Kur’an’ın Lafzındaki CÂmiiyyet Harikadır.

Kur’an’ın lafzındaki cÂmiiyyet, yani kelimelerindeki kapsamlılık ve cok manaları icinde bulundurması ve ifade etmesi harikadır.

Kur’an kelimeleri, oyle bir tarzda secilmiştir ki, her bir sozun, hatta her bir kelimenin, hatta her bir harfin, hatta bazen bir harfin harekesiz okunmasının bile cok cihetleri ve yonleri vardır.

Bu ozelliği ile her muhataba ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. Kur’an’ın butun kelimeleri bu bahse şahittir ve misaldir. Bizler sadece şu ayetin durbunuyle bu hakikate bakalım ve bazen Kur’an’ın bir kelimesinde, bir sayfalık mana olduğuna şahit olalım:

بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ

وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

“Gokleri ve yerleri yoktan yaratan O’dur. Onun eşi olmadığı halde nasıl cocuğu olsun. Her şeyi o yaratmıştır ve O her şeyi hakkıyla bilendir.” (Enam: 101)

Şu kısacık ayet ile Allah, Hrıstiyanların inancının batıllığını iki kere iki dort eder derecesinde ispat etmiştir. İzahı şudur: Hrıstiyanlar, Hz. İsa’nın (a.s) babasız doğduğunu delil gostererek ona bir ilahlık makamı vermiş ve Allah’ın oğlu olduğunu iddia etmişlerdir.

Allah, Hrıstiyanların “Hz. İsa’nın babasız ve bir insan suyu olmaksızın vucuda geldiği” sozunu kabul etmiş ve şoyle buyurmuştur:

Siz İsa’ya “Allah’ın oğludur” demekle” 2 manadan birini kastetmektesiniz:

1- Ya onun, bir babanın suyu devreye girmeksizin, bizzat Allah tarafından, hicten yaratıldığını ve bu sebepten Allah’ın oğlu olduğunu kastetmektesiniz.

2- Ya da yoktan icat edilmeyip, herkesce bilinen yol uzere, babadan evlat meydana gelmesi şeklinde olduğunu murat etmektesiniz.

1.İhtimalin batıllığı şoyle izah edilir:

Allah’ın Hz. İsa’yı babasız yaratması onun oğlu olduğunu ispat etmez. Cunku Allah bu Âlemi de ilk once yoktan icat etmiştir. Eğer yoktan ve Sebepsiz icat etmek, oğul edinmeyi gerektirseydi, yer ve goğun de Allah’ın oğlu olması gerekirdi.

İşte bu manayı ifade etmek icin Allah bu ayette “gokyuzunun ve yeryuzunun yoktan yaratılmasından” bahsetmiş, ancak icindekilerin yaratılmasından bahsetmemiştir. Cunku icindekiler, yoktan değil, daha once yaratılmış maddelerin bir araya getirilmesiyle icat edildiğinden, onlardan bahis bu makama uygun duşmez.

İşte ayette gecen “Allah yerin ve goğun yoktan yaratıcısıdır” sozundeki maksat: Hrıstiyanların “İsa bir baba olmaksızın yoktan yaratılmıştır o halde ilahtır” sozune reddiyedir. Allah onların bu batıl sozlerine karşı, “Semanın ve yerin de yoktan yaratıldığını” ifade ederek, “Eğer hukmunuz doğru ise gokyuzu ve yeryuzunun de benim evladım olması gerekir” diyerek, goruşlerinin yanlış olduğunu beyan etmiştir.

2. İhtimalin batıllığı ise şoyledir:

Bu ihtimal adet olan doğum işidir. Doğum ise ancak eşi ve şehveti bulunan, kendinden “bir parca ayrılıp, eşinin karnında duran” kimseler icin duşunulur. Butun bunların Allah hakkında duşunulmesi ise imkÂnsızdır. O halde madem Allah’ın eşi ve şehveti olamaz ve ondan bir parca kopup başkasının karnında duramaz, o halde bilinen yolla evlat edinmek de Allah hakkında duşunulemez.

İşte ayette gecen “Onun nasıl cocuğu olabilir, onun eşi yok ki” ifadesiyle murat olan mana budur. Allah bu ifadeyle de Hz. İsa’nın “Allah’ın oğlu olduğu” iddiasını reddeder.

Hem bu yolla cocuk edinmek, bir defada yaratıp icat etmeğe gucu yetmeyenler hakkında duşunulebilir. İşte ayette gecen “O her şeyi yaratmıştır” ifadesiyle kastedilen, Allah’ın kudretinin nihayetsizliği beyan ile Hrıstiyanların bu batıl sozlerini reddetmektir.

Hem bu cocuk ya ezeli olur ya da sonradan yaratılmış olur. Ezeli olması duşunulemez. Cunku ezeli olmak sadece Allah’a aittir ve Onun sıfatıdır. Geriye kalan ise sonradan yaratıldığıdır. Eğer Allah cocuk edinmekte bir kemal bilseydi, elbette iradesi ona taalluk eder ve onu cok evvel yaratırdı.

Hz. İsa’ya kadar beklemezdi. Yok, eğer cocuk edinmekte bir kemal ve fayda gormediyse, zaten onu hicbir zaman yaratmamış olması gerekir. İşte ayette gecen “O, her şeyi hakkıyla bilendir” ifadesi bu manaya işarettir.

İşte gorduğunuz gibi kısacık bir ayetle, Hrıstiyanların davasının batıllığı ne kadar guzel ispat edilmiş.

Ayetin her bir kelimesinde farklı bir delil ve farklı bir cihet tercih edilmiş.

Diğer ayetleri buna kıyas edebiliriz.

Kur’an’ın Manasındaki CÂmiiyyet Harikadır.

Kur’an’ın kelimelerinde olduğu gibi, manasında da bir cÂmiiyyet yani kapsamlılık vardır. Kur’an’ın ayetleri bircok manaları ifade eder. Her muhatap, kendine uygun manayı o ayetin kapısından alır.

Evet, Kur’an oyle bir kitaptır ki, butun fıkıhcılar ve muctehid Âlimlere kaynak olmuş, Allah’ı hakkıyla tanıyan butun arifler ondan zevk almış, hakikate ulaşan ve kavuşan butun vÂsıllar meşreplerini, butun kÂmiller mesleklerini, butun hakikat Âlimleri mezheplerini ve butun evliyalar usullerini Kur’an’dan oğrenmiş ve Kur’an onlara, manasının hazinesinden ihsan etmiş. Her vakit onlara murşit ve rehber olmuş. Onlara yollarını gostermiş.

Acaba, bu kadar mezheplere, mesleklere, meşreplere kaynak olup, o meslek ve meşrep mensuplarını hakka ve hakikate ulaştıran, her vakit onlara rehber ve murşid olan bir kitabın hÂşÃ‚ bir beşer sozu olması hic mumkun mudur?

Kur’an’ın İlmindeki CÂmiiyyet Harikadır.

Kur’an’ın kelimelerinde ve manasında olduğu gibi ilminde de bir cÂmiiyyet yani kapsamlılık ve genişlik vardır.

Evvela İslamiyet’in, başta, fıkıh, kelam, akait, tefsir, tasavvuf olmak uzere butun ilimleri Kur’an’ın ilim denizinin damlalarıdır ve Kur’an guneşinin parlayan akisleridir.

Hem Kur’an sadece İslamiyet ilimlerine, ilim denizinden su akıtmakla kalmamış, astronomi, coğrafya, fizik gibi butun pozitif ilimlere de, denizinden her vakit su akıtmıştır.

Kur’an’ın pozitif ilimlere ve bu ilimlerle uğraşan mensuplarına nasıl her vakit rehber olduğunu ve o ilimlerin keşfettiği hakikatlerin Kur’an’da bulunduğunu, bir başlık altında detaylarıyla inceleyeceğimizden bu bahsin misallerine burada girmiyoruz.

Acaba, boyle maddî ve manevî butun ilimlerin cekirdeklerini kendinde bulunduran bir kitabın, Allah’ın sozu olmasından başka bir ihtimal var mıdır?

Kur’an’ın Bahislerindeki CÂmiiyyet Harikadır.

Kur’an’ın bahislerindeki cÂmiiyyet yani işlediği konulardaki genişlik harikadır.

Evet, Kur’an:

İnsan ve insanın vazifesi, kÂinatın yaratıcısı, gokyuzu ve yeryuzu, dunya ve ahiret, gecmiş ve gelecek, ezel ve ebedin kapsamlı bahislerini kendinde bulundurmakla beraber;

- bir damla sudan yaratmaktan t kabre girinceye kadar yemek, yatmak adabından, t kaza ve kader bahislerine kadar;

- 6 gunde Âlemi yaratmaktan, t ruzgÂrların esmesindeki vazifeye kadar;

- insanın kalbine ve iradesine mudahalesinden, ta Allah’ın butun gokyuzunu kudret elinde tutmasına kadar;

- zeminin cicek, uzum ve hurmasından tut, ta kıyametin kopmasına kadar;

- semanın ilk yaratılışındaki halinden tut, ta kıyamet hengÂmında yıldızların duşup fezada dağılmasına kadar;

- dunyanın imtihan icin acılmasından, t kapanmasına kadar; ahiretin birinci menzili olan kabirden, ta cennete ve ebedi saadete kadar;

- gecmişteki vukuatlardan, Hz. Âdem’in yaratılışından, iki oğlunun kavgasından t Nuh tufanına ve Firavunun boğulmasına kadar;

- Peygamberlerin onemli hadiselerinden tut, ta ruhlar Âleminde alınan soze kadar

- butun muhim ve esas meseleler, Kur’an’da oyle bir tarzda beyan edilmiştir ki, bu beyanı Allah’tan başkası yapamaz.

İşte Kur’an, kendindeki bahisler cihetiyle de, bu kÂinatı yaratan zatın beyanına yakışır bir şekildedir. Ve bu beyan ancak, butun kÂinatı bir saray gibi yaratıp, idare eden, maziyi ve istikbali iki sayfa gibi bir anda gorup temÂşa eden bir zata yaraşır bir beyan tarzıdır.

Kendinde hicbir taklit şaibesi ve bir beşerin sozu olması emaresi yoktur. Nasıl ki, gunduzun ışığı “guneşten geldim” der, aynen boyle de Kur’an dahi, “ben, şu Âlemin yaratıcısı olan Allah’ın beyanıyım ve kelamıyım” der.

Kur’an-ı Kerim, ozetle acıklamaya calıştığımız bu ozellikleriyle Allah’tan başka kimin sozu olabilir? Allah’tan başka kim ona sahip cıkabilir?

Dunyayı ışıklandıran ziya, guneşten başka hangi şeye yakışır? KÂinatın sırrını keşfedip, Âlemi ışıklandıran Kur’an’ın beyanı da, Allah’tan başka kimin nuru olabilir?

Kimin haddine duşmuş ki, Kur’an’a benzer yapsın ve onun taklidini getirsin?

Kur’an’ın İfadelerindeki “Îcaz” Harikadır.

Îcaz: Az soz ile cok şey anlatmak sanatıdır.

Kur’an’ın ifadelerinde “icaz” vardır. Ve bu icaz, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunun delilidir.

Kur’an sozu az soyler ama o soz cok manaya gelir. Adeta bir tek sure, butun Kur’an’ı icine alır.

Bir tek ayet ise, o surenin hazinesini icine alır. Ayetlerin coğu, her birisi birer kucuk sure, surelerin coğu, her birisi birer kucuk Kur’an’dır.

İşte beşerin taklitten aciz kaldığı şu icaz, Allah’ın insanlığa bir lutfu ve kolaylaştırmasıdır. Cunku herkes her vakit Kur’an’a muhtac olduğu halde, ya gafletten ya da başka bir sebepten dolayı her vakit butun Kur’an’ı okumaya vakit bulamaz. İşte, butun Kur’an’ı okumaya fırsat bulamayanlar icin, her bir sure, birer kucuk Kur’an hukmunde, hatta her bir uzun ayet, birer kısa sure makamındadır.

Hatta Kur’an’ın, Fatiha suresinde, Fatiha’nın ise besmele’de yazılmış olduğuna, keşif ve tahkik ehli ittifak etmiştir.

Nasıl ki Cenab-ı Hak bir ağactaki butun manaları suzup bir cekirdekte topladığı gibi, butun Kur’an-ı Kerimi de suzup, Fatiha da cem etmiş bulunuyor.

Bazı haddini aşan kimseler, Fatiha’nın kısa bir tercumesini getirerek; “Butun Kur’an, mesela Yasin suresi bunun neresinde?” diyerek sual ediyorlar.

Bu sualin cevabına muhatap olabilmek de buyuk bir ilimle olabileceğinden meseleyi basitce şoyle izah ediyoruz;

Elimize bir elma cekirdeği alarak o şahsa soruyoruz: “yapraklar bu cekirdeğin neresinde? Dallar neresinde yazılı? Cekirdeğin koku nerede?”

Soru sahibinin bize vereceği cevap şoyle oluyor: “Bu cekirdeği toprağa atıp beklemek veya bu mesele ile ilgili ilmin derinliklerine varmak lazımdır ki, mesele anlaşılsın”

İşte kÂinat kitabında durum boyle olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de de boyledir. Fatiha cekirdeğinin nasıl buyuduğunu ve ondan Kur’an ağacının nasıl cıktığını anlamak icin de beklememiz yani bunun icin gerekli ilmi tahsil etmemiz lazım geliyor.

Şimdi bu bahsin yuzlerce misallerinden sadece “Elhamdulillah” cumlesine bakalım: Bu cumlenin en kısa manası şudur: “Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse kime karşı olsa ve kime yapılırsa yapılsa ezelden ebede kadar O varlığı zaruri olan zata hastır ve layıktır ki Ona Allah denilir.” Şimdi bu uzun mananın, nasıl kısacık bir ifadeden cıktığına bakalım:

“Ne kadar hamd varsa” manası; “Elhamdulillah”ın başındaki “el” takısından cıkıyor. Arapcada bu takıya “lam-ı istiğrak” denir. İlave olduğu kelimenin manasını umumi kılar.

Sadece “hamd” kelimesi; herhangi bir hamdı ifade ettiği halde, “el-hamd” denildiğinde “her ne kadar hamd varsa, butun hamd ve senalar” manasını ifade eder.

“Her kimden gelse” manası ise; “hamd” kelimesi mastar olup, faili terk edildiğinden, boyle makamlarda umumiyet ifade ediyor ve hamd eden herkesi icine alıyor.

“Kime karşı olsa ve kime yapılırsa yapılsa” manası ise: meful, yani “failin, fiilinin tesir ettiği şey”, terk edildiğinden, hitap makamında umumiyeti ifade ettiğinden cıkıyor. Kime karşı olursa olsun yapılan butun hamdlerı icine alıyor.

“Ezelden ebede kadar” manasını ise: cumlemizin isim cumlesi olması ve fiil cumlesine tercih edilmesi ifade ediyor. Zira isim cumleleri fiil cumlelerine kıyasla sebatı ve devamı ifade eder.

“Hastır ve layıktır” manasını ise: “lillah” kelimesinin başındaki “lam” ifade ediyor. Bu “lam”a Arapca’da “lam-ı tahsis” denir. Sadece ona has ve ait olmayı ve onun sahip olduğunu ifade eden bir harftir.

“Varlığı zaruri olan zat” manasını ise: Allah ismi ifade ediyor. Cunku Allah olabilmesi icin “Vacibu-l Vucud” yani, varlığının zaruri ve kendinden olması gerekir.

İşte “Elhamdulillah” gibi kısacık bir ifadenin sadece Arapca gramer kaideleriyle zahiri manasını gorduk.

Acaba bu kısacık kelimenin zahiri manası boyle olursa, onda ne kadar gizli manalar olur, buna kıyas edebiliriz.

Ve bu misalle anlaşılır ki, her bir Kur’an harfi, bir hakikat hazinesi hukmundedir. Bazen bir tek harf, bir sayfa kadar hakikati ders verir.

Kur’an’ın Şebabeti, Allah’ın Kelamı Olduğunu İspat Eder.

Şebabet: Genclik ve tazeliktir.

Kur’an’ın şebabeti, ancak Allah’ın kelamı olması ile izah edilebilir. Adeta Kur’an, her asırda nazil oluyormuş gibi gencliğini ve tazeliğini koruyor.

Kelamlar, insana ve elbiseye benzer. Zamanın gecmesiyle ihtiyarlar ve eskir. Kimse yuzlerine bakmaz.

Ama Kur’an, on dort asır once inmesine ve herkesin eline kolayca gecmesine rağmen tazeliğini ve gencliğini koruyor. Ezeli bir hutbe olarak, butun zamanlardaki butun insanlara hitap ediyor.

Hatta her asır ahalisi, Kur’an’ı sadece kendine hitap etmiş ve kendileriyle konuşur buluyor. Her ilim grubu, ondan istifade etmek icin devamlı yanlarında bulundurdukları ve ifade tarzını taklide calıştıkları halde, Kur’an-ı Kerim, uslubundaki ve beyanındaki eşsizliği muhafaza ediyor.

HÂlbuki beşerin eserleri, sozleri ve kanunları, beşer gibi ihtiyarlıyor ve değişiyor. Fakat Kur’an’ın hukumleri ve kanunları o kadar sağlamdır ki, asırlar gectikce daha ziyade kuvvetini gosteriyor. Evet, Kur’an’ın hukumleri, kanunları medeniyet kanunları gibi ihtiyar olup, olume mahkûm değildir. Daima genctir ve kuvvetlidir.

Bu meselenin binler misalinden numune olarak birini beyan edeceğiz:

Bakara suresi 43. ayette “Namaz kıl ve zekÂt ver” buyrularak zekÂt farz kılınmıştır. Ve “zekÂt” Kur’an’da 32 defa zikir edilmiştir.

Ve yine bakara suresi 275. ayette “Allah alışverişi helal, faizi ise haram kıldı” buyrularak faizin haram olduğu beyan edilmiştir.

Şimdi Kur’an’ın zekÂt emrinin ve faizin haram olması hukmunun ne derece yerinde bir hukum olduğunu ve bu ikisi olmazsa bir toplumun asla gelişemeyeceğini anlamaya calışalım, şoyle ki:

İnsanlar arasındaki butun karışıkların sebebi bir kelime olduğu gibi, butun kotu ahlakın madeni de bir kelimedir.

Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası aclıktan olse bana ne.”

İkinci kelime; “Sen calış, ben yiyeyim.”

Evet, toplum hayatında, zenginler ve fakirlerin rahatla yaşamasının ve birbirleriyle guzel bir şekilde gecinmesinin şartı şudur ki; Zenginler, fakirlere merhamet ve şefkat gosterecek, fakirler de zenginlere karşı hurmet ve itaat edecek. Yani yukarıdan aşağıya merhamet, aşağıdan yukarıya ise hurmet olacak.

HÂlbuki medeniyet butun gayretleri ve kanunlarıyla birlikte beşerin bu iki tabakasını anlaştıramadığı ve aralarında sulh yapamadığı gibi, evvelki iki kelimenin actığı yarayı da tedavi edememiştir.

Kur’an’ın hÂkim olmadığı butun memleketlerde bu iki grup birbirine duşmandır. Fakirler, zenginlerin mallarını calar ve yağma eder, zenginler ise fakirleri koleleştirmeye calışır.

Kur’an ise birinci kelime olan “ben tok olayım, başkası aclıktan olse bana ne”yi zekÂt ile tedavi eder. Kendi malında fakirin de hakkı olduğunu beyan ile onu paylaşmaya davet ve emir eder.

Hatta İslamiyet’i inkÂr eden gayr-i muslimler dahi Kur’an’ın bu emrindeki hikmeti anlamışlar ve şoyle demişlerdir:

“İslam’ı inkÂr ediyoruz ama zekÂt muessesesini inkÂr etmek mumkun değil. Eğer zekÂt hayata gecirilse, beşeriyet fakirlikten kurtulacaktır.”

İkinci kelime olan “Sen calış, ben yiyeyim”i ise faizi haram etmekle yok eder.

Evet, Kur’an, Âlemin kapısında durup: “İnsan icin ancak calıştığı vardır” ve “Allah alışverişi helal, faizi ise haram kıldı” gibi ayetlerle “Faize ‘yasaktır’” der. “Kavga kapısını kapatmak icin, faiz kapısını kapayınız” diyerek insanlara ferman eder ve talebelerine “girmeyiniz” diye emreder.

Şimdi Kur’an’ın diğer emir ve yasaklarındaki hikmeti ve menfaati, zekÂtın farziyyeti ve faizin haramlığı hukmundeki hikmetlere kıyas edelim.

Ve bununla zaman ihtiyarladıkca Kur’an’ın nasıl gencleştiğini ve tazeliğini nasıl koruduğunu bir derece anlayalım.

Elbette on dort asır yaşamasına rağmen, tazeliğini ve gencliğini bu derece muhafaza eden, emir ve yasakları her asırda gecerli olan bir kitap, asla bir beşerin sozu ve fikrinin urunu olamaz.

Olsa olsa ancak, Allah’ın kelamı olabilir.

Kur’an Ayetlerinin Sonlarındaki Neticeler İspat Eder ki, Kur’an Allah’ın Kelamıdır.

Kur’an-ı Kerim’in, ayetlerinin sonlarında gosterdiği neticeler ve Allah’ın guzel isimleri cihetindeki eşsiz uslubu, beşerin taklitten aciz kaldığı bir meziyettir.

Kur’an-ı Kerim, ayetlerin sonlarında ekseriyetle bazı neticeler zikir eder ki, o neticeler, ya Allah’ın isimlerini ya da manalarını ifade ediyor veyahut aklı tefekkure sevk etmek icin, akla havale ediyor.

Bazen de genel bir kaideyi icine alıyor ki, ayetin manasını kuvvetlendirmek icin netice yapılmış.

Şimdi Kur’an’ın bu taklit edilemez meziyetinin cok nevilerinden yalnız on tanesini oz olarak beyan edeceğiz. Hem her nevin pek cok misallerinden, sadece birkac misale işaret edeceğiz.

Kur’an Ayetlerinin Sonunda, Allah’ın İsimlerinin Zikri Emsalsizdir.

Kur’an-ı Kerim, hayret verici ve kendine Âşık edici uslubuyla, Allah’ın fiillerinden ve eserlerinden bahseder. KÂinatı evirir, cevirir, icindeki fiil ve eserleri goze gosterir. Ve sonra, o fiil ve eserlerden ilÂhi isimleri cıkartır. Kur’an, yuzlerce ayeti ile bu bahse delildir. Biz sadece enbiya suresinden bir sayfa ile yetinelim:

“Allah yolunda hicret edip sonra oldurulen veya olenleri, hic şuphesiz ki Allah guzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Muhakkak ki Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları memnun kalacakları bir yere girdirecektir. Muhakkak ki Allah Âlimdir ve halimdir.

İşte boyle, kim kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecavuz ve zulum vaki olursa, emin olmalıdır ki, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Muhakkak ki Allah afuvdur (affedicidir) ve gafurdur. (mağfiret edicidir).

Boylece Allah haksızlığa uğrayana yardım edecektir ve buna kadirdir. Cunku Allah geceyi gunduze katar, gunduzu geceye katar. Şuphesiz Allah işitendir ve gorendir.

Boyledir. Cunku Allah hakkın t kendisidir. Onun dışında taptıkları ise batıldan başka bir şey değildir. Gercek şu ki, Allah Âlidir (uludur) ve kebirdir (buyuktur).

Gormedin mi, Allah gokten yağmur indirir de bu sayede yeryuzunu yeşertir. Gercekten Allah latiftir (lutufkÂrdır), habirdir. (her şeyden haberdardır).

Goklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Hakikaten yalnız O ganidir (zengindir) ve hamidir. (ovulmeye layıktır)

Gormedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yuzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Goğu de, kendi izni olmadıkca yer uzerine duşmekten korur. Cunku Allah insanlara karşı rauftur (cok şefkatlidir), ve rahimdir (cok merhametlidir). (Hac: 59-65)

İşte Kur’an’dan sadece bir sayfayı dinledik. Bu sayfada zikir edilen Allah’ın isimleri bazen delil ve bazen de netice olmuş.

Mesela, Allah hicret edip sonra olen ve oldurulenleri guzel bir şekilde rızıklandıracağını ve onlara memnun kalacakları bir yeri ikram deceğini haber vermiş.

Buna delil olarak ta “hayru-r rÂzıkîn” yani rızık verenlerin en hayırlısı olduğunu bildirmiş. Âlim ve halim olduğundan bahsetmiş. Yani madem rızık verenlerin en hayırlısıdır, elbette kendi yolundan hicret ederek, olen veya oldurulenlerin amellerini zayi etmez, onları da rızıklandırır, hem Âlimdir, her şeyi ve onları nasıl rızıklandıracağını en iyi bilir.

Hem de halimdir, onlara eziyet vererek hicrete mecbur bırakanlardan intikamlarını sonra alır.

Hem Allah geceyi gunduze, gunduzu de geceye katar. O halde işiten ve goren olmalıdır. İşitmeyen ve goremeyen bu azametli fiile fail olamaz. Zira bu icraatlar dunyayı guneş etrafında bir nizam ile cevirmekle mumkundur ki, bu da gormeyi ve işitmeyi gerektirir.

Hem Allah yağmuru indirir ve onunla yeryuzunu yeşertir. O halde Elbette bunu yapan latiftir (lutufkÂrdır), habirdir (her şeyden haberdardır).

Şimdi diğer ayetlerin sonlarında zikir edilen isimleri bunlara kıyas edelim.

Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın fiillerinden ve eserlerinden nasıl bahsettiğini, kÂinatı evirip, cevirip, icindeki fiil ve eserleri nasıl goze gosterdiğini ve sonra, o fiil ve eserlerden ilÂhi isimleri nasıl cıkardığına şahit olalım.

Acaba hic mumkun mudur ki, bu sozler bir beşerin sozu olsun? Hayır, asla olamaz. Cunku bir beşer kendi aklıyla Allah’ın isim ve sıfatlarını bu derece keşfedip, kÂinattaki fiil ve eserlerde bu isim ve sıfatları bu derece goremez ve gosteremez.

Hele bu zat ummî ise, okuma yazma bilmiyorsa, yaşadığı asır; kufrun karanlıkları icinde boğulmuş ve elleriyle yaptıkları putlara tapacak kadar akıldan ve insanlıktan uzaklaşmış ise, bu daha da imkÂnsızdır.

Evet, insan bir peygamberi işitmese de Allah’ı bulabilir hatta bulmalıdır ve onu tanımalıdır. Ancak Allah’ın isim ve sıfatlarını tamamıyla keşfedemez. Hatta bırakın tamamını, cok azına bile ulaşamaz.

Madem Kur’an bu isim ve sıfatları bize haber vermiş, O halde Kur’an’ı bize tebliğ eden zat Allah’ın peygamberidir, Kur’an da Allah’ın sozudur.

Ve ayetlerinin sonundaki Esma-ul Husna’nın latif zikrinin şehadetiyle bu Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Kur’an Ayetlerinin, KÂinattaki Fiil Ve Eserleri,İman Hakikatlerine Delil Yapması Harikadır.

Kur’an ayetleri, kÂinattan ve icindeki fiil ve eserlerden bahseder ve bu bahisleri bazen Allah’ın birliği, oldukten sonra dirilme, meleklerin varlığı gibi Kur’an’ın temel maksatlarına delil yapar.

Mesela, Rum suresi 50. ayette şoyle buyrulmuş:

“Allah’ın rahmet eserlerine bak. Yeryuzunu, olumunun ardından nasıl diriltiyor. Şuphesiz O, oluleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye gucu yetendir.”

İşte bu ayetle, ilk once yeryuzunde, bilhassa bahar mevsiminde yaratılan canlılara dikkat cekiliyor. Tohumlardan, cekirdeklerden, yumurta ve su damlacıklarından, ne kadar cok canlının, noksansız, hatasız, birbirine karıştırılmadan, mukemmel bir şekilde icat edildiği goze gosteriliyor.

Ve daha sonra, bu fiil ve eserler, oldukten sonra dirilmeye delil yapılıyor. Yani deniliyor ki:

“Yeryuzunu boyle ihya edip, kışın olen mahlûkları, yazın aynen iade eden Allah’a, sizin oldukten sonra diriltilmeniz mi zor gelecek? Hayır, asla zor gelmez. Cunku O, her şeye gucu yetendir.”

Ve yine NÂziat suresinde şoyle buyrulmuş:

“Yaratma bakımından acaba sizce, yeniden sizi diriltmek mi daha zor, yoksa ucsuz bucaksız gokyuzunu yaratmak mı daha zor?

HÂlbuki Allah gokyuzunu bina etti. Onu direksiz yukseltti ve onu kusursuz işleyen bir sisteme bağladı. Gecesini kararttı, gunduzunu ağarttı. Ondan sonra yerkureyi deve yumurtası şeklinde icat etti.

Hayvanlarınız ve kendiniz icin bir faydalanma ve beslenmek uzere yerden sular cıkardı, orada otlaklar yarattı ve dağları sağlam bir şekilde caktı.” (Naziat: 27-33)

İşte Allah, bu ayette de, oldukten sonra dirilmeyi ispat etmek icin, ilk once semanın ve yeryuzunun ve icindekilerinin icadından bahsetti.

Dunyadaki eserlerini ve fiillerini, adeta gozumuze soktu. Bu eser ve fiillerle nihayetsiz kudretini ve sonsuz kuvvetini ispat etti. Ve daha sonra “boyle kuvvetli bir zata ne ağır gelebilir” diyerek oldukten sonra dirilmeye geniş bir kapı actı.

Şimdi, Kur’an’ın, Allah’ın eserlerinden ve fiillerinden bahseden ve bu bahsi, iman hakikatlerine delil yapan diğer ayetlerini, bu iki misale kıyas edelim!

Acaba hic mumkun mudur ki, bu ifadeler ummî olan, hayatında bir harf bile yazmamış, bir kelime bile okumamış bir beşere ait olsun. Hayır asla!

Bu uslup Allah’tan başka kimseye ait olamaz ve Allah’tan başka kimse bu kelama sahip cıkamaz.

Kur’an’ın İlahi Sanattan Bahseden Ayetlerinin Hatimesi Harikadır.

Kur’an, beşerin nazarına, ilahi sanatın dokumalarını acar, gosterir. Sonra ayetin hatimesinde ve sonunda, o sanat eserlerini, ilahi isimlerin icine sarar ya da akla havale eder.

Mesela: Yunus suresi 31. ve 32. ayetlerde şoyle buyrulmuş:

“De ki, gokten ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?

Ya da o kulak ve gozlerin sahibi kimdir?

Oluden diriyi, diriden oluyu kim cıkartıyor?

Her turlu işi idare eden kim?

Onlar “Allah” diyecekler.

De ki: o halde, hala korkup sakınmayacak mısınız? İşte sizin gercek Rabbiniz olan Allah O’dur.”

İşte Kur’an bu ayet ile başta der: Sema ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi hazırlayıp, oradan yağmuru, buradan hububatı cıkaran kimdir? Allah’tan başka koca sema ve zemini iki itaatkÂr hazinedar hukmune kimse getirebilir mi? Oyle ise şukur ona munhasırdır.

İkinci fıkrada der ki: “Sizin azalarınız icinde en kıymettar olan goz ve kulaklarınızın maliki kimdir? Hangi tezgÂh ve dukkÂndan aldınız? Bu latif, kıymettar goz ve kulağı verecek, ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip, terbiye eden de Odur ki, bunları vermiştir. Oyle ise, yalnız Rab O’dur. Mabud da O olabilir.”

Ucuncu fıkrada der ki: “Olmuş yeri ihya edip, yuz binler olmuş taifelere hayat veren kimdir? Haktan başka ve butun kÂinatın yaratıcısından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar, O hayat verir. Madem Allah Hak’tır. Oyleyse kimsenin hukukunu zayi etmeyecektir. Sizi buyuk bir mahkemeye gonderecektir. Yeryuzunu dirilttiği gibi, sizi de diriltecektir”

Dorduncu fıkrada der: “Bu buyuk kÂinatı bir saray gibi, bir şehir gibi intizamla idare edip tedbirini goren, Allah’tan başka kim olabilir? Koca kÂinatı, butun yıldızlarıyla gayet kolay idare eden kudret, o derece kusursuz, nihayetsizdir ki, hicbir ortak ve yardıma ihtiyacı olmaz. Ve bu koca kÂinatı idare eden zat, kucuk mahlûkları başkasına bırakmaz. Demek; ister istemez “Allah” diyeceksiniz.”

İşte, birinci ve dorduncu fıkra “Allah” der.

İkinci fıkra “Rab” der.

Ucuncu fıkra ise “el-Hak” der.

Ve ayetin sonu فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ diyerek biter.

Bu ifade ne kadar mucizene duşmuştur, biraz aklı olan anlar. Ve bu ifadenin Allahtan başka sahibi olamayacağına iman eder.

Kur’an’ın, Allah’ın Fiillerini İzah İle Kanaat Verip Sonra Oz Bir Cumle İle Hıfzettirmesi Harikadır.

Kur’an, Cenab-ı Hak’kın fiillerini ayrıntılı bir şekilde izah eder. Sonra bir netice ile o uzun bahsi toparlar, ozet yapar. Geniş izahıyla kanaat verir, ozetiyle hıfzettirir. Bu bahsin de cok misalleri var. Biz, bir tanesiyle yetineceğiz;

Mesela: Al-i İmran suresi 26. ve 27. ayette şoyle buyrulmuş:

“De ki: Ey mulkun gercek sahibi olan Allah’ım! Sen mulku dilediğini verirsin ve mulku dilediğinden alırsın. Dilediğini aziz eder, dilediğini alcaltırsın. Her turlu iyilik senin elindedir.

Muhakkak ki sen, gucu her şeye yetensin. Geceyi gunduze sokarsın, gunduzu geceye katarsın, oluden diriyi cıkartır, diriden de oluyu cıkartırsın. Ve dilediğine hesapsız rızık verirsin”

İşte bu ayetin her bir cumlesi, ayetin sonu olan “dilediğine hesapsız rızık verirsin” ifadesini ispat edecek şekildedir. Ve ayetin tamamı bu cumlede hulasa edilmiş ve ozetlenmiştir.

Şoyle ki: “Ey mulkun gercek sahibi olan Allah’ım! Sen mulku dilediğini verirsin ve mulku dilediğinden alırsın. Dilediğini aziz eder, dilediğini alcaltırsın. Her turlu iyilik senin elindedir.” ayetiyle; Cenab-ı Hakk’ın, insanın toplum hayatındaki tasarrufu gosterilmiş.

Ve denilmiş ki; “İzzet ve zillet, fakirlik ve zenginlik doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın dilemesine ve iradesine bağlıdır. Aziz yapan da O’dur, zelil yapan da. Mulku veren de O’dur, mulku alan da. Demek butun tabakaların en dağınık işlerine kadar her şey Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir, tesaduf karışamaz.”

Ve şu hukmu, zikir edilen ayetle verdikten sonra, insanın hayatında en muhim iş onun rızkıdır. Bu sebepten devamındaki ayet olan “Muhakkak ki sen, gucu her şeye yetensin. Geceyi gunduze sokarsın, gunduzu geceye katarsın, oluden diriyi cıkartır, diriden de oluyu cıkartırsın” ifadeleriyle insanın rızkının, doğrudan doğruya, Allah’ın rahmet hazinesinden cıktığını ve rızkın bu hazineden gonderildiğini bir iki giriş ile ispat eder.

Der ki: “Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi de, bahara bakar. Bahar ise guneş ile ayı emrine itaat ettiren, gece ve gunduzu ceviren zatın elindedir. Oyle ise, bir elmayı bir adama hakiki rızık olarak vermek, butun yeryuzunu butun meyvelerle dolduran zatın işi olabilir.”

Ve bundan sonra ayet şoyle biter: “Ve dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” İşte bu ayet ile onceki fiilleri ozet yapar ve ispat eder. Yani “Hesapsız rızık veren odur ki, bu fiilleri yapar” der.

Gorulduğu gibi ayetlerde uzunca izah edilen Allah’ın fiilleri, nasıl bir cumlede ispat ve hulasa ediliyor. Adeta o cumle, kendinden onceki butun ayetlerin manasını kendinde saklayan ve onların manalarını ispat eden bir cekirdek oluyor.

Boyle noksansız ve guzel sozler, Allah’tan başka kimin sozu olabilir? Ve nasıl bu kelama hÂşÃ‚ “bir beşer sozu” denilebilir.

Kur’an’ın, Allah’ın Yarattıklarını Bir Tertip İle Zikrederek, O Tertipten İlahi İsimleri Gostermesi Harikadır.

Kur’an, kÂh olur Allah’ın yarattıklarını bir tertip ile zikreder, sonra o mahlûklar icinde bir nizam, bir denge olduğunu ve o tertibin meyveleri ve neticeleri olduğunu gostermekle, o fiillerde cilvesi bulunan ilahi isimleri gosterir. Sanki o mahlûklar, bir kelimedir. İlahi isimler onun manalarıdır.

Mesela, Muminun suresinde şoyle buyrulmuş:

“Andolsun ki, biz insanı camurun ozunden yarattık. Sonra onu bir nutfe, bir damla su olarak sağlam bir yere, ana rahmine yerleştirdik.

Sonra nutfeyi yapışkan bir kan pıhtısı olarak yarattık.

O kan pıhtısından da bir ciğnem et yarattık.

O bir ciğnem etten de kemik yaptık.

Sonra kemiklere et giydirdik.

Sonra onu başka bir yaratılış ile inşa ettik.

Yaratanların en guzeli olan Allah’ın şanı ne yucedir.” (Muminun: 12-13-14)

İşte, Kur’an, insanın yaratılışının o acayip, garip, harika, muntazam ve dengeli tavırlarını oyle guzel bir tarzda zikir edip, tertip ediyor ki, “Yaratanların en guzeli olan Allah’ın şanı ne yucedir” ifadesi kendi kendine icinde gorunuyor.

Hatta vahyin bir kÂtibi şu ayeti yazarken, daha şu cumle gelmeden evvel, şu ifadeyi kendisi soylemiş ve “acaba bana da mı vahiy gelmiş” zannında bulunmuştur. HÂlbuki ayetin evveli o kadar tertiplidir ve birbiriyle uyumludur ki, o kelam gelmeden kendini gostermiştir.

Hem mesela Araf suresi 54. ayette şoyle buyrulmuş:

“Hic şuphe yok ki, sizin Rabbiniz; gokleri ve yerleri altı gunde yaratan sonra da arş uzerine istiva eden Allah’tır.

O gunduzu, peşi sıra ile kovalayan gece ile buruyup orter. Guneş, ay ve yıldızlar emri ile ona itaatkÂr kılınmışlardır.

İyi bilin ki, yaratma ve emir de onundur. Âlemlerin rabbi olan Allah’ın şanı ne de yucedir”

İşte Kur’an bu ayette, Allah’ın kudretinin azametini ve İlahi saltanatın haşmetini oyle bir tarzda gosteriyor ki; Gokleri ve yerleri altı gunde yaratmış. Guneş, ay, yıldızlar itaatkÂr askerler gibi emirlerine hazır. Geceyi ve gunduzu, beyaz ve siyah iki hat gibi veya iki şerit gibi birbiri arkasında dondurerek, Âlemlerin rabbi olduğunu kÂinat sayfalarında yazan ve rubûbiyet arşında duran, celal sahibi bir kadiri gosterdiğinden, her ruh işitse “bÂrekallah,” (Allah ne mubarek kılmış), “mÂşaallah” (dilemiş de guzel yapmış), fetebÂrakellÂhu rabbu-l Âlemîn” (Âlemlerin rabbi olan Allah’ın şanı ne de yucedir) demeyi arzular.

Demek “TebÂrakellÂhu Rabbul Âlemîn” (Âlemlerin rabbi olan Allah’ın şanı ne de yucedir) cumlesi, onceki beyanın ozeti, cekirdeği ve meyvesi hukmune gecer.

Kur’an’ın, Değişikliğe Maruz Maddî Şeyleri Zikir Edip, Onları Sabit Hakikatler Suretine Cevirmek İcin İlahi İsimler İle Bağlaması Harikadır.

Kur’an bazen, değişikliğe maruz olan ve muhtelif tavırlara giren maddî eşyadan bahseder ve onları sabit hakikatler suretine cevirmek icin bir isim ile bağlar, ozet yapar.

Bazen de tefekkure ve ibrete teşvik etmek icin bir netice ile son verir. Kur’an’ın bu meziyeti de beşerin taklitten aciz kaldığı bir ozelliğidir.

Mesela: Bakara suresi 30, 31 ve 32. ayetlerde şoyle buyrulmuş:

“Bir vakit Rabbin meleklere; “Yeryuzunde bir halife yaratacağım” dedi.

Onlar; “bizler, hamdin ile seni tesbih ve takdis ederken, yeryuzunde fesat cıkaracak ve kan dokecek insanı mı halife kılıyorsun” dediler.

Allah da onlara; “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. Ve Allah, Âdem’e butun isimleri oğretti.

Sonra onları meleklere gostererek; “Eğer siz sozunuzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin” dedi.

Melekler; “Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz ki, senin bize oğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şuphesiz ki sen Âlimsin ve hÂkimsin” dediler.”

İşte şu ayet, evvela; Hazreti Âdem’in yeryuzune halife olmasından, meleklere olan ustunluğunden ve bu ustunluğun sebebinin “ilim” olmasından bahisle, cuz’i bir meseleyi zikreder.

Sonra, o hadisede meleklerin Hz. Âdem’e karşı ilim noktasında mağlup olma hadisesini beyan eder.

Ve sonra da bu iki hadiseyi iki isim ile ozetler. Yani melekler, ayetin sonunda Allah’a hitaben; “Ente-l Alîmu-l HÂkim” “Sen Âlimsin ve HÂkimsin” der.

Evet, “Âlimsin, her şeyi bildiğinden, Hz. Âdem’e eşyaların ismini oğrettin de bize galip oldu.

Ve HÂkimsin, bize kabiliyetimize gore veriyorsun, bizi melek yapıyorsun, ona kabiliyetine gore veriyorsun, yeryuzune halife yapıyorsun.”

İşte ayetin sonu, evvelinde zikir edilen hadiseyi ozetleyecek şekilde iki isim ile ne de guzel tamamlanmış. Elbette bu nukteler, ancak Allah’ın kelamına has nuktelerdir. Ve beşerin sozunde boyle ince nukteler bulunmaz.

Kur’an bazen de, değişikliğe maruz olan ve muhtelif tavırlara giren maddî eşyadan bahseder ve sonra tefekkure ve ibrete teşvik etmek icin akla havale eder.

Mesela, Nahl suresi 66 ve 67. ayette şoyle buyrulmuş:

“Muhakkak ki sizin icin hayvanlarda bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki, kan ve fışkı arasından gelen, icenlerin boğazından kolayca gecen bir sut iciriyoruz.

Hurma uzum gibi meyvelerden hem icecek hem de guzel gıdalar edinirsiniz.

İşte bunlar da aklını kullanan kimseler icin buyuk bir ibret vardır.

Ve rabbin bal arısına; ‘dağlardan, ağaclardan ve insanların yaptıkları cardaklardan kendine evler edin, kovanlar yap. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına git’ diye vahyetti.

Onların karınlarından, renkleri ceşitli bir şerbet bal cıkar. Onda insanlar icin bir şifa vardır.

Elbette bunda duşunen bir kavim icin buyuk bir ibret vardır.”

İşte şu ayetler, Cenab-ı Hakk’ın koyun, keci, inek, deve gibi mahlûklarını insanlara, halis, safi, leziz bir sut ceşmesi, uzum ve hurma gibi yiyecekleri insanlara latif, leziz nimet kazanları ve arı gibi kucucuk kudret mucizelerini de şifalı ve tatlı guzel bir şerbetci yaptığını gosterdikten sonra tefekkure, ibrete, başka şeyleri de bunlara kıyas etmeğe teşvik icin “Elbette bunda duşunen bir kavim icin buyuk bir ibret vardır” der, ayete son verir.

Bu oyle harika bir hatimedir ki, beşerin en dÂhi soz ustaları taklidini getirmekten aciz kalmışlardır.

Nerede kaldı ki, okuma yazma bilmeyen bir beşerden sudur etsin. Elbette boyle bir kelam ancak Allah’ın kelamı olabilir.

Kur’an’ın, KÂinattaki Fiillerden Bahsedip, Onu Genel Bir Kaide İcinde Yerleştirmesi ve Bir Birlik Ciheti İle Birleştirmesi Harikadır.

Kur’an ayetleri kÂh olur, Allah’ın Rab isminin kÂinattaki hukumlerini serer, onlardan bahseder, sonra onları bir birlik bağı ile birleştirir ya da genel bir kaide icinde yerleştirir.

Mesela: İbrahim suresi 32, 33 ve 34. ayetlerde şoyle buyrulmuş:

“O Allah ki, gokleri ve yeri yarattı ve gokten su indirdi. Boylece onunla sizlere rızık olarak ceşitli meyveler cıkardı.

Emriyle denizlerde seyretsinler diye gemileri emrinize verdi. Ve nehirleri de emrinize verdi.

Guneşi ve ayı emrinize surekli amade kıldı. Geceyi ve gunduzu de emrinize verdi.

Ve istediğiniz her şeyi size verdi.

Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz”

İşte şu ayetler, evvela Cenab-ı Hakk’ın insana karşı şu koca kÂinatı nasıl bir saray hukmunde yaratıp, semadan zemine ab-ı hayatı gonderip, insanlara rızkı yetiştirmek icin zemini ve semayı iki hizmetkÂr ettiği gibi, zeminin diğer taraflarında bulunan her bir nevi meyvelerden, her bir kişiye istifade imkÂnı vermek, hem insanlara, her ceşit gecim vesilelerini temin etmek icin gemiyi insana itaatkÂr kılmıştır.

Yani denize, ruzgÂra, ağaca oyle bir vaziyet vermiş ki, ruzgÂr bir kamcı, gemi bir at, deniz onun ayağı altında bir col gibi olur. İnsanlar gemi vasıtasıyla butun zeminle alaka kurmakla beraber, ırmakları, buyuk nehirleri, insanın nakil vasıtaları hukmunde emrine vermiştir.

Hem guneş ile ayı gezdirip, mevsimleri ve mevsimlerden Allah’ın renk renk değişen nimetlerini insana takdim etmek icin iki itaatkÂr hizmetkÂr ve o buyuk dolabı cevirmek icin iki dumenci hukmunde yaratmış.

Hem gece ve gunduzu, gecimlerine ticaret yeri hukmunde emirlerine vermiş. İşte bu ilahi nimetleri saydıktan sonra, insana verilen nimetlerin ne kadar geniş bir dairesi olduğunu gosterip, o dairede ne derece hadsiz nimetler olduğunu şu “Ve istediğiniz her şeyi size verdi.Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz” ozetiyle gosterir.

Yani kabiliyet ve ihtiyac lisanıyla insan ne istemişse, butun onlar verilmiş. Allah’ın insana olan ihsanları, nimetleri saymakla bitmez.

Evet, insanın bir nimet sofrası gokyuzu ve yeryuzu ise ve o sofradaki nimetlerden bir kısmı guneş, ay, gece, gunduz gibi şeyler ise, elbette insana muteveccih olan nimetler had ve hesaba gelmez.

Kur’an’ın, Eşyanın İcadında, Zahiri Sebeplerin Etkisi Olmadığını Gosteren İfadeleri Harikadır.

Bazen Kur’an ayetleri, gorunen sebebin icada kabiliyeti olmadığını ispat etmek icin, neticenin gayelerini, meyvelerini ve faydalarını gosterir. Ta anlaşılsın ki, sebep yalnız, zahiri bir perdedir. Cunku hikmetle gayeleri irade etmek, gayet Âlim, hÂkim birinin işi olabilir. Sebepler ise, şuursuz, cansız şeylerdir.

Sebepten neticenin icat edilmesinde o kadar uzaklık vardır ki, en buyuk sebebin eli, en kucuk bir neticenin icadına yetişmez. Guneş o buyukluğu ile birlikte, bir sineğe kanat takamaz.

Mesela: Abese suresi 24 ve 32. ayetler arasında Allah şoyle buyurmuş: “İnsan, yiyeceğine bir baksın.

Biz suyu akıttıkca akıttık.

Sonra toprağı yardıkca yardık.

Size ve hayvanlarınıza rızık olsun diye ondan, taneler; uzumler ve yoncalar; zeytinler ve hurmalar; bol ağaclı bahceler, meyveler ve otlar bitirdik.”

İşte şu ayet, Allah’ın kudret mucizelerini, hikmetli bir tertip ile zikrederek, sebepleri, neticelere bağlar. Ve en sonunda, “size ve hayvanlarınıza bir rızık olsun diye” cumlesiyle tamamlanarak bir gayeyi gosterir ki, o gaye, o sebep ve neticelerin icinde, o gayeyi goren ve takip eden gizli bir idarecinin bulunduğunu ve sebepler; sadece onun perdesi olduğunu ispat eder.

Ve manen der ki: “Size ve hayvanlarınıza rızık yetiştirmek icin su semadan geliyor. HÂlbuki o suda, size ve hayvanlarınıza acıyıp, şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti yoktur. Demek, su gelmiyor, gonderiliyor.

Hem toprak, bitkileriyle acılıp, rızkınız oradan geliyor. Hissiz, şuursuz toprak sizin rızkınızı duşunup şefkat etmek kabiliyeti olmadığından toprak kendi kendine acılmıyor, birisi o kapıyı acıyor, nimetleri ellerinize veriyor.

Hem otlar, ağaclar, sizin rızkınızı duşunup, merhÂmet edip, size meyveleri, hububatı yetiştirmekten pek cok uzak olduğundan, ayet gosteriyor ki; Onlar, Hakîm bir Rabbin, perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki, nimetlerini onlara takmış, hayat sahiplerine uzatıyor.

İşte Kur’an’ın, zahiri sebeplerin icada kabiliyetleri olmadığını ispat etmek icin, gayeleri neticeleri ve meyveleri ayetin sonunda gostermesi boyle harikadır.

Şimdi Kur’an’ın, eşyanın icadında, sebeplerin etkisi olmadığını gosteren diğer ayetlerini bu ayete kıyas edelim. Acaba hic mumkun mudur ki, bu ifadeler Allah’tan başkasına ait olsun? Ve Allah’tan başkası o silsileler icinde, gayeleri ve neticeleri gostererek sebepleri faillikten azledebilsin?”

Hayır olamaz. Bu ifadeler, sebepleri ve neticeleri birlikte yaratan Allah’tan başkasına ait olamaz.

Kur’an’ın, Âhireti Veya İstikbalde Olacak Hadiseleri Kalbe Kabul Ettirmek İcin, Dunya’daki Acayip Fiilleri Zikir İle Delil Yapması Harikadır.

Kur’an ayetleri, Cenab-ı Hakk’ın ahiretteki, harika fiillerini kabul ettirmek icin, hazırlık mahiyetinde ve zihni tasdike hazırlamak icin bir giriş hukmunde, dunyadaki fiilleri zikreder. Veyahut istikbali ve ahiret hadiselerini oyle bir surette zikreder ki, gozumuzle gorduğumuz hadiseler, o haberlerin doğruluğuna kanaat verir.

Mesela: Yasin suresi 77 ve 83. ayetler arasında şoyle buyrulur:

“İnsan gormuyor mu ki, biz onu nutfeden; bir damla sudan yarattık.

Bir de bakıyorsun ki, o apacık bir duşman olmuş. Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal vermeye kalkışıyor ve ‘şu curumuş, un olmuş kemikleri kim diriltecek’ diyor.

De ki: “Onları ilk defa kim yaratmış ise o diriltecek’ Cunku o her turlu yaratmayı gayet iyi bilir.

Yeşil ağactan sizin icin ateş cıkaran odur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz.

Semavat ve arzı yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?

Evet! Onların benzerlerini yaratmaya her zaman hakkıyla kadirdir. O her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.

O, bir şeyi yaratmak istediğinde, sadece “ol” der. O şey derhal oluverir.

Her şeyin mulku kendi elinde olan Allah Subhandır. Siz elbette ona gonderileceksiniz.”

İşte şu ayetlerde, oldukten sonra dirilme, yedi sekiz değişik tarz ve surette ispat ediliyor. Evvela, ilk yaratılışı akla gosterir ki, ‘bir damla sudan, kan pıhtısına, kan pıhtısından, bir ciğnem ete, bir ciğnem etten, insanın icadına kadar olan yaratılışınızı goruyorsunuz. Nasıl olur da, oldukten sonra ki yaratılışı inkÂr ediyorsunuz?’ der.

Hem, Cenab-ı Hakk’ın insana karşı yaptığı buyuk ihsanlara, “Yeşil ağactan sizin icin ateş cıkaran odur.” ayetiyle işaret edip, şoyle der: “Size boyle nimet veren zat, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak uzere yatasınız.”

Hem gizli bir işaret ile der ki: “Olmuş ağacların dirilip yeşillenmesini goruyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip, oldukten sonraki dirilmeyi akıldan uzak mı goruyorsunuz?”

Hem, “Semavat ve arzı yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kÂdir değil midir? Evet! Onların benzerlerini yaratmaya her zaman hakkıyla kÂdirdir.” ayetiyle der ki:

“Semavat ve yeryuzunu yaratan, Semavat ve yeryuzunun meyvesi olan insanın hayat ve olumunden aciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Butun ağacın neticesini terk etmekle, butun parcaları hikmetle yoğrulmuş yaratılış ağacını abes ve beyhude yapar mı zannediyorsun?”

Hem “O, bir şeyi yaratmak istediğinde, sadece ‘ol’ der. O şey derhal oluverir.” ayetiyle der ki: “Oldukten sonra sizi diriltecek Zat oyle bir zattır ki, butun kÂinat ona itaatkÂr bir asker hukmundedir. O ‘Ol’ dediği zaman, her şey ona itaat eder.”

Bir baharı yaratmak, bir cicek kadar ona kolay gelir. Butun hayvanları icat etmek, bir sineği icat etmek kadar kudretine rahat gelir. Boyle bir zata karşı “kemikleri kim diriltecek” deyip, kudretine karşı, acizlik isnad ederek meydan okunmaz.

Ve “Her şeyin mulku kendi elinde olan Allah Subhandır” tabiriyle; Her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, gece ve gunduzu, kış ve yazı bir kitap sahifeleri gibi kolayca cevirir, dunya ve ahireti iki oda gibi bunu kapar, onu acar bir Kadir-i Zulcelaldir.

Madem boyledir, butun delillerin neticesi olarak وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yani Kabirden sizi diriltip, haşre getirip, huzurunda hesabınızı gorecektir.

İşte şu ayetler, oldukten sonra dirilmenin kabulune zihni hazırladı. Kalbi ikna etti. Cunku benzerini, dunyadaki fiiller ile gosterdi.

Elbette bu ifadeler, okuma yazma bilmeyen, ummî bir zata ait olamaz. Ancak ve ancak Allah’ın sozu olabilir.

Kur’an’ın, Cuz’i Maksatları Zikrederek, Zihinleri Kapsamlı Kurallara Sevk Etmek İcin, O Cuz’i Maksadı, Esma-ul Husna İcinde Yerleştirmesi Harikadır.

Kur’an-ı Kerim, kÂh olur, cuz’i yani kucucuk bazı maksatları zikreder. Sonra o kucucuk maksatlar vasıtasıyla, kapsamlı makamlara zihni sevk etmek icin, o cuz’i maksadı, kapsamlı bir kaide hukmundeki Esma-ul Husna icinde yerleştirerek ispat eder.

Mesela: Mucadele suresi 1. ayette şoyle buyrulmuş:

“Muhakkak ki Allah, kocası hakkında tartışan ve Allaha şikÂyette bulunan kadının sozunu işitti. Allah aranızda gecen konuşmalarınızı işitiyordu.

Hic şuphesiz Allah, her şeyi işiten ve her şeyi hakkıyla gorendir”

İşte bu ayetiyle Kur’an der: “Cenab-ı Hak, her şeyi işitir. Hatta en kucuk bir macera olan ve eşinden şikÂyet eden bir kadının sana karşı mucadelesini Hak ismiyle işitir. Hem, rahmetin en latif cilvesine mahzar olan ve şefkatin en fedakÂr bir hakikatine maden olan bir kadının, haklı olarak eşinden davasını ve Cenab-ı Hakk’a şikÂyetini, buyuk işler suretinde Rahim ismiyle ehemmiyetle işitir ve hak ismiyle ciddiyetle bakar.”

İşte Kur’an, kadının kocasından şikÂyet etmesi gibi cuz’i bir hadiseyi, umumileştirmek icin, ayetin sonunda der;

إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ

“Muhakkak ki Allah, işiten ve gorendir.”

Yani, bir kadının kocasından haklı şikÂyeti gibi, mahlûkatın en kucuk hadiselerini işiten, goren bir zat, elbette her şeyi işitir ve her şeyi gorur olmak lazım gelir.

Ve kÂinata Rab olanın, kÂinat icindeki mazlum, kucuk mahlûklarının dertlerini gormesi ve feryatlarını işitmesi gerekir. Dertlerini goremeyen, feryatlarını işitemeyen, Rab olamaz.

Kur’an’ın, İnsanın İsyankÂrane Amellerini Zikredip, Şiddetli Bir Tehdit İle Sakındırması ve Daha Sonra Umitsizliğe Duşmemeleri İcin Rahmet İfade Eden Bir İsim İle Ayeti Tamamlaması Harikadır.

Kur’an ayetleri bazen, insanın isyankÂrane amellerini zikreder, sonra şiddetli bir tehdit ile o gunahtan men eder. Ve sonra o şiddetli tehdit, kulu umitsizliğe duşurmesin diye, Allah’ın rahmetine işaret eden bir ismi ile teselli verir.

Mesela Zumer suresi 47 -51.ayetlerde şoyle buyrulmuş:

“Eğer yerde ne varsa hepsi zalimlerin olsaydı ve bununla birlikte bir dunya daha onların olsaydı, onlar bu iki dunyayı azaptan kurtulmak icin fidye verirlerdi.

HÂlbuki o gun onlar icin, Allah tarafından, hic hesaba katmadıkları şeyler ortaya cıkarılmıştır. Onların dunyada işledikleri kotulukler o gun acığa cıkmış, alaya aldıkları şey, kendilerini kuşatmıştır.

Bunun icin işledikleri kotulukler, onları musibete uğrattı. Bunlardan zulmedenler, işledikleri kotuluklerin karşılığı elbette gorecektir. Bu hususta Allah’ı aciz bırakacak ta değildirler.”

İşte bu ayetlerde Allah, zalimlerin akıbetlerini bildirmekle, zulumden sakındırıyor ve kulları umitsizliğe duşmesin diye bakın ayetleri nasıl tamamlıyor:

“De ki, ey nefislerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden umitlerinizi kesmeyin. Cunku Allah butun gunahları bağışlar. Şuphesiz ki O, cok bağışlayan ve cok esirgeyendir.” (Zumer: 53)

Bu bahse başka bir misal: Zumer suresi ayet 67, 68 ve 69: “Yine onlar ki, Allah ile beraber hicbir ilaha ibadet etmezler. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan gunahının cezasını gorur.

Kıyamet gunu azabı kat kat olur ve orada alcaltılmış olarak temelli kalır”

İşte bu ayetler ile Allah mezkûr gunahları işleyenleri cehennem ile tehdit eder. Ve umitler yok olmasın diye ayeti şoyle tamamlar:

“Ancak tovbe ve iman edip, salih amel işleyenler mustesna: Allah onların kotuluklerini iyiliklere cevirir. Allah cok bağışlayıcıdır. Engin merhamet sahibidir.

Kim tovbe edip, salih amel işlerse, O, tovbesi kabul edilmiş olarak Allah’a doner.”

İşte Kur’an’ın, insanın isyankÂrane amellerini zikredip, şiddetli bir tehdit ile sakındırması ve daha sonra umitsizliğe duşmemeleri icin rahmet ifade eden bir isim ile ayeti tamamlaması harikadır. Bu sayede kul, umit ile korku arasında bir makamda durur. Korkusu onu gunah işlemekten korur. Umidi ise Allaha yaklaştırır. Allah hakkında husn-u zan besletir.

Elbette bu ifadeler, ancak Kur’an’ın Allah’ın kelamı olmasıyla izah edilebilir. Bir beşerin hele okuma yazma bilmeyen ummî bir zatın, kaleminden ve dilinden bu ifadeler dokulemez.

İşte Kur’an’ın mucize oluşuna dair beyan ettiğimiz şu 10 işaret ile anladık ki, ayetlerin sonundaki ifadelerde cok mucizelik par&#305