Soru: 1) Bazen izzet ile kibir birbirine karıştırılıyor. Bu cumleden olarak, bir makamın onurunu koruma duşuncesi şahsî enaniyetle beslenip kibre donuşebiliyor. İzzet ile kibir nasıl tefrik edilebilir? Kibre duşmeden izzet-i nefsi korumanın ve vakûr olmanın esasları nelerdir?



-İzzet; değer, kıymet ve kuvvet sahibi, muhterem ve mu’teber olmak demektir. Geniş manasıyla, dini dunyaya Âlet etmeyen, sireti temiz, mÂnevi kudret ve kuvvet sahibi kimseye azîz denir. CenÂb-ı Hakk’ın bir ismi de mağlup edilmesi mumkun olmayan ve daima gÂlib bulunan manasında “Azîz”dir. Aslında, Allah TeÂl yegÂne Azîz’dir; bir yonuyle, peygamberlerin ve asfiyÂnın izzeti dahi O’ndan dolayıdır ve O’na kurbetleriyle doğru orantılıdır.

-Hazreti Omer (radıyallÂhu anh) hazineden bir deve almış, hizmetcisini de yanına katarak yola koyulmuştu. İzzeti tevazu ile atbaşı goturen buyuk halife, yanlarındaki tek deveye hizmetcisiyle beraber nobetleşe olarak binmeyi kararlaştırmış ve bir sure yaya daha sonra da bir muddet deve uzerinde olmak uzere Kudus onlerine kadar gelmişti. Mu’minlerin halifesini karşılamak icin nehrin kenarına koşanlar hayretler icinde kalmışlardı. Cunku, dunyanın o donemdeki en buyuk devletinin hukumdarı, ayağındaki mestleri cıkarıp koltuğunun altına koymuş, hizmetcisini taşıyan devenin yularını eline almış, sıradan bir insan gibi başı onde yuruyordu. Dahası, uzerinde de giysi olarak bir izar (gomlekten az uzun tek parca elbise, peştemal) ve bir sarıktan başka bir şey yoktu. Ayrıca, yuce Halife’nin o basit elbisesi, oraya gelinceye kadar, devenin ustundeki semere surtune surtune birkac yerinden yırtılmıştı, o da her defasında bu yırtık yerleri –birer şeref nişanesi ekler gibi– yeniden yamamıştı. Onu istikbal eden muslumanlardan bazıları bu durumu biraz yadırgadıklarını ve Rumlara acılan bir kapı mahiyetindeki o topraklarda İslam halifesinin boyle gorunmesini uygun bulmadıklarını ifade etmek istemişlerdi. Nihayet, iclerinden sozu dinlenen birisi, “Emiru’l-mu’minîn! Buyuk bir kalabalık sizi bekliyor; bu insanların onune bir sultana yaraşır şekilde aziz ve heybetli bir kılık-kıyafetle cıksanız!..” demeye kalkışınca, daha o sozunu bitirmeden, adalet timsali yuce halife, “Allah bizi İslam dini ile aziz kılmıştır; bundan başka bir şeyde izzet aramamız beyhudedir. Madem ki, bizi aziz eden İslam’dır; izzeti ve şerefi onun dışında aramayız ve istemeyiz.” diyerek sesini yukseltmişti.

-Kur’an-ı Kerim, AshÂb-ı KirÂmın aziz ve yiğit insanlar olduklarına işaret etmiş, aynı zamanda onların kendi aralarında cok mutevazı, yuzleri yerde ve şefkatli kimseler olduklarına vurguda bulunmuş ve “Onlar kÂfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise cok şefkatlidirler.” buyurmuştur. (Fetih, 48/29)

-Hazreti SÂdık u Masduk’a isnad edilen bir hoş sozde:

مَنْ تَوَاضَعَ لِلَّهِ رَفَعَهُ اللهُ وَمَنْ تَكَبَّرَ وَضَعَهُ اللهُ

“Yuzu yerde olanı Allah yukselttikce yukseltir, kibre girip calım cakanı da yerin dibine batırır.” denmektedir.

-Bir kudsî hadîste, CenÂb-ı Hak, “Kibriya, benim ridÂm; azamet ise, benim izÂrımdır. Kim benimle bu mevzuda yarışa kalkışır ve bunları paylaşmaya yeltenirse, onu cehenneme atarım!” buyurmaktadır. Evet, Allah, ZÂtına has bir sıfatı paylaşma kustahlığına kalkışan birine iman nurunu nasip etmez. Onun kalbinde iman taht kuramaz, cunku o haneyi kibir işgal etmiştir. Kibir, basireti kor eden bir perdedir. Kibirle meşbû bulunan bir vicdan, kainatta sayfa sayfa yazılmış mucizeleri goremez, mahlukatın binlerce dille anlattığı hakikatleri idrak edip anlayamaz. Zira, basiret korleşince basar da idrak adına hicbir işe yaramaz.

-İzzetli insanlar, kimseden karşılıksız bir şey kabul etmeyen, kimseye evvel ve Âhir diyet odeme mecburiyetinde kalmayan aziz ruhlardır. Halden anlamayanlar, izzet-i nefislerini korumak icin aclığa ve yokluklara katlanıp asla isteme zilletine duşmeyen bu insanları zengin zannederler. Aslında, dikkat edilse hallerinde fakirlik emareleri gorulecektir. Fakat, onlar kimseden bir şey isteyemezler, hele hele ısrarla ve bıktırırcasına hic istemez ve kat’iyen dilencilik yapmazlar. “Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar icindir. Bunlar yeryuzunde dolaşma imkÂnı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gercek hallerini bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Ey Rasûlum, sen onları simalarından tanırsın. Onlar yuzsuzluk ederek halktan bir şey istemezler. Hem hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.” (Bakara, 2/273) mealindeki ayet-i kerime işte bu manadaki iffet ve izzet erlerini anlatmaktadır.

-Rivayete gore; bir gun, bir papaz Hazreti Mevlana’yı ziyarete gelmiş ve onun elini opmek istemiş. Bunun uzerine Hazreti MevlÂna, ondan once davranıp papazın elini opmuş ve “Dinimizin bir şiarı olan tevazuu kimseye kaptırmam!” demiş. Bazıları cıkıp bunu ciddi bir zillet olarak gorebilir; gorebilir ve “Nasıl olur da bir mu’min, mu’min olmayan birisinin elini oper?” diyerek tenkide kalkışabilir. Hatta bazı mufritler, bu ve benzeri tavırlarından oturu o buyuk zÂt hakkında daha ağır ithamlarda da bulunabilir. Elbette ki boyle bir bakış acısı o zÂt hakkında suizandır ve buyuk bir vebali netice verir. Belki İslamî acıdan meselenin tenkidi yapılabilir ve mulahaza dairesi acık bırakılabilir. Fakat, Hazret, bu tavrıyla orada gercek buyukluğun ne olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim elini optuğu kişi, o esnada hemen MevlÂna’nın eline ayağına kapanmış ve “Temsilcisi bu kadar mutevazı olan bir din mutlaka haktır.” diyerek kelime-i şehadet getirip Musluman olmuştur. Şayet boyle bir tavırla, bir insanın gonlune girmek, ona iman ufkunu gostermek ve ebedî saadeti kazandırmak mumkun olacaksa, başınızı o kimsenin ayaklarının altına kaldırım taşı gibi koymanız bir zillet değildir; bu, olsa olsa bir uslup tercihidir. Asıl zillet; insanın nefsi, istikbali ve coluk cocuğu adına yuz suyu dokmesi; korku, tama, tenperverlik ve rahata duşkunluk gibi zaaflarından dolayı el etek opmesidir.

-AshÂb-ı KirÂm başta olmak uzere butun hakiki mu’minler, “Allah onları, onlar da Allah’ı sever; mu’minlere karşı (fevkalÂde) mutezellildirler (tevÂzu kanatlarını yerlere kadar indirirler), kufur nankorlerine karşı da izzetli (ve satvetli)dirler. Surekli Allah yolunda mucÂhedede bulunur ve kınayanın kınamasına da aldırış etmezler.” (MÂide, 5/54) gerceğinin tam temsilcileri oyle babayiğitlerdir ki; Rabbileriyle baş başa kaldıklarında derinlikleri ihata edilemeyen birer Ârif u Âbid, dost ve arkadaşları arasında birer şefkat kahramanı, guc ve kuvvetle mucadelenin zaruri olduğu zaman da birer erkÂn-ı harp ve dÂhî, mensup oldukları milletin haysiyet ve şerefi adına fevkalÂde hassas, tohmet ve sûizanna vesile olacak “pes” davranışlardan da olabildiğine uzaktırlar.








Soru: 2) “Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefÂhur edemez. Millet namına tefÂhur eder, hazm-ı nefs edemez.” deniliyor. Bu zaviyeden, bir insanın, kendi haysiyet ve izzetini muhafaza ile bir muessesenin ya da milletin izzet ve haysiyetini koruma hususlarıyla alÂkalı takınacağı tavırlarda ne turlu farklılıklar soz konusudur?



-Bir mu’min sadece kendisini alÂkadar eden meselelerde elden geldiğince mulayim, şefkatli ve affedici olmalı; kotulukler karşısında her zaman sabırlı davranmayı, tahammul gostermeyi ve bağışlayıcı olmayı esas edinmelidir. Fakat, bugun ferdîlikten ziyade şahs-ı manevî ve heyet-i İslamiye soz konusudur. Her muslumanın tavır ve davranışının şahs-ı manevîye ve İslam’a mal edilmesi mevzubahistir. Şimdilerde tek ferdin yakışıksız bir hareketi butun inananlara kredi kaybettirebilmektedir. Tutarsız davranışlar sergileyen bir insan, butun muslumanları zan altında bırakmaktadır. Bu itibarla da, bir mu’min diğer inananları mahcup edebilecek hadiseler karşısında sessiz kalamaz; kendi haklarıyla beraber Allah hakkının ve toplum hukukunun da bahis mevzuu olduğu meseleleri sineye cekemez; tavzih, tashih ve tekzib adına ne gerekiyorsa yapmak mecburiyetindedir.

-Elli senedir aleyhimde yazılar yazan insanla alÂkalı “Cehennem ve azÂb-ı ilahî yeter!..” diye aklıma geldiğinde her defasında “Hayır ya Rabbi, Cehennemle azab etme, ne olur bahtına duştum, kalbine iman koy, onu da imanla serfiraz kıl!” diyorum. Kendi haklarımdan vazgeciyorum. Fakat, hukukullah ihlal edilmişse, Allah Rasûlu’nun, dinin ve Kur’an’ın haklarına tecavuz edilmişse, onları affetmek beni aşar. Bu itibarla, insan, şahsı adına elden geldiğince hazm-ı nefsi esas almalıdır; fakat, beraber anıldığı insanların ve toplumun hakları soz konusuysa, o zaman daha temkinli ve hassas davranmalı, ihkak-ı hak peşinde olmalıdır.

-Halk arasında yaygın olan bir soz vardır: “Kendisine iyilikte bulunduğun kişinin şerrinden sakın!” Ben bu sozu değiştiriyor ve “Şerrinden korktuğun kimseye bile iyilikte bulun.” diyorum. Cunku iyilik, insanı yumuşatır ve iyiliği yapana kole eder. Nitekim, bu hakikati ifade eden bir sozde: “İnsan, ihsanın kolesidir.” denmiştir.

-DGM Savcısı senelerce surdurduğu araştırma ve incelemelerden, bir dizi tevsî’-i tahkikÂttan sonra “Fethullah Hoca’yı zuğurt bulduk!” demişti. Ben hep “Allahım benim kardeşlerime, ailemin fertlerine dunyevî imkan verme!” diye dua ettim. “Acaba akıyor mu bir yerden, sızdırılıyor mu?” demelerinden endişe duyduğumdan bu niyazda bulundum. Hayatım boyunca kût-u lÂyemut ile iktifa ettim.

-Dunyanın dort bir yanında hizmet eden insanların iffeti, ismeti, itibarı, halkın onlara olan teveccuhu ve butun bunların inkıtaa uğramaması cok onemlidir. Artık her birimizin hukuku, bir hukuk-u Âmme haline gelmiştir. Bundan dolayı, surekli yaptığım dualardan biri şu şekildedir: “Allah TeÂl benimle arkadaşlarımı, arkadaşlarımla da beni mahcup etmesin!..”
__________________