Ben Nicin Peygambere İnanayım?
Olmuş. Hem de oleli 1400 yıl olmuş. Yaşarken aklı başında olan insanlardan pek cok kişi ona inanmamıştı. Karşı cıkmıştı. Hatta savaşmışlardı bile onunla. Şimdi ben tarihi bir şahsiyetin peygamberliğini tasdik edersem bu ne anlama gelecektir? Ebu Leheb, Ebu Cehil, Velid Bin Mugire gibi Mekke’nin hem kodaman hem bilgili, kulturlu hem de zeki insanlarından daha mı doğru duşunmuş olacağım bu konuda?
Peygambere iman bir zekÂ, bilgi, kultur işi olsaydı bu devirde herkesin ona inanması gerekirdi. Cunku cağımızda insanlar gordukleri eğitim sayesinde hem zekÂlarını geliştirmişler hem de cok bilgili ve kulturluler. Peygamberimiz (s.a.s) zamanında ise pek az insan okuma yazma biliyordu. Onlar da aldıkları ozel bir eğitimle bunu elde ediyorlardı. Peygamberimiz (s.a.s) ve pek cok sahabe, ne okula gitmişler ne de okuma yazama biliyorlardı.
Peygambere iman bir bilgi ve kultur, zek işi olsaydı bu dine once Yahudiler girerdi. HÂlbuki Medine’de pek az Yahudi bu dine girdi. Ekseriyeti duşman kesildi. Oysa Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle onlar peygamberimizi (s.a.s) kendi oz evlatlarından daha yakin bir şekilde tanıyorlardı (bk. Bakara suresi, 146).
Peygambere iman bir zorunluluktur. Evrenin yasaları, insanın ruhsal yapısı insanı buna zorlamaktadır. Aslında ruhsal duzeyde her insan peygambere iman kabiliyetiyle donatılmıştır. İnsanın peygamberlere inanmaması evrenin gercekliğine ve kendi doğasına aykırı duşmektedir. Asıl şaşılacak şey, insanların peygamberleri inkÂr etmeleridir.
Evrensel olgular, insanların peygamberlere inanmasını gerekli kılmaktadır. Yeryuzunun en buyuk fenomeni guneştir. İnsanlık tarihi boyunca binlerce insan topluluğu, kabile, millet ona taptı. HÂlbuki o bir ilah değildi. Kuran-ı Kerim’in tabiriyle o bir ayetti. Yuce Allah’ın pek cok guzel ismi onda tecelli etmektedir: El-Azim, El-Aliyy, En-Nur, El-Kadir, El-Kerim, Er-Rahman… Ay da Allah’ın (c.c.) guneşten sonra en buyuk bir başka ayetidir. Ay, ışığını guneşten alması dolayısıyla inanc dunyasında peygamberleri karşılar. Peygamberler Allah’tan (c.c.) aldıkları nuru (vahyi) insanlara ulaştırırlar. Cehalet karanlığında onlar insanları aydınlığa cıkarırlar. Onların nuru kendilerinden değildir, Allah’tandır. İnsanlar ister bu bilgilerin farkında olsun isterse olmasın ruhsal dunyalarında bu bilgi doğuştan itibaren vardır. İnsanlar ruyalarında dunyadaki fenomenleri anlamlarına uygun olarak gorurler. Ama uyanınca bunları bilmezler. Orneğin insan ruyasında inek gorur, bunun ne anlama geldiğini uyanınca ruya tabirinden oğrenir. HÂlbuki ruhsal dunyası ruya tabirinin bildirdiği butun bilgilere daha onceden en ust duzeyde sahipti. Bunun icin ruyada ilgili anlamla onu gormuştu. Ama bunun bilincinde değildi. Bunun gibi ruhsal evrende inanc dunyasında Cenab-ı Allah’ı temsil eden guneş ile aynı şekilde peygamberleri temsil eden ay, gercek birer fenomen olarak iman esaslarını adeta evrensel bir dille her bir insana haykırmaktadır.
Hz. Ebuzer (r.a.) peygamberimize (s.a.s) ilk iman eden sahabelerdendir. İslamiyet’ten once de İslam’a yakın bir inanca sahipti. Adeta İslam dininin arayışı icerisindeydi. Hz. Ebubekir’le (r.a.) arasındaki şu konuşma guneşin inanc dunyasında taşıdığı sembolik dile acıklık getirmesi acısından ilginctir:
‘Bir gun Hz. Ebubekir (r.a) peygamberin (s.a.s) huzurunda bulundukları sırada kendisine: ‘Ebuzer,’ dedi. ‘Cahiliye doneminde herhangi bir şeyi tanrı olarak tanır mıydın?’ ‘Tabii,’ diye cevap verdi. ‘Hatırladığım kadarı ile guneş ile birlikte kalkar ve harareti beni etkileyinceye kadar dua edip durur, etkileyence de kesilmiş ağac gibi duşerdim.’ Hz. Ebubekir, ‘Peki ne tarafa yonelirdin?’ diye sorunca şoyle cevap verdi: ’Bilmem, sadece Allah’ın beni yonelttiği tarafa…’
İnancsız insanlar cok zeki, bilgili, kulturlu olabilirler. Ama evreninin inanc dunyası acısından şiirsel (sanatsal) diline kulaklarını tıkadıkları icin guneşle ayın neyi temsil ettiklerini bilemezler. Oysa peygambere uyan ve insanların kole, ayak takımı diye kucumsediği Mekke’deki ilk Muslumanlar’ın buyuk coğunluğu, gorunuşte bilgi, kultur ve zekÂca inancsızlardan zayıftılar, ama onlar evrenin inanc dunyası acısından sunduğu bu tur mesajlarını dosdoğru algılayabiliyorlardı. Bu sayede peygamberimize (s.a.s) hemen iman etmişlerdi. Bu inanclarında o kadar sebatkÂr idiler ki, her turlu işkenceye rağmen de ondan asla taviz vermiyorlardı. Cunku iman, ozellikle peygambere iman bir zekÂ, kultur, bilgi işi değil, gunahlardan uzak durma meselesidir. Yani gunahla kirlenen bir nefis evrenin inanc dunyası acısından sunduğu tebliği, mesajları algılayamaz. Gunahlar buna mani olur. Onun zekÂsının, bilgisinin, kulturunun onunde gunahları adeta bir sis tabakası gibi hak dine girmesinde, hususiyle peygambere iman etmesinde engelleyici bir rol oynar. Boyle birisi hemen inkÂr yolunu tutar. İman etmesi icin gunahlarına tovbe etmesi gerekir. Gunahlar, inancsız insanı inkÂrla kendisini savunmaya iter. Bu, bir kişinin suc işleyip de bundan kurtulmak icin işlediği sucu kabul etmemesine benzer. Peygamberleri inkÂr eden insanların zekÂlarında, bilgi ve kulturlerinde bir problem yokken ozel hayatlarında peygamberlere iman etmeyi engelleyen buyuk bir gunah veya gunahlar, hatta zulumler soz konusu olabilir. Nitekim onlarca Kuran-ı Kerim ayeti bu sozlerimizi doğrulamaktadır. Ama zulme uğrayan, nispeten daha az gunahı olan kişiler zekÂ, bilgi, kultur acısından aşağı tabakadan da olsalar bile evrenin inanc dunyası acısından sunduğu mesajları eksiksiz, dosdoğru algılayabilmektedirler. Bu sayede peygamberimizin (s.a.s) tebliğine hemen olumlu cevap verebilmektedirler. Omrunde bir kere bile yalan soylemeyen, yoksulları ve yetimleri koruyup gozeten, kavmi tarafından guvenilir kişi diye adlandırılan birisi (Muhammed’ul-Emin), Allah (c.c.) hakkında nasıl yalan konuşabilir? Bana vahiy geliyor diye insanları nasıl kandırabilir? Boyleleri hemen onun gercek bir peygamber olduğunu kavrarlar ve zerre kadar da onun peygamberliğinden şuphe duymazlar.
Peygamberlerin hak olduğuna dair ikinci delil, insanın doğasından gelir. Bu, ruyalardır. Tabii konumuza giren ruyalar, hak olanlarıdır. Bilindiği uzere ruyalar uc kısma ayrılır. Bunlar: Şeytani ruya, nefsanî ruya, hak ruya olmak uzere. Hak ruyaların ozelliği, olduğu gibi cıkmasıdır. Yani bu ruyalar gelecekten haber verirler. Ruyayı goren kişi, bir zaman sonra bunların gercekleştiğini gorur. Bu ruyalar tamamen gercek olan sahnelerden olabileceği gibi sembollerden de meydana gelebilir. Ama ayırıcı ozelliği, geleceği haber vermesidir. Gelecek, gayptır. Gayp, bilinmeyen demektir. Bilinmeyenden haber veren, yuce Allah’tır. Peygamberlere indirilen vahiy de boyledir. Vahiyde bilinmeyenden haberler yoğunluktadır. Geleceğe donuk haberler, ozellikle olum otesi yaşam vahyin en temel bilgileridir. Bu acıdan vahiy ile hak ruyalar doğaları gereği bazı noktalarda birbirine benzerler. Hak ruyayı goren kişi, tıpkı bir peygamber gibi gayptan bilgi almaktadır. Onun icin peygamberimiz (s.a.s) ‘Hak ruya, peygamberliğin 46’da bir parcasıdır.’ diye buyurmuşlardır. Cunku hak ruyayı goren kişi bu delille vahyi hic itirazsız kabul edebilir. Bu noktada şoyle bir itiraz varit olabilir. Ama hak ruyayı herkes goremiyor ki? Doğru, herkes goremiyor. Ama omrunde bir kere de olsa goren pek cok kişi var. Ayrıca belirtmek gerekir ki, omrunde bir defa da olsa pek cok kişi boyle bir ruyadan yoksun kalabiliyor. Ama boyleleri de yakınlarından, tanıdıklarından, eş dostlarından pek cok kişinin boyle bir ruya gorduğune dair gormuşcesine bir kanaate sahip olabiliyorlar. Kısacası hak ruyalardan yoksun olsak bile pek cok kişinin şahadeti ile bunların gercekliğine inanmaktayız. Hak ruyaların varlığı, peygamberlik kurumunun en buyuk kanıtlarından birisidir.
Peygamberimizin (s.a.s) hak oluşunu sadece bu iki delil, yani evrensel kanunlar ile insan doğası ispat etmiyor. Peygamberimizin (s.a.s) peygamberliğinin en buyuk delili Kuran-ı Kerim’dir. Kuran-ı Kerim her yonu ile bir mucizedir. Peygamberimizin (s.a.s) peygamberliğine sınırsız delillerle işaretlerde bulunur.
Kuran-ı Kerim’in okumasını, anlamını bilmeyen insanlar, namaz kılan, bu kitabı okuyan, onun kelimeleri ile zikir yapan insanların yuzlerine şoyle bir baksın. Goreceklerdir ki, bu insanların uzerlerinde bir ruhaniyet vardır. Nur Allah’ın hediyesi olarak genellikle bu yuzlere sunulmuştur. Elbette bu sozumuz Kuran’ı Kerim’den habersiz kişileredir. Kuran-ı Kerim’in mucizesi en cok mesajlarında gorunur. O gerek insanları gerekse toplumları hem dunyada hem ahrette kurtuluşa cağırmaktadır. Sozun ozu peygamberimizin (s.a.s) hak oluşunun en buyuk kanıtı, kıyamete kadar surecek delili, Kuran-ı Kerim’dir.
Peygamberimizin (s.a.s) hayat hikÂyesi de onun peygamberliğinin hak oluşuna delil binlerce iz taşımaktadır. Hele mucizeleri asla kucuk gormemelidir. Onları tabiat kanuna aykırı diye ret etmemelidir. Cunku bu mucizeler hak olmasaydı, peygambere karşı cıkan insanlar tarafından daha o zamanda yalanlanırdı. Ayrıca binlerce sahabe hadislerde soz birliği etmişcesine değişik kanallarla bunları rivayet etmezlerdi.
Allah (c.c.) her birimize peygamberimize (s.a.s) gereği gibi iman etmeyi ve zor gunlerde onun şefaatlerini nasip eylesin. Âmin.
Alintidir.
__________________
Ben Nicin Peygambere Inanayim?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●37 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Ben Nicin Peygambere Inanayim?