Peygamberimizin (S.A.S) Mucizeleri, Ustun Kişiliği, Seckin Şahsiyeti
Peygamberimizin (s.a.s) pek cok mucizesi bulunmaktadır. Bunların binlercesi ilgili kitaplarda, genellikle hadis ve siyer kitaplarında soz konusu edilir: Eliyle ayı ikiye bolmesi, olen cocukları diriltmesi, ağacların kokleriyle birlikte yanlarına gelip peygamberliğini onaylaması, bir sıkıntılı gunde elinden su akıtıp butun bir orduya su icirmesi, az bir sutun ve yemeğin bereketlenip coğalarak buyuk bir kalabalığa yetmesi, elindeki cakıl taşlarının kelime-i tevhit zikrini getirmesi ve peygamberliğini onaylaması v.b.
Bu tur mucizelere tanık olanlar, Musluman değillerse Musluman oldular. Muslumanlarsa iman dereceleri arttı. Bazıları icin bu mucizelerin hicbir anlamı olmadı. Onlar, bunları birer sihir olarak kabul edip peygamberimizi (s.a.s) buyuculukle itham ettiler. Ona inanmadılar.
Peygamberimizin (s.a.s) mucizelerini kitaplardan okuyan bugunku cağdaş insanın tepkisi nasıl olmaktadır? Elbette bu mucizeler, Muslumanların iman derecesini eskiden olduğu gibi yine artırmaktadır. Musluman olmayanları ise pek hidayete getirmemektedir. Cunku mucizeler kendi gozleri onunde cereyan etmemiştir. Sahabeler kanalıyla anlatılmaktadır. Her ne kadar aynı mucize birden fazla guvenilir sahabe tarafından dile getirilip farklı yollarla rivayet edilse de yani hadis hem sahih hem de mutevatir olsa da bu tur kişileri yine etkileyememektedir. Onlar, bunların yalan ve gercek dışı olduğunu soyleyebilmektedirler.
Bir tarihi belge bu tur niteliklere sahip olsa, acaba peygambere karşı inkÂrcı bir tavır sergileyenlerin tepkileri nasıl olacaktır? Yani belge birden fazla guvenilir kişinin tanıklığına sahip olsa yine de buna guvenmeyecekler mi? O zaman boyle bir belge, bu tur insanların aklına bu insanlar bir yalanı aynı sozlerle mudafaa etmek icin biraya gelmişler diye bir kuşku mu getirecektir? Peki, bir mahkemede guvenilir kişiler olayı aynı veya benzer ifadelerle anlatırsa yine bu tur kişiler buna kuşku ile bakabilirler mi? Tarih ilmi ve mahkeme heyeti bu tur tanık ve belgelere değer verip onlara dayanarak hukum vermektedirler. Gerek tarih bir bilim olarak gerekse mahkeme kararları sosyal ve hukuki bir olgu olarak guvenirliğini ve doğruluğunu bu sayede korumaktadırlar. Birden fazla tanık ve belge, guvenirliği ve doğruluğu artırmaktadır. Akıl ve sağduyu birden fazla tanık ve belgeye sahip bir tarihi hukmu ve mahkeme kararını aksi ispatlanmadığı muddetce doğru ve guvenilir kabul eder.
Bir Muslumanın durup durduğu yerde yalan konuşmayacağı apacıktır. Ortada onu yalan konuşmaya zorlayan bir şey olmadığı zaman bir Muslumanın yalan soylediğini farz etmek buyuk bir suizandır, gunahtır. Muslumanların yalanı mudafaa icin biraya gelmeleri, gormedikleri bir şeyi aynı ifadelerle anlatıp bunları gozumuzle gorduk, bunlara tanık olduk demeleri ise asla mumkun değildir. Cunku yalan soylemek buyuk bir gunahtır. Muslumanların boyle bir amacla biraya gelmeleri ise katmerli bir gunahtır. Ayrıca boyle bir şeyin İslam tarihi boyunca misli benzeri de gorulmemiştir. Her şeyden once boyle bir şey İslam ahlakına aykırıdır. Bunu belki bir kişi, yani bir munafık cok zorlanarak yapabilir ama Muslumanlığı ve guvenirliği bilinen iki ve daha ziyade kişinin boyle bir yola birlikte başvurmaları mumkun değildir.
Tabii yine de peygambere (s.a.s) kuşku ile bakan bir kişiye siyer veya hadis kitaplarında ifade edilen mucizeler bir anlam ifade etmeyebilir. Onlara bunlar yalan sozler gibi tesir edebilir. Eski inkÂrcılar, yani peygamberin mucizelerine bizzat tanık olanlar, bunları sihir olarak değerlendirirken yenileri ise bunlara Muslumanların, dolayısıyla sahabelerin yalan sozleri olarak bakabilirler.
Bizim dikkatimizi ceken husus, peygamberleri ve kutsal kitapları inkÂr eden kişiler değil de Kuran-ı Kerime inandığını soyleyip de peygamberimizin (s.a.s) hadis-i şeriflerini inkÂr eden veya hafife alan kişilerdir. Bunlar genellikle hak mezheplere de dil uzatmaktadırlar. Ben bunların peygamberimizin (s.a.s) mucizelerine de inandıklarını sanmıyorum. Peygamberimiz (s.a.s) devrinde yaşasalardı, bunlara sihir diyeceklerini duşunuyorum.
HÂlbuki bu tur hem sahih hem de mutevatir niteliklere sahip hadisleri inkÂr etmek, Kuran-ı Kerimi inkÂr etmekle eşanlamlıdır. Nitekim ehl-i sunnet alimleri bu goruştedir. Zira Kuran-ı Kerim de bu yolla yani guvenilir sahabelerin sozlu ifadeleriyle ve yazılı belgeleriyle sonradan, yani peygamberimizin (s.a.s) olumunden sonra Hz. Ebubekir (r.a.) doneminde, yazıya gecirilmiştir. Daha doğrusu kitap haline getirilmiştir. Kaderin garip bir cilvesi ve hikmetidir ki, kitaba iman sahabelerin guvenirliği ile tescillenmiştir. Allah (c.c.), indirdiği kitaba imanı sahabelerin tanıklığını da koymuştur. Hicbir şey tesaduf değildir. Her şeyin altında mutlaka bir hikmet vardır. Bu durum da bir gerceği bizlere ders olarak vermekte, tevaturlu nitelikteki hadislerin onemini duşundurmektedir. Bana yalnız Kuran-ı Kerim yeter, hicbir hadis-i şerifin doğruluğuna inanmıyorum, onlarla amel etmeyeceğim, mezhepleri tanımıyorum diyenlerin aslında Kuran-ı Kerime de inanmadıklarını, daha doğrusu bu duşunce yoluyla asla inanamayacakları ortaya cıkmaktadır.
Yuce Allah (c.c.) sahabelere ne buyuk bir derece vermiş?.. Kim sahabelerin butunune kuşku ile bakarsa iman onlardan alınmaktadır. Zira bu tur kişilerin kitaba imanı sağlam bir temele dayanamamaktadır. Allah (c.c.), bizleri bu tur şeylerden muhafaza buyursun. Âmin.
Bugun cağdaş insan icin peygamberin doğruluğuna, ispatına delil olan şeyler farklılaşmıştır. Eski zamanlarda doğaustu nitelikteki olaylar, yani mucizeler insanları imana getiriyordu. Bugun kıymet hukumleri değişmiştir. Cağdaş insan en cok kişiliğe değer vermektedir. Bir insanın ustunluğunu, buyukluğunu kişiliğinde gorduğu faziletlere gore değerlendirmektedir.
Ben şahsen peygamberimiz (s.a.s) ile ilgili anlatılan şu hadiseye mucizelerden daha cok değer vermekteyim. Cunku burada peygamberimizin (s.a.s) ustun kişiliği konu alınmaktadır: Hz. Enes Bin Malik (r.a) peygamberimizin hizmetine kucuk yaşlarda, takriben on yaşlarında iken annesi tarafından verilmiştir. O, şoyle diyor: Ben peygamberimize (s.a.s) on yıl hizmet ettim. Peygamberimiz (s.a.s) bir kere de olsa yaptığım bir işe bu işi nicin boyle yaptın veya yapmadığım bir iş icin de nicin yapmadın demedi.
Duşunun, kendi cocuklarımıza bile gunde kac kere kızıyoruz, ofkeleniyoruz. Dahası bazılarımız hakaret edip dayak bile atıyorlar.
Bir kucuk cocuğun kuşkusuz her gun pek cok hataları, kusurları olur. Kaldı ki Hz. Enes (r.a) peygamberimize on yaşından itibaren (s.a.s) on yıl hizmet ettiğine gore bu cocukluk cağı genclik donemine kadar uzanmaktadır. Bu uzun surec boyunca elbette binlerce hata, kusur soz konu olmuştur. Peygamberimizin de bunlara kızmaması, ofkelenmemesi mumkun değildir. Cunku o da bizim gibi bir insandır. Kim bilir belki de şu hadis-i şerifi boyle Hz. Enesin yaptığı bir hata veya kusur soz konusu olunca soylenmişti: Hz. Peygamber (s.a.s) bir gun etrafındaki sahabelere Size gore pehlivan kimdir? diye sordu. Sahabeler, Pehlivan sırtı yere gelmeyendir. dediler. Peygamberimiz, Hayır, gercek pehlivan kızdığı anda kendisine hÂkim olan kimsedir. buyurdular.
Elbette peygamberimizin (s.a.s) hizmetinde olan bir cocuğa veya gence hataları ve kusurları olduğunda kızmaması, ofkelenmemesi mumkun değildi. Cunku peygamberimizin de bizler gibi beşeri bir yonu bulunmaktadır. Ama o bu ofkesini tıpkı yukarıdaki hadis-i şerifte ifade edildiği uzere yeniyordu. Onu kendisiyle gureşen bir rakip olarak goruyor ve alt ediyordu. Dışarıya cıkarmıyordu.
Bu ofke ve kızgınlıktan dışarıya hicbir şey sızmıyor muydu? Orneğin cehresinde bir kırmızılık, gozlerinde ve bakışlarında bir sertlik sezilmiyor muydu? Peygamberimizin ofkeli halini bu şekilde, yani vucut dilinde ortaya cıktığını ifade eden pek cok hadis-i şerif vardır. Elbette bunlar insanın elinde olmadan meydana gelen şeylerdir. Bunların karşı tarafa zarar veren bir yanları da yoktur. Bilakis faydalıdırlar. Hz. Enes (r.a) peygamberimizin ofkesini boyle vucut dilinde algıladığı icin bana bir kez olsun acıktan kızmadı diye anlatmak istemektedir.
İşte insan ilişkilerinde aslında cok zararlı ve yıkıcı etkisi olan ofke ve kızgınlık, boyle ic dunyada hazmedildiği, dışarıya vurulmadığı zaman karşı tarafa daha etkili bir mesaja donuşebilmektedir. Ofke ve kızgınlıkla verilen mesajlar genellikle yerini bulmaz. Karşı taraftaki kişi veya kişilerde olumsuz anlamlara donuşebilir. İlişkileri ve iletişimi baltalayabilir. Ruhsal dunyada yıkıcı ve tahrip edici etkilerde bulunabilir. Ama ofke ve kızgınlık ic dunyada hazmedilip yuzdeki ifadelerle, gozdeki ve bakıştaki anlamlarla kendisini gosterdiğinde cok manidar etkilerde bulunur. İnsani olculere ulaşır. Gerekli mesajları insanlara ulaştırır. Yapıcı ve uretken bir ozelliğe sahip olur. Kimsenin de kalbini kırmaz.
Peygamberimiz (s.a.s) nefsine cok hÂkimdi. Nefisle savaşı buyuk cihat diye adlandırmıştı. Onun yakın cevresindeki ve hizmetine bakan kişilere kızgınlığını ve ofkesini hic gostermemesi buyuk bir fazilet olarak dikkati cekmektedir. Bu, hicbir insanın ulaşamayacağı yuce bir ahlaktır.
Peygamberimizin (s.a.s) bu yuce ahlakına işaret eden bir başka olay, once kolesi, sonra evlatlığı olan Hz. Zeyd (r.a) ile ilgilidir. Hz. Zeyd (r.a) kucukken kole olması icin ailesinden kacırılıp satılan birisidir. Onu once peygamberimizin eşi Hz. Hatice (r.aha) satın aldı ve peygamberimize (s.a.s) hediye etti. Peygamberimiz (s.a.s) yuce ahlakı ile Hz. Zeydi adeta buyulemişti. Daha sonraları Hz. Zeydi araştırmakta olan anne ve babası onu buldular. Peygamberimizden onu geri satın almak istediler. Peygamberimiz (s.a.s) Zeydi kendi yanında kalmak ile ailesine gitmek yonunde serbest bıraktı. Zeyd hur iradesiyle peygamberimizi (s.a.s) secti. Bir cocuğun ailesi yerine bir yabancıyı tercih etmesinin elbette duşundurucu nedenleri vardır. Bunda şuphesiz en buyuk rol, peygamberimizin (s.a.s) Hz. Zeydi (r.a) buyuleyen yuce ahlakıdır. Belki de ona hic ofkelenmemesi ve kızmaması Hz. Zeydi (r.a) peygamberimize (s.a.s) manevi bir bağla bağlamıştı.
Peygamberimizin (s.a.s) ofkesini ve kızgınlığını yenmesi faziletlerinden sadece birisidir, yani deryada damla misali biz yalnız onu sectik. Bu kucuk yazıda ise sadece onun uzerinde kısaca durabildik.
Sahabelerin imana gelmeleri genellikle iki kaynaktan oluyordu. Bir kısmı Kuran-ı Kerimdeki sure ve ayetlerin buyusune kapılıp hak yola geliyordu. Orneğin Hz. Omer (r.a) bu kesime girer. O kızgınlık ve ofke ile peygamberimizi (s.a.s) katletmek uzere evinden cıktıktan sonra kız kardeşinin evinde okunan Kuran-ı Kerim ayetleri ile sakinleşip hidayet bulmuştu. Sahabelerin diğer buyuk bolumu ise peygamberimizi (s.a.s) gorunce hidayete geliyorlardı. Onun nurlu siması herkesi buyuluyordu. Pek cok kişiyi imana getiriyordu. Onun yuce ahlakını tanıdıkca ve anladıkca bu imanları derinleşiyor, yakinleşiyordu.
Bugun Kuran-ı Kerim ortadır. Mealleri ve tefsirleri ile yine pek cok kişinin hidayetine ve irşadına vesile olmaktadır.
Peygamberimizin (s.a.s) maddi vucudu her beşer gibi olmuştur. Ama manevi olarak yani ruhsal hayatları diridirler.
Peygamberimizin (s.a.s) hidayet ve irşat vazifesini gercek anlamda ondan sonra Rabbani Âlimler yuklenmiştir. Bunlar sadece İslami bilgileri bilmezler. Aynı zamanda bildikleri ile amel eden kimselerdir. Bunlara murşid-i kÂmil de denir. Murşid-i kÂmiller nur sahibi olma yanında ruhları olgunlaşıp başka olgun ruhlardan, velilerin ve peygamberlerin ruhlarından feyz alan kişilerdir. Nefisleri Allahın (c.c.) ve peygamberin (s.a.s) ahlakıyla guzelleşmiştir. Bu bakımdan cok etkili tebliğ ve irşat vazifesinde bulunurlar.
Onların tebliğ ve irşat vazifeleri genellikle sohbetlerle olmaz. Ruhları ile olur. Halleri ile yanlarına gelenleri etkilerler. Bakışları ile insanlara haller bağışlarlar. Butun bunların nedeni peygambere (s.a.s) varis olmalarıdır. Onlar peygamberin (s.a.s) ilim ve ahlak yonu ile varisleridirler.
İnsanlar, Kuran-ı Kerimi, onun mealini ve tefsirini okuma yolu ile ancak taklidi bir imana sahip olabilirler. Bu iman hadiselerle ve vesveselerle az cok zedelenebilir. Kuşkularla boğuşabilir. Ama murşid-i kÂmile bağlanma yolu ile tahkiki imana erişilebilir. Bu imanla kişi olgunlaştığında inanılan pek cok şeyin gercekliğini kalp gozu ile bizzat gorup yaşayabilir. Orneğin Kuran-ı Kerimin aslı nurdur. Bu yonu ile kalp gozuyle algılandığında ona iman tahkiki duzeye erer. Bunun gibi oldukten sonra insana ayan olacak pek cok şey, tasavvuf yolunda erişilen makam ve mertebelerle kalp gozu ile gorulur hale gelir.
Yuce Allah (c.c.) bizlere hidayet ve irşat nasip eylesin. Âmin.
__________________
Peygamberimizin (S.A.S) Mucizeleri, Ustun Kişiliği, Seckin Şahsiyeti
Dini Bilgiler0 Mesaj
●19 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Peygamberimizin (S.A.S) Mucizeleri, Ustun Kişiliği, Seckin Şahsiyeti