Fesat

Yeryuzunde karışıklık, kargaşa, fitne ve fesat, insanoğlu yaratıldığı gunden bu yana her zaman varolmuş ve kıyamete kadar da varolacaktır. Bazen sulh erlerinin karşı koymasıyla duraklayacak, bazen CenÂb-ı Hakk’ın ekstra inayetleriyle engellenecek, ama her zaman yeniden zaaflarımızın, ihtiraslarımızın bağrında boy atıp gelişecektir. Bugune kadar hep boyle oldu; bundan sonra da boyle olacağa benzer.

Fesat, bazen şahıslar mabeyninde dar alanlı olarak cereyan etmiş, bazen gruplar arasında oldukca geniş bir mahiyette ortaya cıkmış, bazen de butun bir toplumu sarsacak ve her şeyi alt ust edecek bir vus’atte meydana gelmiştir. Yerinde akl-ı selim, kalb-i selim ve hiss-i selimle engellenebilmiş, hic olmazsa tahribatı azaltılmış ise de cok defa en korkunc tsunamiler gibi kontrolsuz yığınları birbirine duşurmuş, kargaşaya sebebiyet vermiş ve arkada bir suru kinler, nefretler ve kÂbil-i iltiyam olmayan iftiraklar bırakmıştır.

Din, fesat cıkarana “mufsit” demiş ve onu lanetlemiş; devletler, milletler değişik kanun ve nizamlarla onu onlemeye calışmış ve ahlÂkcılar da ona karşı surekli mucadele vermişlerdir; ama, her şeye rağmen o, varlığını surduregelmiştir.

Kur’Ân-ı Kerim, fesadın insan tabiatında meknî bulunduğuna işaret eder ve ona karşı iman ve amel-i salih yolunu salıklar. İnsan, iman ve salihÂtla kalbî ve ruhî hayata yonelerek nefsanî ve hayvanî hislerini baskı altına alabildiği olcude fesada karşı başarılı sayılır. Aksine o, din ve diyanet adına tam donanımlı olmazsa, her zaman fesada yenik duşer ve cevresini de ifsat eder.

Kendini ifsada salmış fertlerden sağlıklı bir toplum oluşturmanın mumkun olmadığı/olamayacağı acıktır. Boyle bir toplumda surekli herc u merc yaşanır, kaoslar kaosları takip eder, yığınlar heva ve heveslerine gore davranır; anarşi başını alır gider ve mufsitler bir baştan bir başa milleti kendilerine benzetirler. Ne guven kalır ne huzur, ne saygı kalır ne de itibar; butun değerler alt ust olur, her yanda sadece mufsitlerin edip eyledikleri konuşulur.. ihtimal, meleklerin mahiyet-i Âdem karşısında istifsar edalı endişeleri de boyle bir Âkıbete bakıyordu. Eğer, bu endişenin altında, Allah’ın vaz’ettiği teşriî ve tekvinî emirlere başkaldırma, fıtrî ve tabiî nizamı ihlal ve şimdilerde olabildiğine yaygınca gorulduğu gibi kin, nefret, zulum ve bohemce yaşamanın mevcudiyeti sozkonusu idiyse, bugun bunların hepsi var; olmasını beklediğimize gelince, o da meleklerin goremedikleri ve sadece Allah’ın bildiği kalb ve ruh insanlarının mevcudiyetidir.

Bugun, yeryuzunde Allah’ın tesis buyurduğu ve yaşanmasını istediği hayat tarzına, peygamberlerle gercekleştirilen semavî anlayış ve telakkiye, insanca yaşamaya ve hayatı ukba derinlikleriyle yorumlamaya karşı ciddi bir tavır var. Bir tavır var lahûtîliğe ve insanın ic derinlikleriyle kendini ifade etmesine.. ve pirim veriliyor Âsîye, fesatcıya, bozguncuya. Her yanda kalbini şeytana satmış bir suru insan bozması var; bunlar, vuruyor-kırıyor, calıyor-cırpıyor; vicdanlara baskı yapıyor, hakları ciğniyor; meşru sistemleri yıkıyor, yerine despotizmalar ikame ediyor; kinle, nefretle gurluyor, kan dokuyor; sonra da kalkıp butun bunları insanlık ve insanî değerler adına yaptıklarından dem vuruyorlar.. bin nefrin fesadı salÂh sayanlara ve yazıklar olsun bu mufsitlere aldananlara!..

Aslında hicbir mufsit “Ben mufsidim!” demez ve hicbir bozguncu kendini bozguncu kabul etmez. Bunlar, ağızlarını her acışlarında ıslahtan, imardan bahisler acar; kendilerini ifadeden, iradelerinin hakkını eda etmekten dem vururlar. Boyle deyip boyle duşundukleri aynı anda vicdanlara baskı yapar, başkalarının hakkını ciğner, zulmun en hunharcasını irtikap eder, insanlar arasındaki munasebetleri kırar doker, azgınlıktan azgınlığa koşar ve herkesi sindirmeye calışırlar. Dahası, bunca fezayi ve fecÂyii mazur gostermek icin surekli paranoyalar icad ederler: “Nukleer santral” der birine saldırır; “Kara tehdit” der, diğerini ortadan kaldırır; “irtica” der, tiranlar doneminde bile eşine rastlanmayan kanunlar cıkarır; gelir gelir meşru ve yerleşik nizamlara toslarlar. İşe vaziyet edince isyanlarına, başkaldırmalarına meşruiyet kazandırmak icin demogojilere girer, gerekli gorurlerse butun yasaları temelden değiştirir; kanunlara gore hareket edeceklerine, heva ve heves edalı hareketlerine gore kanunlar cıkarır ve herkesi aldattıklarını sanarlar.. gerci butun bunlara hic kimse inanmaz ama korkudan da sesini cıkaramaz.

Hicbir zaman meşruiyet tanımayan ve fesat duşuncelerini başkalarına bir nizam gibi dayatan bu mufsitler, kuvvetlerini korudukları ve stratejik davrandıkları surece mefsedetlerine devam edegelmişler ve kimseye de hesap vermemişlerdir; hatta cok defa bir kısım şakşakcılar tarafından alkışlandıkları dahi olmuştur. Bu şekilde ortamı musait buldukca bunlar daha da kustahlaşmış, Allah’a isyan etmiş, dine-diyanete sovup saymaya durmuş, hukuku ve insanî değerleri hice saymış, istediklerini ezmiş, istediklerinin sesini kesmiş; kan duşunmuş, kan dokmuş, anarşiye zemin hazırlamış, cismaniyeti şahlandırmış, bohemliği koruklemiş; sonra da butun bunları yararlı, gerekli ve cağın icapları gibi gostermişlerdir.

Eskiden beri butun munkiri, mulhidi ve murtediyle bir kısım din ve iman duşmanları hep boyle davrandılar. İfsadı ıslah gosterdi, fesadı salah saydı; surekli bozgunculukta bulundu, kitleleri birbirine duşurdu; farklılıkları kavga vesilesi yaptı, tahrik edilebilecek saf yığınları provoke etti; kan, irin ve gozyaşı uzerine saltanatlar kurarak kendi zevk ve sefalarına baktılar.

Mufsit, Allah kuralları dahil hicbir nizama saygılı olmamış, hep başına buyruk hareket etmiş ve her zaman bir anarşist gibi davranmıştır. O bir dinsizdir ama dindar gorunur; tam bir bozguncudur, ancak hep ıslahtan dem vurur. Bir despottur, fakat ağzını her acısında “demokrasi” der durur; surekli teror estirdiği halde hic sıkılmadan “insan hakları”ndan soz eder. Aslında farklı coğrafyalarda terorun asıl mimarı da işte odur.. odur yeryuzunde fitne ve fesadı korukleyen; odur masum insanların kanına giren; odur diktatorluk tesis etmek icin uluslararası kuralları kendine benzetmek isteyen; odur cıkarları uğruna canlara kıyan ve hanumanları yerle bir eden ve odur siyasî, idarî, iktisadî, kulturel bunalımlara sebebiyet veren..

Hele bir de bunların arkasında –Akif’in ifadesiyle– zulmu alkışlayan, zalimi seven, şirretleri sevindirmek icin kalkıp kendi değerlerine soven tali’siz bir guruh vardır ki, onlar da, duruşları itibarıyla oncekilerden daha geri değillerdir; boyleleri, her şeye bir “Evet!” ceker, ellerini goğsunde kenetler, “Eyvallah!” der ve akıllı davrandıklarını, herkesi idare ettiklerini sanarlar.. oysa ki fesadın kanunu, kuralı olmadığı gibi mufsidin de belli bir cizgisi yoktur. O, bugun boyle, yarın başka turlu, obur gun ayrı bir fanteziye dilbeste ve bir başka zaman da farklı bir hezeyan peşindedir. İşte, bunları alkışlayanların hÂlleri bunlardan daha utandırıcı ve daha acıdır.

Bunlar, farkına varmadan bir gun “demokrasi”, “hurriyet” ve “insan hakları” sozcuklerini alkışlarlar; bir başka gun ise, mufsitlerin darbelerine, zalimce savaşlarına, kan dokup kan icmelerine yahşi cekme mecburiyetinde kalırlar.

Oyle goruluyor ki, insanlık Allah’a yonelip, her şeyi bir kere daha Hak divanındaki mukadder duruşuna gore gozden gecireceği Âna kadar ne fesat denen bu mel’anet dinecek, ne yeryuzundeki kargaşalar sona erecek, ne de asırlardan beri hayal edip durduğumuz huzur ve umumi saadet ruyaları gercekleşecektir; zira:

Ne irfandır veren ahlÂka yukseklik, ne vicdandır,
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yureklerden cekilmiş farzedilsin havfı YezdÂn’ın...
Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdanın.
(M. Akif)

Bu itibarla da bize, verilen cercevede her zaman fesada karşı, onunla başedebilecek dinamiklerle dimdik durmak, ıslah duşuncesine kilitli bulunmak, zulumden fersah fersah uzaklaşmak, adaletin yanında olmak ve en korkunc fesat girdapları karşısında dahi “pes” etmeden hakkı tutup kaldırmak duşer.
__________________