Ali YURTGEZEN kaleme aldı,Semerkand Nisan 2011
Şeytanî cevrelerin cağırdığı cedel (tartışma) ve polemiklerden kacınmak lazım. Bunların bir meseleyi cozmekten ziyade vaktimizi zayi eylemeyi, kafa karıştırmayı hedefledikleri ihtimalini hep akılda tutmak lazım.
Yolcuyuz. Dunya denilen iki kapılı handaki misafirliğimiz unutturulmuş olsa da yolcuyuz. Ne zaman, nerede karşımıza cıkacağını bilemediğimiz ikinci kapının felaha acılma ihtimali de var, helÂke acılma ihtimali de. Akibetimiz, yolculuğumuzun farkında olmaya, dosdoğru yolda istikamet uzere, sapmadan, oyalanmadan, devamlı yurumeye bağlı.
Bunun icindir ki dunya imtihanımız bir yol ve yuruyuş tercihinden ibaret aslında. Bir tarafta Allah TealÂ’nın tarifi uzere Rasul-i Ekrem s.a.v.’in bizzat yuruyerek fiilen de tayin eylediği sırat-ı mustakim var. Asr-ı Saadet’ten beri evliyanın, asfiyanın, salihlerin, kÂmil muminlerin, Efendimiz s.a.v.’in izlerini tazeleye tazeleye bugune taşıdığı dosdoğru yol bu. Obur yanda ise şeytanın cağırdığı, dalÂlete duşuren, saptıran, insana kendini kaybettiren yollar...
Muslumanlar olarak yolun doğrusunu da eğrisini de biliyor, tercihimizi sırat-ı mustakimden yana yapıyor ve şuphesiz ki dosdoğru yolda bulunmaya gayret ediyoruz. Fakat galiba yolda olmanın yurumeyi gerektirdiğini bazen unutuyoruz. Yahut zaruret gibi gorunen bazı sebeplerin yuruyuşumuzu yavaşlatmasını, mesafe almamızı engellemesini, bizi yolumuzdan alıkoymasını cok da dert etmiyoruz. Cunku sırat-ı mustakim cizgisinde durduğumuza, şeytanın kurduğu tuzaklara duşup yoldan cıkmadığımıza, hatta butun gizleme cabalarına rağmen bu tuzakları fark ettiğimize inanıyoruz. Belli belirsiz bir gururun kalbimizde yeşerdiğini hissediyor, “Daha ne olsun!” rahatlığıyla vazifemizi yaptığımızı duşunup, coğu zaman yanılabiliyoruz.
Yanılıp yanılmadığımızı anlamanın yolu ise “daha ne olsun”u bir rahatlama ifadesi olarak kullanmak yerine, cevabı ciddiyetle aranması gereken bir sual olarak sormaktan geciyor.
Şeytana uymamak icin
Bakara suresinin 168. ayetinde beyan buyurulduğu uzere “Şeytan, insanın apacık duşmanıdır”. Bu duşmanlık saikiyle de insanları azdırmak, doğru yoldan uzaklaştırmak icin fırsat kollar. Gunahları guzel gosterip zevk duşkunluğune sevkeder, ahireti unutturur; vesvese ile kalpleri bulandırıp şupheye duşurur. Butun bunları ben sizi yanlışa, sapkınlığa cağırıyorum diye yapmaz tabii ki. Suret-i haktan gorunur; beşerî zaaflarımızı, ihtiyaclarımızı istismar eder. Doğruluğuna, faydasına, gerekliliğine inandırarak, sırat-ı mustakimin dışında bir yola, bir tutuma, bir anlayış yahut davranışa cağırır.
Bizler şeytana uymama hassasiyeti ile doğru yolda kalmaya caba gosterir, sapkınlığa yonelmeyiz coğu zaman. Ama “şeytana uymama”nın bundan ibaret olmadığını da doğrusu pek hesap edemeyiz.
İmam-ı Gazalî rh.a., “İhy”sında, riya vesvesesi ile muslumanı ibadetinden vazgecirmeye calışan şeytanın, bunda muvaffak olamayınca, onu kendisiyle cedelleşmeye, tartışmaya yonlendirdiğini anlatır. Neticede şeytanın yenilmiş, muslumanın da kalp itminanını bularak galip cıkmış gibi gorunmesi halinde bile kazananın bir bakıma şeytan olduğunu soyler. Cunku şeytan muhatabının ibadetten vazgecmeyeceğini anlamış, onun hic değilse vakit kaybetmesi icin boyle bir strateji uygulamıştır.
Aynı kaynakta Haris-i Muhasibî k.s.’den nakledilen benzer bir misal ile de bazı bid’at ehlinin, bid’atlerini kasden tartışmaya acarak muslumanın sırat-ı mustakim uzere yuruyuşunu sekteye uğratmak istediğine dikkat cekilir. Bu noktada bize tavsiye edilen, masumane bir niyetle de olsa şeytanî tuzak ve tezgÂhların hakikatini ortaya koyacağım diye oyalanmaktan sakınıp yuruyuşumuzu hızlandırmak, ibadetimizi coğaltmaktır. Yol kesenlerin sahte kacışlarına aldanıp, cezalandırmak uzere peşlerine duşmek bazen vakit kaybından da ote yoldan cıkmaya bile sebebiyet verebilir.
Yukarıda son kısmını zikrettiğimiz Bakara suresi 168. ayetinin oncesinde “Şeytanın adımlarına tabi olmayın” buyurulur. Şeytana zaten tabi olmayacağız. Ama itiraz, muhalefet yahut alt etmek maksadıyla bile olsun, şeytanın adımlarını da takip etmeyecek, işimize bakacağız demek ki.
Şeş cihet
İnsanı saptıran bir guc olarak şeytanın tuzakları coğu zaman cağın gerektirdiği bir hayat tarzı, tutarlı bir zihniyet, bilimsel bir tavır gibi cıkar karşımıza. Zira şeytan, davet ettiği sapkınlığı susleyip guzel gostermek hususunda mahirdir. Zehiri altın kadehte sunar. Şeytana uymayacağız diye bu cezbedici, dışı yaldızlı tuzaklara duşmemesi icin insanları uyarmayacak mıyız peki?
Elbette insanlar bilgilendirilmeli, ikaz edilmeli ama bu herkesin uzerine vazife değil. Alimlerimiz bu işi asırlardır yapıyor zaten. Aynı şeyleri tekrar tekrar tartışmanın, yeniden keşfetmenin, polemiklerle nefes tuketmenin, şeytanî maksatlarla kuyuya atılan her taşı cıkarmaya calışmanın manasızlığına, boylece yuruyuşumuzun, asıl vazifelerimizin aksatılmasına dikkat cekmek istiyoruz biz. Kaldı ki cehaletin, akledememenin, şeytanî duşuncelerin eseri olan bid’atleri illa soz ile izah ve ret gerekmiyor. Bunlara itibar etmemek suretiyle istikamet uzere yurumeyi surdurmek, daha tesirli bir itiraz veya reddiyedir.
Denilebilir ki bazen istemesek de kendimizi bir tartışmanın icinde bulduğumuz oluyor. Şeytanî duzenler yahut dunyanın bin turlu derdi dort yanımızı sarıyor. Boyle bir kuşatmayı yarıp cıkmak icin mucadele ediyoruz ve bu mucadele mecburiyeti yuruyuşumuzu engelleyebiliyor.
Dort taraflı kuşatılmışlığın caresizlik manasına geldiği kabulunden kaynaklanıyor bu duşunceler. Modernizmin yon anlayışı dort tarafla sınırlıdır ama hatırlamak gerekir ki bizim irfanımızda “şeş cihet” yani altı yon vardır. On, arka, sağ ve sola ilave edilen alt ve ust cihetler, dort taraflı her turlu kuşatmada, duvarlarla uğraşmadan da cıkış yolu bulunabileceğini gosterir muslumana.
Nitekim hepsi şer veya gunah olan alternatiflerden birini secmemek icin surda gedik acmaya calışarak vakit kaybetmek yerine toprağın altını tercih; ister olumu goze almak, ister inzivaya cekilmek, ister bir mahrumiyete rıza şeklinde olsun, bir cıkış yoludur. Fakat tercihe daha şayan olanı ibadetle, zikirle, mesela namazı mirac kılarak Allah’a yaklaşmak, yukselmek suretiyle cıkmaktır bu kuşatmalardan ki, bizim yuruyuş dediğimiz de budur. Muminin yolculuğu dunyadan Allah’adır ve hep bir yukselmeyi ifade eder.
İstiaze ile yola devam
“Şeriat” yol demek, “sunnet” yol demek, “tarikat” yol demek. “Ayet” ise işaret, iz manalarına geliyor ve dosdoğru yolda yurumek işte bu izleri takip etmekle mumkun olabiliyor. O izler bize Allah TealÂ’nın zikrini, kulluk vazifelerimizi titizlikle surdurmemizi ihtar ediyor. KÂmil bir imanla, takva sahibi ihlÂslı bir kul olma cehdiyle sırat-ı mustakim uzere durmaksızın yurumemizi soyluyor.
Boyle bir yurume gayret ve kararlılığı şuraya kadar izaha calıştığımız ve son derece masum gorunen tehlikenin en kesin caresi. Şeytanı taşlamakla yetinmeyip onun şeytanî zekÂsıyla yarışmaya, desiselerini cozup ipliğini pazara cıkarmaya, illuzyonlarını yalanlamaya kalkışmak, bizim yuruyuşumuzu aksatıyor, her gecen an biraz daha yukselmemizi engelliyor, iki gunumuzu birbirine musavi kılıyorsa, zarardayız demektir.
Bilhassa şeytanî cevrelerin cağırdığı cedel (tartışma) ve polemiklerden kacınmak lazım. Bunların bir meseleyi cozmekten ziyade vaktimizi zayi eylemeyi, kafa karıştırmayı; kayıtsız şartsız bir imanı değil, tepkiye dayalı bir dindarlığı benimsetmeyi hedefledikleri ihtimalini hep akılda tutmak lazım. Ve alt etme maksadıyla dahi olsa şeytanla karşılaşmak yerine istiÂze* ile ondan uzak durmayı niyaz etmek lazım.
Madem yolcuyuz, boş işlerle oyalanmayalım. Yolcu yolunda gerek. Oyleyse hemen şimdi, yarın bugunkunden daha yukarılarda olmak uzere istiÂzelerle, yani butun şeytanlardan ve şeytanî tuzaklardan Allah TealÂ’ya sığınarak yola koyulalım.
* İstiÂze: Kelime anlamı “sığınma” demek. “Eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racîm” derken “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” diyerek istiÂze yapmış oluyoruz.
__________________
Yolcu Yolunda Gerek
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Yolcu Yolunda Gerek