Sakın! Bu, senin hikĂ‚yen olmasın.
Bir evlĂ‚t katiliyim ben. İşlediğim cinĂ‚yetin farkına yeni varan bir sarhoşluk icinde, et-kemik yığını ruhsuz bir ceset karşısında avazım cıktığı kadar bağırıyorum: "Yavrum, seni ben oldurdum; Affet beni evlĂ‚dım!.."
Aman Allah'ım, evlĂ‚t katili olmak! Ne fecî şey yĂ‚ Rabbî! Katil olmak, hem de cok sevdiği, doğunca dunyaların kendisinin olduğu, yiyeceğinden kesip yedirdiği, yetişmesi icin her şeyini seferber ettiği evlĂ‚dının, oz cocuğunun katili olmak...
Nasıl mı oldu bu iş? Anlatmaya calışayım: Efendim, aslında cok farklı şey değildi yaptıklarım. Anlayacağınız, uydum kalabalığa, el ne yapıyorsa ben de onu yaptım; ne bir fazla ne bir eksik. Ele baktım, onlar ne yapıyorsa ben de yaptım, doğru yoldan oyle saptım. Nereden bilebilirdim işin sonunun boyle fecî bir cinĂ‚yetle noktalanacağını? Ne bileyim herkesin bal dediği, benim de cĂ‚hil olduğum icin kanıp oyle zannettiğim şeyin aslında zehir olduğunu? Kendi ellerimle yavaş yavaş cocuğuma o zehirden icirdim. Sonra, bir de baktım ki tumuyle zehirlenmiş cocuğum.
"Cocuğun sağ, olmedi ki, nereden cıkarıyorsun bunları?" mı diyorsunuz? Şu zibidi mi, şu ruhsuz zavallı mı, şu canlı cenĂ‚ze mi, şu hayat suren leş mi benim cocuğum? Hayır, hayır yanılıyorsunuz! Coktan oldu, daha doğrusu olduruldu benim cocuğum. Hem de katillerden biri ve en buyuğu benim, ben! Evet, asacak mısınız, kesecek misiniz, her cezaya hazırım; bu evlĂ‚t olu, ben de katilim. Daha onun olu olduğunu hĂ‚lĂ‚ anlayamıyorsanız -ki dun ben de farkında değildim- oyleyse... Evet, evet, oyleyse siz de evlĂ‚t katili ve benim de suc ortağımsınız.
İlk cĂ‚hiliyye asrında cocuklarını diri diri toprağa gomuyormuş cĂ‚hil Araplar. Sizi bilmem, ama artık ben ayıplayamıyorum onları. Cunku yeni yeni anladım kendi yaptığımın daha fecî olduğunu. Onlar, cocuklarının sadece maddesini olduruyormuş; bense mĂ‚nĂ‚sını oldurdum. Onlar, cocuklarının uc-beş gunluk dunya hayatlarını yok ediyorlarmış; bense Ă‚hiretlerini mahvettim. Onlar, sadece kız cocuklarını olduruyorlarmış; bense kız-erkek hepsini oldurdum. Gercek katillik, asıl barbarlık cĂ‚hiliyye Araplarının yaptığı gibi değil; benim yaptığım gibi olur. Onlar, cocuklarını gunahsız yaşta oldurerek, onları cehennemlik olmaktan farkında olmadan kurtarıyorlarmış. Cocuklar icin gercek olum değil; kurtuluşmuş bu. Bense kendi ellerimle ateşe ittim onları, hem de bu dunyanın basit ateşine değil, cehenneme surukledim, oraya ellerimle attım onları... Cocuklarım da şimdi beni oraya cekiyorlar, bana kendi yanlarında yer ayırmışlar, dĂ‚vetiye ustune dĂ‚vetiye gonderiyorlar. Bilmem bu cağrıyı geri cevirebilecek miyim?
EvlĂ‚dım! Senin terbiyenin, daha senin anneni secmekle başladığını, bulûğ yaşına kadar tumuyle, ondan sonra da tavsiyelerle, yetişmen icin butun sorumluluğun bana ait olduğunu nereden bilebilirdim o zamanlar. Beni cĂ‚hil bırakanlar, İslĂ‚m'dan habersiz yetiştirenler, hele hele anneni daha bir cĂ‚hil bırakanlar, gĂ‚vur gibi yaşamamız icin cabalayanlar da benim kadar suclu değil mi? Ama, esas suclu yine de benim, ben! Affet beni evlĂ‚dım... Sana ilk kelime olarak ALLAH demesini oğretmeliymişim. Yeni yeni oğrendim bunu. Gerci sık sık duyardım sana helĂ‚l lokma yedirmenin şart olduğunu. Ama nereden, nasıl, ne kadar helĂ‚l bulacaktım? Duzen buydu, mutlaka helĂ‚la haram da karışıyordu. Eh ben de tumuyle dikkat edemezdim; zĂ‚ten kim ediyordu?
İşimden başımı kaşıyamıyordum, eşim de başından savmaya bakıyordu. Sağolsun (yok, sozun gelişi dedim, "yok olsun!") bizim yerimize cocukla ilgilenenler oluyordu: Sokakta bircok fesat, evde televizyon denen Ă‚let, cocuğu avutuyordu. Sonradan anladım ki, avutmuyor, eğitiyor, oğutuyordu. Ağac yaşken eğilirdi. Benim korpe fidanım da yaşken her yana yamuluyor, kufrun her boyasıyla boyanıyordu, hem de hayat boyu cıkmayacak boyayla. Artık; inancı, fikirleri, duşunce ve davranışlarıyla, her şeyiyle musluman cocuğuna hic benzemiyordu. Bir gĂ‚vurun cocuğuyla yan yana konulsa, benimkinin musluman olduğunu, diğerinden farklı bulunduğunu nesiyle isbat edeceklerdi? Mumkun değildi mu'min olanını ayırdetmek. Beş bilinmeyenli denklem uğraşılarak cozulebilirdi, ama bu sorunun altından kalkmak her babayiğidin, hatta Pentium 4 PC'nin harcı değildi. Halbuki her temel esasta cok farklı bir inancı, yaşayışı ve ahlĂ‚kı olacaktı; boyle istiyordu MevlĂ‚. En guzel boya Allah'ın boyasıydı. Boyacılar da cocuk babası, sonra cocuğun hocasıydı, boyle olmalıydı.
Ben bunları o zamanlar hic gormuyor, duşunmuyor, caresini aramıyor değildim. Cevremde namazlı niyazlı insanlar cocuğunun dini icin, ne yapıyorsa, ben de onu yapmaya karar verdim. Ben din bakımından cĂ‚hil sayılırdım. Anası ise ooo, zır cĂ‚hil. Kendimiz ne oğretecektik cocuğa? Hocaya gonderdim yaz tatilleri, bazen de hafta sonları Pazar gunleri. Cocuk hocadan şikĂ‚yetciydi, onemsemedim şikĂ‚yetlerini. Ama niye cocuk, oğretmeninden hic şikĂ‚yetci olmadığı halde, hocadan hic hoşlanmıyordu. Kafama takılıyordu bu. Cocuğun dediğine bakılırsa hoca pek bir şey oğretmiyor, bir suru cocuğu ancak zorla susturuyor, cok da dovuyormuş... Olsun, yine de gidecekti cocuk hocaya. Cunku evlĂ‚dım dinini iyi bilsin istiyordum. Nereden bilebilirdim o zamanlar dinin uc-beş gun hocaya gitmekle oğrenilmeyeceğini. Ben hocaya yardımcı olmadan, duzen her kurumuyla, cevre de her yonuyle hocanın vermek istediklerini bozup tam tersini her turlu zengin imkĂ‚nlarıyla vermeyi terk etmeden mumkun muydu cocuğa dinini gercekten oğretmek, oğrendiği dini yaşatmak? O zamanlar bilemezdim bunları.
O zamanlar biliyordum cocuğun nasıl dindar olacağını, dinini nasıl oğreneceğini: Hocaya/cĂ‚miye arada sırada gonderirsem iş tamamdı. O oğretirdi nasıl olsa cocuğa dinini. Cocuk boylece otuz iki farzı ezberleyecek, Kur'an'ı hatim edecekti. Namaz kılmasını da oğrenince, eh ne kaldı geriye, iş tamamdı. Ben boylece vazifemi yapmış olurdum. Allah bana "cocuğunu niye okutmadın?" demez, kurtulurdum. Mes'ûliyetten kurtulmak(!) icin cok gayret ederek, zorla da olsa, cocuğu hocaya gonderdim. Bazen kaytarıp kaytarmadığını takip edemedim, ama başkasından daha cok uğraşarak, cocuğun oyunundan, eğlencesinden kısarak cĂ‚miye gitmesine calıştım. Bir gun olsun, cocuk ne okuyor, hocanın şikĂ‚yeti var mı, merak ederek sorup kontrol etmedim, ama yıllarca tatilleri hep gonderdim. Veee sonunda, zorla da olsa, unutup unutup tekrar elife donse de hatim ettirdim. Otuz iki farzı da su gibi sayacak şekilde kerataya ezberlettim. Ehh, artık gorevimi yapmış olmanın mutluluğu vardı bende. Cocuk dinini de oğrenmiş, benden sorumluluk da gitmişti. O zaman bana gore din bundan ibĂ‚ret, cocuğu yetiştirmek icin bunlar gerekti. Bunları da senelerce uğraştan sonra halletmiştim. Cok sonraları anlayacaktım ki, bunlar, vicdanımdaki din yarasını pansumana yarayan fantezilerden ibaretti. Hic yoktan iyiydi ama cocuğumu İslĂ‚mlaştırmaya, fıtratını korumaya, keferenin istediği ve şekillendirdiği yapıyı kokten değiştirip cocuğun hayatını yonlendirerek Ă‚hiretini kurtarmaya kĂ‚fi gelmekten oyle uzaktı ki... Ve benim sorumluluğumu gidermekten...
Cocuğuma hatim ettirdiğim halde, hayret! Benim de ara-sıra hatırlatmama rağmen cocuk hic namaz kılmıyordu. "Oğlum, hic olmazsa Cuma'ya git, Cuma akşamları dedelerine Kur’an oku!" Nerdeee? Peki, “ben gunahkĂ‚rım, cocuğum arkamdan Kur’an okusun, ben de onun yuzunden kurtulayım” diye -aslında kendim icin- okutmuştum onu, şimdi hic Kur’an okumadığına gore, ben olunce arkamdan, herhalde elinden duşurmediği romanları okuyacaktı. Oğrendiği halde Kur’an okumuyor, nasıl kılınacağını bildiği halde namaza yaklaşmıyordu. Ne yapsam nĂ‚file! (Gerci, soz aramızda, fazla da bir şey yap(a)mıyordum ya...) Yavaş yavaş delikanlı olmaya başlıyordu, ama cennetle mujdelenen gence, Peygamberimiz'in ashĂ‚bına, hatta sıradan bir ummetine, İslĂ‚m tipine hic benzer yanı yoktu bizim delikanlının. Kızım da başını zorla kapatıyor, ben olmadığım veya zorlamadığım zaman biliyordum ki başını hic ortmuyordu. Senelerce alıştırmış olacaklar, korpe fidanımı iyice bukmuş olacaklar, sevdirmiş olacaklardı benim yerine cocuğa yon verenler. Bu ortamı ben hazırlamış, ben vekiller tutmuştum. "Her doğan cocuk İslĂ‚m fıtratı uzere doğar. Sonra ana-babası onu gĂ‚vurlaştırır." Buna yakındı hadis meĂ‚li. Cocuğun gĂ‚vurlaşmasından, once ana-baba sorumluydu. Evet suc benimdi; affet beni Allah’ım!
Bir tavuk kadar bile olamadım. Allah'ın emĂ‚netine onun kadar bile sahip cıkamadım. Bir tavuk, yavru civcivine zarar verecek bir duşman, yavrusunu (c)almaya kalksa, hayatını tehlikeye atarak, atılırdı duşmanının ustune. Olumu goze alırdı da vermezdi yavrusunu hicbirine. Bense, yapamadım bu kadarını bile. Hicbir hayvanın yapamayacağı vahşîliği yaptım. Cocuğumu duşmanın onune kendim attım.
Bir hırsızlık olayı ile karşı karşıya idim. Hem de en sevdiğim dunya nimeti olan yavrumu calmışlardı. Kimler mi? Hırsızların kiminin adını bile anamıyorum, cevre deyip geceyim; okullar, sokaklar, kanallar, gazeteler, kitaplar, partiler, topcular, popcular... Evet, hem de goz gore gore calmışlardı cocuğumu, herkes seyirciydi sadece. Sessiz cığlığımla ciğerlerimi yırtarcasına bağırıyorum: “Geri verin cocuğumu! Geri verin cocuğumun dinini, imanını, ahlĂ‚kını. Geri verin onun ruhundan, gonlunden kopararak caldıklarınızı. Geri verin namazını, niyazını. Geri verin! Geri verin!...” Ama nĂ‚file. Siz vermek isteniz bile veremezsiniz ki! Cocuk istemiyor geri vermenizi. Babasından (daha onemlisi Rabbindan) koparılan cocuğum hırsızlarla işbirliği icinde, onların safını secmiş... Aman Allah'ım, benim elimde cennetin yollarını oğrenmesi ve o yola koyulması icin bana emĂ‚net olarak verilen yavrum, cehenneme doğru son surat gitmekten o kadar memnun ki...
Calmışlardı cocuğumu. Calarken bahane de bulmuşlar, minareyi calanların kılıf hazırladığı gibi kılıf da uydurmuşlardı: Guya beni ve cocuğumu duşundukleri icin, cocuğumu kurtarmak, yetiştirmek icindi bu yapılanlar. "Bırakın benim cocuğumu, kurtulmasını istemiyorum ben!" diye ortalığı birbirine katmak geliyor icimden. Cocuğun, insanın Ă‚hiretini mahvetmenin, esas kurtuluşunu engellemenin adı olmuş kurtarmak, yetiştirmek, eğitmek. Calmışlardı cocuğumu ve onun yerine başka birini: "Al, senin cocuğun bu!" diyerek, zibidi bir genci teslim etmişlerdi bana, daha doğrusu beni teslim etmişlerdi ona. Ama, hayır, bin defa hayır! Bu değildi benim cocuğum. Hic bana, dedesine benzer yanı yoktu bunun. Musluman cocuğu olamazdı bu, Peygamberime benzeyen hicbir tarafı yoktu bu yabancının. Benim cocuğum değildi bu. Olmuştu benim cocuğum.
Vatan dediğin bir toprak parcası; evlĂ‚t ise toprağın gulu; o yuzden vatanla ilgili meşhur beyti şoyle değiştirebiliriz: "Sahipsiz nesillerin calınması haktır; Sen sahip cıkarsan bu cocuklar calınmayacaktır!" Ben sahip cıkmadığım icindi butun bunlar. Calmışlardı cocuğumu. Kimlerin caldığını oğrenmiş, hırsızı da yakalamıştım. Ama, “yakaladım” hırsızı derken, aslında benim yakam hırsızın elindeydi, asıl o beni bırakmıyordu. Ne? Beni de mi calmışlar? Biriktirdiğim uc-beş kuruşumu calsalar, oturduğum evimi beni kandırarak elimden alsalar, her tarafı velveleye verir, ciyak ciyak bağırır feryad u figan ederdim. Cocuğumu caldılar, bunları bile yapamadım. Demek beni de calmışlar calanlar ki, sesimi bile cıkaramadım. Calınan cocuğumu geri vermediler, veremezlerdi tabii. Cunku olmuştu artık o. Oldurmuşlerdi onu. Ama katillerden biri, hatta en buyuğu bendim: Ben oldurdum onu, ben, ben, ben... Hem de Firavun'un erkek cocuklarını doğramasından daha fecî bir şekilde oldurdum. Modern bir şekilde, incitmeden, nĂ‚zikce; ama bu idamların en vahşîcesiydi. Cağdaş cĂ‚hiliyye doneminin yontemiyle.
Cocukların et ve kemiklerinden cok kıymetli olan dinini, imanını, hayĂ‚ ve iffetlerini, nĂ‚mus ve faziletlerini, Ă‚hiretlerini, topyekun onları insan yapan her şeylerini oldurmuştum. Bu cinĂ‚yetin en buyuk suc ortağı benim, ben! Ben yardım etmeseydim, ben rĂ‚zı olmasaydım donemezdi bu zulum carkları. Gerekirse cesedim bile durdurmaya yeterdi onları. Olumum bile işe yarardı. Direnmeliydim sonuna kadar. KĂ‚fir babası olmaktansa, hatta onun yuzunden kufre yaklaşmaktansa, buyuk sıkıntılar cekmem, olmem elbet daha iyiydi. Benim gibi korkak babalar, buyuk zulumlerin suc ortağı babalar yuzunden değil miydi bunca cinĂ‚yetler?
Doğduğunda kulağına ezan okunmuş, Allahu Ekber denmişti. Olduğunde yine "En buyuk sadece Allah'tır, O her şeyden daha buyuk ve daha onemlidir" denilecek, arkasında namaza durulacaktı. Ama doğumla olum arasındaki tum hayatı ezan ve Allah kelimesinden, bu mĂ‚nĂ‚lardan cok uzaktı. Ben bir baba olarak, sadece doğarken mi, şimdiki gibi ceset haline geldikten sonra mı, olunce mi hatırlatacaktım cocuğuma Allah'tan başka buyuk olmadığını, diğerlerinin değer olmadığını? Başkaları başkalarının buyukluğunu değerini anlatmışlardı Allah'ın buyukluğu yerine ona; ben de dolaylı da olsa yardımcı olmuştum buna. Artık şimdi o, ezandan, namazdan değil; castık-custuk seslerinden zevk alıyor. Allah'ın karşısında eğilmeyen vucudu tĂ‚ğutlar, cıvık kızlar karşısında eğiliyordu. Şimdi artık, cocuğumun taparcasına sevdikleri artistler, şarkıcılar, futbolcular, biraz da kızlardı. İlĂ‚hların kurbanıydı benim yavrum. Benim ellerimle kanı akıtılmış, sahte tanrıların onune atılmıştı. Esas suclu bendim, ben, ben!
Affet beni evlĂ‚dım! Gerci sen, şimdi henuz beni suclamıyorsun ki affedesin. Ama yarın... AhzĂ‚b sûresinin 66-68. Ă‚yetleri aklıma geliyor sık sık. Ozellikle geceleri, devamlı senin suclamaların, yakama yapışıp hesap sormalarınla sıcrayıp uyanıyorum. Şoyle buyuruyordu o Ă‚yetlerde CenĂ‚b-ı Hak, senin gibi mazlum kurbanların fecî durumunu anlatırken: "O gun yuzleri ateş icinde kaynayıp cevrilirken: 'Vah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik!' diyecekler. Yine şoyle diyecekler: 'Ey Rabbimız! Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve buyuklerimize (ana-babamıza ve diğer buyuklerimize) itaat ettik de onlar bizi dalĂ‚lete (yanlış ve sapık yola) goturduler. Ey Rabbimız! Onlara azĂ‚bın iki katını ver. Ve onları buyuk bir lĂ‚net ile lĂ‚netle (rahmetinden uzaklaştır)." Bu Ă‚yetlerin meallerini oğrendim, bir de tefsirlere baksam, Ă‚hiretteki o acıklı sahneyi duşunerek iyice kahrolacağım. Ama dunyada kahrolmak belki benim kurtuluşum, Ă‚hiret cezam icin keffĂ‚retim olacak.
Hele yatağa girip gozlerimi yumayım, hemen bir tablo cıkıyor karşıma: Cocuklarım yakama yapışmış beni cehenneme doğru surukluyorlar. "Esas suclu bu!" diye zebĂ‚nîlere beni gosteriyorlar. LĂ‚netlerin en buyuğunu yapıyor, kendi cektikleri azĂ‚bın iki mislini cekmem icin Allah’a yalvarıyorlar. Kızamıyorum onlara. "Dunyada ben sizin icin ne fedĂ‚kĂ‚rlıklar yaptım, şimdi niye bana boyle davranıyorsunuz? Bırakın yakamı, ben size ne yaptım?" diyemiyorum. Cunku cok şeyler yaptım, cok şeylerini yıktım, mahvettim biliyorum. Esas suclu ben olmasam, CenĂ‚b-ı Hak onların bu davranışlarını anlatıp beni ikaz etmezdi zaten. Evet, esas suclu benim, ben! Affet beni evlĂ‚dım. Sen affetmezsen, CenĂ‚b-ı Hak da herhalde affetmeyecek. Senin affetmen de dilinle değil; imana ve sĂ‚lih amele donuşunle olacak. Affet beni evlĂ‚dım! Seni yarının bile haram ve şirklerinden koruyacak koklu bir iman vermeliydim. Boyle tavsiye ediyordu Hz. Ali. Fakat sen bugunlere bile dayanamadın. Ne ektim ki onu biceyim, ne verdim ki iman nĂ‚mına, kufre ve haramlara silĂ‚h adına; bugun senden ne bekleyeyim?
Senin istikbĂ‚lin icin cĂ‚hillerin mektep ve sokağına, iş tezgĂ‚hlarına, gazete ve televizyonuna seni teslim etmiştim. İnan, senin istikbĂ‚lini duşunduğum icindi bunlar. Halbuki yeni yeni anlıyorum ki, istikbĂ‚l gelecek demekti. Gelecek de Ă‚hiret ve Ă‚kıbetti, donuş Allah'a idi. Senin geleceğini, Ă‚hiretini duşunseydim, senin değerlerini parcalayacak olan canavarların onune seni atar mıydım? Âhiretini uc-beş kuruşa satar mıydım? "Otuz iki farzı oğrettim, Kur'an'ı hatim ettirdim" diyerek yan gelip yatar mıydım? Sonra da "vah benim yavrum!" deyip ortalığı velveleye katar mıydım? Seni cehenneme ellerimle atar mıydım? Soyleyin, cocuğumun istikbĂ‚lini gercekten duşunseydim, butun bunları yapar mıydım?
"Hepiniz cobansınız. Hepiniz guttuğunuz suruden mes'ulsunuz." Boyle buyuruyordu o sozlerin en guzelini, en doğrusunu konuşan. Cobanlık yapabilmiş miydim? Allah'ın yasakladığı, sınır koyduğu hudûdu aşarken o ekin tarlasından cıkarabildim mi onu? Yoksa ben mi o yasak yerlerde otlattım cocuğumu? En azından goz yummadım mı o yasak ekinlerde otlamasına? Oyleyse guttuğum surunun değil; suc benim gibi cobanındı. Kabahatin coğu evlĂ‚dın değil; babanındı.
En kıymetli varlığıma, Allah'ın emĂ‚netine ne yaptım? EmĂ‚nete ihĂ‚net etmeden koruyabilmek icin emĂ‚neti iyi tanımak ve nasıl korunacağını bilmek şarttır. EmĂ‚neti nicin vermişti esas sahibi? HĂ‚in olmamak icin nasıl koruyacaktım, onu oğretmemiş miydi Ă‚lemlerin Rabbi? TĂ‚rifesi yok muydu bunun? Oyleyse emĂ‚nete ihĂ‚net eden hĂ‚in damgası yemeyi hak eden bendim, ben, ben! EnfĂ‚l sûresi 27-28. Ă‚yetlerde oyle denmiyor muydu? "Ey mu'minler! Allah'a ve Peygamber'e hĂ‚inlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emĂ‚netlere de hĂ‚inlik etmeyin. Bilin ki, mallarınız ve evlĂ‚tlarınız ancak bir fitnedir (sizi gunaha sokmaya sebep olabilecek sınavdır). Allah yanında ise buyuk mukĂ‚fat vardır." TeğĂ‚bun sûresinin 14 ve 15. Ă‚yetleri ise şu mealdeydi: "Ey iman edenler! Zevcelerinizle evlĂ‚tlarınızdan bir kısmı (sizi ibĂ‚detten alıkoymak, emirlerinize uymamak sûretiyle) size (bir nevî

Affet beni evlĂ‚dım! Okuduğun kitapları, gazeteleri, konuştuğun arkadaşlarını, sana terbiye ve eğitim verenleri, seyrettiğin filmleri, oynadığın oyunları... kontrol altında tutamadım; gerektiğinde ambargo koyamadım. Kalbine ve kafana gireceklere gumruksuz gel gec dercesine tavrımla, bahcedeki korkuluk kadar bile olamadım. Butun bunları benim yerime ve benden daha guzel yapacak Allah korkusunu, ihsan bilincini, tevhid şuurunu gonlune yerleştiremedim. Gecemi gunduzume katıp, seni "nasıl muslumanca yetiştirebilirim?" diye planlar, programlar yapamadım. Dinim seni nasıl yetiştirmemi emrediyor, oğrenip uygulayamadım. Ben sucluyum Rabbim, Affet beni Allah'ım!
Bir zamanlar bana karşı yeterince hurmetli ve saygılı davranmıyor, emirlerimi yapmıyorsun diye kızıyordum sana. Şimdi ise o kızdığıma kızıyorum yavrum. Oyle gormuştuk biz cocukluk ve gencliğimizde: Zerre kusur etmezdik saygı ve hurmette atalarımıza, hatta yaşca buyuk herkese. Ben de bir zamanlar senden bunu bekliyordum. Cok onemliydi o demler, cocuğumun beni sayıp hurmet etmesi. Şimdi kızarak guluyorum bu halime. Allah'a saygısız olan, O'nun emirlerini ciğneyen, Kur'an'ın hukumlerini umursamayan cocuk bana saygı gosterse ne olurdu? Allah'a saygı mı, bana saygı mı, hangisi daha onemliydi? Bir ceşit ilĂ‚hlık taslamış oluyordum o zamanlar. Allah'a saygıdan cok kendime hurmet istiyordum. Olcu bendim, once kendime istiyordum itaati ve saygıyı. Once benim sozum tutulacak, emirlerim yerine getirilecekti. Allah'ın emirlerinin tutulup tutulmaması benim icin o gunler onemli değil; benimki onemliydi. Şimdi kızarak guluyorum bu halime; ben neydim ki Allah'ın yanında, zerre bile olabilir miydim? Ben neydim ve neyim ki, Yaratan'a isyan ederken cocuk, ben kendimi duşunup bana itaat ve saygı isteyeceğim?
Ana-babanın veya başka bir beşerin koyduğu kurallara karşı gelenler isyankĂ‚r olur, anarşist kabul edilir de, Allah'ın kanunlarına boyun eğmeyen, her şeyiyle isyan edip baş kaldırana anarşist ve isyankĂ‚r denmez de ne denirdi? Esas anarşist ve isyankĂ‚r, benim namaz kılmayan oğlumla, İslĂ‚mî ortuye burunmeyen kızımdı. Anarşiyi Batılı ve bĂ‚tıl rejimler uretiyordu, ama gencleri kurban eden bu rejimleri besleyen, anarşist yapanlara fırsat veren biraz da bendim, ben. Anarşist babasıyım ben! Zehirli yılanları iyice besleyip buyuttukten sonra sokağa salıveren insan, yılandan daha suclu, daha zararlı değil miydi? Kendi elleriyle yılanın zehirlerini takviye eden, ettiren terbiyeci, hele benim gibi tedbir de al(a)mamış ise, kendisi de zehirlenip olecekti. Keşke buyuttuğum yılan, zehriyle sadece bana zarar verip beni oldurseydi de dĂ‚vĂ‚ma saldırmasaydı, toplumu ifsĂ‚d etmeseydi!
Pek onemsemiyordum eskiden evlĂ‚t terbiyesini. Birkac beylik lĂ‚fla oluverecek zannediyordum: "Oğlum namaz kıl, kızım başını ort!" Nicin kılacaklardı namazı, başını niye ortecekti kızım? Oğretmiyor, oğretemiyordum. Oncelikle Allah'ın her şeyden fazla sevilip emirlerine itaat edilmeye lĂ‚yık biricik Rabbimız olduğunu, emirlerinin hikmetini, dunyĂ‚ ve Ă‚hiret saĂ‚detine eriştireceğini... Şimdiki gencler oyle bir toplum icinde yaşıyorlar ki, namaza, ortuye giden yollar tumuyle tıkalı. Kolay mıydı bu devirde gencin namaz kılması, ahlĂ‚klı-iffetli olması, başını ortmesi? Koklu, cok sağlam bir iman olmadan mumkun muydu bunlar? Gercek iman olmadan sĂ‚lih amel olmayacak, tevhidî imanın adını ise duzen irticĂ‚ koyacak, toplum da bu zokayı yutacak... Her şeyin başı imandı. Motor olmadan veya motora enerji konmadan araba calışabilir miydi? İnsanın motoru da kalbi idi; Kalbin ihtiyacı da iman. Kalp motoru, iman enerjisi olmadan elbette calışamazdı. Kalp butun vucuda kan pompalayacak gucte olmalıydı. İman da her uzvu sĂ‚lih bir şekilde harekete gecirecek yeterlilikte/sağlamlıkta olmalıydı. İman olmadan ya da yeterliliği bulunmadan hareket/amel/ahlĂ‚k beklenebilir miydi? "Kalp sağlam olursa butun vucut sağlam olur" diyordu Allah'ın Rasûlu. Kalbi/imanı sağlamlaştırmalıydı her şeyden once.
Sonraları anladım, işin hic de kolay olmadığını. Yaptıklarımın kendimi avutmak, icimden gelen duyguları, vicdanımı bastırmak olduğunu; cocuğa hatim ettirmekle işin bitmediğini, belki başladığını. Cocuğum yedi yaşına girince namaz ve ortuyle emredecek, emrimi yerine getirtmek icin bir komutan edĂ‚sı takınacak; on yaşlarına geldiklerinde artık namaz ve tesetturun karşısındaki tum ic ve dış engelleri kaldıracak, her nasılsa bunları hĂ‚lĂ‚ yapmazlarsa, onları hafifce dovecektim; Boyle emrediyordu Yuce Peygamberim. Namaz ve ortu prototipti, bir baş ornekti. Diğer İslĂ‚mî emirler icin de terbiye yolu bu idi. Yapmış mıydım butun bunları? İslĂ‚m'ı yaşamaya engel olacak kulturel, siyasal, sosyal, psikolojik tum baskı ve engelleri ortadan kaldırmış mıydım? Ona muslumanca yaşayabileceği bir cevre hazırlamış mıydım? Hayır! Oyleyse esas suclu bendim, ben!
Biri bana materyalist deseydi, kızardım eskiden. Ama şimdi, eski hayatıma kendim bu sıfatı takıyorum. Maddeci olmasaydım, cocuklarımın evvelĂ‚ rızıklarını mı duşunurdum, yoksa muslumanca yetişmelerini mi? Ancak bir maddeperest yapabilirdi benim yaptıklarımı. Yorgun argın, posam cıkmış vaziyette, dilim bir karış dışarıda işten eve donuyordum. Cocuklarla meşgul olacak zaman bile bulamıyordum (gerci, soz aramızda; televizyona, kahveye yer yer vakit bulabiliyordum). “Bu kadar calıştığım, sadece cocuklarım icin” diye teselli buluyor, cocuklarımı duşunduğumu sanıyor, kendimi kandırıyordum. Cocukların midesini duşunduğum kadar dinlerini duşunseydim, en az karınları kadar ruhlarını doyurmanın babanın esas gorevi olduğunu hesap etseydim, herhalde sekiz saat de onların dinleriyle uğraşırdım; sekiz saat rızıkları icin calıştığım gibi. Ama, dedim ya materyalistmişim, maddeye tapıyormuşum o zaman.
Cocuk, cocukluk yapıp elini ateşe atsa, sobayı ellemeye kalksa elbette engellerdim; ille de yanmak istese de kendi haline bırakmaz, musĂ‚ade etmez, gerekirse, yanmasın diye, şefkatle tokatlardım onu. Cunku o, neyi yapınca, nasıl davranınca yanacağını bilemezdi. Biraz buyuyunce, yine cocukluğun daniskasını yaparken, cehennem ateşine elini uzatıp, cevresinin teşviki ve kendi arzusuyla kendini ebedî alevlerin icine atarken seyirci kalmam, hatta bu yanma olayına yardımcı olmam neyle izah edilebilirdi? EvlĂ‚dımı sevseydim, ama Allah icin ve gercek sevgiyle sevseydim, onun cehenneme doğru yuvarlanmasına seyirci kalmaz, goz yummazdım. Demek ki sevmiyormuşum seni; affet yavrum beni!
Sahibi bulunduğum bir sığır, bir koyun eve akşam birkac saat gelmeyince, merak eder, aramaya cıkardım onu. EvlĂ‚dım akşam eve gec geldiğinde bu kadar bile merak etmemiştim. Koyunumu bir canavar, bir kurt yemesin diye araştırıp tedbir alıyordum da, evlĂ‚dımı nice kurtlar ve canavar tehdit ederken boş veriyor, hatta bazı kurtların eline kendim teslim ediyordum. Kuzuyu kurttan coban korur, ya coban kurt olursa o surunun hali ne olur? Bunu duşunmuyordum. Hem kurtları kendi surume saldırtıyor, onlara fırsat veriyor, hem de guya cobanlık yapıyordum!.. Aslında cocuğun pek sucu yoktu. O taklit etti yanlışlarımla beni, benim vekillerimi. O ornek aldı; kanallarda seyrettiği artistlerin, şarkıcıların, futbolcuların hayatını. Kızım, yıldız diye goklere cıkartılan şıfrıntıların kıyafetini, modasını, dansını. Cocuk su gibi renksiz ve temiz geliyordu hayata. Hangi kaba koyarsan onun rengini ve şeklini alıyordu. Bendim, o suyu kirleten, o suyu cirkin boyalı pis bir kaba koyan. Oğlum! Sana peygamberini ve ashĂ‚bını tanıtıp sevdiremedim; topcuları ve popcuları sevdirdiğim kadar. On tane ashĂ‚bın adını sayamazdın ama, onlarca belki tonlarca futbolcu ve sanatcıları sayar, hayat hikĂ‚yelerini anlatırdın. Ben hazırladım bu ortamı sana; televizyon adındaki oğretmeni ben tutup getirmiştim eve, sana bunları belletsin ve sevdirsin diye. Kızım! Sana da Hz. Âişe'yi, Hz. FĂ‚tıma'yı tanıtıp ornek gosteremedim. Sen Sumeyye'leri, SumeyrĂ‚ ve RumeysĂ‚'ları nereden bilecektin? Kim oğretecekti, evdeki o ozel oğretmen mi? Onları değil; sanatcıları(!) ornek almana ben sebep oldum. Evdeki ekrandan tepinme (pardon dans) dersini ve bin bir ceşit ahlĂ‚ksızlık/hayĂ‚sızlık derslerini tĂ‚kip etmene ben seyirci oldum, ben sebep oldum, ben! Sen tabii, cocuk olarak, gozunle duşunecektin; aklınla değil. Ve gorduklerine uyacaktın; dinine değil. Onları gordun, onları belledin, onlara benzedin. Artık ne hayĂ‚ kaldı, ne din...
Televizyon ilk oğretmenindi. Sen buyudukce oğretmenlerinin dereceleri de buyuyordu. TV. kanallarının oğretemediklerini de oğretsin diye video, sonra video CD player adlı ozel ders veren oğretmeni eve getirdim; seni iyice eğitsinler, benim yerime yetiştirsinler diye. DVD ve VCD adlı yabancı oğretmenler ozel kitaplarla ders veriyordu: Ozel filmlerle ev bir sinemaya, ozel cliplerle gazinoya benziyordu. Hayat, bir filmden, bir oyundan, muzikten ve futboldan ibĂ‚retti cocukların gozunde. Boylece hem vakitlerini, hem kendi inanc ve ahlĂ‚klarını bu yabancı markalı silĂ‚hlarla olduruyorlar, bir anlamda intihar ediyorlardı cocuklar. Baba olarak ben kahveden cıkmazsam, cocuklarım da tabii bana, benim modern tarzıma benzeyeceklerdi.
Oyle bir ortamda, oyle bir cevrede buyuttum yavrum seni ki, o yerlerde haramlar şiirleşmiş, gunahlar suslenmişti. Buradaki yollarda trafik işaretleri “geri donulmez (tevbe edilmez), yasaktır”, “tek yonlu yol” gibi işaretlerdi. Ama “tehlike!” ve “kaygan yol!” tabelalarına, hele “cıkmaz yol!” işaretine aldıran, hatta onları goren de yoktu. Mecbûrî istikamet okları hep şirk ve isyanı gosteriyordu. Hırcın dalgaları olan canavar bir denize, yuzmeyi oğretmeden, can simidi takmadan ben bıraktım seni! Nasıl tahammul edecektin buna? Boğulunca seni suclamaya başladım. Ama yeni yeni anladım: Esas suclu sen değil; bendim, ben!
Uykusuz geceler geciriyorum hep, Allah’a isyankĂ‚r birinin babasıyım diye. Artık dunyanın hicbir zevki onemli değil, İslĂ‚mî ortuden nefret eden bir kızın babasıyım cunku. Diyebilirsiniz ki; “Hz. Nuh’un ve bazı başka peygamber ve kĂ‚mil mu’minlerin de cocuğu iman sahibi, ahlĂ‚klı kişiler değildi!” Ben de derim ki: Onlar mes’ul değiller; cunku terbiye ve tebliğ gorevlerini tumuyle yaptılar. Ondan sonrası, yani hidĂ‚yeti vermek Allah’a Ă‚itti. Mesele, cocukların şoyle veya boyle olmalarından daha cok; benim, vazifemi, bu konudaki dinimin tum emirlerini yapıp yapmadığım idi. Ve ben gorevimi hemen hic denilecek kadar yapmamıştım. Sucluydum ben, sucluyum ben; Affet beni Allah’ım!
Ah! Şimdiki aklım ve imanım olsaydı... Ah bir olsaydı, cocuklarımı nasıl yetiştireceğimi bilirdim. (Bilirdim ama; cevre, sosyal ve siyasal yapı, kapitalist ilkelere uyan calışma şartları, eğitim... duzelmeden kendine bile sahip olamıyorsun ki cocuğuna sahip olasın. Coplukte belki, ama, gubrelikte gul yetiştirmek mumkun mu? O yuzden gubreliği temizlemeye, gul devrini oluşturmaya calışırdım bir yandan. Sivrisinekle mucĂ‚delenin kesin yolu, bataklığın kurutulmasıydı cunku.) Gerekirse hicret ederdim sırf bu yuzden; hic olmazsa olumsuz cevreden, suruden ayrılırdım. Ben hayvan değilim ki... Ne işim var surude? Uydum kalabalığa demezdim o zaman. İnsanların coğuna uyarsa, Peygamberimiz’i bile coğunluğun saptıracağını soyluyor Kur’an En’Ă‚m sûresi 116. Ă‚yette. Kalabalıkların yaptıklarını değil; yapılması gerekeni, yani Rabbimın yap dediklerini yapardım o zaman. Teslim etmezdim kĂ‚firlerin ve kufrun eline en kıymetli varlığımı. Sahip cıkardım İlĂ‚hî emĂ‚nete, birinci işim o olurdu, her şeyden once gelirdi onları muslumanca yetiştirmek. Cok kucuk yaştan itibaren Allah sevgisi, Peygamber sevgisi verirdim; her sevgiden once ve en buyuk sevgi olarak. İlĂ‚hî emirleri, ibĂ‚detleri nicin yapması gerektiğini anlatır, her konuda şuurlandırmaya calışır, okuduğu Kur’an’ın ne olduğunu, ne emirler icerdiğini, anlamını, namaza nicin ihtiyacımız bulunduğunu... oğretir ve sevdirirdim ona. Allah ve Peygamber sevgisini, Kur’an ve ibĂ‚det şuurunu verince, bu konuyla ilgili aradan engelleri kaldırınca, evet o zaman zorlayan olsa da sevemezdi Allah ve Rasûl'un sevmediklerini; benzemek istemezdi dinsizlere, donsuzlara. Nefret ederdi o zaman kufur ve kĂ‚firin her ceşidinden. Ya kendim İslĂ‚m’ı iyice oğrenip oğretirdim cocuğuma (ki en guzeli buydu), ya da aldığım aylığın yarısını, hatta daha fazlasını seve seve gerekirse verirdim uzmanına, ozel hocalar tutardım. Evet, şimdiki aklım olsa mutlaka bunları yapardım.
Aslında, zamanımızda ilim konusunda muslumanın işi cok kolaydı: Her konuda ceşit ceşit guzel kitaplar yazılıyor, nice konular araştırılarak hazır lokma haline getirilip kitap diye, dergi diye, CD diye sunuluyordu. EvlĂ‚t terbiyesi, cocuk eğitimi konusunda da onlarca kitap vardı; alır okurdum birini, nasıl terbiyeyi emrediyordu İslĂ‚m, oğrenir, tatbik etmeye calışırdım.
Uğraşır mıydım bu kadar onların sadece dunyada cokca rahat etmeleri, karınlarını cokca doyurmaları icin? “Daha cok para kazanıp onlara bırakayım da, benden sonra daha cok haramları daha kolayca işlesinler” diyebilir miydim? Bırakacağım mirasla (eğer dinlerini, yaşayışlarını kuvvetlendirmemişsem) onların, kolaylıkla bir suru gunah işlemelerine fırsatı boylece ben vermiş olmaz mıydım? Şimdiki aklım olsaydı boyle duşunurdum tabii. Beşinci buyuk halîfe kabul edilen zĂ‚tın hayatını oğrendim yeni yeni. Oyle diyordu Omer bin Abdulaziz olum doşeğinde, “her şeyini infak ettin; iyi de, cocuklarına bir şey bırakmadın. Onları hic duşunmedin mi?” diyen yakınlarına: “Onlar musluman iseler ne Ă‚lĂ‚! Onlara Allah’ı bırakıyorum sadece; yetmez mi? Onları musluman olarak yetiştirmişim; Allah da, onlar da bunu kĂ‚fi gorur. Yok, onlar kĂ‚fir iseler, ben onları musluman olarak yetiştiremediysem, onlardan bana ne? Ne yiyecekler, ne edecekler, bana ne o gĂ‚vurlardan? İster benim evlĂ‚dım olsun, ister yabancı, kĂ‚firlere mal bırakıp daha mı azdıracaktım? Benim bıraktığımla işledikleri haramdan ben mi sorumlu olacaktım? Bunu mu isterdiniz?” Evet, boyle diyordu o zĂ‚t. Ben de onu ornek alır, ben de oyle derdim. Cunku oğrendim ki Yuce Peygamberimiz “Hic bir baba, cocuğuna guzel terbiyeden daha ustun bir şey bağışlayamaz, bırakamaz” diyordu. Ben de onlara dunyalık bırakacağım diye cokca rezillik cekip cokca yorulmaz, hem de esas olarak, Ă‚hiret azığı olacak terbiyeyi verirdim olanca gucumle. Hem onları, hem kendimi kurtarırdım boylece. Ne bırakmıştı o merhamet peygamberi kendi cocuklarına; onu duşunurdum. O ne yaptıysa guzel yapmıştır derdim. Nerelerde yetiştirdi, kimlerin eline teslim etti sahĂ‚beler cocuklarını, inceler, o yıldızlardan ışık alırdım.
Yaşatamıyorsam muslumanca coluk-cocuğumu, giderdim daha muslumanca yaşayabileceğimiz bir yere; Gocerdik Ă‚ilece. Değmez miydi bunca cile Allah’ın guzel bir emĂ‚neti olan bebelere? Ve duĂ‚ ederdim cocuklarım icin devamlı; onların ıslĂ‚hı, ihlĂ‚sı... icin. Zayıf da olsa bir hadis rivĂ‚yetinde: “Ana-babanın cocuklarına duĂ‚sı, Peygamberlerin ummetine duĂ‚sı gibidir (Geri cevrilmez, kabul olunur).” buyuruluyor. Maddî tedbirlerimi alır, terbiyesi icin son imkĂ‚nıma kadar uğraşır, gerisini Allah’a bırakır, O’ndan yardım beklerdim. Bilirdim ki ben O’nun icin bir adım atsam, O bana doğru koşarak gelecek, kapılarını acacaktır.
Bugunku olumden beter hayatın zilletine katlanıp kĂ‚firlere benzer şekilde, hayvan gibi yaşayıp olumden sonraki azĂ‚ba hazırlanacağıma, olumsuzleşirdim boylece. Oldukten sonra yaşamak, ecir almaya devam etmek mumkundu; canlı cenĂ‚ze olmanın mumkun olduğu gibi. Amel defteri kapanmayan muslumanlardan biri, hadis-i şerife gore, “arkasından duĂ‚ edecek hayırlı bir evlĂ‚t yetiştiren” olacaktı. Ben oldukten sonra bile sevĂ‚bım artmaya devam edecekti. Sevaplarla yaşayacaktım cocuğum yaşadıkca...
Ve... olmadı butun bunlar. Affet beni Allah’ım!
HayĂ‚l-meyĂ‚l seni gordum yavrum az once bir sis perdesi arkasında, bulutların arasında. Benim sapladığım modern bıcakla kanlanan kefen icinde. Ayaklarına kapanmak istedim yavrum senin: “Affet beni!” diye. Sen, hem benden korkarak kacıyor, hem “dosdoğru inan ve inandığın gibi yaşa!” diyordun. Demek, sucumun keffĂ‚reti buydu. Affedebilmen, affedilebilmem icin dediğini yapmalıydım; onu anlatıyordun. Gercek mu’mine yakışır şekilde yaşayacağım, musluman olarak olmeye calışacağım... Soz veriyorum, soz veriyorum
__________________