Tasavvufun, bir muslumanın hayatındaki yeri ne olmalıdır?
Cok muhim bir suĂ‚l sordunuz. İsterseniz bunun cevabına ibret ve hikmet dolu bir hĂ‚diseyi naklederek başlayalım. Merhum pederim MûsĂ‚ Efendi -kuddise sirruh- anlatmıştı:
�Sonradan musluman olmuş bir komşumuz vardı. Birgun kendisine hidĂ‚yete eriş sebebini sorduğumda şunları soyledi:
"�Acıbadem�de tarla komşum Rebî Molla�nın ticaretteki guzel ahlĂ‚kı vesilesiyle musluman oldum. Molla Rebî, sut satarak gecimini temin eden bir zĂ‚ttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:
��Buyurun, bu sut sizin!� dedi.
Şaşırdım:
��Nasıl olur? Ben sizden sut istemedim ki!� dedim.
O hassas ve zarif insan:
��Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahceye girip otladığını gordum. Onun icin bu sut sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvulat devresi (yediği otların vucudundan tamamen izalesi) bitinceye kadar sutunu size getireceğim...� dedi.
Ben:
��LĂ‚fı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? HelĂ‚l olsun!..� dediysem de Molla Rebî:
��Yok yok, oyle olmaz! Onun sutu sizin hakkınız!..� deyip hayvanın tahavvulat devresi bitene kadar sutunu bize getirdi.
İşte o mubĂ‚rek insanın bu davranışı beni ziyĂ‚desiyle etkiledi. Neticede gozumdeki gaflet perdelerini kaldırdı ve hidĂ‚yet guneşi icime doğdu. Kendi kendime:
��Boyle yuce ahlĂ‚klı bir insanın dîni, muhakkak ki en yuce bir dîndir. Boylesine zarîf, hak-şinĂ‚s, mukemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dînin doğruluğundan şuphe edilemez!� dedim ve kelime-i şehĂ‚det getirip musluman oldum."�
Bu hĂ‚dise gibi daha nice sayısız guzel neticelere vesile olması itibarıyla Ă‚şikĂ‚r olmaktadır ki tasavvuf, engin bir derûnî yapı ve muhtevĂ‚ ile ehl-i îmĂ‚nın elinde vazgecilmez bir İslĂ‚mî tecellî, feyz ve olgunluk nîmetidir. Bu bakımdan o, hem muslumanların kemĂ‚le ermesi, hem de gayr-i muslimlerin hidĂ‚yetine vesile olunabilmesive onlara İslĂ‚m�ın doğru bir şekilde yansıtılabilmesi icin pek buyuk bir ehemmiyet arz etmektedir.
ZîrĂ‚ butun kitĂ‚bî bilgiler, hakîkatte bir tohuma benzerler. Nasıl ki tohumlar toprağa ekilmeyip sadece ambarda kaldığında yıllar gecse de onlar yine bir tohumdan başka bir şey olamazlarsa, kitĂ‚bî bilgiler de yalnızca satırlarda veya raflarda kaldığında durum aynıdır. Buna mukĂ‚bil toprağa gomulen tohumlar ise, vasıflarına gore buyuyup serpilir, kimisi devĂ‚sĂ‚ cınarlar hĂ‚line gelir. Tıpkı bu şekilde gonul toprağına ekilen ilim tohumları da, kalbleri birer maneviyat bahcesi hĂ‚line getirir ki, ilim ve irfĂ‚nın gercek meyveleri olan sır ve hikmetler o zaman elde edilir.
Bu acıdan dînin fetvĂ‚ yonu bir binĂ‚nın temel direkleri, takvĂ‚ yonu ise, o direkler etrafındaki tamamlayıcı kısımlar ile guzellik ve zarĂ‚fet unsurlarıdır. Bir taraftan bu iki ozelliği birleştiren tasavvuf, bir taraftan da guzel amel ve ahlĂ‚k mukemmelliğine ilĂ‚ve olarak; insanı, Kur�Ă‚n�ı ve kĂ‚inĂ‚tı acıklamakta, mes�ûliyetlerin daha geniş bir hikmet ile idrĂ‚k ve îfĂ‚sını sağlamaktadır. Bu itibarla tasavvuf, muhabbetullĂ‚h ve mĂ‚rifetullĂ‚h bahsinde kullara, gonullerinden miraca doğru acılmış mĂ‚nevî bir pencere mahiyetindedir.
Dolayısıyla tasavvuf ruhun ve kalbin vazgecilmez bir ihtiyacıdır. Boyle olunca da her muslumanın hayatında az ya da cok var olması gereken bir gercektir. Daha doğrusu bir yerde insan varsa orada tasavvuf soz konusudur.
Bu gerceği bir kenara bırakarak "tasavvufsuz olmaz mıydı" demek, "İslĂ‚m�ı temellendiren tefsir, hadis, kelĂ‚m, fıkıh ve diğer ilimler olmasa olmaz mıydı" cinsinden bir sorudur. tasavvufu gereksiz gormek; ihlĂ‚s, takvĂ‚, irfĂ‚n, nefsi tezkiye, kalbi tasfiyeyi, hĂ‚sılı AllĂ‚h�a ihsĂ‚n makamında samîmî olarak kullukta bulunmayı gereksiz gormek demektir. ZîrĂ‚ tasavvuf ile bu hakîkatler kastedilmektedir. Dolayısıyla bu hakîkatleri yaşayan kimse, eğer tasavvuf ismini kabul etmiyorsa bile, o da bize gore tasavvufu yaşıyor demektir. Cunku takvĂ‚, zuhd, ihsĂ‚n ve tasavvuf, hakîkat ve muhtevĂ‚ları itibarıyla aslında aynı mĂ‚nĂ‚ya ve gĂ‚yeye delĂ‚let etmekte olan birbirine yakın terimlerdir. İsimlendirme sadece bir alemdir. Her ifadenin merkezinde butun bir beşeriyetin en yuce murşid-i kĂ‚mili olarak yegĂ‚ne numûne, usve-i hasene (en guzel ornek) Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ve onun ulvî terbiyesinde yetişmiş olan ve her biri bir ulvî şahsiyet ve maneviyat yıldızı olan ashĂ‚b-ı kirĂ‚m vardır.
Diğer taraftan kalbin itminĂ‚na ermesi, huzûr, sukûn ve saĂ‚dete kavuşması, mĂ‚nen ulaştığı seviyeye bağlıdır. Bunun icin de kulun mĂ‚nevî bir terbiyeden gecmesi îcĂ‚b eder. ZîrĂ‚ kalbin ilim ve hikmetle dolması, dînin yuksek hakîkatlerine muttalî olması ve kulun mĂ‚nen tekĂ‚mul edebilmesi, ancak birtakım ameliyeler netîcesinde mumkun olabilir.
Nitekim beşeriyyete numûne olarak gonderilen peygamberler bile, vahye muhĂ‚tap olmadan once bir hazırlık doneminden gecirilmişlerdir. ZîrĂ‚ kalbin, latîf mĂ‚nevî tecellîleri alıcı hĂ‚le gelmesi icin kesĂ‚fetten arınması, hassĂ‚siyet kazanması ve belli bir kıvĂ‚ma ulaşması gerekmektedir. RasûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-, daha peygamberlikle vazîfelendirilmeden once Hira mağarasında îtikĂ‚fa ÎtikĂ‚f: Bir yere kapanıp, vakti ibĂ‚detle gecirmek. Bilhassa Ramazan�ın son on gununde cĂ‚miye kapanarak kendini ibĂ‚dete vermek. cekilirdi. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, CenĂ‚b-ı Hak�la mukĂ‚lemesinden evvel, Tûr-i SînĂ‚�da kırk gun, bir nevî riyĂ‚zata girmişti. Yusuf -aleyhisselĂ‚m-, Mısır�a sultĂ‚n olmadan once on iki sene zindanda kaldı. Orada cile, riyĂ‚zĂ‚t, mucĂ‚hede ve meşakkatin butun kademelerinden gecirildi. Boylece mubĂ‚rek kalbi, AllĂ‚h�tan gayrı butun istinadlardan ve alĂ‚kalardan tamĂ‚men sıyrıldı.
RasûlullĂ‚h -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-, MîrĂ‚c�a cıkmadan evvel �İnşirah Sûresi�nin sırrına mazhar oldu. Sadrı acılarak kalb-i şerîfleri yıkandı. İlim ve hikmetin rûhĂ‚niyetiyle dolduruldu. Cunku O, MîrĂ‚c�da acĂ‚ib ve garĂ‚ib hĂ‚diselerle karşılaşacak, beşerî kesĂ‚fetle gorulemeyecek esrĂ‚r-ı ilĂ‚hîyi ve değişik, latîf manzaraları seyredecekti.
AllĂ‚h�ın seckin kulları olan Peygamberler dahî kalb tasfiyesinden gecirilirse, diğer insanların kalbî arınmaya ne kadar muhtac olduğu ortaya cıkar. ZîrĂ‚ kesîf bir kalb ile, Latîf�e yaklaşılamaz. Burnu duyarsızlaşmış birisi gulun, karanfilin kokusundan bir hisse alamaz. Buğulu bir camdan net bir manzara seyredilemez. Diğer yandan helĂ‚lin icine bir zerre de olsa harĂ‚mın veya şuphelinin karışması, bir testi menba suyuna bir damla necasetin karışması gibidir ki, talep, makbuliyet ve feyzi keser.
Bu sebeple kalbin mĂ‚nevî hassĂ‚siyeti ziyadeleşerek ilĂ‚hî sır ve hikmetleri alıcı hĂ‚le gelmesi icin kesĂ‚fetten arınması, letĂ‚fete burunmesi zarûrîdir. Cunku CenĂ‚b-ı Hak:
�O gun ne mal fayda verir, ne de evlĂ‚d. Ancak AllĂ‚h�a kalb-i selîm (tertemiz bir kalb) ile gelenler mustesnĂ‚...� (eş-ŞuarĂ‚, 88-89) buyurmuştur.
Kalbin selîm hĂ‚le gelmesi ise, ancak mĂ‚nevî terbiyeile sĂ‚fiyet kazanmasına bağlıdır.
ZîrĂ‚ mĂ‚nevî terbiye oncesinde kalb, soğuk demir gibidir. Onun arzu edilen şekli alabilmesi icin evvelĂ‚ ateşte tavlanması, paslarından kirlerinden arınması, katılıktan cıkıp yumuşaması ve dovulmesi gerekmektedir. Ancak bu merhalelerden sonra arzu edilen şekli alıcı hĂ‚le gelebilir. Tıpkı bunun gibi butun bu ameliyeler tatbîk edilmeden, kalbî kemĂ‚lĂ‚t da gercekleşemez. Kalbî kemĂ‚lĂ‚t gercekleştikten sonra ise baş gozuyle gorulemeyen, akılla idrak edilemeyen hakîkatler Ă‚lemi, bir zevk hĂ‚linde kavranır ve kalben hissedilir. Bunun icin kalbî tĂ‚kat ve dirĂ‚yeti olgunlaştırmak gerekmektedir.
Bu olgunlaştırmanın ehemmiyetini îzĂ‚h sadedinde MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî Selcuklu Medresesinde zĂ‚hirî ilimlerin zirvesinde �dersiĂ‚m� iken, icinde bulunduğu hĂ‚lini �hamdım�; mĂ‚rifetullĂ‚h tecellîleriyle dolu kĂ‚inat bir kitap hĂ‚line gelip ondaki meknuz sırlar kendine ayĂ‚n olmaya başladığındaki hĂ‚lini de �piştim�; zĂ‚tî muhabbette fĂ‚nî oluş hĂ‚lini ise �yandım� diye ifĂ‚de etmiştir.
Bu da gosteriyor ki, kulun AllĂ‚h katındaki makbûliyyeti daha ziyĂ‚de kalbî inkişĂ‚fa bağlı olduğundan, kalbin kemĂ‚le ermesi icin başlı başına bir mĂ‚nevî eğitime ihtiyac vardır. Bu gerceğin sayısız muşahhas misĂ‚llerini ashĂ‚b-ı kirĂ‚m hazaratı sergilemişlerdir. Nitekim onlardan nice kimseler kızlarını diri diri toprağa gomen taş gibi birer varlık iken Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-�in mĂ‚nevî terbiyesi uhdesinde gozleri ve gonulleri yaşlı, şefkat ve merhamet Ă‚bidesi hĂ‚line gelmişlerdir. Canlarını ve mallarını AllĂ‚h ve RasûlullĂ‚h uğrunda bezl etmişlerdir.
Ozet olarak demek istiyoruz ki:
tasavvufsuz muslumanlık olabilir, ancak bu, ihsan kıvamından mahrum bir muslumanlık olur. YĂ‚ni mĂ‚nevî bir eğitim olan tasavvufdan tecrid edilmiş bir İslĂ‚mî hayat, kişiyi �Allah�ı goruyormuşcasına bir kulluk kıvamı�na ulaştıramaz.
__________________
Cok guzel bir mulakat.Lutfen okuyun.....!
Dini Bilgiler0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Cok guzel bir mulakat.Lutfen okuyun.....!