Uzun bir yolculuktayız…
Buyuk bir kervan icinde akıp gidiyoruz. Her şey akıyor, cocukluğumuz, gencliğimiz, yaşlılığımız, dostlarımız, duşmanlarımız…
İcinde yaşadığımız dunya, nehirler, dağlar, bulutlar, gezegenler, yıldızlar, galaksiler, butun Âlem… Hicbir şey durmuyor…
Yonsuz yolculuk bir savrulmadır, bir kopuş. Bu sonsuz hareket icinde sahih bir yon edinmek ve oraya yonelmek bu yuzden onemli.
Muslumanın yonu KÂbe'dir, yonelişi orayadır. Ve eğer guc yetirebilirse hayat yolculuğunda yolunu bir kez oraya duşurmelidir.
Aklımız ermeye başladığında fark ettiğimiz ilk şeylerden biri surekli bir akış hali. Durduramadığımız, asla durduramayacağımız bir yolculuk devam edip gidiyor. Her şey ayarlanmış, her varlık bir program dahilinde akıyor, bir şeye, bir yere gidiyor.
İlk insan, ilk yolculuk
İnsanın yolculuğu ilk insanla yani babamız Âdem a.s.'la başladı. Cennet'ten başladı. Şeytanın ilk babamızla anamızı aldatması ile yol gozuktu. Yuce MevlÂ, onların tevbesini kabul buyurdu. Ama ilÂhi takdir onları cennetten cıkartıp dunyaya yerleştirdi.
Âdem a.s. ile Havva validemiz ve onların neslinden gelecek olan butun insanlar artık yeryuzunde yaşayacaklardı. Yuce MevlÂ'nın ahlÂkını, yani goklerin ve yerin taşıyamadığı o yuce emaneti temsil edeceklerdi. Hem de baş duşmanları şeytanın amansız tacizleri altında…
Bir omur yeryuzunde yaşayacaklar, ocak yuva kuracaklar, coluk cocuk yapacaklar, kÂh ağlayacak kÂh gulecekler, ahiret hayatını burada kazanacaklar, nihayet olumle dunya hayatlarını bitireceklerdi. Onların neslinden gelen butun cocukları da benzeri bir hayatı yaşayıp dunyadan gocecekler, sonunda da buyuk bir mahkemede hesap verip Rablerine doneceklerdi. Bu yolculuk işte o zaman bitecekti.
Yuce Mevl hukmunu vermişti. Bundan geri donuş yoktu. Oyle de oldu.
Âdem a.s. ile Havva validemiz yeryuzune indirildi. Tevbelerine devam ediyorlardı. Kim bilir Kur'an -ı Kerim'de haber verilen o icli yakarışlarını kacıncı kez tekrar ediyorlardı:
“Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Sen bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen muhakkak husrana uğrayanlardan olacağız..” (Araf, 23)
Dualar ediyor ve secdelere kapanıyorlardı. Secde ediyorlardı ama yoneldikleri bir kıbleleri var mıydı?
Yedi kat semada bulunan meleklerin ve haklarında bilgi sahibi olmadığımız diğer sema ehlinin bir kıblesi vardı. Yuce MevlÂ'ya kulluklarını yaparken ona yoneliyor, onun etrafında tavaf ediyorlardı. Rasul-i Ekrem s.a.v ., Mirac gecesinde onu gormuştu. Yedinci kat semada Arş-ı ÂlÂ'nın tam altındaydı. İbrahim a.s. ile orada goruşmuştu. Sonra icine girip namaz kılmış ve hakkında şoyle buyurmuştu:
“Her gun ona yetmiş bin melek girer ve kıyamete dek geri donmezler.” (Taberî, Tefsir, 15/13-14)
Etrafında binlerce meleğin surekli olarak tavaf ettiği yedinci kat semadaki bu mabedin adı “ Beyt-i Mamur”du . Tûr Suresi'nde Rabbimiz'in uzerine yemin ettiği Beyt-i Mamur…
Peki yeryuzune indirilen Âdem a.s. ile Havva validemizin ve onlardan gelecek neslin bir kıblesi, yonelecekleri bir yer olmayacak mıydı?
Yeryuzunun ilk evi, ilk şehri
Âdem a.s. ve Havva anamız, yeryuzune indirildiklerinde hicbir yerleşim emaresi yoktu. Ama KÂbe-i Muazzama'nın yeri belliydi. Yuce MevlÂ, Âdem a.s.'a yerini bildirdi ve meleklerle birlikte inşaatını yapıp tamamladı. (Kurtubî, Tefsir, 2/ 120-121 )
Boylece yeryuzunde insan icin kurulmuş olan ilk ev KÂbe-i Muazzama oldu. Yuce Rabbimiz, ilk evin KÂbe, şehirlerin anası demek olan Ummu'l - KurÂ'nın ( En'am , 92), bir nevi dunyanın başşehrinin de Mekke olduğunu bize bildirmiştir:
“Yeryuzunde insanlar icin konulmuş olan ilk ev, Mekke'de olandır; alemlere bereket ve hidayettir.” ( Âl -i İmran, 96)
Hz. Âdem a.s. ve ona tabi olanlar namazlarını kılarken, ibadetlerini yaparken Allah'ın evi olarak KÂbe'ye yoneldiler, Yuce MevlÂ'ya itaatlerini ifade etmek icin onun etrafında donerek tavaf ettiler.
KÂbe-i Muazzama, insanın yeryuzundeki varlığıyla aynı gecmişe sahiptir. İnsanı dağınıklıktan kurtarmak ve tevhide, bir ve tek olana ulaştırmak icin alemlerin sahibi tarafından insanoğluna ihsan edilmiştir.
İnsanın her gunku hayatında yonunu belirleyen ve hayatın merkezine yerleşen ilÂhî bir unsur, sanki goklerden yeryuzune uzatılmış bir kurtuluş merdivenidir.
Ayette ifade buyurulmuştur: KÂbe-i Muazzama sadece yeryuzu icin değil, butun alemler icin berekettir. Hem maddi anlamda, hem de manevi anlamda berekettir. Aynı zamanda o, butun alemler icin hidayettir. Arz'dan Arş'a yukselen manevi bir koridor gibi cazibesine ya da yorungesine girenleri Yuce MevlÂ'ya ulaştıran bir hidayettir.
Adem a.s.'dan sonra KÂbe
Zaman su gibi akıp gidiyordu. Âdem a.s.'ın cocuklarından Nuh a.s.'ın yaşadığı donem geldi. O da insanları Allah'a kulluğa davet etti. Coğunluğu bu daveti reddedince buyuk bir tufan meydana geldi. Yeryuzunu sular kapladı. İşte bu esnada butun şehirler olduğu gibi Mekke de su altında kaldı. KÂbe-i Muazzama yıkıldı, yeri belirsiz hale geldi.
Yıllar sonra Yuce Mevl İbrahim a.s.'ı peygamber olarak gonderdi. KÂbe'nin temellerini bulup ortaya cıkarmak ve onu inşa etmek icin İbrahim a.s.'ı, onun vefakÂr eşi Hacer anamızı ve sadakatli oğlu İsmail a.s.'ı secti.
O sıralarda İbrahim a.s. Urdun taraflarında yaşıyordu. Oğlu İsmail a.s. yeni doğmuştu. Yuce MevlÂ'nın emri gereği genc hanımı Hacer validemizi ve kundaktaki İsmail a.s.'ı yanına alıp yola cıkması gerekiyordu. İbrahim a.s ., ilk hanımı Sare anamızı Urdun'de bırakıp yola cıktı. Vahyin kılavuzluğunda yol alarak nihayet Mekke'ye ulaştı.
İbrahim a.s. ve KÂbe'nin yeniden inşası
Mekke o sıralar colun orta yerinde ıpıssız bir yer. Etrafı guneşten kavrulmuş dağlar, orta yerde bir duzluk, kızgın kumların uzerinde uc insan; başka hic kimse yok… Butun insanlık icin gorevlendirilmiş uc insan… Başka kimsenin farkında olmadığı, olamayacağı bir gorev icin buradaydılar. Kendilerinden sonra gelecek her bir insan namına buyuk bir yuk altındaydılar. Bunca yola ve cilelere butun insanlık icin katlanmaktaydılar.
İbrahim a.s. bunun farkındaydı. Ya Hacer validemiz? Ya koynundaki bebek? Daha sonra bunu mutlaka anlayacaklardı. Ama o an, yani İbrahim a.s.'ın Hacer validemizi koynundaki bebekle o colun orta yerinde bıraktığı an, buyuk ihtimalle bunları bilmiyorlardı. Ama Hacer validemiz biricik eşine, gonlu merhametle dolu Allah'ın Nebisi İbrahim a.s.'a iman ediyordu.
İbrahim a.s. o yumuşak, o merhametli peygamber, değerli eşini ve kundaktaki yavrusunu colun ortasında bırakıp geri donmuştu. Hacer validemiz peşinden koştu. Kendilerini bırakıp nereye gittiğini sordu. Sorusunu uc kere tekrarlamasına rağmen bir cevap alamadı. Cunku İbrahim a.s. cevap veremeyecekti. İcindeki yangını goğsunde sondurecekti ama cevap vermeyecekti. Sonunda Hacer validemiz, “Bunu Rabbimiz mi sana emretti?” diye sorunca, İbrahim a.s. sadece “evet” diyebildi. Bu Hacer validemize yetiyordu. “O zaman git, O bizi zayi etmez.” diyordu. İşte KÂbe'nin yeniden inşası ve namazın hayata ikamesi icin secilen kadın boyle bir imana sahipti.
Colun ortasında kundaktaki yavrusuyla tek başına kalıyordu da, Rabbi istediği icin gonul hoşluğuyla razı oluyordu. Sığınacağı bir evi yoktu, yatacağı bir doşeği de… Sadece birkac oğunluk yemeği ve suyu vardı.
Ne eşsiz sadakat, iman ve tevekkul!.. Şu ahir zamanda buna ne kadar muhtacız…
Bunca cile neden?
İbrahim a.s. Hacer validemizden uzaklaştıktan sonra bir tepeciğin uzerine cıktı. Oradan KÂbe'nin temellerinin bulunduğu yeri goruyordu. Ama Hacer validemiz O'nu goremiyordu. İşte tam oradan KÂbe'nin temellerinin bulunduğu yere yonelip Yuce MevlÂ'ya şoyle dua etti:
“Ey Rabbimiz! Neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harimin'in yanında corak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, bunu namazı ikame etmeleri icin yaptım…” (İbrahim, 37)
Demek ki bunca yolculuk, bunca hasret, bunca cile namazı ikame etmek icin… Namazı ikame etmek ne olabilir? Gunluk hayatın merkezine namazı, yani Allah'a secdeyi yerleştirmek... KÂbe'ye, Allah'ın evine yonelerek O'nun huzurunda olduğumuzun farkında olmak... Tayin edilen vakitlerde ve cemaatle eda etmek. Diğer butun işlerimizi namazın etrafında orgulemek . İşte namazı ikame etmek bu…
Yuce MevlÂ, her bir insanın dunyasını ve ahiretini ilgilendiren bu gorevi İbrahim a.s.'a, Hacer validemize ve İsmail a.s.'a vermişti. Yuce Mevl sanki bu hadisenin hic unutulmamasını istiyordu. İnsanların aklından cıkmasın diye duyan herkesin icini yakacak bir hatırayla KÂbe-i Muazzama'yı ortaya cıkartıyordu. İşte bunun icin Hacer anamız kundaktaki bebeğiyle ıpıssız colun ortasında bıraktırılıyordu.
Safa ve Merve tepelerindeki hatıra
Kısa zamanda azık da su da bitti. Bebeğe verecek bir damla sut bile gelmez oldu. Ana yureği bebeğinin ağlamalarına dayanabilir miydi? Aramaya başladı; bir o tepeye, bir bu tepeye koşuyordu. O sıralarda kucuk birer tepecikti Safa ile Merve. Safa tepesine cıkınca bir su kaynağı veya gelip gecen birini gorebilmek umidiyle etrafa bakıyordu. Bir taraftan da uzakta yatan bebeğini gozetliyordu. Bir şey goremeyince kendinden gecercesine Merve tepesine yoneliyordu. İki tepenin arasındaki duzluğe ulaşınca eteklerini toplayıp hızlıca koşuyor, tepeye doğru tırmanırken yavaşlıyordu. Bebeğinin ağlama sesi geldikce telaşlanıyor ve koşuyordu.
Bir o tepeye bir bu tepeye altı sefer yapmıştı. Ama umit verici hicbir emare gozukmuyordu. Merve tepesine doğru tırmanmıştı; bu yedinci seferiydi. Etrafta yine hicbir şey yok. Tam o esnada bir ses duydu. Baktığında bebeğinin yakınında bir melek duruyordu. O, Cebrail a.s.' dan başkası değildi. Yeri eşeledi ve oradan su kaynamaya başladı. Hacer validemiz buyuk bir telaşla onu avuclayıp testisine doldurmaya koyuldu. Suyun boşa akmasını istemiyordu. Onun Zemzem olduğunu, Yuce MevlÂ'nın once onlara ve daha sonra butun insanlığa ihsan ettiği bereketli bir kaynak olduğunu nereden bilecekti?
Bir gun Rasul-i Ekrem s.a.v. Hacer anamızın bu halini anlatırken şoyle buyurmuştu: “Allah İsmail'in annesine rahmet eylesin, eğer onu avuclamasaydı kaynayan bir pınar olacaktı.”
Hacer validemiz sudan icti ve cocuğunu emzirdi. Cebrail a.s. ise ona şu mujdeyi veriyordu: “Zayi olmaktan sakın korkma! Burada Allah'ın evi vardır. Bu bebek ve onun babası onu yeniden inşa edecekler. Allah onun ehlini zayi etmez.” (Buharî, Enbiya 12; Sunen-i Beyhakî , 5/98)
Herkes davetli
Yuce MevlÂ, Hacer validemizi yavrusuyla birlikte korudu, buyuttu. Gecen kervanlardan Mekke'ye gelip yerleşenler oldu. Derken kucuk bir kasaba haline geldi. Daha sonra Allah'ın takdir ettiği bir gunde İbrahim a.s ., Mekke'ye geldi ve oğlu İsmail a.s. ile KÂbe'nin temellerini ortaya cıkartıp inşasını yaptı. Mekke ahalisi İbrahim a.s.'a tabi oldu. Onunla birlikte KÂbe'ye yonelerek Yuce MevlÂ'ya kulluklarını yaptı.
Bir gun İbrahim a.s. butun insanlığı hacca davet etmekle gorevlendirildi. Tabii ki Allah Teal tarafından… Bu olay, Kur'an-ı Kerîm'de şoyle ifade buyuruldu :
“Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (şoyle demiştik): Bana hicbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rukû ve secdeye varanlar icin evimi temiz tut. İnsanlar arasında haccı ilÂn et! Gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan yorgun argın develer uzerinde gelsinler!.. ” (Hac, 26-27 )
İbrahim a.s.' ın yapmış olduğu bu daveti Yuce Mevl yer ile gok arasında bulunan herkese hatta taşlara, ağaclara, topraklara varıncaya kadar her şeye işittirdi. Bu davete butun varlıklar “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” diyerek itaat etti. (Hakim en- Nisaburî , el-Mustedrek ala's - Sahihayn , 2/421, 601)
Yoluna gucu yeten herkes davetliydi artık. KÂbe'yi ziyaret etmek icin atılan her adım, harcanan her kuruş ibadet olarak yazılıyordu. Hem de farz bir ibadet... Hacca veya umreye gitmeyi arzulamak, niyet etmek, sohbetini yapmak, derdine duşmek, kısaca KÂbe'yi ziyaret uğruna herhangi bir şey yapmak insanın yapabileceği en mubarek amel olarak kaydediliyordu.
Dışarıdan bakıldığında bir seyahat; doğru… İnsan zaten bir yolcu değil mi? Zaten buyuk bir kervan icinde akıp gitmiyor mu? Hep mekÂn değiştirip durmuyor mu? İşte Yuce Mevl kulunun bu en onemli ozelliğini ibadete cevirmiş. Her bir adımına mukÂfat ihsan eylemiş. Evini ziyarete gelenleri anasından doğduğu gun gibi butun gunahlarından temizleyeceğini vaat etmiş. Misafirleri olarak maddi-manevi ikramlarla onları geri gondereceğini haber vermiş…
Son Nebi ve KÂbe
İbrahim a.s.'dan sonra her zaman olduğu gibi toplumda ceşitli yozlaşmalar oldu. Gelen nesillerin bir kısmı İbrahim a.s.'ın yolunu terk etti, putlara tapmaya başladı ve KÂbe-i Muazzama'nın etrafını putlarla doldurdu.
Allah Teal , İbrahim a.s.'ın torunları arasından son elcisini gonderdi. Muhammed Mustafa s.a.v.'i Mekke topraklarında nubuvvetle gorevlendirdi. Yirmi uc sene icerisinde şirk alameti olarak ne varsa hepsini temizledi. Mekke, Medine ve butun Arap yarımadası KÂbe'nin sahibine iman eyledi. Bu hidayet halka halka genişlerken, Efendimiz s.a.v. insanı kemale erdirecek butun hakikatleri ve ibadetleri muminlere oğretti.
Hicretin onuncu senesiydi. Bu senenin, Rasul -i Ekrem s.a.v.'in dunyadaki omrunun son senesi olduğunu kim bilebilirdi? Allah'ın dinini insanlığa tebliğ yolunda hic kimsenin tahammul edemeyeceği cilelerle, mucadelelerle dolu peygamberliğinin yirmi ucuncu yılıydı.
Onuncu yılın Zilkade ayında Rasul -i Ekrem s.a.v. hacca gideceğini ilan buyurdu. Bu haber her tarafa yayıldı. Yuruyebilen veya binekli olarak yola cıkabilecek olan herkes hazırlıklarını yapıp Medine'de toplanmaya başladı.
Rasul-i Ekrem s.a.v ., Medine'ye hicretten sonra altı yıl KÂbe-i Muazzama'yı ziyaret edememişti. Altıncı yıl cıkmış olduğu umre yolculuğu, Mekke'deki muşriklerin engellemesi sonucu Hudeybiye'de son bulmuştu. Efendimiz s.a.v. Hicret'ten sonra ancak yedinci yılda KÂbe'yi ziyaret edebildi.
Mekke'de toplam uc gun kalabilmişti. Umresini tamamlayıp geri donduğunde Mekke'deki muşrikler, ertesi yıl Mekke'nin fethedileceğini nereden bileceklerdi?
Hicretin sekizinci yılında Mekkeli muşrikler Hudeybiye anlaşmasını bozunca Efendimiz s.a.v. buyuk bir orduyla Mekke'yi fethetti. Hemen peşinden cevre kabilelere doğru fethi genişletti. Bu esnada Mekke'ye otuz kilometre kadar bir mesafede bulunan Cirane'den bir umre daha yaptı.
Hicret'in dokuzuncu yılında Rasul -i Ekrem s.a.v. Medine'de kaldı. Hac icin Hz. Ebu Bekir r.a.'ı gorevlendirdi. Hicretin onuncu yılında da hep birlikte hacca gitmek icin hazırlıklara başlandı. Bu Allah Rasulu'nun dunya gozuyle KÂbe'yi son ziyareti olacaktı. Bundan dolayı daha sonra bu ziyarete Veda Haccı ismi verilecekti.
Efendimiz s.a.v. Hicret'ten sonra iki umre yapmıştı. Şimdi hac icin yola cıkıyordu. İslÂm'ın beşinci şartı olan hac ibadetini yapacaktı. Bu esnada hac ibadetinin onemini ve ne şekilde yapılacağını da ummetine oğretecekti.
Yuce Mevl ayetlerini inzal buyuruyordu:
“Yeryuzunde insanlar icin konulmuş olan ilk ev, Mekke'de olandır. Mubarek kılınmış ve butun Âlemler icin hidayet olmuştur. Orada apacık deliller ve İbrahim'in makamı vardır. Beytullah'ı haccetmek, yoluna gucu yetmek şartıyla butun insanlar uzerine Allah'ın hakkıdır. Kim inkÂr ederse bilmelidir ki, Allah butun Âlemlerden mustağnidir.” (Âl-i İmran, 96-97 )
İhram
Rasul-i Ekrem s.a.v ., Medine'de toplanan yuz bini aşkın muslumanla Zilkade ayının sonlarına doğru yola cıktı. Medine'nin yakınında bulunan ve Medine'lilerin mikat yeri olan Zulhuleyfe'de ihrama girdi. İki rekÂt namaz kıldı ve telbiye getirdi:
“Lebbeyk, Allahumme Lebbeyk: Buyur Allahım emrine geldim. Buyur Allahım , senin ortağın yok. Hamd sana. Nimet de hukumranlık da senin. Senin hicbir ortağın yok.”
İhrama girmek, normalde helal olan bircok şeyi kişinin kendisine haram kılması demektir. Giyinmeden traş olmaya, koku surunmeden yuzu ortmeye, yeşillik koparmaktan avlanmaya varıncaya kadar bircok şeyden el etek cekmek demektir. Adeta harem topraklarında Allah'ın misafiri olarak olumu ve ahireti yaşamak... Zorunlu ihtiyaclarla yetinip, coğunlukla ibadetle, tefekkurle, tezekkurle meşgul olmak demektir.
Tavaf
Rasul-i Ekrem s.a.v ., etrafında yuz binden fazla Sahabi ile Mekke'ye ulaştı. Benî Şeybe kapısına kadar ilerledi. KÂbe'yi gorunce ellerini kaldırıp dua etti. Sonra rida denilen ihram bezinin ust kısmının bir tarafını sağ omzunu acıkta bırakacak şekilde koltuğunun altından gecirip sol omzuna attı ( ıztıba ). Doğruca Hacer-i-Esved'in yanına gitti. Gozyaşlarını tutamıyordu. Ellerini yaslayıp onu optukten (istilÂm) sonra şoyle soyledi:
- BismillÂhi Allahu Ekber . Ey Allahım ! Sana iman ederek (geldim); Kitabını ve Rasulu'nun sunnetini tasdik ederek (geldim).”
Efendimiz s.a.v. tavafa boyle başlamıştı. Biz de O'nun gibi tavaf yapmalıyız. KÂbe'nin etrafında donmenin, Allah'a itaatin en ust seviyede ifadesi olduğunu bilerek tavaf yapmalıyız. Hacer -i Esved'i opmek mumkun olmayınca, uzaktan ellerimizi kaldırıp “ BismillÂhi Allahu Ekber ” diyerek istilÂm etmeli ve tavafa başlamalıyız. Allah Rasulu'nun gozyaşlarını hatırlayarak gonlumuzun ve gozumuzun nurlanmasını dileyerek başlamalıyız.
İbn Omer anlatıyor: “ Rasulullah s.a.v. Hacer -i Esved'i istikbal etti ve sonra istilam etti. Sonra da iki dudağını uzerine koyup uzun uzun ağladı. Donduğunde Omer'i yanında gordu o da ağlıyordu. Şoyle buyurdu: Ya Omer, burada gozyaşları dokulur.” (Sahih-i İbn Huzeyme , 4/212)
İbn Abbas r.a. anlattı: “Nebi s.a.v. şoyle buyurdu: Allah, kıyamet gununde Hacer -i Esved'i diriltecek; onun goren iki gozu ve konuşan dili olacak da, kendisini istilÂm edenlere dosdoğru olarak şahitlik edecek. ( Tirmizî , Hac 113; Sunen-i Beyhakî , 5/75)
Rabbimiz'e gonlumuzu acıp: “Ey Rabbim! Sana iman ettiğim icin geldim. Bu evi mubarek kılanın sen olduğuna iman ederek geldim. Kitabında yer alan ve Rasulun İbrahim a.s.'a yaptırmış olduğun davete icabet ederek geldim. Rasulun Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.'in sunnetine uyarak geldim. Onlar nasıl evini tavaf ettilerse, onların izlerine basarak onların yolundan gitmek icin geldim.” diyerek nice hayırlı insanların ve binlerce meleğin arasında tavaf ettiğimizden asla şupheye duşmemeliyiz.
Sa'y
Tavafı tamamladıktan sonra Rasul -i Ekrem s.a.v ., Safa tepesine yoneldi. Oraya yaklaşınca Safa ve Merve'nin Allah'ın şiarlarından (mubarek kıldığı sembollerden) olduğunu bildiren Bakara 158. ayetini okudu. Ustune cıkınca KÂbe'ye doğru dondu ve oraya bakarak tehlil ve tekbir getirdi:
- “Allah'dan başka ilÂh yoktur. Tektir. Eşi ve ortağı yoktur. Hukumranlık O'nun, hamd , O'na mahsus. Diriltir, oldurur; her şeye kadirdir. Allah'tan başka hicbir ilÂh yok. Vaadini yerine getirdi, kuluna yardım etti. Toplanmış olan butun kabileleri, tek başına bozguna uğrattı.”
Bir muddet dua ettikten sonra Safa tepesinden Merve tepesine doğru yurumeye başladı. İki tepe arasındaki duzluğe ulaştığında hızlıca ve salına salına koştu. Merve tepesine yaklaşınca yine yukarıdaki ayeti okudu ve tepeye varınca KÂbe'ye donerek tekbir ve tehlilde bulundu. Dua yapıp Safa tepesine doğru dondu.
Allah nasip eder de hacca veya umreye gidersek, Hacer validemizi mutlaka hatırlamalıyız. Safa ile Merve tepeleri arasındaki sa'y (hızlı yuruyuş, koşturma) onun bir hatırasıdır. O kendisinden sonra gelen butun insanlık icin bir gorevi ustlenmişti, namazı hayata ikame etme gorevini. Bu gorevi yerine getirmek icin Urdun'den Mekke'ye hicret etti. Bebeğiyle yapayalnız colun ortasında hayat mucadelesi verdi.
Safa tepesinden Merve tepesine koşturup durması, KÂbe'yi yeniden inşa edecek olan bebeğinin hayatta kalması icindi. Yeryuzunde kılınan her namazda Hacer anamızın, İbrahim ve İsmail a.s.' ın hakkı ve hatırası vardır. Bizim icin o cilelere katlanan Hacer anamızın cektiği ıztırabı bizim hissetmemiz mumkun değildir. Ama sa'y yaparken Hacer anamızı hatırlayarak onunla koştuğumuzu duşunebiliriz. İsmail a.s.' ın ağlama seslerini hayal edebiliriz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz'in Hicret'ten yedi yıl sonra etraftan seyreden Mekkeli muşriklerin bakışları altında buyuk bir hasret ve iştiyakla burada sa'y ettiğini duşunebiliriz. Boylece bir anlamda namazın hayata ikamesi hususunda verilen mucadelelere katılmış oluruz.
Safa ile Merve arasında sa'y etmek sadece yurumek veya koşmaktan ibaret değildir. Onlar, Allah'a davetin, O'na kulluğun ve bu uğurda cekilen cilelerin şahitleridirler. Bunun icin Yuce Mevl şoyle buyurmuştur:
“Şuphe yok ki Safa ile Merve, Allah'ın şiarlarındandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim gonullu olarak bir iyilik yaparsa şuphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.” (Bakara, 158)
Vakfe
Rasul-i Ekrem s.a.v., Zilhicce'nin sekizinci gunu Mina'ya cıktı. Orada bir gece kalıp ertesi gun Arafat'a hareket etti. Orada veda hutbesini irad buyurduktan sonra, oğle vaktinde oğle ile ikindi namazlarını birleştirerek kıldı. Sonra Rahmet tepesinin eteğine gelerek devesini kayalıklara yaklaştırıp KÂbe'ye doğru yoneldi. Ellerini kaldırıp duaya başladı. Guneş batıp sarılığı gidinceye kadar uzun bir sure duaya devam etti. Allah'a imanını ve teslimiyetini dile getirdi. Bol bol tevbe etti. Her turlu kotulukten ve musibetten O'na sığındı.
Arafat meydanı, hac yolculuğunun son noktasıdır. Gidişin noktalanıp donuşun başladığı mekÂndır. Orası adeta saatlerin durması, derin bir omur muhasebesinin yapılması gereken bir yerdir. Gunahların dokulduğu ve ilÂhi lutufların cekildiği bir yer. Herkesin kendi derdine yandığı bir yer. Yeryuzunun her koşesinde alev alev yanan gonullerin niyazlarını bir araya getirdikleri bir meydan...
Orada MevlÂ'ya yukselen tevbelerin ve niyazların arasında herkes kendi derdine duşmeli, gunahına yanmalı, gozunu etraftan kurtarmalı, sadece Rahman'a yalvarmalı. Omurde belki de bir daha nasip olmayacak olan bu Ânı , sadece Yuce MevlÂ'ya niyaza ayırmalı.
Veda zamanı
Rasul-i Ekrem s.a.v., guneş battıktan sonra Muzdelife'ye hareket etti. Ertesi gun Mina'da şeytan taşladıktan sonra kurbanlarını kesti ve KÂbe'ye doğru yolculuğuna devam etti. Ziyaret tavafından sonra tekrar Mina'ya cıktı. Uc gun peş peşe Mina'da ikamet buyurduktan ve bu gunler icinde her gun uc mahalde şeytanı taşladıktan sonra KÂbe'ye dondu. En sonunda veda tavafını yaptı.
Veda tavafından sonra Efendimiz s.a.v. Mekke'den ayrıldı. İbadetlerimizi nasıl yapacağımızı kendisinden oğrenmemizi ve nasıl ibadet ediyorsa oyle ibadet etmemizi tavsiye ediyordu. Şoyle buyurmuştu:
“ MenÂsıkınızı ( Hacc ve umre ile ilgili ibadetlerinizi) benden alın; bilemiyorum, belki de bu hacdan sonra hac yapamam.” (Muslim, Hac 310)
. . .
İlk insandan itibaren yeryuzu ehlinin kıblesi olan KÂbe-i Muazzama, muslumanların sadece ibadetlerinin değil, hayatlarının ve anlayışlarının da kıblesidir. Âdem a.s.' dan Muhammed Mustafa s.a.v.'e kadar butun peygamberler bu hakikatin şahitliğini yapmışlardır. Gunluk yaşantımızda yerini alan Beytullah'ı dunya gozuyle ziyaret etmek dinimizin beş temel şartından biridir. Onu ziyaret etmenin insana neleri kazandıracağı, ziyaret etmeden asla anlaşılamayacak hakikatlerdendir.
Diller donuk, gonul yanık, kelimeler aciz kalıyor. Yuce Mevl kullarına KÂbe'nin sıcaklığını, ziyaret esnasında ihsan ediyor. Bunu yaşamak lazım. Gucu yeten herkesin omrunde bir kez olsun yaşaması lazım...
------------------------------------------------
Yon ve Yonelmek Neden Onemli?
Yuce MevlÂ'nın mekÂnı yoktur. Ne mekÂn, ne zaman, hicbir şeyle sınırlı değildir. Cunku yeri ve zamanı yaratan O'dur . Yaratılmış olan butun varlıklar ise sınırlıdır; hepsine bir mekÂn tayin edilmiştir. Melekler gibi manevi varlıkların, insanlar gibi hem maddi hem manevi yonu olan varlıkların ve dağ-taş gibi tamamen maddi varlıkların da bir mekÂnı vardır. Dolayısıyla butun varlıkların bir yon'u vardır. MekÂnı ve yonu olmayan tek varlık Allah TealÂ'dır .
Şuurlu varlıkların ve tabii ki bunların arasında insanın anlayışında, hissedişinde mekÂn ve yonun cok buyuk onemi vardır. İman ettiği Yaratıcı'yı gormek, O'na yonelmek, hatta mumkun olsa dokunmak ister. Halbuki Yuce MevlÂ, zamandan da mekÂndan da munezzehtir. Bunun icin Yuce Rabbimiz, kullarının fıtratlarına uygun olarak gorebilecekleri, dokunabilecekleri, yonelebilecekleri bir mekÂnı kendisini temsil etmek uzere evi olarak tahsis etmiş ve bereketlendirmiştir.
Melekler, cinler ve insanlar, Allah TealÂ'nın sonsuzluğuna ve sınırsızlığına iman ederler. İbadetlerini ise kendilerine verilmiş olan bedenleri ve ruhlarıyla yaparlar. Meleklerin bedenleri nurdan, cinlerin dumansız ateşten ve insanlarınki ise topraktan yaratılmıştır. Her birisi sınırlı varlıklarıyla, kendilerine tayin edilmiş olan mekÂnlarda ibadetlerini yaparlar ve ibadetlerini yaparken mutlaka bir tarafa doğru yonelirler.
Ne tarafa yonelirlerse yonelsinler, hakikatte Yuce Mevl her an onların karşısındadır. Bununla birlikte onlara mekÂn ve yon anlayışını veren Yuce MevlÂ, kullarına lutufta bulunmuş ve anlayışlarına uygun olarak kendisini temsil eden bir mekÂna onları yonlendirmiştir. Ona yonelmeyi ve onu ziyaret etmeyi kendine yonelme ve kendini ziyaret etme olarak kabul buyurmuştur. Onu ziyarete gelenleri kendi misafirleri olarak isimlendirmiştir. Sema ehli icin bu mekÂn Beytu'l -Mamur'dur. Yeryuzune indirilen insanoğlu icin de goklerdeki Beytu'l -Mamur'un tam izduşumu olan KÂbe-i Muazzama'dır. Rasul-i Ekrem s.a.v.'in ifadesine gore Beytu'l-Mamur'dan bir şey duşecek olsa, yeryuzunde tam da KÂbe-i Muazzama uzerine duşecek kadar aynı hizada kılınmışlardır.
Semerkand Dergis
__________________
KÂbe Ve İnsan (mehmet IŞik)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●39 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- KÂbe Ve İnsan (mehmet IŞik)