Rabbimiz kullarını ceşitli vesilelerle affetmek ister ve bundan da hoşlanır. Bu sebeple bazı kullarına, ahirette şefaat etme izni verecektir. Boylece hem affetmek istediği kulları icin bir bahane yaratmış, hem de sevdiği kullarının değerine dikkat cekmiş olacaktır.
Şefaat, ahirette peygamberlerin ve şefaat yetkisi verilen diğer kimselerin, gunahkÂr bir muminin affedilmesi, gunahı olmayanın daha yuksek derecelere ulaşması icin Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri, aracı olmaları demektir. Şefaat insanın tabiatında vardır. Dunya işlerinde daima bir vesile edinmeye calışırız. Başımız sıkışınca guvendiğimiz birinden destek ve yardım isteriz. İnsanın bir desteğe, bir vesileye en fazla muhtac olacağı gun hic şuphesiz kıyamet gunudur, mahşer meydanıdır. Orada bunalacak, terleyecek, korkudan titreyecek, eşinden dostundan yardım isteyecek, uzanacak bir el arayacaktır.
Kur’an ve Sunnet’ten oğrendiğimize gore, dunya hayatında olduğu gibi ahirette de destekci ve şefaatciler olacaktır. Ayet-i kerimede; “O gun, Rahman’ın şefaat izni verip sozunden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (TÂhÂ, 109) buyrulmak suretiyle CenÂb-ı Hakk’ın izin verdiklerinin ahirette şefaat hakkı olduğuna işaret edilmiştir.
Yeni itirazlar
Gunumuzde, bazı kimseler şeffaatin dinde yerinin olmadığına dair sozler soyluyor, şefaati reddediyorlar. Hatta şefaate inanmanın şirk olduğuna dair iddialarda bulunuyorlar. Oysa şimdiye kadar hicbir akıl sahibi, istemenin “tapmak” manasına geldiğini, istenilenin de “tapılan” olarak gorulduğunu iddia etmemiştir, edemez de.
Buradaki isteme, gunahkÂr ve caresiz bir kimsenin Allah katında değeri ve bir makamı olan birinden aracı olmasını istemesidir. Şefaat sahiplerinin şefaatleri Allah’ın iznine bağlıdır. Dolayısıyla şefaat vesilesi kimseler asla Allah’ın kudretine eşdeğer bir guc olarak gorulmez. Cunku hepsi Allah TealÂ’nın irade ve kudretiyledir.
Kur’an-ı Kerim ve hadisler genel manada kişiyi başkası lehine iyilik ve yardım yapmaya, başkası icin dua ve istiğfar etmeye, başkasının elinden tutmaya, kendisi muhtac iken başkasını kendine tercih etmeye acık bir şekilde teşvik etmektedir. Şefaat de, kişinin başkası lehine dua ve istiğfar etmesinden başka bir şey değildir. Yuce kitabımız Kur’an’da bu durum teşvik edilmekte ve ovulmektedir:
“O halde onları affet, onlar icin istiğfarda bulun.” (Âl-i İmran, 159)
“(Sana gelen kadınların biatlerini kabul et ve) onlar icin Allah’tan bağışlama dile. Şuphesiz Allah cok bağışlayandır, cok merhamet edendir.” (Mumtehine, 12)
“Hem kendi gunahın, hem mumin erkekler ve mumin kadınlar icin mağfiret dile.” (Muhammed, 19)
Şefaat haktır, gercektir
Şefaatin hak oluşu ayet, hadis ve icma ile sabittir. Dolayısıyla inkÂrı insanı iman dairesinden cıkarır. Şefaatin hak olduğuna inanan kimseler de Allah’ın izniyle buna nail olacaklardır. Nitekim Rasulullah s.a.v. efendimiz şoyle buyurmuştur: “Kıyamet gunundeki şefaatim haktır. Ona inanmayan kimse şefaati hak etmiş olmaz.” (Suyûtî, CÂmiu’s-Sağîr, 4896)
Rabbimiz kullarını ceşitli vesilelerle affetmek ister, bundan hoşlanır. Bu sebeple bazı kullarına ahirette şefaat etme izni verecektir. Boylece hem affetmek istediği kulları icin bir bahane yaratmış, hem de sevdiği kullarının değerine dikkat cekmiş olacaktır.
Ayet ve hadislerde peygamberlerin, velilerin, alimlerin, şehitlerin ve salih muminlerin, derecelerine gore Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği seviyede şefaat hakkına sahip olacakları ifade buyrulmuştur. Butun şefaatler ancak Cenab-ı Hakk’ın izni ve koyduğu olcu nispetinde olacaktır. Şu ayet bize bunu anlatmaktadır:
“O’nun izni olmadıktan sonra hicbir şefaatci şefaat edemez.” (Yunus, 3)
Şefaat torpil yapma değil, sadece Allah’ın iradesini insanlara ulaştırmak, yardım ve dostluk elini uzatmaktır. Şefaat Allah TealÂ’nın işine karışmak da değildir. Dolayısıyla izin ve yetki verilen bir kimseden şefaat istemek Allah’a şirk koşmak değildir. Cunku o Allah TealÂ’nın sevdiklerine bahşettiği bir şeref ve yetkidir. Şefaat, sevenlerin sevdikleri icin aracı olup naz makamında niyaz etmeleri, dostları adına yardım ve merhamet dilemeleridir.
Efendimiz’in şefaati
Ahiret gununde Allah Rasulu s.a.v. butun insanlığı icine alan şefaatiyle ortaya cıkacaktır. Cunku O, hicbir kimseye nasip olmayan “şefaat-i uzm” ile mujdelenmiştir. Şefaat-i uzm “en buyuk şefaat” demektir.
Peygamberler icinde ilk defa şefaat edecek ve şefaati kabul olunacak peygamber yine Efendimiz s.a.v.’dir. O’nun bu ilk şefaati mahşer halkının hesaba cekilmesiyle gercekleşecek ve butun insanlığı mahşerin sıkıntısından kurtulması şeklinde olacaktır. Bu durum belki Hz. Peygamber s.a.v.’in Allah katındaki değerini butun insanlığa gostermek icindir. Butun peygamberler mahşerin sıkıntısı ve cehennemin mahşer halkına hucumu karşısında “Allahım selÂmet ver...” (Buharî

Rasulullah s.a.v., diğer peygamberlere verilmeyen beş şeyden birinin de, kendisine verilen genel şefaat yetkisi olduğunu beyan etmiştir. Hadis-i şerifte şoyle buyurulmuştur: “Allah bana benden once hic kimseye vermediği beş ozellik vermiştir. Onlardan biri de şefaattir. Şirk uzere olmeyen (imanla olen) herkese şefaat edeceğim.” (İbn MÂce)
Sahih rivayetlere gore, mahşerin dehşet ve şiddetinden herkes, hatta peygamberler bile, “nefsim, nefsim” diyecekleri bir zamanda, Rahmet Peygamberi s.a.v. efendimiz “ummetim, ummetim” diyerek ummetine sahip cıkacak ve onları koruyacaktır. O, bir hadisinde şoyle buyurmuştur:
“Her peygamberin Allah katında makbul bir duası vardır. Butun peygamberler o duayı yapmada acele davrandılar. Ben ise bu duamı kıyamet gununde ummetime şefaat icin sakladım. Ummetimden şirk koşmadan olenler icin şefaat edeceğim.” (Buharî

Hz. Peygamber s.a.v.’in en buyuk şefaati ummetine olacaktır. Bu da muminlerin durumuna gore farklı şekillerde gercekleşecektir. Gunahları az olanlar bu şefaat sayesinde azaptan tamamen kurtulacaklar, bazılarının gunahlarının yarısı ya da daha azı veya daha fazlası silinecektir. Hatta buyuk gunah işleyenler dahi eğer Allah’a şirk koşmadan olmuşlerse bundan nasibini alacaklardır. Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: “Benim şefaatim, ummetimden buyuk gunah işleyenleredir.” (Ebu Davud)
Diğer şefaatciler
Allah Rasulu s.a.v.’in muminlere başka kimlerin şefaatci olacağına dair beyanları vardır. Bunlar Kur’an-ı Kerim, hafızlar, melekler, şehitler, alimler, veliler, salih ameller ve cocuklardır. Kısaca bunlara değinelim.
Kur’an-ı Kerim: Kuran’ın şefaatiyle alakalı birkac hadis-i şerif mevcuttur. Bunlardan biri şoyledir:
“Kur’an-ı Kerim’i okuyun. Cunku Kur’an, onu okuyanlara kıyamet gunu şefaatci olarak gelecektir.” (Muslim)
Hafızlar: Hz. Peygamber s.a.v., Kur’an’ı ezberleyen ve onunla amel eden hafızlara da ayrı bir değer vermiş, onların Allah’ın seckin kulları olduklarını bildirmiştir. (İbn MÂce) Altı buyuk hadis kaynağından Tirmizî’de kayıtlı bir hadis-i şerif şoyledir:
“Kim Kur’an’ı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse, Allah o kimseyi cennete koyar. Ayrıca ailesinden cehennemlik olmuş on kişiye şefaatci kılınır.”
Melekler: Melekler de, ahirette Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edeceklerdir. Onlar şefaat icin emir almadıkca şefaatte bulunmazlar ve sadece muminlere şefaat ederler. Nitekim Allah TealÂ; “Goklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.” (Necm, 26) buyurmaktadır.
Şehitler: Hadis-i şeriflerden anlaşıldığına gore şehitlere de şefaat yetkisi verilecektir. Hz. Peygamber s.a.v., şoyle buyurmuştur: “Kıyamet gunu uc grup şefaat edecektir: Peygamberler, alimler ve şehitler.” (İbn MÂce)
Bir diğer hadis de şoyledir: “Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder.” (Ebu Davud)
Muminler: Allah Rasulu s.a.v.’in şefaat yetkisinin bir kısmını ummetinden veliler ve alimlere devredereceği ve onların da yakınlarına şefaat edebilecekleri hadisler ile sabittir. Bunlardan biri şoyledir:
“Ummetimden bazıları var ki buyuk bir cemaate, bazıları var ki bir kabileye, bazıları var ki bir gruba, bazıları da var ki tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” (Tirmizî

Yine aynı kaynakta gecen bir hadis-i şerife gore Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“Bir adamın cehennem ateşine atılması icin emir verilir. Giderken, dunyada susuzluğunu giderdiği adama rastlar, onu tanır ve; ‘Benim icin şefaat etmeyecek misin?’ der. Adam; ‘Sen de kimsin?’ diye sorar. ‘Ben sana falan gun su icirmedim mi?’ diye hatırlatır. Oburu onu tanır ve Allah nezdinde lehinde şefaatte bulunur. Adam da boylece geri cevrilir ve cennete gider.”
Ameller: Yapılan guzel bir amelin şefaat edeceğine dair Efendimiz s.a.v şoyle buyururlar:
“Kur’an ve oruc, kıyamet gununde kullara şefaatci olur. Oruc der ki: ‘Ey Rabbim! Ben onu gunduzleri yemeden icmeden ve şehvetten alıkoydum. Bana şefaat hakkı ver.’ Kur’an der ki: ‘Ey Rabbim! Ben onu geceleri uyumaktan alıkoydum, bana şefaat hakkı ver.’ Boylece ikisi de şefaat eder.” (Ahmed ibn Hanbel, Heysemî

Cocuklar: Allah Rasulu s.a.v. kucuk yaşta olen cocukların anne ve babalarına şefaatci olacaklarını bircok hadiste mujdelemiştir. Bu meyanda bir hadis-i şerif şoyledir:
“Kucuk yaşta olen cocuğa, cennete gir, denir. Fakat o cennetin kapısında durur, huzursuz bir şekilde beklemeye başlar ve der ki; ‘Annemle babam yanımda olmadıkca girmem!’ O zaman meleklere: ‘Anne babasını da onunla birlikte cennete koyun.’ denir.” (Muslim, İbn MÂce)
Diğer bir hadis-i şerifte de: “Henuz ergenlik cağına ulaşmamış uc cocuğu olen her muslumanı, Allah cocuklara olan rahmet ve şefkati sebebiyle cennete koyar.” (Buharî, Muslim) buyurulur.
Kimden şefaat istiyoruz?
Peygamber veya velilerden şefaat dileyen kişi, aslında Allah’tan diliyor demektir. “Şefaat ya Rasulallah!” diyen bir kimse, şunu demek istiyor: “Ya Rabbi, sevdiğin ve razı olduğun habibin hurmetine beni bağışla!”
Şu halde gercek ve mutlak şefaatci Cenab-ı Hak’tır. Bu hususla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şoyle buyurulur: “De ki: Butun şefaat sadece Allah’ındır.” (Zumer, 44)
Şayet Allah’tan başka birisi şefaat edecekse bu, Allah’ın izni ve yetki vermesi ile mumkun olacaktır. Ayrıca butun şefaatciler Hak TealÂ’nın koyduğu sınır dahilinde şefaat edeceklerdir. Cunku şefaatin ve şefaatcinin bir sınırı vardır. Allah’ın her icraatında adalet vardır, denge vardır. O’nun vereceği şefaat yetkisinde de adalet ve denge soz konusudur. Bu sebeple Allah hic kimseye sınırsız şefaat yetkisini vermemiştir. Fakat imanını muhafaza ederek olen herkes derece derece şefaate kavuşacaktır. KÂfir ve munafıklar icin ise şefaat soz konusu değildir.
Kısaca şefaat herkese ve sınırsız bir olcude değildir. Kim, kime şefaat ederse, muhakkak kabul gorur diye bir şart da yoktur. Butun işlerde olduğu gibi, bunda da Allah’ın dilemesi esastır.
Alimlerimiz Ne Diyor?
Şefaat aklen caiz, Kur’an, Sunnet ve butun Ehl-i Sunnet ve’l-Cemaat ittifakı ile sabittir. Sadece Mutezile ve Haricîler inkÂr etmişlerdir. Hatta Mutezile bile şefaatin bir kısmını kabul etmiştir.
Butun İslÂm alimleri bu hususu ele almış ve cevazını ispatlamışlardır. İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a. de “Fıkhu’l-Ekber” adlı eserinde bu konu hakkında şunları soylemiştir:
“Peygamberlerin ozellikle de Efendimiz s.a.v.’in gunahkÂr muminlere şefaat etmeleri hak olup Kitap ve Sunnet’le sabittir.”
Buyuk İslÂm alimi İmam Subkî rh.a. “ŞifÂu’s-SikÂm fî ZiyÂreti Hayri’l-EnÂm” adlı eserinde şefaat, tevessul, istiğase, kabir ziyareti gibi konuları genişce ele almış, bu hususta şoyle demiştir:
“Hz. Peygamber s.a.v. ve velilerle şefaat, tevessul ve istiğase dinen caiz olup guzeldir. İlk gunden İbn Teymiyye gelinceye kadar bu konuyu hicbir alim, hicbir veli, hicbir musluman reddetmemiştir.”
Meşhur alimlerimizden TeftazÂnî rh.a. “Akaidu’n-Nesefî” adlı esere yapmış olduğu şerhte şoyle demiştir:
“Şefaat Kur’an, Sunnet ve icmÂ’ın kesin delilleriyle sabittir. Hatta Mutezile bile sevabın artması icin şefaatin caiz olacağını soylemiştir.”
__________________