Buyuk veli, ilim ve irfan bahcesinin serveri, mÂna yolunun yuce kahramanı Abdullah bin Mubarek Hazretlerinin bizzat başından gecen bir hÂdise var ki, ibretle okunmasında fayda olduğu inancındayız. Abdullah bin Mubarek hac yapmak icin yola cıkmıştır. Hac yaptıktan sonra Medine–i Munevvere'de KÂinatın Efendisi'nin kabrini ziyaret edecektir. Yolculukları sırasında, tenha ve ıssız bir mahalden gecerken ihtiyar bir kadınla karşılaşır. İhtiyar bir kadının bu tenha yerde tek başına bulunması Abdullah bin Mubarek'in merakını celbeder. İhtiyar kadının uzerinde yunden bir hırka, başında da yunden buyukce bir başortusu bulunmaktadır. Abdullah bin Mubarek:
"EsselÂmu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh!" diyerek selÂm verir. İhtiyar kadın bu selÂma:
"Onlara merhametli Rabb'in soylediği selÂm vardır." Mealindeki Yasin sûresinin (36/58) Âyet–i kerimesi ile cevap verir.
"Allah iyiliğini versin nine, bu ıssız yerde tek başına ne işin var?"
Nine:"Allah kimi şaşırtırsa, artık onun icin yol gosteren yoktur. Ve onları azgınlıkları icinde şaşkın olarak bırakır." der.
Abdullah bin Mubarek, ninenin bu soruya da A'raf sûresi (7/186) ile verdiği cevaptan anladı ki, bu ihtiyar kadın yolunu kaybetmiş, ne yone gideceğini bilmemektedir. Abdullah bin Mubarek sorar:
"Ey nine! Nereye gitmek istiyorsun?"
"Bir gece, kendisine Âyetlerimizden bir kısmını gosterelim diye, kulunu Mescid–i Haram'dan, cevresini mubarek kıldığımız Mescid–i Aksa'ya goturen Allah noksan sıfatlardan munezzehtir. O, gercekten işitendir, gorendir."
Abdullah bin Mubarek der ki: İsra sûresinin bu Âyetini (17/1) okuyunca anladım ki, nine haccını yapmış, Kudus'e gitmek icin yola cıkmış; ama yolunu kaybetmiştir. Nineye sordum:
"Yolunu kaybedeli kac gun oldu?"
"O, Rabbim! dedi, bana bir işaret ver. Allah: Sana işaret, sapasağlam olduğun hÂlde uc gun insanlarla konuşamamandır, buyurdu." (Meryem, 19/10)
Bu Âyet–i kerimeden de anladım ki, nine uc gundur yolunu kaybetmiştir. Baktım, yanında ne yiyecek, ne de icecek bir şey var. Ona sordum:
"Yanında yiyecek, icecek bir şey goremiyorum, ne yapıyorsun?"
"Beni yedirenden iciren de O'dur." (Şuara, 26/79)
"Nasıl abdest alıyorsun?" diye sorduğumda bana Nisa sûresi ile cevap verdi:
"…su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmum edin. Yuzlerinize ve ellerinize surun. Şuphesiz Allah cok affedici ve bağışlayıcıdır." (Nisa, 4/43)
Nine sorduğum her soruya bir Kur'an Âyet–i ile cevap veriyordu. Şaşkınlık ve hayranlığı birlikte yaşıyordum. Nineye dedim ki:
"Sen acıkmışsındır. Yanımda yiyecek var, sana vereyim de karnını doyur." Nine yine Âyet–i kerime ile cevap verdi:
"…sonra akşama kadar orucu tamamlayın…" (Bakara, 2/187)
"Ey nine! Bu ay ramazan ayı değil ki!" dedim. Bana:
"Şuphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa, onları tavaf etmesinde kendisine bir gunah yoktur. Her kim gonullu olarak bir iyilik yaparsa, şuphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir." (Bakara, 2/158)
"Seferde mu'minlere oruc tutmama ruhsatı verilmiştir." dedim.
"Sayılı gunlerde olmak uzere… Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, (tutamadığı gunler kadar) diğer gunlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruc tutmaya gucleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gonullu olarak hayır yaparsa, bu kendisi icin daha iyidir. Eğer bilirseniz (gucluğune rağmen) oruc tutmanız sizin icin daha hayırlıdır." (Bakara, 2/184)
Nine ile karşılaştığım andan itibaren her ne sorduysam bir Kur'an Âyeti ile cevap verdi. Ona bunun sebebini sordum:
"İnsan hicbir soz soylemez ki, yanında gozetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın." (Kaf, 50/18) Nine beni hayretlere duşurmuştu:
"Ey nine! Sen kimlerdensin?"
"Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına duşme. Cunku kulak, goz ve gonul, bunların hepsi ondan sorumludur." (İsra, 17/36)
Nine bu Âyet–i kerime ile beni ikaz ediyordu, seni ilgilendirmeyen şeyi nicin merak ediyorsun, diyordu. Ben de yaptığım yanlışı anlayarak ondan ozur diledim:
"Hata yaptım, beni bağışla, hakkını helÂl et."
"Dedi ki: Bugun sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir." (Yûsuf, 12/92)
"Ey nine! Seni deveme bindirip, kafilene yetiştireyim."
"…Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey mu'minler Âhiret icin) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden sakının." (Bakara, 2/197) Anladım ki, nine bu teklifimi kabul etmişti. Hemen devemi ıhtırdım, nine deveye binerken şu Âyet–i kerimeyi okudu:
"Mu'min erkeklere, gozlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını soyle. Cunku bu, kendileri icin daha temiz bir davranıştır. Şuphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır." (Nur, 24/30)
Ninenin uyarısı ile devenin yanından uzaklaştım. Ben uzaklaştım, nine tam deveye binecekken deve ondan kacmış, nine yere duşmuştu. Bu sebeple elbisesi yırtılmıştı. Nine bu duruma da Şûra sûresinden okuyarak acıklama getirdi:
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir. (Bununla beraber) Allah coğunu affeder." (Şûra, 42/30) Deveyi yakalamak icin harekete gecince: "Şimdi deveyi yakalarım, az sabret." dedim.
Nine:"Boylece bunu (bu fetvayı) Suleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hukum (hukumdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdik. (Bunları) biz yapmaktayız." (Enbiya, 21/79) Nine Âyet–i kerimeyi okuyup bittirdiğinde ben de deveyi tutup bağladım ve: "Hadi deveye bin." dedim. Nine deveye bindi ve şu Âyet–i kerimeyi okudu:
"Boylece onların sırtına binip uzerlerine yerleşince, Rabbinizin nimetini anarak: Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara guc yetiremezdik, diyesiniz." (Zuhruf, 43/13)
Devenin yularını elime aldım ve yola koyulduk. Bağırdım ve yuruyuşumuzu hızlandırdım. O zaman ninenin sesi duyuldu:
"Yuruyuşunde tabiî ol, sesini alcalt. Unutma ki, seslerin en cirkini merkeplerin sesidir." (Lokman, 31/19) İkaz ve uyarıyı almıştım, bağırmayı bıraktım yavaşladım, alcak sesle şiir okumaya başladım. Yine ninenin ikazı geldi:
"…Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun…" (Muzzemmil, 73/20) Bu nine, ne mubarek bir kadın diye duşundum. Kur'an'ı oyle bir hıfzetmişti ki, ne ile karşılaşsa, hemen ona Kur'an'dan bir cevap veriyordu. Nineye dedim ki:
"Ey nine! Sana cok hayır verilmiştir." Nine yine cevap vermekte gecikmedi:
"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verirse, ona pek cok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri duşunup ibret alırlar." (Bakara, 2/269)
Yolumuza devam ediyorduk ki, ninenin ailesi hakkında birtakım bilgiler oğrenmek istedim:
"Ey nine! Efendin var mı?" dedim:
"Ey iman edenler! Acıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın…" (Maide, 5/101) Bundan sonra nineye bir şey sormadım, konuşmadım da. Yolumuza devam ettik ve nihayet ninenin kafilesine yetiştik.
"Ey nine! İşte kafileye yetiştik. Bu kafilede yakının olarak kimin var?"
"Servet ve oğullar, dunya hayatının susudur; olumsuz olan iyi işler ise, Rabbinin nezdinde hem sevapca daha hayırlı, hem de umit bağlamaya daha lÂyıktır." (Kehf, 18/46)
Anladım ki bu kafilede ninenin oğulları vardır. Nineye sordum:
"Oğullarının kafilede gorevleri var mı?"
"Daha nice alÂmetler (yarattı). Onlar, yıldızlarla da yollarını doğrulturlar." (Nahl, 16/16) Ninenin bu cevabından anladım ki, onun oğulları bu kafilede kılavuzluk yapıyorlar.
Kafile konaklamış cadırlarını kurmuştu. Cadırları gostererek dedim ki: "Senin oğulların cadırların icinde midir?"
"İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tÂbi olan kimseden dince daha guzel kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmiştir." (Nisa, 4/125)
Anladım ki, ninenin oğlunun adı İbrahim'dir. Nine yine devam etti:
"Bir kısım peygamberleri sana daha once anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gercekten konuştu." (Nisa, 4/164)
Ninenin ikinci oğlunun da adının Musa olduğu anlaşıldı. Nine okumaya devam ediyordu:
"Ey Yahya! Kitab'a var gucunle sarıl! Ve henuz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik." (Meryem, 19/12)
Ninenin okuduğu Âyetlerden anladım ki, bu kafilede ihtiyar kadının uc tane evlÂdı bulunmaktadır. Ben de onların adları ile cadırlara doğru seslendim:
"Ey İbrahim! Ey Musa! Ey Yahya!" Seslenmemden kısa zaman sonra cadırlardan uc genc cıkarak bize doğru geldi. Gencler yanımıza geldikten sonra nine yine okumaya devam etti:
"…Şimdi siz, icinizden birini şu gumuş paranızla şehre gonderin de, baksın, hangi yiyeceği daha temiz ise, size ondan erzak getirsin…" (Kehf, 18/19)
Genclerden bir tanesi yanımızdan ayrıldı, cadırlara doğru gitti. Kısa sure sonra eli kolu dolu olarak dondu. Getirdiği yiyecekleri annesinin onune koydu. İhtiyar kadın devam etti:
"Gecmiş gunlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık, afiyetle yeyin, icin." (HÂkka, 69/24) Ben yemeğe yanaşmadım. Kadının oğullarına donerek dedim ki:
"Siz annenizin hÂl ve durumunu bana haber vermezseniz, şu onumdeki yemek bana haram olsun." Bunun uzerine ihtiyar kadının oğulları dediler ki:
"Bu kadın, bizim anamızdır, Rahman olan Allahu TeÂlÂ'ya karşı bir hataya duşme korkusu sebebiyle uzun zamandan beri ağzından Kur'an Âyetlerinden başka bir soz cıkmamıştır." Kadının oğullarından bunu duyduktan sonra bende bir Âyet–i kerime ile onlara cevap verdim:
"Bu, Allah'ın lutufudur. Onu dilediğine verir. Allah buyuk lutuf sahibidir." (Cuma, 62/4).
__________________