Yuce Allah insanı en guzel şekilde yaratmış , yeryuzunun halifesi ilan etmiş ve her ummete, "Allah'a kulluk edin, aldırıcılardan kacının" diyen peygamberler gondermiştir. Ancak, kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yuzunden, onda ayrılığa duşmuşlerdir. Nitekim gecmiş milletlerden pek coğu; ya peygamberlerinin sozune kulak vermeyip dinlerini inkĂ‚r etmiş veya zamanla kitaplarını ve dolayısıyla dinlerini tahrif etmişlerdir. Bunun uzerine son din olarak İslĂ‚m, son kitap olarak Kur'Ă‚n, son peygamber olarak da Peygamberimiz (sav) gonderilmiştir. Bu gercek, bir Ă‚yette şoyle ifade edilmiştir: "Butun dinlerden ustun kılmak uzere, peygamberini, doğruluk rehberi Kur'Ă‚n ve hak din ile gonderen O'dur."

İşte gelişi ile dunyanın cehresini değiştiren ve susamış gonullere kıyamete kadar rahmet sunacak olan İslĂ‚m; gelir gelmez insanın elinden tutmuş, inananlara sunmuş olduğu tevhid nizamı ile, yalnız Allah'a kul olma ve sadece O'ndan yardım isteme esasını getirmiştir. Boylece insan, kime kulluk edeceğini oğrenmiş ve kĂ‚inattaki yerini ve değerini anlamıştır.

Esasen İslĂ‚m'ın insana verdiği değeri, gereği gibi kavrayabilmek icin o gunku toplum yaşayışını iyi bilmek gerekmektedir. İslĂ‚m'ın nurlu guneşi, Hira ufuklarında parlamaya başladığı sırada, her yonuyle derin bir cokuntu icinde bulunan cĂ‚hiliye toplumu butun değerlerini yitirmişti. AhlĂ‚kı ve yaşayışı ile ornek alınacak kimseler hemen hemen yok gibiydi. Diğer dunya milletlerinin durumu da Araplarınkinden daha iyi değildi. Hz. Peygamber'in (sav) doğduğu asırda dunya, karışıklıklar, felaketler icinde kaynıyordu. Avrupa'da Vizigotlar, İspanyol ve Fransızlarla devamlı savaş halindeydiler. İngilizler, Saksonlarla mucadele ediyor; İngiltere vahşet ve cehĂ‚let icinde yuzuyordu. Roma eski heybetini kaybetmiş, "her tarafı parcalanarak başı kalan bir heykel" halini almıştı. İskandinavlar ve Danimarkalılar, İtalya ve civarındaki ulkelerle boğuşuyordu. Asya'da da huzur yoktu: Tibet, Hindistan, Cin cetin savaşlar icindeydi. HĂ‚sılı her tarafı duşmanlık hisleri kaplamıştı. İnsanlar hayırdan cok şerre guveniyorlardı. Başkanlar icinde hangisi savaşa en cok taraftar ise, halkın guvenini o kazanıyor ve ganimet umuduyla peşine takılanların haddi hesabı olmuyordu.

Her hĂ‚liyle kokuşmuş dunyaya İslĂ‚m yeni bir nefes gibi geldi. Canlı, diri, yapıcı muesseseler getirdi. "Beni Rabbim terbiye etti, ne guzel terbiye etti" hadisinin ifade ettiği uzere, yıllardır husûsî bir terbiye ile yetiştirdiği Resulunun diliyle Allah, bu yeni goruşleri cihana ilĂ‚n etti. Kohnemiş butun değerleri yerle bir eden bu yeni inkılapcının hedefi, insanları, insanca yaşayacakları bir duzene kavuşturmak, "ahlĂ‚kî guzellikleri tamamlamak ve kemĂ‚le erdirmekti." Rabbinden oğrendiği din ve ahlĂ‚k esaslarını muslumanlara, bizzat yaşayarak oğretti. İyiliği, doğruluğu, insanlığı, iffeti, hayayı unutmuş olan insanlar, bunları ondan oğrendiler. Daha dun vahşetler icinde yaşayanlar, İslĂ‚m'ın diriltici soluğuyla şahsiyetlerine ve yitirdikleri değerlere kavuştular. İşte bu şartlar altında ve boyle bir ortamda butun insanlığa gonderilen İslĂ‚m, ferde uc yonden değer vermiştir:

A- Her şeyden once kişi, insan olması itibariyle tabiî bir değere sahiptir. Cunku onun hakkında Yuce Allah şoyle demiştir: "And olsun ki biz, insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek coğundan onları ustun tuttuk."

İnsanın, doğumuyla hatta ana rahminde teşekkul etmeye başladığı andan itibaren sahip olduğu bu değer; butun değerlerin ilki, en yaygını ve devamlı olanıdır. Buna sahip olurken maddî-manevî hicbir karşılık odememiştir. Bu, tamamen Yaratıcısının bir lutuf ve ihsanıdır. Oyle bir ihsan ki; kadın-erkek, siyah-beyaz, kuvvetli-zayıf, zengin-fakir demeksizin ve herhangi bir din ve milliyet farkı gozetmeksizin butun insanlığı kuşatmıştır. Ayrıca İslĂ‚m, şahıslar arasındaki sınıf farklarını da ortadan kaldırmış ve Hz. Peygamber'in ifadesiyle "İnsanlar Adem'in cocuklarıdır, Adem'i de Allah topraktan yaratmıştır" buyurularak insanlar arasındaki soy, ırk, dil ve renk farkına zerre kadar onem verilmediği belirtilmiştir. Boylece İslĂ‚m, insanların birbirine eşit olduğunu, eşit hak ve hurriyetlere sahip bulunduğunu bildirmiş ve ferdin kanını dokulmekten, ırzını ciğnenmekten, malını gasbedilmekten, meskenini tecavuzden, nesebini bozulmaktan ve vicdanını tahakkumden korumuştur.

İslĂ‚m, hicbir din ve milliyet farkı gozetmeksizin butun din mensuplarına, hatta duşmanlarına bile bu insĂ‚nî değeri bahşetmiş ve onları hayatlarında da, olumlerinde de korumuş; savaşı once onlar başlatmadıkca, bizzat muslumanlara duşmanlık yapmadıkca ve ahidlerini bozmadıkca onlarla savaşmaya izin vermemiştir. Onları harp meydanlarında da korumuş; soygun, hakaret, olume terk ve helĂ‚k tehlikesine karşı guvenliklerini teminat altına almıştır. Ayrıca onların olulerini de korumuş, cesetlerinin her turlu işkence ve tahribata maruz bırakılmasını, parcalanıp dağıtılmalarını haram kılmıştır.

İslĂ‚m, insanlar arasındaki ilişkilerin insanî esaslar dahilinde kurulabileceğini bildiği icin, herkesi bu insanî değere kavuşturmuştur. İslĂ‚m'ın insana verdiği bu değer sayesinde insanlık, zĂ‚limlerin, cebbarların taşkınlığına; zulum ve işkencelerine karşı korunmuştur. Bu esası koymakla da daima zayıftan ve haklıdan yana olduğunu gostermiştir.

İslĂ‚m'ın insana sırf insan olması itibariyle vermiş olduğu değerin sayısız orneğine Kur'Ă‚n-ı Kerîm'de, hadislerde ve İslĂ‚m tarihinde ve ozellikle de Hz. Peygamber'in hayatında rastlamak mumkundur. Onlardan biri ve belki de en carpıcı olanı şudur: Bir gun Hz. Peygamber AshĂ‚btan bir grupla otururken yakınlarından bir cenaze gecmiş ve Peygamber (sav) cenazeyi gorunce ayağa kalkmıştı. Yanında bulunanlar, onun bir musluman cenazesi olmadığını, yahudi cenazesi olduğunu soyleyerek, 'ayağa kalkmanız gerekmezdi' demek istemişlerdi. Onların bu sozu uzerine Hz. Peygamber: "Musluman değilse insan da mı değil?" cevabını vermişti.

Peygamberimiz (sav) bu davranışıyla, her fırsatta Filistin'deki muslumanlara işkence edip onların kolunu bacağını kırmaktan; kadın-erkek, genc-ihtiyar demeden onları oldurmekten cekinmeyen yahudilerin; her fırsatta demokrasiden, insan haklarından bahsedilen yirmibirinci asra yaklaştığımız şu gunlerde bile hĂ‚lĂ‚ siyah-beyaz ayırımı yapan, zencilerle aynı otobuste seyahat etmeyen, aynı lokantada yemek yemeyen ve onların cocuklarının okuduğu okullara cocuklarını gondermek istemeyen, butun bunlara rağmen insanımıza ve ozellikle de genclerimize ornek alınması gereken medenî bir millet gibi lanse edilen Amerika'nın; Alaska'da buzlar arasında kalan Balina'nın kurtarılması icin her turlu cabayı sarfeden, nesli tukenmeye yuz tutan Kelaynaklara ve deniz kaplumbağalarına karşı ilgi duyan, fakat dunyanın ceşitli yerlerinde ve ozellikle de Bosna Hersek'te ve Azerbaycan'da, Cecenistan'da, Keşmir'de ve diğer İslĂ‚m ulkelerinde, haksızlığa ve işkenceye uğrayan, her gun oluk oluk kanları akıtılan muslumanlara karşı duyarsız davranan Avrupa'nın tutumunu mukayese etmek gerekir.

İslĂ‚m'a gore insana değer vermek başka şey, insan değerini kabul etmek başka şeydir. Hele insana ustunluk tanımak' ise bambaşka bir şeydir. "Her hak sahibine hakkını vermek" ve onun sınırlarını belirtmek elbette guzeldir. Fakat daha guzel olanı; ona o hakkı verdikten sonra, onu sevdirmek, onu korumaya teşvik etmek, ona koruma yollarını sağlamak ve bunu bir inanc meselesi haline getirmektir. İşte bunun icindir ki İslĂ‚m Peygamberi: "Malı uğrunda oldurulen şehittir. Dini uğrunda oldurulen şehittir. Canını mudafaa ederken oldurulen şehittir. Ailesi uğrunda oldurulen şehittir" demiştir. Boylece İslĂ‚m, kişinin şeref ve haysiyetini korumuş, ona dokunulmazlık hakkını vermiş ve bu uğurda olmesini de kutsal saymıştır.

B- İslĂ‚m nazarında fert, inancı sebebiyle de değer kazanır. Bu gercek, Kur'Ă‚n'da şoyle acıklanmıştır: "... Allah icinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yukseltir..." "...Şeref Allah'ın, Peygamberi'nin ve inananlarındır..." ''İnanan bir kole, puta tapan (hoşunuza gitmiş olsa da, hur) bir erkekten daha iyidir."

Bu noktada İslĂ‚m'a gore inanan insan, inanmayanlardan ustundur. Allah katındaki ustunluk ise, "O'na karşı gelmekten sakınmak" anlamına gelen 'Takva1 esasına bağlanmış ve şoyle denilmiştir: "Ey inananlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şuphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en cok sakınanınızdır..." Hz. Peygamber de aynı gerceğe şu şekilde işaret etmiştir: "Ey insanlar! Dikkat edin, Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Yine dikkat edin, Arab'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab'a; keza beyazın siyaha, siyahın da beyaza 'Takva' dışında hicbir ustunluğu yoktur "

Gorulduğu gibi İslĂ‚m, kişinin dış gorunuşune, derisinin rengine değil, inancına değer vermektedir. Nitekim BilĂ‚l-ı Habeşî ile Ebu Zer el-GifĂ‚rî arasında cıkan bir tartışmada Ebu Zer, BilĂ‚l'e "siyah kadının oğlu" diye hitap etmiş ve BilĂ‚l buna cok uzulmuştu. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber, Ebu Zer'e: "Sende hĂ‚lĂ‚ cahiliye Ă‚detleri goruyorum" demişti. Soylediği sozden pişmanlık duyan Ebu Zer bir yanağını yere koymuş ve: "BilĂ‚l yanağıma basarak uzerimden gecmedikce buradan kalkmam" diyerek uzuntusunu dile getirmişti. Yine bir gun Hz. Peygamber, Kureyş'in ileri gelenleri ile konuşurken, AshĂ‚bdan Abdullah İbn Ummi Mektûm soze karışarak; "Ya Rasûlallah! Allah'ın sana oğrettiklerinden bana da oğret" demişti. Bu sozu bir iki defa da tekrar etmişti. O sırada Hz. Peygamber, Velid veya Umeyye b. Halef'i ikna etmeye calışıyordu. Bu kişiler, kendilerinin yanında fakir kimselerin bulunup soze karışmasından hoşlanmazlardı. Bundan dolayı Allah Rasûlu'nun, Abdullah İbn Ummi Mektûm'un gelip sozunu kesmesine canı sıkılmıştı. Fazla sorması uzerine de yuzunu, gayr-i memnun bir şekilde cevirmiş, otekiyle meşgul olmuştu. Velid yahud Umeyye b. Halef de kalkıp gitmişti. Hz. Peygamber'in, boyle yuzunu o tarafa cevirmesi, gercekte O'nun Ă‚lemlere rahmet olan rûhuna ağır gelmişti. Yuce Allah bu olay uzerine Abese sûresini indirmiş ve Rasûlu'nu şoyle uyarmıştı: "Yanına Ă‚mĂ‚ bir kimse geldi diye Peygamber yuzunu asıp cevirdi. Ey Muhammed! Ne bilirsin, belki de o arınacak; yahut oğut alacaktı da bu oğut kendisine fayda verecekti. Ama sen, kendisini oğutten mustağni goren kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Arınmak istememesinden sana ne! Sen, Allah'tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun..." Bu hĂ‚dise de gosteriyor ki inanan bir Ă‚mĂ‚, inanmayan bir muşrikten Allah katında daha değerlidir. Velev ki bu kimse ileri gelen biri bile olsa.

İnanmış olmak, insana sadece bir ustunluk veya ayrıcalık kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda ona, dunya ve Ă‚hirete taalluk eden birtakım yararlar da sağlar. Bunun en guzel orneğini yine Hz. Peygamber'in hayatında ve sozlerinde gormek mumkundur. Şoyle ki: MikdĂ‚d b, Esved (bu MikdĂ‚d b. Amr el-Kindî'dir) bir gun Hz. Peygamber'e şoyle bir soru sormuştu: "Ey Allah'ın Rasûlu! Şayet kĂ‚firlerden bir adamla karşılaşsam, onunla vuruşup da kollarımdan birini kılıcıyla koparsa, sonra da benden korkusundan bir ağaca sığınsa ve musluman oldum dese, bu sozu soyledikten sonra onu oldurebilir miyim?", Rasulullah (sav) "onu oldurme" cevabını verdi. Bunun uzerine MikdĂ‚d dedi ki: "Ya Rasûlallah! Bu adam kollarımdan birini kesti. Ustelik bu sozu, kolumu kestikten sonra soyledi ?" Hz. Peygamber ona tekrar: "Onu oldurme, eğer onu oldurursen o, senin onu oldurmeden onceki yerine gecer; sen de onun, bu sozu soylemeden onceki durumuna duşersin" cevabını verdi. UsĂ‚me b. Zeyd de konuyla ilgili olarak şoyle demiştir: "Rasulullah (sav) bizi Huraka'ya gonderdi. Oradaki kavme sabah baskını yaptık ve onları hezimete uğrattık. Ben ve Ensar'dan bir arkadaşım, onlardan bir adama yetiştik. Tam uzerine cullandığımız sırada adam 'La ilahe illallah' dedi. Bunun uzerine EnsĂ‚rî arkadaşım ona dokunmadı. Ben ise onu mızrağımla yaraladım ve neticede olumune sebep oldum. Donduğumuzde Nebî (sav) durumdan haberdar oldu ve bana, 'Ey UsĂ‚me, demek "LĂ‚ ilahe illallah" dedikten sonra onu oldurdun oyle mi?' dedi. Ben de, 'korktuğu icin bu sozu soyledi' dedim. Rasulullah (sav) bu soruyu o kadar tekrarladı ki, sonunda icimden, keşke o gunden once musluman olmamış olsaydım diye gecirdim." Bazı hadislerde de, "kalbini yarıp baktın mı kî onun korku sebebiyle musluman olduğunu soyluyorsun?" ifadesi gecer.

Bu iki ornek, inancın insana sağlamış olduğu dunyevî faydayı gostermektedir. Şu ornekler ise, inancın Ă‚hirete taalluk eden yararlarını gosterir. Abdullah b. Mes'ûd, konuyla ilgi olarak şoyle demiştir:

"Rasulullah (sav), 'Allah'a şirk koşarak olen kimse cehenneme girer' dedi. Ben de: 'Allah'a şirk koşmaksızın olen kişi de cennete girer', dedim." Ebu Zer de, Rasulullah'ın şoyle dediğini rivayet eder: "Rabbimin katından biri geldi ve bana; ummetimden Allah'a şirk koşmaksızın olen kimsenin cennete gireceği mujdesini verdi." Ben, 'zina ve hırsızlık yapmış olsa da mı?' diye sordum. "Her ne kadar zina ve hırsızlık yapmış olsa da" cevabını verdi.

İmandan sonra kufre donmenin ise Allah katında buyuk bir vebal ve sorumluluğu gerektirdiği Ă‚yetlerde şoyle acıklanmıştır: "Onlar ki, inandıktan sonra inkĂ‚r ettiler, sonra inkĂ‚rları arttı, onların tevbeleri kabul edilmeyecektir ve İşte onlar sapıkların tĂ‚ kendisidirler. Gercekten, inkĂ‚r edip kĂ‚fir olarak olenler var ya, onların hic birinden -dunya dolusu altını fidye olarak verecek olsa dahi- kabul edilmeyecektir..."

C- İslĂ‚m kişiye ameli ve yaşayışı ile de ayrı bir değer verir. İnancının gereğini yapanla yapmayanı eşit saymaz. Bu gercek, Ă‚yetlerde şoyle dile getirilmiştir: "İşlediklerine karşılık her birinin dereceleri vardır." "Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kotuluk koyar ise, ancak misliyle cezalandırılır, onlara haksızlık yapılmaz." "Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yuz 'tĂ‚ne' olmak uzere yedi başak veren 'dĂ‚ne'nin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir." Bu Ă‚yetlerden de anlaşılacağı gibi Allah, bir iyilik yapana kat kat sevap verdiği halde, kotulukleri yalnız misliyle cezalandırmak suretiyle insana ne derece değer verdiğini gostermiştir.

İslĂ‚m nazarında dış gorunuşun ve dunya malının da fazla bir kıymeti yoktur. Bu hususta Hz. Peygamber şoyle demiştir: "Şuphesiz Allah sizin dış gorunuşunuze ve mallarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar."

İslĂ‚m'a gore inanc ve inancın gereğini yapmak demek olan amel arasında da sıkı bir ilişki vardır. Cunku bu ikisi birbirinin tamamlayıcısı durumunda olan ve biri olmadan diğerinin tek başına yeterli olmayacağı iki onemli unsurdur. İslĂ‚m'da imansız amelin bir değeri olmayacağı gibi, amelsiz iman da kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Kur'Ă‚n-ı Kerîm'in pek cok yerinde imanla salih amelin birlikte zikredilmiş olması da bunu gostermektedir.

Netice itibariyle soylemek gerekirse İslĂ‚m'a gore her şey insanın, ozellikle de inanan ve inancının gereğini yaşayan insanın lehinedir. Bunun en guzel ifadesini Hz. Peygamber'in şu sozlerinde buluyoruz: "Muminin durumu doğrusu hayret vericidir; cunku yaptığı her iş onun hayrına olmaktadır. Bu ozellik de yalnız mumine mahsustur. Mu'min bîr şeye sevinirse şukreder; bu onun icin hayır olur. FelĂ‚kete uğrarsa sabreder; bu da onun icin hayır olur."

DİPNOTLAR
1) Tin, 95/4.
2) Bakara, 2/30. 3) Nahl,16/36.
4) Bakara, 2/213.
5) Fetih, 48/28.
6) Fatiha, 1/5.
7) MilĂ‚di 6. asırda dunya milletlerinin durumu hakkında Jul Labom'un değerlendirmesi icin bkz. Abdulaziz Caviş, Anglikan Kilisesi'ne Cevap (cev. M. Âkif, sadeleştiren S. Ateş, Ankara, 1985), s. 139-140.
8) Bkz. Aclûni, Keşfu'l-HafĂ‚, 1, 70.
9) MÂlik b. Enes, Muvatta', Husnu'l-Hulk, 1.
10) Bkz. Kandemir, M. Yaşar, Orneklerle İslĂ‚m AhlĂ‚kı, İstanbul, 1980, s. 93-94.
11)İsrĂ‚, 17/70.
12) Bkz. Draz, M. Abdullah, İslĂ‚m'ın İnsana Verdiği Değer (cev. Nureddin Demir), İstanbul, 1983, s. 45.
13)Ebû Davud, Edeb, 111; Tirmizî, MenĂ‚kıb, 73.
14) Draz, a.g.e., s. 46-47.
15) BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 50.
16) BuhĂ‚rî, Savm, 51; Tirmizî, Zuhd, 64.
17) Tirmizî, DiyĂ‚t, 22.
18) MucÂdele, 58/11.
19) MunĂ‚fıkûn, 63/8.
20) Bakara, 2/221.
21) HucurÂt, 49/13.
22) Ahmed b. Hanbel, Musned, V, 411.
23) Bkz. BuhĂ‚rî, Îman, 22.
24) Abese, 80/1-10. Abese sûresinin sebeb-i nuzûlunde nakledilen bu senaryonun boyle gercekleşmediği, bunun Kutub-u Sitte'de yer almadığı hk. bak. (Sonsuz Nur-2, 209-215 (Zaman). (Y. U.) M. Fethullah Gulen.
25) BuhĂ‚rî, MegĂ‚zî, 12.
26) BuhĂ‚rî, MegĂ‚zî, 45.
27) Bkz. Muslim, îman, 158; Ebû Davud, CihĂ‚d, 95; İbn MĂ‚ce, Fiten, 1; Ahmed b. Hanbel, IV, 439, V, 207.
28) BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 1.
29) BuhĂ‚rî, a. yer.
30) Âl-i İmrĂ‚n, 3/90-91.
31) En'Âm, 6/132.
32) En'Âm, 6/160.
33) Bakara, 2/261.
34) Muslim, Birr, 34.
35) Bkz. Bakara, 2/62; MÂide, 5/59; Nahl, 16/ 97; Kehf, 18/88; Meryem, 19/60; TÂhÂ, 20/75, 82; Furkan, 25/70-71; Kasas, 28/ 67, 70.
36) Muslim, Zuhd, 64.
* Dr. Ahmet Guc, U. U. İlahiyat Fak. Oğretim Gorevlisi

KAYNAK
__________________