Cocuk ve Allah


Cocuk sağda solda, dışarıda iceride, evde sokakta hayatın guzelliğine dair cumleler duyamıyordu. Cocuk hayattan korkuyordu. Cevresinde olup biten şeyler ona cok karmaşık geliyordu. Can sıkıntısından patlıyordu. İcinde bir boşluk vardı. Anlam veremiyordu. Hicbir şeye anlam veremiyordu. Oyuncaklarından sıkılıyordu. Sıkılınca oyuncaklarını sağa sola fırlatıyordu. Oyuncaklarına kotu davranıyordu. Babası ona sadece oyuncak almakla yetiniyordu. Herbir oyuncakla ilgisi birkac gunluktu. Modern zamanın insanı neyse, modern zamanın cocuğu da oydu. Cocuk mutsuzdu. Anne babalar mutsuzdu. Cocuk hayattan korkuyordu. Yaşananlar onu tedirgin ediyordu. Cocuk guvensizdi. Etrafı tehlikelerle doluydu. Her an kotu bir şey olabilirdi.

Cocuğun icindeki karmaşa diline de yansıyordu. İcinde neler olup bittiğini cozemiyor, hem icindeki karmaşadan hem de dilinin henuz yeni inşa edilmesinden, bunları kelimelere dokemiyordu. Dokse de onu kim dinleyecekti? O da kendisi icin daha rahat bir anlatım bicimi olan resimlerle anlattı bunu. Cocukların yaptıkları resimler onların en anlaşılabilir dilidir.
KÂİNATIN İCİNDE COCUK, COCUĞUN İCİNDE KÂİNAT

YENİ DOĞAN bir cocuk, bu kÂinata yeni bir katılımdır. Yok olan, adı sanı olmayan birisi bir anda, mucizevî bir bicimde, dunyaya gelivermiştir. Bu, kÂinat icin bir kazanımdır. KÂinat muhteşem bir varlığı daha kazanmıştır. Artık kÂinattaki nesneleri, yaratılışı; nesnelerdeki ve yaratılıştaki mukemmelliği, guzelliği, estetiği, anlamı idrak edecek yeni bir varlık daha vardır artık. KÂinattaki sesleri duyacak, tatları tadacak, kokuları koklayacak, nesnelerin yuzeylerindeki kendine ozgu hÂle dokunacak, bicimleri gorecek başka bir varlık daha vardır. KÂinatı akledecek yeni bir akıl daha vardır. KÂinatı farkedecek ve farkettiğini de farkedecek yeni bir bilinc daha vardır. KÂinat eski kÂinat değildir artık.

Cocuğun akıl almaz biyolojik ve psikolojik gelişimi ile birlikte ikili bir etkileşim de olmaya başlar. Cocuğun, varlığı ile kÂinata katılımının otesinde yeni bir katılım daha basamak basamak ilerler. Cocuk yerinde duramaz. Eşyalara dokunur. Karıştırır. Eline alır. İnceler. İzler. Gozlem yapar. Eline aldığı ciceğin kokusunu hisseder. Sıcağı ve soğuğu tanır. Tam bu sırada, yani cocuk kÂinatın icine katıldıkca, kÂinatla ilişki kurdukca, kÂinat da cocuğun icine katılır. Bunu nasıl anlarız?

ON YAŞINA gelmiş bir cocuktan gozunu kapatmasını isteyelim. Onun eline ceşitli nesneleri bırakalım. Cocuk bir cok nesneleri dokunarak tanıyacaktır. Elindeki kalemin kalem, portakalın portakal, cileğin cilek olduğunu farkedecektir. Aynı şekilde ona ceşitli kokulara sahip varlıkları koklatalım. Gulun kokusunu, cileğin kokusunu, kekin kokusunu ayırt edecek ve bize doğru tahminlerde bulunacaktır. Yine gozleri kapalı haldeyken, dalga sesini, yaprakların hışırtısını, kapı gıcırtısını tanıyacaktır. Cocuk nasıl oldu da bunları doğruya oldukca yakın bir şekilde tanıyabildi?

Cunku cocuk kÂinatın icine katılmakla birlikte kÂinat da cocuğun icine katılmakta, dahil olmaktadır. Sesler, goruntuler, tatlar, kokular, dokunma hisleri hic durmaksızın doğumundan itibaren cocuğun icine doğru akar. Sadece beş duyuyla algılananlar katılmaz cocuğun icine. Ozellikle anne babasının ilgisi, merhameti, şefkati, değerli olduğu, onemsendiği hissi de cocuğun icine katılır ve orada saklanır.

Cocukla anne babası, cevresindeki nesneler, toplamında kÂinat arasında bir “bağlanma” oluşur. Onemli bir nokta, bu bağlanmanın da cocuğun icine gelip yerleşmesi, cocuğun icine katılmasıdır. Orneğin, bir yaz tatilinde gorduğu bir ordekle bir bağlanma yaşayabilir. Ordeğe karşı icinde bir sevme duygusu, onunla ilişki duygusu gelişir. Cocukla ordek arasında bazen tek taraflı bazen de iki taraflı bir bağlılık olur. Cocuk ordeği bırakıp evine geldiğinde onun bicimi, sağa sola salınarak yurumesi, cıkardığı ses, tuylerinin yumuşaklığı gibi ozellikler cocuğun icine katıldığı icin, cocuk bunları yanında taşıdığı gibi, ote yandan ona olan bağlılıkta cocuğun icine yerleşmiştir. Eve gelince cocuk bir yandan ordeği ozlediğini hisseder. Ancak kavuşma umudu yoksa icindeki “bağlılık hissi” ona yeter. Ordek onun yanında değildir. Ancak ordek artık onun icindedir.

KÂİNATIN, kÂinatta yaşananların, cocuğun yaşadıklarının cocuğun icine katılması bulûğ cağında en olgun duzeyine varır. KÂinatın ve cocuğun kÂinatla arasında gelişen bağlanmanın da cocuğun icine katılması ile; cocuk da artık kucuk bir kÂinat haline gelir. Bir hucreye bir insanı kapatsak bile, bu insan, ağzında limonun tadını, ruzgÂrın uğultusunu, cileğin kokusunu, annesinin kendisine sarılmasını, gokteki ayın bicimini duyumsar. Artık kÂinat sadece insanın dışında değil, aynı zamanda insanın icindedir de cunku.


Cocuk gece ucte uyandı. Etraf karanlıktı. Etraf belirsizdi. Cığlık attı. Annesi yanına geldi. Cocuk ağlıyordu. Cocuk korkuyordu. Anne, neyin var diye sordu? Cocuk yalnızca ağlıyordu.
Dağlar cok buyuktu. Kocamandı. Ulaşılamazdı. Denizler cok buyuktu. Denizler cok genişti. Denizde cok su vardı. Su cocuğu yutabilirdi. Gokyuzu cok uzaktı. Gokyuzunde cok yıldız vardı. Cocuk cok korkuyordu. Cocuk cok caresizdi. Cocuğun gunduzdeki korkuları gece ruyasına da girmişti. Ruyasında koca koca denizlerin dalgaları uzerine doğru geliyordu. Tam o sıra cığlık atarak uyanmıştı.

KÂİNATIN COCUĞUN İCİNE YERLEŞMESİNDE İKİ SORUN

Cocuktaki duygusal zek gelişimi ile nesnelerle, kÂinatla ilişki kurma bicimi arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Duygusal zekÂ, nesnelerle sağlam, tutarlı, derin ve anlamlı bir bağlanma ile mumkundur.

Modern yaşam nesnelerle “teğet ilişki” kurmaktadır. Teğet ilişkide ilişki bicimi anlıktır. Dokunmatiktir. Bir daireye bir doğrunun sadece bir noktadan dokunabilmesi gibi, artık biz de nesnelere bir anlık dokunabiliyoruz. Nesnelerle anlık dokunmatik ya da teğetsel ilişki ile kÂinatın insanın icine katılmasında ciddi aksamalar husule gelebilmektedir. Bu da cocukların dunyalarında boşluk hissinin oluşumuna yol acmakta, duygusal zekÂnın gelişimini etkilemektedir. Cocuklar ve yetişkinler nesnelerle bir anlık, oldukca hızlı, duygusuz bir ilişki kurmakta, bu da onlarda bağlanma duygusunun gelişimini engellemektedir. Zamanımızda nesnelerle, kÂinatla bir ilişkisizlik sorunu vardır. Bu ilişkisizlik cocukların dikkat ve algılama yeteneklerini koreltmekte, dikkati dağınık, hiperaktif bireylerin oluşumuna katkıda bulunmaktadır.

NESNELERLE kurulan ilişkinin teğet ilişki bicimini aldığının en onemli gostergesi, nesnelerle beş duyumuzu kullanmadan kurduğumuz yuzeysel ilişkidir. Cilekler koklanmadan, seyredilmeden, dokunulmadan, ağızda uyandırdığı ciğneme sesi dinlenilmeden, sadece bir anlık ağızdaki tat hissedilerek yenmektedir. Cocuklar oyuncak bolluğunda onlarla daha derin, uzun, onlarla belli bir bağlılık fırsatı yakalayamadan, onlarla beş duyularını kullanma fırsatı bulamadan ilişki kurmaktadırlar. Kullanılıp atılan teneke kutularla bir insan nasıl yuzeysel ilişki kurabiliyorsa, hemencecik yenen yemekler, meyveler, sık sık değişen oyuncaklar da odur.
Ozellikle, kÂinattaki canlı varlıklar ile cocuğun kuracağı bağlılıklar, onları icselleştirmesi, cocuğun icinde tatmin duygusu hissetmesi acısından buyuk onem taşır. KÂinatla ilişkisizlik, “Ne yaparsak yapalım, cocuğumuz bir turlu tatmin olmuyor, memnun olmuyor”nev’inden şikayetlere kapı acacaktır. Zamanımız cocuklarının tatmin olmaması anlaşılabilir bir durumdur. Cunku kÂinattan kopartılmışlardır.

KÂİNATIN cocuğun icine katılması, yani nesnelerin icselleştirmesindeki ikinci sorun ise kÂinatla ilişki kurarken Yaratıcı’nın dışlanmasıdır. Bir noktanın tekrar altını cizmek istiyorum. KÂinat, bir odaya sayısız eşyayı yığmak biciminde gelip insanın icine yerleşmez. Burada eşya ile cocuğun kurduğu duygusal alışveriş, cocuk ile eşyalar, varlıklar, toplamında kÂinat ile kurduğu bağlılık da gelip cocuğun icine dahil olur. Dolayısı ile kÂinatın insanın icine yerleşmesi duygusuz, hissiz bir yerleşme değildir.
Cocuğun kÂinatla bağlanmasının guvenli bir bağlanma olması ve sağlam bir duygusal zek gelişimi icin ikinci gerekli olan durum, kÂinatla ilişkiye Yaratıcının katılmasıdır. Cocukların ruhu ve kalbi yetişkinlere gore daha duyarlıdır. Cocuk ne kadar kÂinatla, Yaratıcı’dan bağımsız olarak derin bir ilişki kurmaya teşvik edilirse edilsin, kÂinat cocuğa; karmaşık, incitici, gecici, kocaman gelecektir. KÂinat ne kadar insanın icine katılırsa katılsın, kÂinatın icine hic katılmamasına gore daha iyi olmakla birlikte, cocuğun kalbini yine de dolduramaz. Cunku “Kalpler ancak Allah’ı anmakla doyar.” Bu, cocuğun kalbi icinde gereklidir. Cocuğun ihtiyacı olan Yaratıcının, kÂinatta gorunen O’nun ozellikleri yoluyla insanın kalbine yerleşmesidir. KÂinat yoluyla Yaratıcı ile kurulacak bir ilişki ile ancak cocuk kendini guvende hissedebilecektir. Cocuk icin birkac temel ihtiyactan biri de guven duygusudur ve bu duygu duygusal zekÂnın gelişimi icin cok elzemdir.

Yaratıcıya ihtiyacı olan sadece yetişkinler değildir. Anne babalar genelde cocukları ile ilgili olarak bir yetişkinlik projesi kurarlar. İlerde, cocukları buyuduğunde, birer yetişkin olduklarında cocuklarının Yaratıcı ile bağlılık geliştirmiş birer insan olmasını arzularlar. Ancak unutulan gercek, cocuklarının cocuk iken Yaratıcıya ihtiyacları olduğudur. Ebeveynlerin aklından cıkarmamaları gereken en onemli noktalardan biri budur.

Dışarısı karanlıktı. Ruzgar uğulduyordu. Ağacların dalları bir o yana bir bu yana eğiliyordu. Cocuk korkuyordu. Herşey korkutucuydu. Cocuk annesinin yanına gitti. Annesinin kalp atışlarını hissetti. Annesinin kalbi korkudan her zamankinden daha cok carpıyordu. Cocuk annesindeki korkuyu algıladı. Kendini daha guvensiz hissetti. Birden şimşek caktı. Cocuk annesine sıkıca sarıldı. Etraf bir an aydınlandı. Cocuk dışarıda neler olup bittiğini anlayamıyordu. Şimşek neydi? Etraf neden bir an aydınlanmıştı. O gok gurultusu neden oluyordu? Şarıl şarıl yağmur yağmaya başlamıştı. Yağan yağmurlar birikip yollar sel olur muydu? Gecen gun televizyonda gorduğu gibi bazı evleri sel basmıştı. Yağmur suları kendi evlerine kadar yukselirse ne yaparlardı? Cocuk yağmurdan korkmaya başladı.
Cocuk icin herşey cok buyuktu. Her şey kocamandı.


BEŞ DUYU MODELİ

COCUĞUN nesnelerle Yaratıcısız ilişki kurması, cocuğun ihtiyac duyduğu bağlılığı ve bağlanma ihtiyacını gideremez. Her varlığın, her olayın Yaratıcının eseri olduğu, her olayın O’nun kontrolunde olduğu hakikatine yetişkinler kadar, cocukların da ihtiyacı vardır. Yaratıcıdan bağımsız şekilde eşyalarla, varlıklarla kurulacak bir ilişkide kurulan bağlanma da cocuğun kalbini yaralar. KÂinatla, nesnelerle beş duyuyu kullanarak kurulacak ilişkide guvensiz bağlanma, Yaratıcı ile birlikte kÂinattaki nesnelerin icselleştirilmesi ise guvenli bağlanma oluşturur. KÂinatsız bir şekilde Yaratıcının tanıtılması ise karmaşık duygulu bağlanma dediğimiz bir bağlanma oluşturur.
KÂinatı cocuğun icine yerleştirmeden Yaratıcının yerleşmesi zor olduğu gibi, Yaratıcısız kÂinatın cocuğun icine yerleşmesi o oranda sorunludur. Hem kÂinatın cocuğun icine yerleşmesi hem de Yaratıcının yerleşmesi birlikte, eş zamanlı, birbirini destekler bir nitelikte olabilme imkÂnı yok mudur?

Boyle bir imkÂnı kÂinatla surgit bir ilişki halinde olmamız, nesnelerle teğet değil, derinden bir bağlantıya gecmemizle soz konusu olabilir. Bunun icin cocuk doğduğundan itibaren, nesnelerle ilişki kurarken, o nesnenin tum ozelliklerinin cocuğa tanıtılması bize yeni bir imkÂn sunar.

“Beş Duyu Modeli” adını verdiğim yaklaşımda amac, bir varlığı cocuğa tanıtırken, onu icine katarken, onun mumkun olan tum ozellikleri ile ilişki kurmasını sağlayarak, bu bircok ozelliğin cocuk tarafından farkedilerek icselleştirmesini mumkun kılmaktır. Orneğin bir cileğin sadece tadı guzel yaratılmamıştır. Kokusu da guzel yaratılmıştır. Goruntusu de guzel yaratılmıştır. Kendine has yumuşaklığı da guzel yaratılmıştır. Cileğin sadece tadına odaklanarak, onu sadece bir yeme nesnesi haline getirmek, cileği tada indirgemektir. Bu, cileği eksik algılamaktır. Ote yandan cileği beş duyumuzla tam olarak algılasak, ancak Yaratıcıdan bağımsız olarak onunla ilişki kursak, o zaman da cilek sadece cilek olarak kalır. Gercekte ise cilekteki tum ozellikler Yaratıcının insana bir ikramı olarak algılandığında daha farklı bir anlam kazanır.

VARLIKLARLA, nesnelerle, kÂinatla derinlemesine bir ilişki kurma yontemi olarak, “Duyular haftası” ismini verdiğim bir teknik işimize yarayabilir. Bu teknikte, ailede her hafta bir duyu haftası olarak ilan edilir. Buna tum aile uyeleri katılır. Anne babanın da buna katılması onemlidir. Şimdi duyular haftasında neler yapabileceğimizi ayrıntılandırmaya calışacağım:

Birinci hafta: Gorme haftası
GOZ haftasında cocuklara, gozun işlevi anlatılır. KÂinattaki guzellikler konuşulur. Ailecek cicekler seyredilir. Guneşin batışı ya da doğuşu birlikte seyredilir. Evde yenen cilekler yenmeden once birlikte bir sergideymişcesine seyredilir. Yaratıcımızın onları ne kadar guzel yarattığı vurgulanır. Bize hem cilekleri verdiği, hem cilekleri guzel bir şekilde yarattığı, hem de bu guzellikleri gorecek, kendisi de guzel yaratılmış gozler olduğunun altı cizilir. Akşam hep birlikte o gunku seyredilen guzelliklerin neler olduğu sorulabilir. Aile uyeleri o gunku kendi deneyimlerini aktarırlar.

İkinci hafta: İşitme haftası
İşitme haftasında ise kÂinattaki seslere kulak kesilmenin talimi yapılabilir. Cocuklar ve aile bir hafta boyunca kÂinattaki sesleri dinlemeye yoğunlaşır. Dalga sesleri, ruzgarın uğultusu, kapı gıcırtısı, araba motorunun sesindeki ahenk, cay suyunun kaynaması, arının vızıltısı vs. gibi. Her gun “Bugun neler duyduk bakalım. Hadi bize Ahmet duyduklarını anlatsın” denebilir. Ya da guzel yaratılmış bir ruzgar sesi duyulduğunda, ailecek ruzgarın sesi dinlenilir. “Rabbimiz bize muzik dinletiyor ağaclarla. Şimdi gozlerimizi kapatalım ve bu sesi daha iyi dinleyelim” denebilir.

Ucuncu hafta: Koklama haftası
Koku duygusu en ilginc duyularımızdan biridir. KÂinatta milyonlarca ceşit parfum yaratılmıştır. Ciceklerin, denizin, toprağın, yemeklerin, keklerin, boreklerin, etin, sutun, kendine ozgu kokuları mevcuttur. Cocuklara aldığımız cileği koklatabilir, “Allah ne guzel bir koku yaratmış bunun uzerinde, bizi ne kadar seviyor ve bize ne kadar değer veriyor” şeklinde yorumlar yapılabilir.

Dorduncu hafta: Dokunma haftası
Yaratıcımız, yaratmış olduğu her varlığa cok ozel bir yuzey vermiştir. Camın yuzeyi masanın yuzeyinden, şeftalininki kekten, taşınki deriden farklıdır. Ailecek bir ağac gorulduğunde hep birlikte ağaca dokunulur. Cocuklar ağaclara sarılmaya bayılırlar. Yeter ki bunları bizler garipsemeyelim. “Gozlerimizi kapatalım ve şimdi toprağa dokunup onu hissedelim,” “Şimdi ağacın kabuğuna dokunup onu hissedelim” ya da “Şimdi ellerimize dokunalım ve birbirimizin ellerini hissedelim” gibi denemeler yapılır. Her denemede Rabbimizin her bir yuzeyi farklı yarattığı, her bir varlığa ona uygun yuzeyler verdiği soylenir. “Ahmet’in yuzunu de Rabbimiz ne kadar puruzsuz yaratmış, maşallah” şeklinde yorumlar ile cocuğun hem duyuları keskinleşir hem de Yaratıcısını tanımaya calışır.

Beşinci hafta: Tat haftası
KÂinat cok tatlı yaratılmıştır. Herbir varlığın tadı başkadır. Kekler, tatlılar, meyveler, sebzeler.. Ailecek, Yaratıcının yarattığı tatların farkına varmak icin dikkat kesilinir. “Allah bana guzel bir yemek yaptırdı sizin icin. Hep birlikte tadalım.” “Babamızın aldığı meyvelerin tadını Allah ne guzel yaratmış” gibi yorumlar eşliğinde bir hafta gecirilir.
Beş haftadan sonra yine bu tekrarlanabilir. Bu yontem aylara bolunerek de yapılabilir. Bazen de beş duyunun hepsi aynı anda kullanılabilir. Orneğin, akşam hep birlikte erik yenecek. Once seyretme, sonra koklama, sonra dokunma, sonra ısırarak yerken işitme ve tat alma duyuları ile eriğin beş duyumuza hitap eden yonu, Allah’ın erikteki bu ozellikleri ne guzel yarattığı vurgusu ile de duygularımıza hitap eden yonu vurgulanmış olur.

Onerdiğim metodun iki yonlu onemi vardır. Birinci olarak bu şekilde cocukların beş duyularını kullanmalarını sağlamış oluruz. KÂinatla beş duyularını kullanarak ilişki kurmaları, onları nesnelerle teğet ilişkiden kurtarır ve derin bir ilişki bicimine sokar. Bir başka yarar da cocuklarda dikkat ve konsantrasyonu artırmaya yarayan bir yontem olmasıdır. Cocukların nesnelerle ilişki zamanı uzar. İnce ayrıntılara odaklanması sağlanır. Duyuları keskinleşir.

İkinci olarak da kÂinattaki somut nesnelerden yola cıkarak onlara Yaratıcının varlığını ve O’nun ozelliklerini oğretmiş oluruz. Bunu ise deneysel, tecrubi bir yolla yapmamız cocukların kendilerine değer verildiği duygusunu uyandırır. Bu yontemi uygularken, sık sık Yaratıcının bizi/onu ne kadar cok sevdiğini, cok değer verdiğini defalarca vurgulamaya dikkat edilmelidir. Cunku cocuğun tum hayatı boyunca ihtiyac duyacağı en onemli şey, Yaratıcının ona verdiği değer olacaktır

Bu tekniğe başka ilaveler de yapılabilir. Orneğin Pazar gunu kıra veya deniz kenarına gezmeye gidilecek. Gezmelerin adı “Rabbimizin guzelliklerini seyretme gezmesi” olarak konulabilir. “Hadi ormana gidelim, ya da kıra gidelim” deme yerine, “Kıra gidelim, Rabbimizin guzel guzel yarattığı ağacları, kuşları, cicekleri seyredelim” ifadesi tercih edilebilir. Anne yemek yaptığında, “Sizin icin yemek yaptım, size kek yaptım” demek yerine “size Allah bana guzel yemekler yaptırdı. Onun ikram ettiği bu keki gelin beraber yiyelim” ifadesi neden tercih edilmesin?

Bu yontem tek bir kere uygulamayla netice verecek bir teknik değildir. Cocuklarına masal okuyan ebeveynler bilir. Tek bir masal kitabı bile en az onbeş yirmi kere okunmuştur. Bu teknik de yuzlerce, binlerce kere tekrarlanmalıdır. Hatta onerdiğim bu teknik aslında bizim yaşam bicimimiz olmalıdır. Hayat boyu, cocukken de, gencken de, orta yaşlıyken de, yaşlıyken de insanın temel varoluşsal gerekcesi, kÂinatı tefekkur etmek, onda tecelli eden Yaratıcının isimlerini okuyarak, Onunla varoluşsal bir bağ kurarak yaşamaktır.

Cocuk kediden korkuyordu. Annesi ona kedilerin kirli ve pis olduklarını soylemişti. Annesi bunu yuzlerce kere soylemişti. Cocuğa kediler pis geliyordu. Cocuk onlara dokunamıyordu. Dokunmayı bırakın, yanına yaklaşma ihtimali olan bir kedi gorduğunde cığlığı basıyordu. Caddelerde, sokaklarda yurumek tam bir işkenceydi..

KÂİNATTA KOTU VARLIK YOKTUR

EBEVEYNLERİN yaptığı onemli yanlışlardan biri hayvanlar Âlemini iyi-kotu, guzel-cirkin, temiz-kirli diye bolmeye calışmasıdır. Ozellikle sinekler, hamambocekleri, fareler, yılanlar, sumuklubocekler, solucan, kedi, kopek, domuz gibi hayvanlar kotulenmekte, pis varlıklar oldukları şeklinde iftiraya maruz bırakılmaktadır. Halbuki bu hayvanlar da Yaratıcı tarafından yaratılan, hem de boşa yaratılmayan, bir hikmete, amaca binaen yaratılan varlıklardır. Bu ve benzeri hayvanlar cocukların dunyasına pis, zararlı, cirkin, kotu olarak empoze edilmemeli, aksine hepsinin Yaratıcının mulku dairesinde, O’nun izni dairesinde hayatlarını surdurdukleri anlatılarak, kÂinattaki nesneler “iyi” ve “kotu” şeklinde bolunmeye tÂbi tutulmamalıdır.

KÂinatta, kÂinatın bir bolumu olan hayvanlar Âleminde, “Yaratıcının mulku,” “Yaratıcının mulku değil” şeklinde bir bolunme yoktur. Herşey, her varlık, her hayvan Yaratıcının mulku dairesindedir. Cocuğu, bolunmuş bir kÂinat korkutur. Cocuğun ihtiyacı olan, herşeyin butuncul olduğu, herşeyin temiz, iyi, guzel olduğu gerceğidir. Kopekler insanın dostu olduğu kadar aslanlar, yılanlar, fareler, hamambocekleri de insanın dostudur. Fark ise iki dost arasındaki sınırdır. Hayatı yaşarken herbirimiz farklı dostlarımızla farklı sınırlar cizerek dost oluruz. Yılanlarla, farelerle, hamambocekleri ile kurulan dostluk ile kopekle, koyunla kurulan dostluğun sınırlarının aynı olması gerekmez. Kedileri sever okşarız. Ama hamamboceklerini sevip okşamamız gerekmez. Ancak onlara “pis hayvanlar” demek de gerekmez.

ALLAH NASIL BİR VARLIK?

ALTUNİZADE Kultur Merkezi’nde ebevenylere yonelik seminer calışmalarımda, yuzden fazla anneden cocuklarının kendilerine Allah ile ilgili sordukları soruları aktarmalarını istemiştim. Bircok annenin aktardığı en onemli soru, “Allah nasıl bir varlık?” sorusuydu.

“Nasıl” sorusu iki farklı anlamı ima eder. İlki maddî varlık anlamındadır. Buyuk-kucuk, uzun-kısa gibi. İkinci anlam ise o varlığın hususiyetlerini ima eder.
Allah maddi bir varlık olmadığı icin, maddi varlıklar icin gecerli olan ozellikleri olamaz. Bu aynen bu şekilde cocuğa aktarılabilir.

İkinci anlamdaki Allah’ın nasıl bir varlık olduğu ise cocukların gercek ihtiyac duyduğudur. Cocuğun duygularını sadece “Bir Allah var. Herşeyi O yarattı” şeklindeki bir yaklaşım tatmin edemez. Yaratıcı oyle bir yaratıcıdır ki: Rahmetli, şefkatli, hayatı ve olumu veren, ruzgÂrı harekete geciren, olen kuşunu cennete yollayan, guzel, mukemmel yaratan, adaletli, anlamsız iş yapmayan, insanı cok seven ve değer veren, kocaman her şeyi, kucucuk her şeyi yaratan, hamamboceklerini, yılanları, fareleri, domuzları, koyunları en guzel ve en bicimli şekilde yaratan, annenin kalbine kek yapma isteği koyan, anneye guzel yemekler yapma ilhamı veren, insanların iyiliğini isteyen bir Yaratıcıdır. Yaratıcının nasıl bir varlık olduğu her fırsat değerlendirilerek anlatılabilir. “Rabbimiz ağacları ne guzel yaratmış, demek ki O cok guzel,” “kediye sut verme isteği koyuyor icimize, ne kadar şefkatli O,” “Bulutları ne kadar duzenli yaratıyor. Ne kadar adaletli”, “İnsanların elinin değmediği her yer ne kadar temiz, O Kuddûs olmalı” gibi.
Cocukların Allah’ın maddî varlığına ait sorularında ısrarcı olmalarının bir nedeni, cocuğa ozellikleriyle Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu anlatmaktaki eksikliktir. Eğer bu eksiklik giderilirse, cocuklar, Allah’ı neden goremiyoruz, maddî olarak nasıl bir varlık şeklindeki sorularında ısrarcı olmayacaktır.

ALLAH NEREDE?

COCUKLARIN en cok sordukları bir soru da “Allah nerede” sorusudur. Bu soruya klasik cevabımız, “Allah’ın bizim gibi maddî bir varlığı yok. Bu yuzden Allah hic bir yerdedir. Ancak, Allah’ın yarattığı varlıklar her yerdedir ve yarattığı bu varlıklardaki gorunen guzellik, mukemmellik gibi ozellikleriyle de her yerdedir” şeklinde olabilir.
Bir ailenin aktardığı şu ornek bizim de işimize yarayabilir. O sıralarda cocukları baba ve anneye Allah nerede sorusunu sormaktadır. Baba yukardakine benzer cevaplar verir. Bir gun başka bir ilde oturan babaanne torunlarına ozel bir su boreği yapar ve bir akrabalarıyla yollar. Su boreğini yerken babanın birden aklına gelir. “Cocuklar, şimdi babaannemiz nerede?” diye sorar. Cocuklar babannenin oturduğu ili soylerler. Babanın “Bu borekleri kim yaptı ve yolladı bize?” sorusunu cocuklar “Babaanne” diye cevaplarlar. Baba yine sorar: “Nerden biliyorsunuz onun yaptığını?” “Cunku bu guzel su boreğini babaanne yapıyor” diye cevap verir cocuklar. Baba burada şu yorumu ekler: “Biz babaanneyi goremiyoruz gozumuzle. Ancak onun yaptığı bu borek yoluyla onu tanıyor ve biliyoruz. Ayrıca o İstanbul’da olmasa da, yaptığı borekle şimdi bizim yanımızda. Yaratıcımızı da gozumuzle goremiyoruz. Ancak yaratmış olduğu ciceklerle, ruzgÂrla, cilekle bizim yanımızda O da.”

Cocuğun yaptığı resimler değişmeye başlamıştı. Renkler daha acılmış, aylardır ilk kez guneş resmi cizmişti. Aylar sonra uzerindeki tedirginlik yavaş yavaş dağılıyordu. Her gun annesiyle cicekleri kokluyor, ağaclara sarılıyordu. Birlikte ruzgÂrın uğultusunu dinliyorlardı. Keki tatmadan once keki seyrediyorlar, keki kokluyorlar, keke dokunuyorlar, sonra tadıyorlardı. Her kek yediğinde annesi, kek yapma isteğini icine Yaratıcının verdiğini soyluyor, bunu da Yaratıcının cocuğu cok sevdiği ve değer verdiği icin yaptığını ifade ediyordu. RuzgÂrın uğultusu Yaratıcının onun ve tum cocuklar icin yarattığı bir besteydi. Hamamboceklerinin kelebeklerden guzellikte ayrı bir tarafı yoktu. Kediler temiz, kopekler arkadaştı. Annesi artık toprakla oynamasına da kızmıyordu. Toprağa dokunuyor, her dokunuşta dokunma duygusu, toprağın kokusu icine katılıyordu. Cocuk, “anne guneş cok uzak bize, onu koklayamayız değil mi?” diye sordu. Anne gulumsedi. “Guneşi koklayamayız ama, onun Rabbinin izniyle pişirdiği meyveleri, sebzeleri koklayabiliriz” dedi. Cocuk kÂinattaki guzelliği, mukemmelliği, şefkati, rahmeti, ilgiyi, huzuru kokladı ve icine cekti, tattı ve icine kattı, seyretti ve icine aldı, dokundu ve hissetti, dinledi ve ici kÂinatla doldu. İci Yaratıcının şefkati, ilgisi, ona değer verdiği, kÂinatın icinde onemli birisi olduğu duygusu ile doldu.

Not: Beş duyu modelini oluştururken deneyimlerinden yararlandığım Ayşe Ulusoy’a teşekkur ederim.


Mustafa Ulusoy
__________________