla bilenen mescidi inşa ettirmişti. Buradan yola cıkıp, Medine'ye girdiği zaman, Resulullah (s.a.s), misafir edip ağırlama şerefine nail olabilmek icin herkes birbiriyle yarışa girmişti. Kendisini davet edenlere Resulullah (s.a.s); "Bırakın deve serbestce yurusun. O bizi Allahın razı olacağı bir yere kadar goturecektir" diyordu. Deve bir sure yurudukten sonra, iki yetim kardeşe ait boş bir arsaya coktu. Buraya evi en yakın olan Ebu Eyyub el-Ensarî, Resulullah (s.a.s)'ın eşyalarını alıp sevincli bir halde evine taşıdı (bk. Hicret mad.).
Resulullah (s.a.s)'ın devesinin coktuğu bu arsa sahipleri olan Neccaroğullarından Sehl ve Suheyl hibe etmek icin ısrar ettilerse de Resulullah (s.a.s) bunu kabul etmedi ve on dinar gibi sembolik bir meblağ karşılığında burayı satın aldı. Bu bedeli Hz. Ebu Bekir (r.a) odedi.
İbn Sa'd, Resulullah'ın Medine'ye hicretinden once Esad ibn Zurare'nin arkadaşlarıyla burada namaz kıldığını, ayrıca cuma namazlarını da burada kıldırdığını nakletmektedir. Etrafı cevrili olan bu arsanın hemen bitişiğinde, cahiliye insanlarının gomulu bulunduğu bir mezarlık vardı. Resulullah bu mezarlığın kaldırılmasını istedi. Boylece mescidin inşa edileceği arsa genişletilmiş oldu. Ayrıca burada bulunan su birikintisi de yok edildi (Nesaî, MesÂcid, 12; İbn Sa'd Tabakatul-KubrÂ, Beyrut, t.y, I, 239).
Bu arsa uzerinde hemen bir mescit bina edilmeye başlandı. Ensar, Muhacir ve diğer gonullu kimselerin de katıldığı kalabalık bir işci-usta topluluğu tarafından yurutulen calışmalar sonunda mescit, kısa surede bina edildi. Resulullah (s.a.s) calışmaları idare edip, mescidin kıble tarafındaki temellerinin atılması ve diğer planlamaları yapmakla yetinmeyip, calışmalara bir işci gibi taş, kerpic taşıyarak katılmıştır. O, bu calışmalar esnasında şu beyitleri soyluyordu: "Allahım! Ahiret hayatından başka hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna mağfiret et" (İbn Sa'd a.g.e., I, 239-240).
Temeller toprak seviyesine kadar taş, zeminden yukarısı ise kerpic kullanılarak bina edildi. Temel yaklaşık olarak bir bucuk metre derinliğinde acılmıştı.
Eni-boyu yuzer zıra (bir zıra =kırkbeş santim) olmak uzere, kare şeklinde inşa edilen mescidin mihrabı Beytu'l-Makdis yonune denk duşecek şekilde kuzey duvarında işaretlenmişti. Uc tane kapıdan biri guney tarafındaki arka duvarda, ikincisi batı tarafındaki duvarda, ucuncusu ise Resulullah (s.a.s)'in hucrelerinin bulunduğu doğu tarafında idi. Bu kapıya Cibril kapısı denirdi.
Resulullah (s.a.s), ilk onceleri bir hurma kutuğu uzerine cıkarak hutbe okurdu. Bir zaman sonra bizzat Resulullah (s.a.s)'ın isteği veya ashabın, cemaatın kalabalıklaştığını ve arkadakilerin hutbe okurken onu goremediklerini bildirmeleri uzerine, bir kac basamaklı bir minber yapılarak, mescite yerleştirildi (BuhÂrî, Cuma, 26; İbn Sa'd, a.g.e., I, 250-251).
Hicretten on altı ay sonra Kıblenin yonu Beytullah tarafına cevrildiği zaman, guneydeki kapı kapatılarak, burası mihrab yapıldı, Kuzeydeki duvarda da bir kapı acıldı. Mescitte namaz kılınan yerin uzeri acıktı. Ancak mescitin ortasında, hurma ağacından yapılan direkler uzerinde, hurma, dal ve yapraklarından bir golgelik yapılmıştı.
Mescitin doğu tarafında duvara bitişik olarak Resulullah (s.a.s)'in hanımları Hz. Âişe (r.anh) ve Hz. Sevde (r.anh) icin, iki oda inşa edilmişti. Ayrıca yine mescite bitişik olarak, gunduzleri bir eğitim-oğretim yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin barınması icin "Suffa" denilen uzeri kapalı bir bolum eklenmişti. Resulullah (s.a.s)'e ait odalara, zamanla yedi oda daha eklenerek oda sayısı dokuza cıkmıştır. Bunların hepsi kerpicten idi (İbn Sa'd, a.g.e., I, 499).
Medine'de inşa edilen bu mescit aynı zamanda, kurulan İslÂm devletine ait butun faaliyetlerin yurutulduğu bir merkez niteliğinde idi. Resulullah, ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barış kararlarını orada alır, elci heyetlerini orada kabul eder, savaşa cıkacak orduları orada techiz ederek yola cıkarır, topluma ait butun meseleler orada cozume kavuşturulur, hatta gerektiğinde suclular ve esirler bağlanmak suretiyle orada hapsedilirdi (Nesei, MesÂcid, 20).
Eğitim-oğretim faaliyetleri, mescitin "Suffa" denilen kısmında yerine getiriliyordu. İslÂm ummetinin nuvesini oluşturan Ashab ve seckin sahabe Âlimler, İslÂmda ilk universite sayılabilecek bu mekanda yetişmişlerdi. İslÂm'ın esaslarını oğrenmek uzere Medine dışından gelenler icin aynı zamanda bir yatakhane vazifesi goruyordu (İbn Sa'd a.g.e., 255). Bir defasında, Temim kabilesine mensup yetmiş kişi burada barındırılmış idi (Ahmed b. Hanbel, III, 371).
Resulullah (s.a.s), burada bizzat dersler veriyordu. Ancak, yeni gelen ve başlangıcta olan oğrencilere okuma yazmayı ve Kur'an-ı Kerim'i oğreten diğer oğretmenler de bulunmakta idi. Medine'den ve uzak yerlerden olmak uzere burada okuyan oğrencilerin dort yuz kişi gibi bir sayıya ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaclarının buyuk bir bolumu, comert sahabeler tarafından karşılanmaktaydı (M. Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul, 1980, II, 832).
Medine'de bir evi ve ailesi olmayan fakir kimseler de Suffa'da yatıp kalkıyor, ihtiyaclarını buradan sağlıyorlardı (İbn Sa'd a.g.e, 255).
Mescid-i Nebevi, ilk inşa edilişinden sonra bir takım genişletme faaliyetleri gordu. Hayber'in fethinden sonra Resulullah (s.a.s), mesciti bir miktar genişletmişti. Resulullah (s.a.s), vefatından kısa bir muddet once, Hz. Ebu Bekir'in kapısı haric odalardan mescite acılan butun kapıları kapattırmıştı (Buhari, Ashab, 3). Resulullah (s.a.s) vefat ettiğinde Hz. Âişe (r.anha)'ye ait odada defnedilmiştir.
İlk ciddi genişletme, Hz. Omer (r.a)'in hilÂfeti zamanında yapıldı. Guney tarafından beş, Batı ve Kuzey taraflarından da onar metre ilave yapıldı. Doğu tarafına ilÂve yapılmadı ve Resulullah (s.a.s)'ın hanımlarının odaları olduğu gibi kaldı. Kuzey, doğu ve batı duvarlarında ikişer tane olmak uzere, kapı sayısı altıya cıkarıldı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Omer vefat ettiklerinde Peygamber (s.a.s)'ın yanına defnedilmişlerdir.
Hicretin yirmi dokuzuncu yılında Hz. Osman (r.a), mesciti yeniden inşa ettirdi. Duvarları suslu taş ile yeniden oruldu. Taş sutunlar kullanılarak mescitin bir kısmının uzeri kapatıldı. Kapılarının sayısında bir değişiklik yapılmadı. Bu yenileme ile mescitin genişliği yuz elli zıra, uzunluğu ise yuz altmış zıra'a cıkmıştır (İbnu'l-Esîr, el-KÂmil fi't-Tarih, III,103; Suyutî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 173).
Emevîler zamanında, Medine Valisi Omer b. Abdulaziz eliyle mescit yeniden inşa ettirildi. Hicrî seksen sekiz'den, doksan bire kadar suren calışmalarla mescit, doğu, batı ve kuzey yonlerinden genişletilmişti. Peygamber (s.a.s)'in hanımlarının odaları Mescide katılmıştır (İbn Sa'd, a.g.e., I, 399). Resulullah (s.a.s)'in kabr-i şerifleri Hz. Âişe (r.anh) validemizin odasında bulunduğu icin bu odanın sadece bir bolumu mescite dahil edildi.
Mescitin duvarları taş ve kerpic kullanılarak yapılmış ve mermerlerle kaplanarak suslenmişti. Tavanı da Hindistan'da yetişen saac ağacı ile ortuldu ve altın suyu ile yaldızlandı. Bu yenileme ile mescitin uzunluğu ikiyuz zıra, genişliği de yuz altmış yedi zıra cıkmıştır. Sutunları mermerden yapılarak, sutun başlıkları altınlarla suslendi. Eyvanların yapımında taşlar kurşun kullanılarak birbirine gecirilip sağlamlaştırıldı. Ravza-ı Mutahhara (Resulullah (s.a.s)'nın kabrinin bulunduğu yer)'ın tavanı saac ağacı ile ortulerek yazılarla suslendi. İlk olarak mihrab ve dort tane de minare yapıldı.
Abbasîlerden el-Mehdî, Hicrî 162-778'de kuzey tarafından genişleterek, uc yıl suren calışmalarla mesciti yeniledi. Yine 202 (817) yılında Me'mun, mesciti tekrar restore ettirdi.
576 (1180) yılında en-Nasır Lidinillah, Resulullah (s.a.s)'den kalan değerli eşyayı muhafaza etmek icin mescitin sahnında kubbeli bir oda yaptırdı. Hz. Âişe (r.anh)'ın sakladıklarından bulabildiklerini buraya koydu. Bunlar; Resulullah (s.a.s)'ın vefat ettiği zaman giymekte olduğu cuhadan yapılmış rida ve izar, atlas kumaş ile işlemeli şal bir cubbe, Burde-i Saadet, seccade, sancaklar, bir kısım resmi evrak ve Ashabdan bazılarına ait bir takım eşyadan ibaretti.
654 (1256) yılının Ramazan ayının ilk cuma gunu, kandilleri yakan kandilcinin ihmali, kutsal emanetlerin korunduğu sahndaki kubbeli oda haric, mescidin tamamen yanmasına sebep olmuştu. Abbasîler'den el-Mu'tasım, 655 (1257) yılı hac mevsiminde ustalar ve malzeme gondererek mescitin yeniden inşa edilmesini sağladı. Yemen Meliki Muzaffer ve Mısır Meliki Nureddin Ali İbn Mu'iz'in de iştirak ettiği bu calışmalarla hucre-i nebeviye ve duvarların bir kısmı yeniden yapılmıştı. Melik Muzaffer, Yemen'de yaptırdığı sanat değeri cok yuksek bir minberi de Mescite yerleştirmişti. Ancak, imar işi tamamlanamamıştı. 685 (1295)'de Baybars, yarım kalan inşaatı tamamladı ve kucuk bulduğu Melik Muzaffer'in minberini kaldırarak yerine, Mısır'dan getirttiği daha buyuk ve sanat bakımından daha zarif bir minberi yerleştirdi. 886 (1481) Ramazanının 13. gunu minarelerden birine isabet eden yıldırım, mescitin yanarak, duvarlarının yıkılmasına sebep oldu. Minber, mushaflar ve kitapların tamamı yandı. Ravza-ı Mutahhara ve sahndaki kubbeli oda bu yangından zarar gormemişti.
Mısır Memlûk Sultanı Eşref Kaytabay, Emir Sankar el-Cemalî'yi kalabalık bir usta kafilesiyle Medine'ye gonderdi.
Mescit biraz genişletilerek duvarlar ve minberler yeniden inşa edildi. Mihrabı da biraz genişleterek, uzerini, cevresindeki direklerin başlıklarına oturtulan bir Kubbe ile kapadılar. Ravza-ı Mutahhara'nın duvarları uzerine de bir kubbe oturttular. Bunun uzerini de sutunların taşıdığı diğer bir kubbe ile kapadılar. Sonra, Ravza-ı Mutahhara ile kıble duvarı arasına, etrafını uc kucuk kubbenin cevrelediği buyuk bir kubbe yapıldı. Yapılan diğer bazı kubbelerle de mescitin bir kısmı ortulmuş oldu. Yeniden yapılan mihrap, renkli mermerler ile suslendi. Rahmet kapısının yanında Medrese-i Mahmudiye adıyla anılan bir medrese inşa edildi. Kaytabay, yapılan bu işler icin yuzyirmibin dinar tahsis etmişti.
Osmanlılar doneminde Mescid-i Nebevî'nin bakımı titizlikle yerine getirilmiş ve tezyin edilmiştir. I. Mahmud, Ravza-ı Mutahhara'nın uzerinde bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yeşile boyadı. Bundan dolayı bu kubbe, Kubbetu'l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılır. Mısır valisi Mehmed Ali Paşa da Mescid-i Nebevi'de birtakım restorasyon calışmaları yapmıştır. Mescit, Abdulmecid tarafından yeniden inşa edilmiştir. Abdulmecid'in bu iş icin sectiği ustalar, Akik vadisinde bulunan Hedab denilen kayadan sutunlar ve taşlar kestiler. Mesciti parca parca inşa etmeye başladılar. Yani bir kısmını yıkıyor, yerini hemen yapıyorlardı. 1849-1861 yılları arasında on iki şene suren inşa calışmaları ile mescit yeni baştan inşa edildi.
Mayıs 1953'te başlatılan diğer bir calışma ile, on kısmı haric yeni baştan inşa edilerek bugunku hale getirildi. İlk imar edildiğinde yaklaşık 2475 m. kare buyukluğunde olan Mescid-i Nebî, tarih boyu suren ceşitli inşa faaliyetleri sonunda 12271 m. kare genişliğe ulaşmıştır. Bugun ise yeniden buyuk genişletme calışmalarıyla bu alan birkac katına cıkarılacak şekilde buyutulmuş bulunmaktadır.
Mescid-i Nebevî'nin Fazileti
Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra, yeryuzundeki mescitlerin en faziletlisidir. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den bir cok hadis varit olmuştur.
Mescid-i Nebî'de, bir bolum vardı ki, Resulullah (s.a.s) burayı Cennet bahcelerinden bir bahce olarak nitelemiştir. Ayrıca minberini de aynı şekilde vasıflandırmıştır.
Bir hadiste şoyle denilmektedir:
"Resulullah, bir hurma kutuğune yaslanarak hutbe okurdu. Ashabdan biri şoyle dedi: "Ya Resulullah! Senin icin bir şey yapalım ki, cuma gunu uzerine cıktığın zaman insanlar sizi gorsun ve hutbenizi duyabilsinler" dedi. Bunun uzerine Resulullah; "olur" dedi. Uc basamaklı bir minber yapıldı. Daha once yaslanıp hutbe okuduğu kutuğu gecince, kutukten on aylık gebe devenin inlemesi gibi iniltiler gelmeye başladı. Resulullah onu eliyle meshetti ve ses kesildi (BuhÂrî, Cuma, 26; Nesaî, Cuma, 17; İbn MÂce, İkame, 199; İbn Sa'd, a.g.e.,I, 239-254).
Resulullah (s.a.s), bu minberin uzerine cıktığı zaman şoyle demişti:
"Evimle minberimin arası Cennet bahcelerinden bir bahcedir ve minberim de Cennet bahcelerinin uzerindedir (Ahmed b. Hanbel, II, 36, 450, 534; V, 41). Diğer bir hadis de; "Evimle minberimin arası, Cennet bahcelerinden bir bahcedir ve minberim havzımın uzerindedir" (Ahmed b. Hanbel, II, 236) şeklindedir.
Minber hakkındaki başka bir hadis-i şerifte de şoyle buyurulmaktadır: "Minberimin ayakları Cennet uzerindedir" (Ahmed, b. Hanbel, VI 289, 292, 318; Nesaî, MesÂcid, 8).
Bu hadisler, Mescid-i Nebevî'nin, Resulullah'ın minberi de dahil olmak uzere, minberi ile evi arasında kalan bolumun Cennet bahcelerinden birisi hukmunde olduğunu teyit ederek ortaya koymaktadır. Buna gore, burada bilincli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya başka bir ibadetde bulunan, yaptığı şeyleri Cennet bahcelerinden birinde yapmış gibidir.
Yeryuzunde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa cıkılabilecek uc mescitten birisi Mescidi Nebî'dir. Bir hadis-i şerifinde Resulullah (s.a.s) şoyle buyurmaktadır: "Uc mescitten başka bir yere (ibadet etmek icin) ozel olarak yolculuk yapılmaz: Mescid-i Horam, Mescid-i Aksa ve Benim mescidim" (Buharî, FedÂilu's-Salat, 1, 6).
Mescid-i Nebî'de kılınan namaz, diğer mescitlerde kılınan namazlardan cok daha faziletlidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a)'dan Resulullah (s.a.s)'ın şoyle soylediği rivayet edilmektedir: Mescitimde namaz, Mescid-i Haram haric, diğer mescitlerde kılınan bin rekÂt namazdan daha hayırlıdır" (Ahmed b. Hanbel, I,184); Başka bir rivayette "daha faziletlidir" (Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid,4) buyrulur.
Bunun icindir ki, hac farizasını ifa etmek icin bu topraklara yonelen insanlar, bir muddet Medine'de kalarak Mescid-i Nebî'de ibadet etmenin guzelliklerinden faydalanmaya calışırlar.
Namazın dışında, diğer hayırlı ameller icin de Mescid-i Nebevî ustun bir mahaldir. Orada yapılan her ibadet kat kat fazlasıyla mukafatlandırılır. Bunun boyle olduğunu vurgulamak icin Resulullah (s.a.s) bir hadisinde, Allah yolunda cihat ile kıyas yaparak şoyle buyurmaktadır: Mescitime bir hayrı oğrenmek veya oğretmek icin gelen, Allah yolunda cihat eden kimse gibidir. Bunun dışında gelen, başkasının kazancını seyreden kimseye benzer" (Ahmed b. Hanbel, II, 418).
Resulullah (s.a.s), Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa yanında kendi mescidinin konumunu bildirmek maksadıyla şoyle demiştir: Ben peygamberlerin sonuncusuyum. Mescitim de mescitlerin sonuncusudur" (Nesaî, MesÂcid, 7). Bu hadisler, zikredilen bu uc mescitin dışında inşa edilecek hic bir mescitin, diğerlerinden farkı olmadığını ve fazilet bakımından birbirine denk olduğunu da ortaya koymaktadır.
Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret ettiği zaman, burada Mekke'deki gibi bir devlet yoktu. İki buyuk Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec'den başka, varlıklarını bu kabileleri birbirine karşı catıştırarak surduren Benu Kaynuka, Benu Nadr ve Benu Kureyza adlarında uc yahudi kabilesi bulunmaktaydı. Ayrıca bu yahudi kabileleri arasında da bir birlik yoktu. Bu anarşi ortamı herkesi bıktırmış olduğu icin, butun kabileler Abdullah İbn Ubeyy'in Medine'de Kral ilÂn edilerek bir devlet otoritesinin kurulması yolunda bir karar uzerinde anlaşmalarını sağlamıştı. Hatta bunun icin bir krallık tacının yapılması icin de sipariş bile verilmişti. Ancak henuz devlet teşekkul etmiş değildi. Bu durum Resulullah'ın işini kolaylaştırıyordu. O, ilk iş olarak, yahudiler ve diğer muşrik Araplar da dahil herkesi toplayarak hazırladığı anayasa cercevesinde bir devlet kurulmasını sağlama yoluna gitti. Elli iki maddeden oluşan anayasa, herkesin hak ve sorumluluklarını belirtirken aynı zamanda idarenin muslumanların elinde olmasını ongoruyordu (bu anayasanın maddeleri icin bk. Muhammed Hamidullah, İslÂm Peygamberi, İstanbul 1980, I, 220 vd.).
Medine'de musluman nufus azınlıkta olmasına rağmen, kurulan devlet bir İslÂm devleti niteliğinde olup, bunun tabii başkanı da Resulullah (s.a.s)'dir. Daha once Medine'de bir devlet yapısının olmayışı, Resulullah (s.a.s)'ın İslÂm devletini kurup hic kimse ile bir catışmaya girmeden onu istediği gibi teşkilatlandırmasını kolaylaştırmıştı. Ancak İslÂm devletinin kurulmasıyla krallığı suya duşen Abdullah İbn Ubeyy zahiren iman etmiş gozukerek, Medine İslÂm devletini sabote etmek icin var gucuyle calışıyordu. Munafıkların lideri konumunda bulunan İbn Ubeyy, Medine donemi boyunca, muslumanları sıkıntıya sokan etkili nifak hareketlerinin tezgÂhlanmasında oldukca buyuk rol oynamıştır.
Mekke'den her şeylerini terkederek Allah yolunda hicret eden muhacirlerin Medine'deki yaşayışlarını kolaylaştırmak ve sosyal hayata adapte etmek icin Resulullah (s.a.s), her bir muhaciri bir Ensarla kardeş ilÂn etmiş ve bu kardeşlik birbirine mirascı olmak kadar ileri goturulmuştu. Bu olay tarihe "Muahat" * adıyla gecmiş ve Ensar'ın Allah yolunda, din kardeşleri icin hic tereddut etmeden ne kadar buyuk fedakÂrlıklarda bulunduklarını ortaya koymuştur.
Artık, Mekke'de sadece bir cemaat statusunde olan muslumanlar Medine'ye hicretle devletlerini kurmuş, bu da İslÂm'ın tebliğ stratejisinde onemli değişiklikleri beraberinde getirmişti. Mekke doneminde savaş ferdi olaylara itiraz edilmemekle birlikte genel anlamda yasaklanmıştı. Bu donemin tabiatı bunu gerektirdiği icin Allah TealÂ, onca işkence ve saldırılara rağmen muşriklere karşı silahla karşılık verilmesine izin vermemişti.
İkinci Akabe Bey atının peşinden, Ensar'dan Abbas ibn Ubade; "Ya Resulullah, izin ver sana eziyet eden muşrikleri kılıctan gecirelim" dediğinde Resulullah (s.a.s): Henuz bununla emrolunmadık, arkadaşlarınızın yanına donun" buyurmuştu (Ahmet b. Hanbel, III, 462).
Hicretle birlikte, devletin kurulmasından hemen sonra, Allah TeÂl inananlara İ'lay-ı Kelimetullah icin kıyamete kadar surecek cihatın kapısını acıyordu: "Zulme uğratılarak kendilerine savaş acılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir" (el-Hac, 22/39).
Mekkeli muşrikler, hicretten sonra, kendileri acısından durumun vahametini anladıkları icin Medineliler'den, Resulullah (s.a.s)'i oldurmeleri, en azından Medine'den surmelerini istiyorlardı. Bu yapılmadığı takdirde Medine'yi işgal edecekleri tehditlerini savuruyorlardı. Resulullah (s.a.s), Medine'deki kucuk musluman toplumu teşkilatlandırmaya gayret gosterirken, sınırları tespit edilmiş ve henuz bir şehir devleti niteliğindeki bolgenin dışında kalan gayrimuslim kabilelerle ittifak veya saldırmazlık antlaşmaları yaparak dışardan gelebilecek bir tehlikeyi karşılayacak bir ortam hazırlamaya calışıyordu. Ancak burada onemli olan husus, muslumanlar, planlarını savunmaya değil, İslÂm tebliğinin aktif olarak diğer insanlara da ulaştırılması uzerinde yapıldığıdır. Bunun icin askerî gucun kacınılmazlığı acıktır. Bundan dolayıdır ki Hicret, sadece Mekkeli muslumanların Medine'ye intikali ile sınırlı tutulmamış, nerede olursa olsun iman eden herkesin Medine'ye hicreti farz kılınmıştır. Mekke'nin fethine kadar gecerli kalan bu hukum, Mekke'nin fethiyle artık gerek kalmadığı icin kaldırılmıştır.
Resulullah (s.a.s), siyasî, sosyal ve cihatla alakalı inen ayetleri, Mescid-i Nebi'de ashabına oğretiyor, ayrıca Mescid-i Nebi'ye eklenen ve İslÂm oğretiminin ilk universitesi mahiyetiniz olan Suffa'da yetişmiş ashabın katılımıyla bu eğitim faaliyetleri butun muslumanları kapsayacak şekilde yerine getiriliyordu.
Bu teşkilatlanma ve eğitim calışmaları yanında İslÂm devletinin en onemli duşmanı olan Mekkeli muşrik guclere karşı silahlı bir faaliyetin hazırlıkları da yapılıyordu. Resulullah (s.a.s), Hicretten yedi ay sonra, Mekkeli muşriklere ait ve başında Ebu Cehil'in bulunduğu bir ticaret kervanını vurmak icin Hz. Hamza komutasında otuz kişilik bir birliği Medine'den yola cıkardı. Ancak her iki tarafın da muttefiği olan Mecdi b. Amr'ın araya girmesiyle, savaş pozisyonu alan kuvvetler savaşmadan ayrılmışlardı.
Bu olaydan bir ay sonra, altmış kişilik bir kuvveti Ubeyde b. el-Haris komutasında yine Mekke kervanının yolunu kesmek icin gondermişti. Seniyyetul-Murre mevkiinde karşılaşan kuvvetler arasında yine ciddi bir catışma meydana gelmemişti. Bununla birlikte, Mekke muşrikleri ile muslumanlar arasında tam bir savaş hali yaşanıyordu. Bunun icin, bu kervanlara yapılan saldırılar, basit birer yol kesme hareketi değildi. Muşriklere ait ticaret kervanlarının İslÂm devletinin nufuz bolgelerinden gecmesi engellenerek, savaş halinde bulunan guclerin ekonomilerinin cokertilmesi hedefleniyordu. Ayrıca bu kucuk caplı askerî operasyonlarla muslumanların savaş yeteneklerinin geliştirilmesi ve tecrube kazanmalarını sağlayarak, ilerdeki buyuk savaşlar icin İslÂm ordusunun alt yapısı oluşturulmaya calışılıyordu.
Hicrî birinci senenin sonunda Sa'd b. Ebi Vakkas komutan tayin edilerek, yirmi kişilik bir kuvvetle el-Harrar bolgesine gonderilmişti. Ancak, Mekke kervanı bir gun onceden burayı terkettiği icin yine bir catışma olmadan Medineye donulmuştu.
Hicrî ikinci senenin Şevval ayında, ikiyuz kişilik bir kuvvetle Resulullah (s.a.s)'ın bizzat askerî sefere cıktığı gorulmektedir. Bedir yakınlarındaki Vaddan bolgesine kadar giden Resulullah (s.a.s), bu bolgede oturan Benu Damra kabilesi ile bir saldırmazlık antlaşması yapmıştı. Bundan bir ay sonra Resulullah (s.a.s), ikiyuz kişilik bir kuvvetle Medine'nin kuzey batı tarafında bulunan Buvat bolgesine gitti. Mekke kervanlarını sıkı bir takibe alan Resulullah (s.a.s), cıktığı seferler esnasında bir takım kabilelerle. antlaşmalar akdediyor ve Medine etrafındaki kabileleri Mekkeli muşriklere karşı kendi tarafına alıyordu.
Bu arada, Şam ticaret yolunun muslumanlar tarafından kontrol altına alınması Mekke muşriklerinin tedirginliğini oldukca artırmıştı. Hicri ikinci yılın Cemaziyel-Ahir ayında, Kurz b. Cabir'in komutasındaki Mekkeli bir birlik Medine'nin dış mahallelerine baskın duzenlemiş ve buraları yağmalamıştı. Medine'ye henuz donmuş bulunan Resulullah (s.a.s), bu Mekkeli birliği yakalamak icin peşlerine duştuyse de, kacıp gittiklerinden onlara yetişmesi mumkun olmamıştı. Bu olay muslumanlar icin uzuntu verici olmuştu. Bunun uzerine Mekke'den bir kervanın yola cıktığı haberi alınınca Resulullah (s.a.s), hemen Medine'nin guney batı tarafında bulunan Benu Damra arazisine doğru yola cıktı. Burada Mudlic kabilesine mensup olup, hicret esnasında Resulullah (s.a.s)'i yakalamak isteyen, ancak sonra iman eden Suraka Resulullah (s.a.s)'i kabile mensupları ile birlikte buyuk bir coşku ile karşılamıştı. Suraka'nın muslumanları ağırlaması esnasında Mekke kervanı savuşup gitmişti. Bu sefer esnasında savaşcıların sayısı yuz elli kişi kadardı.
Suriye'ye giden kervanın yolunun kesilmesini sağlamak icin Resulullah (s.a.s) iki kişiyi istihbarat maksadı ile Suriye'ye gondermişti. Ayrıca oniki kişilik bir birliği Abdullah b. Cahş komutasında, Mekke devletinin muslumanlar hakkında tasarladıkları planları oğrenmek icin tehlikeli bi r gorevle -Mekke'nin guneyinde,. Mekke ile Taif arasında bir yer olan Nahle mevkiine gonderdi. Bu birliğin gittiği yerin gizliliğini muhafaza icin gorevlerini bildiren muhurlu talimatın iki gun yol alındıktan sonra acılması emredilmişti. Bu birlik Nahle bolgesine geldiğinde Mekkelilere ait uzum ve deri yuklu bir kervanla karşılaştı. Gorevi sadece haber toplamak olan birliğin komutanı Abdullah İbn Cahş, bu kervana saldırı emri vermiş sonucta bir muşrik oldurulmuş, iki esir alınmış ve kervandaki mallara ganimet olarak el konmuştu. İslÂm devletine ait askerî birlikler duşmanla ilk defa ciddi bir catışmaya girmiş oluyordu.
Şam tarafına gitmiş olan kervanın donuşte ele gecirilmesi icin hazırlıklara girişildi. Bu kervanın yakalanması cok onemliydi. Cunku Mekkeli muşrikler, Medine'de gun gectikce guclenen İslÂm devletine nihai darbeyi vurup ortadan kaldırmak icin gerekli olan finansı sağlamak gayesiyle Ebu Sufyanın liderliğinde bu buyuk kervanı Suriye'ye gondermişlerdi. Bu kervanın donuş haberi Medine'ye ulaşınca Resulullah (s:a.s), Ebu Lubabe'yi Medine'de vekil bırakarak, Hicri ikinci yılın Ramazan ayında ucyuz kişiden oluşan ashabıyla birlikte yola cıktı. Bunu oğrenen Ebu Sufyan, kervanı kurtarmak icin guzergah değiştirirken, aynı zamanda durumu Mekke'ye bildirerek acilen yardım yetiştirilmesini istemişti.
Boyle bir fırsatı kacırmak istemeyen Ebu Cehil Mekke'de dolaşarak halkı galeyana getirmeye calışıyordu. O, topladığı bin kişilik kuvvetin başına gecerek Medine'ye doğru yola cıkmıştı. İslÂm ordusu Zefiran denilen yere geldiğinde, Mekkeliler'in kalabalık bir ordu ile yola cıktıkları haberi Peygamber'e ulaşmıştı. Diğer taraftan Ebu Sufyan kervanı kurtarmış ve tehlikeyi atlattığını yola cıkmış bulunan Mekke ordusuna bildirmişti. Ancak Ebu Cehil, yakaladığı bu fırsatı değerlendirmek icin yoluna devam etti. Ashabıyla bir durum değerlendirmesi yapan Resulullah (s.a.s), onların Allah yolunda savaşmadaki kararlılıklarını gorunce kendi ordusundan uc kat daha kalabalık muşrik guclerle savaş kararı alınarak yola devam edildi. Bedir mevkiine gelindiğinde, vaziyet almış durumdaki duşman ordusuna karşı mevzilendi.
Bu savaş İslÂm'ın kaderini belirleyecek bir mahiyet arzetmekte idi. Bu savaş ya kazanılacaktı veya uc yuz kahraman mucahitle birlikte İslÂm risaleti tarihe karışacaktı. Durumun ciddiyetini, Resulullah (s.a.s)'in Rabbine yaptığı şu tazarru acıkca ortaya koymaktadır: "Allah'ım, vadettiğin yardımını bugun lutfet. Ey Rabbim, bugun şu kucuk ordu yok olup giderse yeryuzunde sana kulluk eden kimse kalmayacak".
Allah Teal bu esnada mu'minlere zaferi mujdeleyen şu ayeti vahyediyordu:
"Butun bu toplananlar (muşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına donup kacacaklardır" (el-Kalem, 68/45).
17 Ramazan gunu (13 Mart 624) yapılan savaşta Allah TeÂlÂ'nın vadi gercekleşmiş ve duşman ordusu buyuk bir hezimete uğratılmıştı. Ebu Cehil ve diğer bir grup ileri gelen muşrikler de dahil yetmiş muşrik oldurulmuş, cok sayıda da esir alınmıştı. İslÂm ordusunun verdiği şehit sayısı ise on dort kişiydi (bk. Bedir Gazvesi).
Bedir savaşı, Medine İslÂm devletinin temellerini sağlamlaştırmış, inananlara buyuk moral gucu kazandırmıştı. Artık bu savaşla hak batıla ustun gelmiş, kufrun, şirkin ve putperestliğin yeryuzunden silinip atılması icin İslÂm cihatı meşalesi tutuşturulmuştu.
Bedir'den Medine'ye donulduğu zaman, İslÂm'a duydukları duşmanlıktan dolayı iclerini kemiren ve muslumanların kazandığı bu buyuk zaferi hazmedemeyen ve kahrolan yahudiler, duşmanlıklarını acığa vurmaya ve değişik yollarla muslumanlara sataşmaya başlamışlardı.
İffetsiz bir kadın şair olan Asma binti MervÂn ile Ebu Afek adındaki yahudi şairler, İslÂma karşı haddi aştıkları icin oldurulmuşlerdi. Yahudi kabileler icinde duşmanlıklarını ilk once acığa vuran Kaynuka yahudileri, Bedir zaferini kucumsuyor, sebebini, Mekkeli arapların savaş bilmemelerine bağlayıp; "bizimle karşılaşsalar da savaş nasıl olurmuş gorseler" diyerek muslumanları hafife alıyorlardı.
Bir musluman kadının yahudiler tarafından saldırıya uğraması uzerine cıkan olaydan sonra Resulullah (s.a.s), Kaynukaoğullarına savaş ilÂn etti. Muslumanlara karşı buyuklenen bu yahudi kabile, tıynetlerindeki korkaklıklarından, sarfettikleri sozleri unutup kalelerine kapanmaktan başka ca! re bulamadılar. Muslumanlarla catışma cesaretini gosteremeyen Kaynukaoğulları teslim olmaları uzerine Medine'den surulup cıkarıldılar (bk. ; Kaynukaoğulları).
Gelişen olaylar cercevesinde Allah TeÂlÂ, sosyal, iktisadî, siyasî konulardaki ayetlerini, hikmetine binaen bir nuzul sebebi cercevesinde gonderirken, İslÂm savaş hukukuna dair teşrii de oluşmaya başlamıştı. İslÂm, canlı bir hayat dini olduğu icin, inen hukumler hemen toplum hayatına yansıtılıyor ve muslumanlar tarafından hazmedilerek, yaşayışlarını onlara gore duzene koyuyorlardı. İslÂm tebliğinin Mekke safhası, nasıl ki kıyamete kadar surecek tevhid mucadelesinde insanlara ornek teşkil etsin diye Allah tarafından o seckin topluluğa yaşatılmışsa, Medine donemi de, kıyamete kadar muslumanların ferdi yaşayışlarından devlet duzenine kadar her şeyleri icin ornek olsun diye, yine o seckin sahabeler topluluğuna yaşatılmakta idi.
Bedir savaşından sonra Resulullah, Mekke muşrikleriyle muttefik konumundaki muşrik kabilelere karşı akınlara girişmişti. Bedir'de muslumanların elde ettiği zafer ve Kaynukaoğullarının ihanetlerine karşılık surulmeleri, geri kalan yahudileri cileden cıkarmıştı. Butun peygamberlere ihanet eden bu kavim, Resulullah (s.a.s).ile yaptığı antlaşmaya aykırı olarak Mekke muşrikleriyle gizliden gizliye komplolar hazırlamaya girişti. Yahudi liderlerinden şair Ka'b b. Eşref, Bedir zaferini duyduğu zaman uzuntusunden;
"Bugun yerin altı ustunden yeğdir" demiştir. Bu adam Mekke'ye gidiyor ve Bedrin intikamını almaları icin onları harekete gecirmeye calışıyor, yahudilerin kendilerine yardım yapacağına dair taahhutlerde bulunuyordu. Duşmanlıkta alenî davranan ve ileri giden bu yahudi oldurulerek fesatı engellenmişti.
Bedir mağlubiyetini bir turlu hazmedemeyen ve ofkeden cılgına donen muşrikler, intikam almak icin hemen hazırlıklara girişmişlerdi. Bedir oncesi, Ebu Sufyan'ın Mekke'ye ulaştırdığı kervandan herkes sadece sermayelerini almış, kervanın 250.000 dirhem tutarındaki toplam kÂrı ordu teşkilinde harcanmak icin ayrılmıştı. Mekke dışındaki bir cok kabileye heyetler gonderilerek para karşılığında asker toplama yoluna gidildi. Ordunun mumkun olduğu kadar buyuk ve kalabalık olması gerekiyordu. Zira Medine'ye doğru yurume cesaretini ancak bununla kendilerinde bulabilirlerdi.
__________________
İlk Yapilan Mescİd!!
Dini Bilgiler0 Mesaj
●33 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- İlk Yapilan Mescİd!!