Hic, Hiccilik, Hic Olmak, Hicin Felsefesi, Tasavvufta Hic,
İki yıl kadar once bir dostumun cep telefonunun duvar resminde Arapca imlalı bir Hic yazısı gordum. Onu pek beğendim. Dostum benim cep telefonuma ilgili yazıyı aktardı.

Cep telefonumda bu Hic yazısını gorenlerin coğu, bunun ne anlama geldiğini benden sordular. Ben onları kısaca bilgilendirince onlardan bazıları, Hic yazısının kendi cep telefonlarının duvar resmini de suslemesini arzu ettiler. Onlarca kişi benden bu şekilde Hic yazısını aldılar. Kim bilir, onlar da kac kişiye boyle Hic yazısını aktardılar

Elbette guzel ve anlamlı şeyler paylaşılmalı. Coğalmalı, coğaltılmalı. Bunlara vesile olanlardan Allah (c.c.) razı olsun

Hic bir sembol ve slogandır. Arkasında buyuk ve engin bir duşunce, felsefe, ideoloji yatar. Tasavvufun da koşe taşıdır. Dosdoğru anlaşılırsa insana yuce haller, manevi makamlar bağışlar.

Her şeyde olduğu gibi Hicin de bir negatif bir de pozitif yonu bulunmaktadır. Olumsuz tarafını felsefe yuklenmiştir. Buna Nihilizm (Hiccilik) denmektedir. Burada Hic nefsin arzularına hitap etmektedir. Bu felsefi ekole bağlı olanların temel sorunu, nefsi sınırlayan, kısıtlayan, engelleyen her şeyi ozellikle ahlaki, dini kuralları yok saymaktır. Ortadan kaldırmaktır. Cope atmaktır. Her ne kadar Nihilistler siyasi, sosyal, felsefi alanlarda da tam bir ozgurluk, hicbir tabu tanımama, hicbir şeye inanmama, bağlanmama gibi iddiaları dile getirseler de temel sorunları din ve ahlak cephesinde gorulur.

Bir insan bu Hiccilik felsefesine bağlandığı zaman icgudulerini adeta ilah edinmiş gibi olur. Cunku icgudulere az cok nizam veren din ve ahlak kurallarıdır. Onları ortadan kaldırdığımızda, hic olarak gorduğumuzde icguduler, her turlu denetimden ve nizamdan uzak bir anlayışla adeta hortlarlar. Toplumda buyuk sucların, ahlaksızlıkların işlenmesine neden olurlar. Din ve ahlak kuralları, insanların cinsel hayatlarını duzenler, cinsel sapıklığa, sapmaya duşmelerini engeller, icguduleri denetim altına alır.

Nefis ve şeytanlar, insanların zinaya, cinsel sapıklıklara ve sapkınlıklara duşmeleri yonunde surekli olarak vesvese verirler. Kişinin sahip olduğu bazı değerler, ozellikle din ve ahlak kuralları onu bunlardan alıkoyabilir. Şayet bir insan Ben felsefi bir goruş olarak Hicciliği benimsiyorum. diyorsa, o nefse ve şeytanlara bu konularda adeta davetci cıkarmış gibi olur. Onun nezih, temiz bir hayatı yaşaması artık cok zorlaşır. Cunku nefis ve şeytanlar nasıl olsa bu kişi din ve ahlak kurallarına bağlı değil, onların varlığına bile karşı diyerek, her vesile ile ilgili kişinin cinsel hayatını alt ust etmek icin komplolar kuracaktır.

Tabii Hiccilik felsefesini benimseyip de zinadan ve cinsel sapıklıktan, sapkınlıktan uzak insanların varlığını da inkÂr etmemek, bu felsefi ekole bağlı her insana olumsuz bir gozle bakmamak da gerekir. Yuce dinimiz insanlar hakkında suizannı yasaklamış, her insana husn-i zanla bakmayı emretmiştir. Elbette dini ve ahlaki kurallara saygılı olup da Hicciliği siyasi ve felsefi gibi duzlemlerde uygulamak isteyen kişiler de bulunabilir. Boyle olduklarını iddia eden bir ikisine ben rastladım. Onlara pek inanmasam da iddialarına saygı gostermek gerektiğini duşundum.

Bir insan, karşı cinsten cekici ve hoş birisi ile karşılaştığı zaman ona karşı biraz meyil hissedebilir. Bu normaldir. Cunku her birimiz nefis sahibiyiz. Kişi, dini ve ahlaki değerlere sahipse, bunu ona gore olcup değerlendirir. Estağfirullah! diyerek gozunu, gonlunu o kişiden ceker. Nefsine ve şeytanlara uyarsa bu meyli once hareket ve ses tonu gibi ceşitli dillerle karşı tarafa sezdirebilir. Biraz cesaret alırsa ona yakınlaşabilir. Acık bazı tekliflerde bulunabilir. Şayet karşı taraf din ve ahlak yonu ile guclu ise, bundan hemen utanır ve kacma refleksi ile tepki gosterir. Eğer daha guclu bir karaktere sahipse kızabilir, ceşitli birimlere, kişilere şikÂyetci olabilir. Boyle birisi, yani dini ve ahlaki yonu guclu birisi bu tur bir teklifi hoş gorurse dinin ve toplumun meşru ilişki olculerinin dışına pek cıkmak istemez. Ceşitli şekillerde ilişkiyi meşru zeminde surdurme yollarını arar, sunar. İşte Nihilist birisi boyle konularda utanmayı ve kacmayı, din ve ahlak kurallarını, toplumu kucuk gorduğu, onlara değer vermediği, onları hayatından dışladığı icin farklı duşunmekte ve genellikle nefsinin ve şeytanların istediği doğrultuda hareket etmektedir. Zinaya veya bazı sapkın ilişkilere cok kolaylıkla duşebilmektedir. Toplumun temeli olan aile kurumunu yıkıcı, yozlaştırıcı etkilerde bulunabilmektedir. Tabii her Nihilisti bu kefeye koymamayı yukarıda belirttik.

Kısacası Nihilizmde Hic olan şey, genellikle dini ve ahlaki kurallardır. Tek var olan şey ise, nefsin arzularıdır. Amac nefsin arzularını her sahada hÂkim kılmak, ilah edinmektir.

Şimdi asıl konumuza donelim. Hicciliğin negatif yonunu, felsefeye bakan tarafını bir yana bırakalım. Pozitif cephesine değinelim.

Hic tasavvufun ideolojisinin sembolu ve sloganıdır. Tek bir kelime ile tasavvufun temeli ve ideolojisi olan vahdet-i vucut duşuncesini taşır, ifade, hatta izah eder. O kadar derin bir kelimedir

Hic tasavvufta derin anlamlı bir kelimedir. Ama bunun yanında oz ve acık bir anlama da sahiptir. Sadece bu anlamı ile vahdet-i vucut duşuncesini de taşıyabilir: Oz ve acık anlamı ile Hic, kişinin kendi nefsinin ve varlık Âleminin yok olduğunu, asıl var olanın yalnız Allah olduğunu anlatır.

Hic Allahtan başka gercek varlık yoktur, demektir. Oncelikle kişinin varlığını, nefsini yadsır. Tek gercek varlığın Allah (c.c.) olduğunu vurgular. Bu acıdan İslama girişte soylenilen parolayı, yani kelime-i tevhidi tasavvufi anlamı ile tefsir eder.

Nefis makamları kelime-i tevhidi tasavvufi anlamı ile zikretmedikce aşılamaz. Normal anlamı ile yani Allahtan başka ilah yoktur anlamı ile kelime-i tevhit zikredilirse sevap kazanılır, gunahlar dokulur. Ama tasavvufi anlamı ile kelime-i tevhit zikredilirse bunların yanında nefis yağ gibi erimeye ve nefis makamları hızla kat edilmeye başlanır. Allahın (c.c.) rızasına erişilir.

Kelime-i tevhidi tasavvufi anlamı ile zikretmek kolay değildir. Bunun icin olum murakabeleri (tefekkur-i mevt), vahdaniyet murakabeleri alışkanlık haline gelmiş olmalıdır. Yani bu derslerle nefis iyice hal sahibi olduktan sonra kelime-i tevhidi bu tasavvufi anlamı ile zikretmek mumkun olur.

Eskiden tekke ve dergÂhların girişlerinde genellikle bu Hic yazısı bir tabloda veya levhada gozlere carpardı. Daha doğrusu insanların adeta gozlerine sokulurdu. Onların gormeleri sağlanırdı. Bununla pek cok faydalar mulahaza edilirdi, amaclanırdı.

Bir kısım insanlar tekke ve dergÂhlara psikolojik rahatsızlıklarından, sinir hastalıklarından şifa bulmak icin geliyorlardı. O zamanlar tekke ve dergÂhların bu gibi toplumsal hizmetleri de vardı. Hic onların bu tur dertlerine en buyuk şifaydı. Cunku nefsine Hic dersini gunde en az beş dakika kadar veren bir kişinin butun psikolojik ve sinir rahatsızlıkları sabunun suda erimesi gibi yavaş yavaş ortadan kalkar. Yok olur.

Her turlu psikolojik ve sinir rahatsızlıkları nefsin komplekslerinden kaynaklanır. Olumsuz yaşantılar ve duygular nefiste kendini savunmak icin kompleksler meydana getirir. Kompleksler olumsuz yaşantıların bilincaltına bastırılması sonucu oluşur. Negatif duygular buralardan kaynaklanır ve insan ilişkilerinin sağlıklı olmasını onlerler. İşte nefse talim edilen gunde beş dakikalık bir Hic dersi onun butun komplekslerini yavaş yavaş ortadan kaldırır. İnsanı ahlaki acıdan ustun duruma doğru yukseltmeye de başlar.

Hic olduğunu gunde birkac dakika tefekkur eden bir kişi bir başka insana karşı kibir, kucuk gorme, haset, nefret, intikam, cekememezlik gibi olumsuz duyguları duyamaz. Duysa da bunlar Hic tefekkuru ile yavaşa yavaş erirler ve yok olurlar.

Ben Hic olduğuma gore bu tur olumsuz duygularım benden de hictirler. Hicliğini duyumsayan bir insanda varlık ve benlik kalmaz. Dunyaya karşı şehveti sakinleşir. Başka insanlara karşı olumsuz duygular duyması icin bir nedeni de olmaz. Boyle olunca da insanların psikolojik ve sinir rahatsızlıkları da ortadan kalkar.

Ust katımızda oturanlar iki yıldır evlerini tamir ediyorlar. Daha doğrusu ev sahibi kendi capında bir usta. Gunduz işine gidiyor. Akşamları ve pazar gunleri evini tamir etmeye calışıyor. Bunun icin de bize mazeret bildirdi, bizden ozur diledi. Tamir sesleri eşimi sinir hastası yaptı. Psikolojisini bozdu. Ben ise onceleri bundan buyuk bir rahatsızlık duyarken sonraları bu rahatsızlık duygusunu irdeleyince onda nefsin bazı olumsuz damarlarını keşfettim. İnsan kendisinin bir hic olduğunu biraz tefekkur edince başkalarına karşı pek ofkelenemiyor. Cok anlayışlı biri haline gelebiliyor. Bambaşka bir insan oluyor. Sabrı yudum yudum tadabiliyor. Bundan da buyuk bir keyif alabiliyor. Bunu bu hadisede daha bir yakinen anladım. Hadis-i şerifte belirtildiği uzere sabır imanın yarısıdır. Yuce Allah (c.c.), sabredenlere mukÂfatlarını hesapsız vereceğini soyluyor (bk. Zumer suresi, 10). Bu mujdeler bile bizleri bu gibi durumlarda yeterli derecede sabırlı kılabiliyor.

Bir insan başkalarına karşı nicin ofke, kin, haset gibi olumsuz duyguları duyar? Cunku karşı taraftaki insanları kucuk gormektedir. İnsan kendisinden ustun ve buyuk kişilere karşı bu olumsuz duyguları duymaz. Bilakis onlara karşı bir hayranlık besler. Oysa bu buyukluk davası insana yakışmaz. Şeytana has bir sıfattır. O, Hz. Âdeme (a.s) karşı boyle buyuklendi. Hem cennetten oldu hem de Allahın lanetine mustahak oldu. Şayet bir insan nefsine her gun birkac dakika bu Hic dersini uygulasa bu olumsuz duygulardan tamamen uzaklaşır. Melekler gibi saflaşır. Manevi haller yaşamaya başlar. Nefsi de ileri makamlara doğru yukselir.

Namazda ihsan hali ile huşua daldığımızda, sonra da kendimizi Allah (c.c.) karşısında bir Hic olarak gorduğumuzde ilgili hal daha da derinleşir. Namaz cok feyizli ve nurlu olur.

Hic hali kadar şeytanları caresiz, perişan bırakan başka bir şey bilmiyorum. Hic hali olmasaydı şeytanların elinden kurtulmak ve onlara karşı zafer elde etmek mumkun olmazdı. Bu sozlerimi kalp gozu ile nurları muşahade etmiş ve tecelli-i nura gark olmuş kişiler anlayabilir.

Mevlananın Mesnevisini değişik zamanlarda baştan sona uc kere okumak nasip oldu. İkinci okuyuştan sonra kendime şu soruyu sordum: Bunca hikÂye icerisinde tasavvufi mesaj acısından en etkili dersi hangisi verdi? Aklıma iki hikÂye geldi. Bu iki hikÂyeyi iyi okuyup anlayana buyuk bir ders verilir, diye duşundum. Hatta bu yolda buyuk nasiplere kavuşur. Tasavvufun ozunu anlar, kanaati bende oluştu. Sonra, Mesneviyi ucuncu kez baştan sona okumak nasip oldu. Aynı soruyu bir daha kendime sordum. Kendi kendime aynı cevabı yineledim. Aynı sonuca ulaştım. Goruşumde bir değişiklik olmadı.

Evet, bu iki hikÂyenin diğer yuzlerce hikÂyeden ayrılan yonu, tasavvufun temel konusunu doğrudan işlemeleriydi. Yani bu iki hikÂye Hici temel konu olarak almışlardı. Cok etkili bir şekilde bu temayı adeta insanın kafasına kazıyorlardı.

Ben bu iki hikÂyeyi cok tefekkur ediyorum. Her zaman aklıma gelirler. Ozellikle bir manevi guc almak istediğimde şuurum derhal bu iki hikÂyeye yonelir, manevi acıdan adeta şarj olurum. Oyle ki, bu benim icin adeta Hici murakabe etmek gibi bir şey oldu. Onlar bana cok şey oğrettiler.

Burada kısaca bu iki hikÂyeyi ozetlemek istiyorum:

Birinci hikÂye şoyle:
Tacirin birisinin bir papağanı vardı. Onu bir kafeste besliyordu. Tacir bir gun Hindistana gitmeye niyetlendi. Ev halkına veda etti. Onlara Hindistandan sizlere ne getireyim, diye sordu.
Sıra papağandan ayrılmaya gelmişti. Tacir kuşuna da aynı soruyu sordu. Papağan efendisine dedi ki:
-Benim vatanıma gidiyorsun. Orada nice papağanlar vardır. Ancak onlar benim gibi bir kafeste mahpus değillerdir. Kimi yeşillikler icerisinde bahcede, kimi dallardadır. Onlara benden selam soyle. Onlara de ki: Benim papağanım sizlere hasret cekiyor. O bir kafeste esirdir. Sizler ise ozgursunuz. Ona bu sıkıntıdan kurtulması icin bir oğut veriniz.
Tacir Hindistana vardı. Sahralarda pek cok papağan gordu. Onlara selam verip kendi papağanından bahsetti. Ansızın bu papağanlardan birisi titremeye başladı. Kendisinden gecti. Yere serildi.
Tacir papağanı oldu sandı. Verdiği bu haberden dolayı pişman oldu. Uzuldu. Kendi papağanın bununla akraba olduğunu, bunun icin kederinden dolayı olduğunu duşundu.
Tacir ticaretini bitirerek evine dondu. Hediyelerini dağıttı. Papağan kendi hediyesini isteyip oradaki ahvalden sordu.
Tacir papağana uzuntu ve pişmanlığını belirttikten sonra Hindistanda bir papağanın kendi papağanının durumundan haberdar olunca titreyip yere duştuğunu ve olduğunu soyledi.
Papağan bu hikÂyeyi işitince o da tıpkı Hindistandaki papağan gibi titredi, yere duşup oldu.
Tacir papağanı kafesten alıp dışarı attı. Papağan ucup yuksek bir ağacın dalına kondu.
Tacir bu duruma şaşıp kaldı. Nedenini papağandan sordu. Papağan şoyle dedi: Hindistandaki papağan fiil ve hareketleriyle bana ders verdi, nasihat etti. Hal dili ile bana dedi ki, seni sesin esarete duşurdu. Kendini olu gibi gosterirsen kurtulacaksın. Sozlerini tamamlayan papağan Hindistanın yolunu tuttu.

Her birimiz papağan misali ten kafesinde esiriz. Nefsimize ve dunyaya bağlıyız. Şayet Hindistandaki papağan gibi birisinden yani bir murşid-i kÂmilden ders alırsak marifete ve hakikate ulaşabiliriz. Bu ten kafesinden kurtulmanın yolu tacirin papağanı gibi olmeden once olmenin, yani Hic olmanın sırrına ermektir.

İkinci hikaye şoyle:
Arslan, kurt, bir de tilki avlanmak icin dağa, ormanlığa gitmişlerdi. Savaşcı bir arslanın peşine takılan elbette eli boş donmez. Kısa zamanda bir dağ sığırı, bir keci, bir de semiz bir tavşan avladılar. Avları surukleye surukleye dağdan ormana getirdiler.
Kurt ile tilki acgozlu bir tavır takındılar. Hisselerine duşecek etleri duşunmeye başladılar. Ağızları sulanarak daha cok et yemenin hayalini kurdular. Arslan ferasetiyle kurt ve tilkinin kalbinde gecirdiği şeyleri bildi. Yuzlerine gulmesine rağmen icten ice ofkelendi. Huzurunda bu tur bir edepsizliği cezasız bırakamazdı. Onlara bir ders vermek istedi.
Arslan kurdu imtihan etmek icin av hayvanlarını aralarında paylaştırmasını istedi. Kurt dedi ki: Padişahım, yaban sığırı senin payın olsun. O da buyuk, sen de buyuksun. Orta boyda, irilikte olan keci de benim olsun. Tavşan da tilkiye uygun bir av.
Arslan kukreyerek soylediklerini bir daha tekrar etmesini emretti. Sonra kurdu yanına cağırdı. Bir pence darbesiyle canını aldı. Kurdu cansız yere serdi.
Arslan, kendi kendine şoyle dedi: Ey koca kurt, madem hayvanlar padişahının onunde kendini olu saymadın. Cezanı gor. Biz onlardan intikam aldık (Araf suresi, 136). ayet-i kerimesinin hukmu budur.
Ondan sonra arslan yuzunu tilkiye cevirdi. Haydi, dedi, bunları aramızda sen pay et!
Tilki arslana şoyle dedi: Ey yuce padişah, şu semiz okuz, senin kuşluk yemeğin olsun. Şu keciden de aziz padişahımızın oğle yemeği icin yahni yapılır. Tavşan ise lutuf ve kerem sahibi padişaha akşamleyin bir cerez olur.
Arslan: Ey tilki, dedi, bu hakca paylaşmayı nasıl oğrendin? Tilki: Ey cihan padişahı, dedi, bunları ben kurdun başına gelenlerden oğrendim.
Arslan: Mademki kendini bizim aşkımızda fani eyledin. Avların ucu de senin olsun. Al gotur!
Arslan sozlerine şoyle devam etti: Ey tilki, sen tamamıyla biz oldun. Bizim oldun. Artık seni nasıl incitebiliriz? Biz de seniniz. Butun hayvanlar da senin. Artık yedinci kat goğun ustune ayak bas, yuksel!
Tilki, arslan bunu bana kurttan sonra teklif etti diye yuzlerce şukurde bulundu.
Akıllı insanlar Firavunların, Ad kavminin başına gelenleri duyunca şu varlıktan da gecer, hırs ve gururu da bırakır. Varlıktan, kendini buyuk gormekten vaz gecmezse bu sefer onun halinden, sapkınlığından başkaları ibret alır.

Her insan, aslında kurt gibi duşunur. Akıl mantık bunu gerektirir. Kurt burada aklı ve mantığı temsil eder. Ama bu hikÂyede yuce Allahı (c.c.)temsil eden arslan bundan razı değildir. Gerci kurt akıl ve mantığı şeriata ters değildir. Gorunuşte buyuk bir adaleti de temsil etmektedir. Fakat ilahi aşk yolunda bu kurt aklı ve mantığı beş para etmez. İlahi aşk yolunda kadere itirazsız teslim olmak, hatta her şeyde hayırda ve şerde yuce Allahtan razı olmak gerekir. Onun icin yuce Allahın (c.c.) karşısında Hic olmak ancak bu ayrıcalığı sağlar. Onun lutuf ve ihsanlarına sonsuz bir guvenle bağlı olmak, bela ve musibetlerine guzelce sabretmek ilahi aşkın bir gereğidir. Yoksa bu yolda bir milimetre bile ilerleme olmaz. Tilki gibi hadiselerden ibret almak da buyuk bir makam ve derecedir. Kurt gibi bu ilahi aşk yolunda tamamen nasipsiz olmaktansa tilki gibi taklidi, zoraki bir yol tutmak da bir kardır. Buyuk kazanc sağlar.

Yuce Allah (c.c.) nefsimizi tanımayı ve ona hicbir değer vermemeyi nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
__________________