Soru: Mefkûre muhacirlerinin, zamanla gelen durgunluk, ulfet ve matlaşmaya yenik duşmemeleri icin dikkat etmeleri gereken hususlar nelerdir? İzahını lutfeder misiniz?
Oncelikle bilinmesi gerekir ki, insanın belli bir donem elde ettiği mÂnevî kazanımlarını, canlılık ve revnaktarlığını bir omur boyu muhafaza edebilmesi kolay bir iş değildir, hatta onları ilk defa elde etmekten daha zordur. Evet, ilk duyulduğu an ruhlarda ihtizaz meydana getiren, şok tesiri hÂsıl eden soz ve hÂdiselerin, terutaze hissiyatın, metafizik gerilimin bir omur boyu devam ettirilmesi zorlardan zor bir meseledir. Onun icin hemen her yeni başlangıcta saff-ı evveli teşkil eden insanlar cok canlı ve dinamik olsalar da daha sonraki donemlerde aynı canlılığı devam ettirememişlerdir. Oyle ki, başlangıc itibarıyla inandıkları değerler uğrunda hırz-ı can edip kahramanlık sergileyen ilklerde bile uzerlerinden gecen zamanla birlikte aşınma ve yorgunluk emareleri gorulmeye başlanmıştır. CenÂb-ı Hakk’ın insanoğluna buyuk bir nimeti olan zamanın kendisi aşınmasa da, onun kadr u kıymeti bilinmeyince; bilinmeyip canlılık ve taze kalma adına o hakkıyla değerlendirilmeyince, her gecen gun, duygu ve duşuncelerdeki taravet, halÂvet, canlılık ve cazibedarlık belli bir aşınma ve yıpranmaya maruz kalmıştır. Mesel kılınan namazlarda, Allah huzurunda bulunuyor olma şuurundan uzaklaşılmış, gonuller ihtizaz ve ic titremelere hasret kalmıştır. Aynı şekilde, insanı Reyyan kapısından gecirmeye ve ona Cennet koridorunda yuruyor olma ruh hÂletini kazandırmaya namzet olan oruclar, akşam yemeğinin beklendiği bir aclık hÂline donuşmuştur. Bu sebeple, bir kez daha ifade edelim ki, mebdede elde edilen kazanımları; kıymet-i harbiyeleriyle, derinlik, revnaktarlık ve cazibedar buudlarıyla koruyabilme, onları ilk defa elde etmekten daha zordur.
Kesintisiz Yenilenme Cehdi
Her fert ve toplum icin mukadder gibi gorunen bu durum karşısında yapılması gereken, insanın surekli yenilenme ceht ve gayreti icinde olması, bu şuurla hayatını orgulemesidir. Zira sizin gozunuz ve gonlunuz bir donem, belli guzelliklere acılmış olabilir ve siz o guzellikleri samimi ve yurekten bir şekilde bağrınıza basmış olabilirsiniz. Fakat daha sonra o guzellikleri soldurmadan, oldurmeden, ruh ve duşunce dunyanızda partallaştırmadan butun parlaklığıyla muhafaza edebilmeniz cok ciddi bir ceht ve gayrete vÂbestedir. Bu durumu şoyle bir misalle de izah edebiliriz: Bir insan halata tutunarak, ayağına kancalar takarak, ellerine eldiven giyerek ve benzeri yollarla uğraşıp cabalayarak bir yolunu bulup zirveye tırmanabilir. Fakat daha sonra, tırmandığı bu zirvede tutunabilmesi, mevcudiyetini orada devam ettirebilmesi, o zirvenin şartlarına, atmosferine ayak uydurabilmesi ve aynı zamanda o mekÂnı kendileştirmesi, kendisine benzetmesi zirveye tırmanmaktan daha zor bir iştir. Bunun icin asıl mesele zirvede durabilmek, kazanımları kaybetmemek bir yana belki onları katlayarak devam ettirebilmektir. Bu da ancak surekli bir yenilenme ceht ve gayretiyle mumkundur.
Bir hadis-i şerifte gectiği uzere Allah Resûlu (sallallÂhu aleyhi ve sellem) sahabe-i kiram efendilerimize;
جَدِّدُوا إِيمَانَكُمْ
“İmanınızı yenileyiniz” tavsiyesinde bulunur. Bunun uzerine kendisine; “Ya Resûlallah! İmanımızı nasıl yenileyelim?” diye sorulduğunda, İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalÂtu vesselÂm):
أَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ
“Lailahe illallah” sozunu (zihnen, kalben, lisanen) cokca yÂd edin” buyurur. (Mecmeu’z-zevÂid,10/82) O halde siz bilgi havuzunuza surekli bir şeyler akıtarak imanınızı, İslÂmî duşuncenizi ve ihsan mulÂhazanızı yenilemeye calışacaksınız. Boylece, gonul dunyanızda tebahhur edip ucan, dışarıya kacan bilgilerin birkac katı malumatı farklı kanallardan tekrar oraya akıtacak; akıtıp meydana gelen boşluğu yeniden dolduracaksınız. Tekvînî emirleri tetkik edecek, tefekkur vadilerinde dolaşacak, gecmiş bilgilerinizi bugunku bilgilerinizle mezcedip surekli yeni tahlil ve terkiplere ulaşacak, analiz ve sentezler yapacak ve boylece her gun elde ettiğiniz bilgilerle imanınızı bir kere daha yenileyeceksiniz.
İnsanın bedeninde her an değişme ve başkalaşmalar meydana geliyor. Vucuttaki butun hucreler, hucrelerdeki butun atomlar, atomlardaki butun elektronlar değişikliğe maruz kalıyor. O hÂlde surekli başkalaşan ve onceki gunden farklı bir bedene sahip olan insanın, kendini mamur hÂle getirecek ve ona gercek donanımını kazandıracak imanını yeniden, bir kere daha elde etmesi gerekir. Boyle yapabildiği takdirde insan, durgunluk ve olgunluğe başkaldırmış, savaş acmış ve kendini bir kez daha ifade ve ispat etmiş olacaktır.
Canlılığın Âb-ı Hayatı: Sohbet-i CÂnan
Ferdî tefekkur, tedebbur ve tezekkurun yanında insanın zirvelerde tutunmasını ve kazandıklarını kaybetmeksizin yoluna devam etmesini sağlayan onemli bir diğer vesile de sohbet-i cÂnandır. Bu oyle bir sevgi, oyle bir aşk ve oyle bir iştiyaktır ki, bir hak dostu heyecan dolu ifadeleriyle bu hissiyatını şoyle seslendirir:
“Keşke sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihan!
Sozumuz cumle heman kıssa-i cÂnÂn olsa..!” (Taşlıcalı Yahya)
Evet, fani bir varlığa gonlunu kaptıran, mecazi bir aşka dilbeste olan insanlar dahi, mahbubundan başka hic kimseyi gormez, tanımaz olur. Bizim sevdiğimiz, iştiyak duyduğumuz ve Âşık olduğumuz ise Allah’tır, Resûlullah’tır. İşte bundan dolayı biz arzu ederiz ki, butun dunya bu hakikatlere dilbeste olsun. Herkes benim Allah’ımın adını ansın; benim Efendim’in (aleyhi elfu elfi salÂtin ve selÂm) nam-ı celîlini yÂd etsin. Bu acıdan bizler, beraberliklerimizde, bir araya gelişlerimizde sozu evirip cevirip mutlaka sohbet-i CÂnana getirmeliyiz. Eğer siz Allah’a karşı derin bir kalbî alÂka duyuyor, herkesin O’nu tanımasını arzu ediyor ve O’nu her yÂd edişinizde menhelu’l-azbi’l-mevrûd’dan cektiğiniz bir kova suyu yudumluyor gibi zevk alıyorsanız zaten sohbetlerinizi “LÂilÂhe illallah Muhammedun Resûlullah” hakikati etrafında dondurursunuz.
İnsan, genclik doneminde celik cavak ve zinde bir hayat yaşar. Olgunluk donemine geldiğinde ise her şey yerli yerine oturur ve o, mantık ve muhakeme insanlarının hayatını yaşamaya başlar. Fakat bir donem de gelir ki, duygu ve duşunceler solmaya, sonmeye ve partallaşmaya başlar. Bu, olgunluk ve ruhta oturaklaşma demek değildir. Aksine bu durum, daha once size cok şey ifade eden cizgilerin matlaşması, renk atmasıdır. İşte siz boyle bir durumda sohbet-i CÂnanla veya tefekkur, tedebbur ve tezekkurle oksijen cadırında bir kez daha hayata uyanabilir, bir kez daha dirilişe yuruyebilir ve boylece omrunuzun geri kalanını O’nu yÂd etmekle şereflendirir, derinleştirir ve taclandırabilirsiniz. Bilinmesi gerekir ki, boylesi bir yenilenme ceht ve gayretinin ahirette insana donuşu cok farklı olacaktır.
Canlı İradeler ve Osmanlı Devleti
Dunyada en uzun omurlu devletlerden biri Devlet-i Âliye’dir. Emevî ve Abbasi’lerden daha sağlam temeller uzerine bina edilen Osmanlı Devleti’nin blokajına baktığımızda, orada yatan mÂn ve muhtevanın iman-ı billÂh, mÂrifetullah, muhabbetullah ve zevk-i ruhanî olduğu gorulur. Siz bu devletin mebdede hangi duygu ve duşuncelere sahip olduğunu oğrenmek istiyorsanız, Murat Hudavendigar Hazretleri’nin Kosova Muharebe’sinde şehit edilmeden once Allah’a nasıl teveccuh ettiğine bakabilirsiniz. Savaş oncesi akşamleyin cadırına cekilen Murat Hudavendigar ibadet u taatle geceyi ihya ettikten sonra seccadesinden kalkmadan once ellerini kaldırıp CenÂb-ı Hakk’a şoyle niyaz eder: “Ey Rabbim! Bu fırtına, şu Âciz Murad kulunun gunahları yuzunden cıktıysa, masum askerlerimi cezalandırma. Onları bağışla. Allah’ım! Onlar ki, buraya kadar, sadece Senin adını yuceltmek ve İslÂm dinini insanlara duyurmak icin geldiler. Bu fırtına afetini, onların uzerinden def’eyle. Senin şanına layık bir zafer kazandır ki, butun Muslumanlar bayram ede. Muslumanları mansûr ve muzaffer eyle. Ve dilersen o bayram gununde şu Murad kulun sana kurban olsun. Once beni gazi kıldın, sonra şehit et.” Bu duayı yapan nasıl bir ağızdır ki, arzusu hemen husnukabul gormuş ve o şehitlik mertebesine ermiştir.
Allah’a bu kadar gonul vermiş, Allah icin işlemiş ve O’nun rızası dairesinde hareket etmiş bu insanlar omurlerinin saniyelerini seneler hukmune getirmişlerdir. Onların sahip olduğu bu yuksek kıvam ve İslÂm’ı yuksek seviyede temsil etmeleri uzun sure devam etmiştir. Zira onların gozleri surekli cephede yani i’lÂ-yı kelimetullah yolunda olmuştur. Yahya Kemal, Ezan şiirinde Yavuz Sultan Selim icin der ki:
“Sultan Selîm-i Evvel’i rÂm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi Âlemi şÃ‚n-ı Muhammedî.
Gok nûra gark olur nice yuz bin minareden,
Şehbal acınca ruh-ı revan-i Muhammedî.”
Bu insanlar omurlerini bunun sevdalısı olarak gecirince, aşk ve heyecanlarını derinleştirmişler ve boylelikle solmanın, sonmenin ve partallaşmanın onunu almışlar ve Allah’ın izniyle uzun omurlu olmuşlardır. Yoksa sosyal ve felsefî tarihcilerin dedikleri uzere, tıpkı fertler gibi toplumlar da doğar, genclikten gecer, bir olgunluk donemi yaşar, ardından yaşlanır ve nihayet yuvarlanarak bir cukura giderler. Toplumlar icin bu durum kacınılmazdır. Yani,
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
“Artık yeryuzunde olan her nefis fen bulmuş ve sadece senin Rabbinin zÂtı, bekÂsını devam ettirmektedir.” (Rahman sûresi, 55/26-27) hakikati her millet hakkında caridir. İsterseniz,
كُلُّ نَفْسٍ ذَۤائِقَةُ الْمَوْتِ
“Her nefis olumu tadıcıdır.” (Âl-i İmrÂn sûresi, 3/185) hakikatinden yola cıkarak, “Her millet olumu tadıcıdır.” diyebilirsiniz. Evet, milletler de tıpkı fertler gibi doğar, buyur ve olurler. Ancak sahip oldukları kıvamı koruma adına ortaya konan bir kısım gayretler neticesinde Allah’ın izni ve inayetiyle belki yoğun bakımda, belki koltuk değneğiyle, belki oksijen cadırında ama bir yolunu bularak omurlerini uzatabilir; uzatıp daha nice hizmetlere vesile olabilirler. İşte bize duşen de her şeye rağmen ruh ve mÂnÂda diri kalmak; diri kalıp heyecansızlık, durağanlık ve olgunluğe direnmek olmalıdır.
__________________
Yol Yorgunluğuna Duşmemenin Caresi: Yenilenme Cehdi
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Yol Yorgunluğuna Duşmemenin Caresi: Yenilenme Cehdi