İnsanoğlu derin bir bunalım icindeydi.
Ozelliğini yitiren kalbi, ona yol gostermemekteydi.
İyi neydi, kotu neydi, doğru neydi, yanlış neydi?
Zavallı insan sadece bunları değil, merhameti, şefkati, edebi, hayayı da bilmemekteydi.
Kısacası korkunc bir bataklıkta debelenmekteydi.Bir başka deyişle zulum adaleti kovmuştu.Haram helÂli boğmuştu.Yanlış doğrunun koltuğuna kurulmuştu.
Herkes zevkinden, menfaatinden başka bir şey duşunmez olmuştu.AhlÂk, fazilet busbutun unutulmuştu.KÂinÂtın Rabbi, kullarının haline acıdı.Belli ki onlar peygamber sesine muhtactı.Bir onceki peygamberden bu yana 500 yıldan fazla bir zaman gecmişti.Sesini kullarına bir kere daha duyurmak, onları bir kere daha uyarmak istedi.Gondereceği buyruklar son duyuru, son uyarı olacaktı.Ve son uyarı,yeryuzunde ibadet icin yapılanilk evden yukselecekti.Arabistan Yarımadası’nda bulunan Mekke’deki KÂbe’den…Cunku bu mubarek ev, butun cağlar ve milletler icin bir hidayet kaynağı idi (Âl-i İmrÂn 3/96).KÂbe, yeniden dirilişin merkezi olacaktı.
Farklı bir peygamber Yeryuzunde ilÂhî buyruğu son defa duyuracak, insanlara kitabı ve hikmeti oğretecek, doğruyu, yanlışı gosterecek elci farklı biri olmalıydı.
Bu iş icin en uygun aday,Hz. Âdem daha ruh ile ceset arasında iken peygamber olması takdir buyrulan Muhammed Mustaf sallallahu aleyhi ve sellem idi (Tirmizî, MenÂkıb 1; Ahmed b. Hanbel, Musned, V, 59). Allah TeÂl onu
bir peygamberin soyundan oteki peygamberin soyuna naklederek
o gune kadar getirmişti (TaberÂnî, el-Mu‘cemu’l-kebîr (Selefî

Âdemoğullarının Efendisi’ydi (İbni MÂce, Zuhd 37).
Peygamberler Sultanı’ydı.
Cunku kıyamet gununde butun peygamberler onun sancağı altında toplanacaktı (Tirmizî, MenÂkıb 1). Allah TeÂl onu, ustleneceği goreve farklı bir şekilde hazırladı. Gonlunu sevgiyle doldurdu. Yaratıcının vasfı olan şefkat ve merhameti ona bol bol ihsan etti. Kalbini butun insanlara, ozellikle de Muslumanlara karşı derin bir şefkat ve merhametle doldurdu. İşte bunun icindir ki, Allah’ın Sevgili Elcisi mu’minlerin sıkıntıya duşmesine, acı cekmesine pek uzulurdu (Tevbe 9/128). İnsanlar etrafından dağılıp gitmesin diye CenÂb-ı Hak onu kaba ve kırıcı değil, hoşgorulu, hata edenleri affeden, onları bağışlasın diye Allah’a dua eden,
guzel huylu, guler yuzlu, tatlı sozlu son derece nÂzik ve şefkatli bir insan olarak yarattı (Âl-i İmrÂn 3/159). Onun Allah’a ve Âhiret gunune iman edenlere,
Allah’ı cok zikredenlere ornek olmasını istedi (AhzÂb 33/21). Her şey bitti derken AhlÂk ve fazilet can cekişirken, artık kurtuluş umidi kalmadı derken,
Mekke’de bir “ba’s ba’de’l-mevt” (oldukten sonra yeniden diriliş) yaşandı.
KÂinÂtın Rabbi, Mekkelilerin yakından tanıdığı, doğru sozlu, durust ve guvenilir diye bildiği, ailesine derin saygı duyduğu birini, Muhammed aleyhisselÂm’ı insanlığa yol gostermekle gorevlendirdi. Fakat hemşehrileri, onun Allah’ın Elcisi olduğuna inanmadı. Onlara gore; bu işin ardında bir başka iş vardı. Cunku herkes birbirine cıkar ilişkisiyle bağlıydı. Peygamber aleyhisselÂm’ın da bu işte bir beklentisi olmalıydı. “Acaba bizden mal, mulk mu bekliyor, yoksa bize baş olmak mı istiyor” dediler. Allah’ın Habibi, Gonullerin Tabibi onlardan bir şey beklemediğini, sevgiden ve ilgiden başka şey istemediğini soyledi (Şûr 42/23).
“Ben sizin hem bu hayatta hem olumsuz hayatta iyiliğinizi, mutluluğunuzu istiyorum. Başarılı olabilmek icin sizden destek bekliyorum” dedi.
Onu Rabbi tanıttı
Adamın başına devlet kuşu konmuş da, “ustum kirlendi” diye dovunmuş. O devrin insanları, başlarına konan devlet kuşunu fark etmeyince,
Allah TeÂl onlara Sevgili Peygamberini tanıttı: Onu sadece Mekkelilere değil,
Âlemlere rahmet olarak gonderdiğini soyledi (Enbiy 21/107). Evet, Allah’ın son elcisi, yaşadığı surece rahmetti, vefatından sonra da rahmet olmaya devam edecekti. Cunku getirdiği son dini, ortaya koyduğu yaşama bicimini benimseyenler, kıyamete kadar onun ardında yuruyecekti. Boylece onun rahmet oluşu, mahşere kadar surup gidecekti. Hatta mahşer yerinde, guneş tepede boza pişirdiğinde, şu hesap bir başlasın diye insanlar feryat ettiğinde,
ondan başka bir şefaatci bulunamayacaktı. Boylece Allah’ın Resûlu, sadece mu’minlere değil, butun insanlara mahşer yerinde rahmet vesilesi olacaktı.
Allah TeÂl ona herkesin itaat etmesini, ve ardınca gitmesini istedi. “Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur” buyurdu (Nis 4/80). Onun Allah’a cağıran bir davetci, Cennete davet eden bir mujdeci, Cehennemden sakındıran bir uyarıcı, Allah’a giden yolu pırıl pırıl aydınlatan bir ışık olduğunu haber verdi (AhzÂb 33/45-46). Rahmet Peygamberi Allah’ın sevgili elcisi de kendini şoyle tanıttı: “Ey insanlar! Ben Âlemlere hediye edilmiş rahmet peygamberiyim” (DÂrimî, Mukaddime 3). “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş,
bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur” (BuhÂrî, CihÂd 109; Muslim, İmÂre 32, 33).CenÂb-ı MevlÂ, sevgili Peygamberine, insanlara şoyle soylemesini de emretti: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, her dediğimi yapınız. Boylece Allah da sizi sevsin, gunahlarınızı bağışlasın” (Âl-i İmrÂn 3/31). Demekki Allah’ın sevgisini kazanmanın şartı;
Peygambere itaat etmek, Onun izinden gitmekti. Yap dediğini yapmak, Yapma dediğinden kacmaktı. Sunnetini oğrenip benimsemek, Dini onun gibi yaşamaktı.
Peygambere itaat eden cennete girecekti (BuhÂrî, İ`tisÂm 2). Butun peygamberlere komşu olacaktı. Cennet-i ÂlÂ’da sÂlihlerle birlikte kalacaktı.
Şehitlerle ve iyi mu'minlerle beraber yaşayacaktı (Nis 4/69).
Allah’ım! Senin dinin ne guzel dindir. Ne olur, bizi de cennetine koy, bizi de sevindir.
__________________