Abdulkadir GeylÂni hazretleri henuz cocukken tarlada okuzle cift surmeye gitmiş, biraz cift surdukten sonra, okuz, GeylÂni hazretlerine donerek: “Sen bununla uğraşmak icin mi yaratıldın?” diye sormuş. Sorunun icindeki hikmeti anlayan Geylani hazretleri annesinin rızasını alarak kucuk yaşta ilim tahsili icin yollara duşmuş.
Eskiden ilim tahsil etmek icin Âlimler gunlerce yuruyerek ya da kervanlarla cok uzak beldelere giderlermiş. Şimdi internetten ya da bol sayıda basılan kitaplardan istediğimiz bilgiye kolayca ulaşıyoruz fakat yine de okumuyoruz. Neden boyle? Bunu her Musluman kendine sormalı ve oz eleştiri yapmalı herhalde.
Dunyamızı nelerle dolduruyoruz? Sayılı nefeslerimizi nelerin peşinde tuketiyoruz? Omur denen tiyatro oyunu sona ererken biz gercekten kendi rolumuzu en guzel şekilde yerine getirmiş olacak mıyız?
Yoksa “Aslında benim şu yeteneğim vardı ama hic gercekleştiremedim! Ben bir hazineydim ama keşfeden olmadı! Ben cok hayırsever birisiydim ama daha sonra yapacaktım omrum yetmedi vb.” bircok yapamadığımız, ertelediğimiz, cok isteyip de oncelik vermediğimiz hayallerimiz, umutlarımız, gorevlerimiz mi olacak?
Hicbir insan boşu boşuna yaratılmış olamaz. Mutlaka evrendeki her canlının bir yaratılış amacı vardır. Her hucrenin her atomun cok onemli bir gorevinin olduğu duzende insan gibi Âlemlerin imamı olan varlığın yaratılış amacı olmaz olur mu?
Batılı psikologlardan Maslow; her insanın icinde gercekleştirilmeyi bekleyen bir kapasite olduğunu, bu potansiyel yeteneklerin ne kadarını gercekleştirebilirse o insanın o kadar mutlu olacağını soyler. Maslow’ un Hiyerarşiler Kuramına-piramidine gore, kendini gercekleştirmek piramidin en tepesindeki temel ihtiyactır. Bu ihtiyac yerine getirilmeyince, ruhumuz anlam arayışına giriyor. Tabiri caizse boş işlerin peşinde tukenişine yas tutuyor ve biz bunun adına “bunalım” diyoruz.
Modern zaman insanı en kucuk şeyleri kafasına takarak hayatı kendisine de ailesine de cehennem ediyor. Problemlerle aileler-ilişkiler bir arada tutulmaya calışılıyor.
Oysa ki bu omur problem cıkartmak icin değil de problemleri cozmek icin, karşılaştığımız zorluklardan-acılardan ders alarak, guclenerek cıkmak icin kullanılsa daha mutlu insanlar ve aileler olmaz mıyız?...
Derdim Bana Derman İmiş…
İnsandaki tek gercek şey ruhudur ve ruh tamamen Rabbine aittir. Yani bizler ebediyet icin yaratıldık ve bunun anlamı manevi ilerleme icin yaratılmış olduğumuzdur. İnsan “secilmişlik” unvanını taşımaktadır. Buyuk bir sorumluluğumuz var. Zira Rabbimizin bize verdiği ağır emaneti taşıyoruz.
İşin hakikatine bakacak olursak bu emaneti biz aslında ‘bezm-i elest’ de , “Evet Rabbimizsin” dediğimizde yuklendik. O yuzden insan emaneti sorumlulukla yuklenmeyi kabul etti ve bu da Allah’ın ilminde guvenli hale gelmek demektir. Olayın kur’ anî tanımı ise şoyle; “…Şuphesiz Biz emaneti goklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yuklenmek istemediler, onu insan yuklendi…”(Ahzab 33/72).
Her bir birey icin doğumundan olumune kadar butun yaşamı oğrenme, eğitim ve tekÂmul-manevi gelişim-demektir. Zira insanoğlunun nihai hedefi Rabbini yeryuzunde insan-ı kÂmil olarak temsil etmektir. Bu nedenle her bir insan yaşamında profesyonel bir arayış erbabı haline gelmek zorundadır.
Manevi olgunlaşma, kitaplardan ilim tahsil edilerek elde edilemez. Bu insanın manevi kemale doğru kişiliğini yavaş yavaş geliştirmesidir. Bilgi oğrenmek değil, olmaktır. İnsanın yaşamı varlığımızın koklerine doğru hic bitmeyen bir tekÂmul surecidir. Kendimizi surekli hareket halindeki yolcular olarak manevi bir yolculukta bulacağız, cunku nihai hedef sevgili Rabbimizdir. Yaşamımız hakiki bir insan olmaya yonelik bir eğitim kampıdır.
Nasıl ki madenler Âleminin imamı altındır, her maden bir gun altın olmayı diler, onun gibi insan da surekli, kÂmil olmak icin bir hasret icindedir icten ice. Hatta Sûfi psikologlara gore butun psikolojik mutsuzlukların kokeni ontolojik kaymalardır.
“Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” demek ki nefsini bilen Rabbini buluyor. Burada kendini bilmek, ontolojik manada bir kendini biliştir; bir insan olarak nelerle mucehhez olduğumuzun bilincine varıp,”Ne manada bir kapasitem var. Nereden geldim; neden doğdum ve nereye gidiyorum?” sorularına cevap aramaktır.
İnsan ne zaman asıl araması gerekeni aramayı bırakır, boş kuruntulara ve kaygılara kendini kaptırırsa ruhu mengene icindeymiş gibi sıkışır. Aslında bu sıkıntı dert değil dermandır. Kişiye asıl araması gerekeni hatırlatan bir ikazdır.
İnsana yakışan ve insanı değerli kılan Rabbini, O’nun rızasını aramaktır. Hatta tasavvufa gore onemli olan arayarak yol uzerinde olmaktır. Varırsın varamazsın, bulursun bulamazsın bu o kadar onemli değildir.
Ornek olarak karıncanın hac hikÂyesi verilebilir; Karıncaya sorarlar; “Nereye gidiyorsun?” der ki : “Hacca”. “Varamazsın ki...”diye gulerler. O ise aldırmaz. “Olsun yoldayım ya…”der.
Belki yolda sadece bir yıl, belki otuz yıl, belki de bir omur gecireceksin. Onemli olan kendine hedef belirleyip yola koyulmaktır. Yola koyulmak hayatının anlam kazanmasıdır. Modern insanın yaşadığı gibi anlamsız bir hayat ise kişiyi anlamsız değerlerin ikamesine goturur. Parıltılı ışıklar, her turlu maddi zenginlik sahtedir. Ses bir buyudur. Goruntu, imaj ise en buyuk buyudur, eğer sadece buna takılıp kalırsanız…
Arkamızda Nasıl Bir İz Bırakacağız?
İslam Âlimlerine gore de “genc” demek “hazine-cevher” demektir. İşlenmeyi bekleyen sayısız yetenekler- ozellikler- nimetler gizlidir her insanın, her kucuk yavrunun icinde.
Demek ki her insanın doğumundan itibaren icinde hazineler olduğunu bilerek davranması, ne amacla yaratıldığını bulmaya ve insanlığa, evrene nasıl en hayırlı hizmetlerde bulunabileceğini duşunerek hareket etmesi ve yaşaması gerekir.
Her canlı gectiği yere izini bırakarak gecer. Biz insanlar hele ki Allah rızasını duşunduğumuzu iddia ediyorsak, en guzel izlerle –eserlerle hatırlanmayı istemek ve bunun icin her nefesimizin şukrunu yerine getirebilmek aşkıyla omrumuzu değerlendirmek gerekmez mi?
Karşılaştığımız her durumun icindeki guzellikleri gormeyi oğrenmek, cirkinlikleri one cıkarmamak, uzerini ortmek Peygamber efendimizin de hayatında cok dikkat ceken bir davranış orneğidir.
Zaten Peygamber efendimizin davranışlarını, tepkilerini kısacası hayat tarzını ornek alarak yaşayabilmeyi başarabilsek; hayatımızdaki tum zorluklar kolaylaşır, tum psikolojik bunalımlarımız azalır, hem kendi hayatımız hem de cevremizdekiler icin hayat cennet olur belki de.
Herkesin birbirine hizmette yarıştığı, birbirinin işlerini kolaylaştırdığı, kimsenin kalbini kırmamaya calıştığı ve boyle davranan insanları da kullanmaya kalkmadığı bir ortamda yaşamak cok guzel olmaz mıydı?
Gundelik kucuk hedeflerimize takılmadan daha buyuk nihai hedeflere yonelmeyi, Allah rızasına uygun bir omur gecirmeyi dileyerek işe kendimden başlıyorum. Darısı tum isteyenlerin başına…
KAYNAKCA:1-ZRabia Christina Brodbeck; Hazreti İnsan, Sufi Yayınevi 2007 2-Mahmut Erol KILIC; Tasavvufa Giriş, Sufi Kitap,2012
Psikolog Umran Akıncı
kaynak:islamihayatdergisi.com
__________________
Musluman Depresyona Girer mi?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Musluman Depresyona Girer mi?