1- ALLAH'TAN BAŞKASINA KUL OLMAMAK

Bilindiği uzere, İslÂm Dininin temel esası TEVHID inancıdır. Tevhid inancı bir Allah'a inanmak, iman etmektir. Bu esas, Amentu olarak bildiğimiz altı iman esasının ilki ve en başta gelenidir.

Bizler inananlar olarak, Allah'ın bir olduğuna, doğmadığına doğurulmadığına, başlangıcı ve sonu olmadığına iman etmekteyiz. Bu inanc, biz muslumanları diğer dinlere bağlı insanlardan ayıran en onemli kriterdir. Allah'a olan inancımızın uygulamadaki gorunuşu, bizlerin Allah'tan başkasına kulluk etmememizi O'ndan başkasına yonelmemizi, ancak O'ndan yardım dilememizi gerektirir.

Gercekten biz sadece Allah'a kuluz. Allah'ın yarattığı apacık olan diğer canlılardan hicbir şekilde yardım dilemeyiz. Gunde beş vakit kılmış olduğumuz namazların her rek'atında, kulluğumuzun ancak Allah'a olduğunu, sadece ondan yardım dilediğimizi tekrar etmekteyiz. Kur'Ân-ı Kerîm'-in ilk sûresi olan Fatiha sûresinin 1. ayetinde "Yalnız sana ibadet (Kulluk) ederiz, Yalnız Senden yardım isteriz" diyor.

Namaz, Oruc, Hac, Zekat ve Cihad gibi butun ibadetlerimizi Allah'ın kulu olduğumuzu bilerek yapmaktayız. Gercek anlamda kulluk, ruhen, cismen, gorunen ve gorunmeyen butun yonlerimizle Allah'a yonelmeyi gerektirir.

Bir bakıma insanın yaratılış gayelerinden birisi de Allah'a kulluk etmektir. Yuce Yaratıcı şoyle buyurmaktadır; "Ben cinleri de, insanları da (Başka bir hikmeti değil) ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım," ("ez" ZÂriyÂt S:A: 56). Butun varlığını Allah'a değil de yok olup gitmeye mahkûm olanlara bağlayan her gonul husrana ve tehlikeye adaydır. Cunku her faninin bir gun olup sonu gelecektir. O halde ibadet O'nun hakkıdır ve ancak O'na ibadet edenler umitlere korkulara kendilerini kaptırmazlar. Bu anlayış ve duşuncede olanlardan herkes istifade edebilir.

Bir topluma bu insanlardan fayda gelebilir. Peygamberimiz (SAV) şoyle buyuruyor; "Mu'min taze ekin gibidir, ruzgar estikce yatar, fakat yine doğrulur kalkar. KÂfir ise cam ağacına benzer, ruzgar estikce gurler amma bir kere yıkılırsa bir daha kalkamaz."

2. Hz. MUHAMMED'İ ORNEK ALMAK:

Muslumanlar icin şuphesiz ki en guzel ahlak orneği Hz. Muhammed'dir. Yuce Allah Peygamberimiz icin "Hic şuphesiz buyuk bir ahlak uzerindesin sen" (el "Kalem S:A:4) buyuruyor. Hz. Muhammed Peygamberlik gorevinin gayesini bizzat şoyle acıklıyor. "Ben guzel ahlakı tamamlamak icin gonderildim." Guzel ahlak sahibi olmak isteyen her kişi, yaşayışında, konuşmalarında, davranışlarında, toplum bireyleri ile olan ilişkilerinde her zaman O Yuce Peygamberi ornek almak zorundadır. Zira Allah Teal "And olsun ki Resulullah'da sizin icin, Allah'ı ve ahiret gununu ummakta olanlar, Allah'ı cok zikredenler icin guzel bir (misal) numune (si) vardır." (el "Ahzab S:A:21). Hz. Aişe de Peygamberimizin ahlÂkının Kur'an olduğunu belirtiyor. Onun sozlerinde, fiillerinde ve takrirlerinde inanlar icin sayısız ibretler vardır.

Peygamberimiz ruhen ve bedenen insanların en temizi idi. İc ve dış temizliğine cok onem verirdi. Guler yuzlu ve tatlı sozlu idi. Hicbir kimseye gonlunu incitecek soz soylemezdi. Her haliyle sakin ve vakur idi. Konuşmaları cazibeli ve guzeldi. Yapmacık hareketleri hic sevmez, gosterişten daima uzak kalırdı. Temiz ve şad-giyinirdi. Ummetini cok severdi. ( gercekten alemlere rahmet olara gonderilmişti. Hak'tan ve doğruluk tan hicbir zaman ayrılmamış makam ve mevki vaatlari O'nu, İslÂmı insanlara anlatmaktan alıkoyamamıştı. Şecaat ve cesareti ile insanlara ornek olmuştur. Her verdiği sozun gereğini kesinlikle yerine getirmişti! Hayatında hicbir vakit maddeyi mahkum olmamış, dÂime kanaatkÂr olmuştur. Herkese karşı mutevazi davranmış, insanları kucuk gormemiştir. Kendisine karşı kusur işleyenleri bağışlamış, cevresine iyiliği emretmiş ve bilgisiz kişilerden uzak kal mıştır. Mu'minlere karşı şefkatli ve merhamet!i olmuştur. Kolesine kotu muamelede bulunanların cenneti giremeyeceklerini belirtmiştir.

Dunyada ve ahirette mutlu olmak isteyenler her bakımdan sevgili Peygamberimizi ornek almak zorundadırlar.

3. DOĞRULUK

Doğru ve durust olan kişiler gec de olsa gayelerine ulaşırlar, Yuce Yaratıcının butun nimetlerinden faydalanırlar. Doğru olan kişi Allah'ın rızasına ulaşır ve cevresinin itibarını kazanır. Doğruluk dunyada insan şeref kazandırır. Sarsılmaz bir şekil de şeref ve şohrete ulaştırır. Ebedi dunyada da Allah'ın lutfuna vasıl olur. Şuphesiz doğrular vakarlı şerefli ve haysiyetli insanlardır. Doğruluk insanları birbirine bağlayan sağlam bir bağdır. Doğru insanlar arasında sevgi, saygı, karşılıklı dayanışma, kardeşlik ve dostluk cok kuvvetlidir. Doğruluk butun sozlerin ve işlerin temel oğesidir. Bu sebeble İslÂm dini duşuncede, sozde ve hareketlerimizde doğruluğu emretmektedir. Allah Teala Peygamberimize, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" buyurmuştur. Allah'ın ve O'nun Elcisinin rızasını kazanmak isteyenler hileli yollardan cekinmelidirler. Doğruluktan ayrılanlar kendilerine ve icinde yaşadıkları topluma zarar vermekle kalmazlar, kendilerinden sonraki nesillere de kotu ornek olurlar. Hile ve aldatmacayı kendilerine meslek edinenlerin dunyada yuzlerj kara olacağı gibi ahirette de azap goreceklerdir. Doğruluktan ayrılan kişi aslında başkalarını değil kendisini aldatmakta ve kandırmaktadır. Doğrulukla ulaşılan mevki ve makam, elde edilen kazanc insanı mutlu eder, sevindirir. Şartlar ne olursa olsun mu'min kişi doğruluktan ayrılmaz.

İnsana yaraşan inancında .işinde doğru olmaktır. Doğru olmayan insanlar arasında 'kin, nefret ve duşmanlık tohumları derhal yeşerir.

4. İYİLİĞİ EMRETMEK, KOTULUKTEN KACINDIRMAK

İnsanların diğer yaratıklardan ayrı bir yonu de topluluk halinde yaşamasıdır. Tek başına yaşayan, varlığını surduren bir insan tasavvur edilemez. Toplu halde yaşamanın sonucu insan ceşitli topluluklar ve gruplarla ic icedir. Aile, okul, arkadaşlar grubu, ceşitli dernek ve kuruluşlar insanı cevreleyen toplulukların en başta gelenleridir. Bu sosyal grupların icerisinde insanın uyması gereken bir takım prensipler ve kurallar vardır. İnsan topluluklarının dirlik ve duzenliğinde onceden konmuş kurallarla birlikte, insanın sorumluluk duygusu da onemli yer tutar. İnsanı uzen ve sevindiren olaylar karşısında, kişi bigÂne kalamaz. Mutlaka bir değerlendirme yapar ve değer yargısı ortaya kor. Kişi, icinde yaşadığı topluluklardan etkilendiği gibi bu topluluklara değişik oranlarda yon de verebilir. Bu gercekten hareketle İslam Dini muslumanlara bir odev daha yuklemektedir. O da muslumanın her zaman ve her yerde surekli olarak iyiliği emretmesi, istemesi, kotuluklerden, kişiye ve topluma zarar veren cirkin davranışlardan cekindirmeye calışmasıdır. Bu hukumlerden bir bolumunun anlamlarını burada belirtmekle yetinelim. "Sizden oyle bir cemaat bulunmalıdır ki (Onlar herkesi) hayra cağırsınlar, iyiliği emretsinler, kotulukten vazgecirmeye calışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin ta kendileridir." (Ali İmrÂn S:A104). "Siz insanlar icin gayıptan, yahut levh-i mahfuzdan secilip cıkarılmış en hayırlı bir ummetsiniz. İyiliği emreder, kotulukten vazgecirmeye calışırsınız. (Cunku) Allah'a inanıyorsunuz. Kitaplılar (H'ristiyanlar ve Yahudiler) da inansaydı kendileri icin elbette hayırlı olurdu. İclerinden (Vakıa) iman edenler vardır. (Fakat) onların pek coğu (Hak Dinden cıkmış) fÂsıklardır." (Âli İmran S:A:110) "Allah'a ve Ahiret gunune inanırlar, iyiliği emrederler, kotulukten vazgecirmeye calışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle yarış yaparlar. İşte onlar Salihlerdendirler." (Âli İmran S:A: 114).

Konu ile ilgili olarak Sevgili Peygamberimizin oğutlerinden de birkac ornek verelim; "Her kim bir munker işlendiğini gorur de eliyle değiştirmeye gucu yeterse eliyle değiştirsin, buna kudreti yoksa diliyle değiştirsin, diliyle değiştirmeye de muktedir olamazsa kalbiyle değiştirsin. Bu da artık imanın en zayıfıdır." Sahihi Buhari Tecridi Sarih Tercumesi) Peygamberimize "YÂ Rasulullah! Yolun hakkı nedir? Diye sordular da AleyhisselatuvesselÂm; (Haramdan) goz yummak, (Halka) eza vermekten ictinap etmek, (Selam verenin) selamını reddetmek, ma'ruf ile emredip munkerden nehyetmek, (sorana yol gostermek, mazluma yardım etmek) dir, buyurdu."

Yukarıya alınan Ayet ve Hadislerden de anlaşılacağı uzere iyiliği emretmek ve kotulukten vazgecirmeye calışmak en başta gelen ahlakî vazifelerimizdendir.

5. GIYBET ETMEMEK VE KOTU ZANDA BULUNMAMAK

İslam Dininin yasakladığı kotu huylardan biri gıybet etmek ve kotu zanda bulunmaktır. Gıybet, bir kişinin musluman din kardeşini arkasından cekiştirmesi, onun uzuleceği ve beğenmeyeceği sozleri soylemesi ve gizli kalması gereken durumlarını başkalarına acıklamasıdır. Kotu zanda bulunmak ise muslumanlar hakkında işitilen yalan yanlış sozleri araştırmadan duşunmeden doğru imiş gibi benimsemek, onlar hakkında kotu duşunce ve kanaat besleyerek yanlış hukumler vermektir Bu gibi duşunce ve davranışların cok kotu bir huy olduğu ortadadır. Zira boyle yanlış duşunce ve davranışlar kişilerin arasını acar. Birlik ve beraberliği bozar. Toplumda fitne ve fesadı geliştirerek huzursuzluğun sebebi olur. Butun bunlar insanlara yaraşmayan cirkin huylardır.

Şurası hemen belirtilmelidir ki, bir kişi sevdiği arkadaşının iyiliği ve hayrı icin, icten gelerek, acık kalplilikle ona iyi, doğru ve hayırlı olduğuna gercekten inandığı bir sozu soyleyebilir, yapıcı tenkidde bulunabilir. Cunku muslumanın din kardeşini uyarması, iyiliği ve guzelliği tavsiye etmesi bir gorevdir. Ama maksat din kardeşimizin iyiliği değil de onu kucuk duşurmek, kotulemek, başkalarına kotu tanıtmak ise bu davranış İslam Dinince yasaklanmıştır. Muslumanları arkasından cekiştirmek, beğenmeyecekleri ve gucenecekler sozleri soylemek, hoş olmayan hareketlerdir.

Musluman kardeşlerimize karşı kotu zanda bulunmamak, haklarında yersiz şupheler beslememek durumundayız. Başkalarının kusurlarını ayıplarını, araştırmamalı, gizlediği şeyleri oğrenmeye ve ortaya cıkarmaya calışmamalıyız. Başkalarını kotuleyen, cekiştiren kimse o kardeşinin toplum icerisindeki itibar ve guvenini sarstığı gibi gercekten kendisine olan itibar ve guveni sarstığını iyi bilmelidir. Bir kardeşini başkaları yanında cekiştiren, kotuleye kimse boyle bir kotu huya sahip olduğu icin onları da diğerleri yanında cekiştirip kotuler. Onun bu yonunu bilenler ve gorenler ona guvenmezler ve inanmazlar. Gıybet etmek ve kotu zanda bulunmak, toplumda fitne ve fesada yol actığından, boluculuğu koruklediğinden, dirlik ve duzeni bozduğundan dinimizce yasak edilmiştir.

Yuce Yaratıcı gıybet ve kotu zan hakkında şoyle buyuruyor; "Ey iman edenler, zarının bir coğundan kacının. Cunku bazı zan (vardır ki) gunahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkanızdan cekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz olu kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah tevbeleri kabul edendir. Cok esirgeyicidir." (el-HucûrÂt S:A: 12).

Ulu Peygamberimiz, muslumanı tarif ederken şoyle buyurmaktadır: "Musluman o kimsedir ki musluman kardeşleri onun dilinden ve elinden selÂmette olur."

Gorulduğu uzere diliyle ve eliyle muslumanlara eziyet eden kimseler gercek anlamda musluman olamamaktadırlar.

6. MU'MİNLERE KARŞI MUTEVAZI VE MERHAMETLİ OLMAK:

Başkalarına acımak, şefkat gostermek, esirgemek, caresizlerin yardımına koşmak, dinimizin başta gelen ahlÂk kurallarındandır. Merhamet etmek, temiz ruhlu insanlara yaraşır. Yalnız insanlara değil hayvanlara ve butun canlılara merhamet edilmelidir. Yuce Peygamberimiz bir Hadisinde şoyle buyuruyor; "Yerde olanlara merhamet ediniz ki size de gokte olanlar merhamet etsinler."

Merhametli olmakla birlikte alcak gonullu olmak, tevazu gostermek de dinimizin- ahlak kurallarından birisidir. Tevazuun karşılığı kibirlenme, boburlenme ve gururlanmadır. Bunlar ferdin kendisini buyuk gormesi, kendisini lÂyık olduğu mertebenin ustunde gostermeye calışması, gelip gecici şeylere guvenerek ona buna calım satmasıdır ki pek kotu bir huydur. Sevgili Peygamberimiz konu ile ilgili bir hadislerinde şoyle buyurur. "Allah TeÂla muktesit olanı zengin eder, israf edeni fakir duşurur. Tevazu gostereni yukseltir. Kibirlenen kimseyi de kırar gecirir".

Tevazu ve merhametle ilgili olarak cok onemli iki hususu belirtmek yerinde olacaktır. Bunlardan ilki, merhamet ve tevazu ile pısırıklığın, icine kapalılığın ve insanlardan gelen her şeye razı olarak şahsiyetimizi ezdirmenin birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Haksızlığa uğradığımız zaman susmak, dinî ve milli değerlerimize el uzatıldığı zaman goz yummak, merhamet ve tevazu değildir. Bir diğer onemli nokta da kimlere ne zaman ve ne şekilde merhametli ve mutevazi olacağımızı iyi hesap etmektir. Bir musluman ancak din kardeşine karşı merhametli ve mutevazi olabilir. Kendisi gibi duşunmeyen, kendisi gibi hareket etmeyen Allah'ın ve Peygamber'in emirlerine karşı gelen, dinî ve millî butunluğumuzu parcalayan boluculere karşı merhamet etmek ve alcak gonullu olmak gerekmez. Bu,konuyla ilgili olarak Yuce Kitabımızın hukumlerini ve Peygamberimizin oğutlerini cok dikkatli okumalıyız ve uzerinde duşunmeliyiz.

Allah Teala şoyle buyuruyor; "Ey iman edenler, icinizden kim dininden donerse Allah mu'minlere karşı alcak gonullu kafirlere karşı kafirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği onların da kendisini seveceği bir kavim getirir ki onlar Allah yolunda savaşırlar. Ve hicbir kınayanın kınamasından (dedikodusundan) cekinmezler. Bu Allah'ın lutf-i inayetidir ki onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol olan, en cok bilendir." (el-MÂide S:A:54). Başka bir ayetin meali de şu sakildedir: "And olsun size kendinizden oyle Peygamber gelmiştir ki sıkıntıya uğramanız ona cok ağır ve guc gelir. Ustunuze cok duşkundur. Butun mu'minleri cidden esirgeyicidir, onları bağışlayıcıdır O" (et-Tevbe S:A: 128).

Sevgili Peygamberimizin O'nunla birlikte olanların O'na inananların nasıl olmaları gerektiğini Ulu Yaratıcı Kitabında şoyle acıklıyor; "Muhammed Allah'ın Rasuludur. Onun maiyetinde bulunanlar da kafirlere karşı cetin (ve metin), kendi aralarında merhametlidirler. Onları ruku edici, secde edici olarak gorursun. Onlar Allah'tan (daima) bir fazl (u kerem) ve rıza isterler. Secde izinden (meydana gelen) nişanları yuzlerindedir. İşte onların Tevrattaki vasıfları budur. İncil'deki vasıflan da (şoyledir: Onlar) filizini yarıp cıkarmış gitgide onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, ayakları uzerine doğrulup kalkmış bir ekine benzerler ki bu kafirleri ofkelendirmek icin(dir). İclerinde iman edip de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlara Allah hem bir mağfiret hem buyuk bir mukafat vaad etmiştir." (EI-.Feth S:A:29).

Bu ilahî emir vasıflandırmalar birilikte değerlendirildiğinde şu sonuclara varılabilir;

a) Merhametli ve mutevazi olmak, bir mu'mine yaraşan ahlÂki davranışlardır.
b) Mu'minler birbirine karşı merhametli, alcak gonullu ve guler yuzludurler, kafirlere, hainlere karşı ise onurlu, zorlu, şiddetli ve serttirler.
c) Allah'a ve Peygambere inanan bir musluman hak ve doğru bildiği yolda ilerlerken hicbir şeye aldırış etmez. Kınayan insanlardan, dedikoduculardan cekinmez.
d) Muslumanların kendi aralarında merhametli olması inancsızlara, ikiyuzlulere, boluculere ve hayinlere
karşı cetin ve metin olması hem ilahî bir emir, hem de sevgili Peygamberimizin bir sunnetidir. Sevgili Peygamberimizin bu ilahî ozelliklerini taşıyabilen ve oyle olmaya ozenenlere ne mutlu.

7. EMANETE RİAYET ETMEK:

Muslumanların uymak zorunda oldukları kurallardan biri de emaneti gozetmek ve ehline vermektir. Emanete riayet etmemek, kişi ve toplum acısından ceşitli felaketlere sebep olabilir. Emanet guvenilir ve inanılır olmak, saklanmak ve korunmak uzere bırakılan şey anlamlarına gelir. Allah'ın emir ve yasaklarına uymak birer emanettir. Bu emir ve yasaklara uymak suretiyle de emanete riayet etmek gerekir. Hz. Muhammed (S.A.V.) henuz Peygamber olmadan once kendilerine el-Emîn lÂkabı verilmiştir. Peygamberimizi seven ve sevmeyen herkes onu Emîn lakabıyla cağırırdı. Zira Peygamberimiz oğrenmiş olduğu bir sırrı hic bir kimseye soylemez saklanmak uzere bırakılan eşyayı her şart altında korurdu. Peygamberlerde bulunması gerekli olan sıfatlardan birinin de emanete riayet olduğu duşunulurse, bu ahlÂk kuralının ne derece onemli olduğu ortaya cıkar. İnsanın kendisine karşı emaneti gozetmesi dunya ve ahiret hayatı ile ilgili gorevlerini yapması, yararlı ve iyi olanı secmesi, şehvet ve ofkesine hakim olmasıdır.

Hz. Allah şoyle buyuruyor; "Şuphesiz ki Allah size emanetleri ehil (ve erbab) ına vermenizi, insanlar arasında hukmettiğiniz zaman adaletle hukmeylemenizi emreder. Allah bununla size gercekten ne guzel oğut veriyor! Şuphe yok ki Allah (sozlerinizi, hukumlerinizi) hakkıyla işitici, (butun yaptıklarınızı) hakkıyla gorucudur." (en-Nisa S:A:58). Emanetle ilgili olarak başka bir Ayeti Kerîme'de de şoyle buyurulmaktadır; "Biz emaneti goklere yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de onlar bunu yuklenmekten cekindiler, bundan endişeye duştuler. İnsan (a gelince: O, tuttu) bunu sırtına yukledi. Cunku o cok zulumkar, cok cahildir" (el-AhzÂb S:A:72).

Komşularımızın hukukunu gozetmek, işi ehil olanlara vermek, ticari işlerde başkalarını aldatmamak onun bunun ayıbını aramamak, insanlara yararlı olmak halka ait emanetlerdendir. Devlet yonetiminde gorev alanların durust olmaları, hakimlerin adaletle iş gormeleri, bilgili kişilerin halkı batıl inanc ve duşuncelerden korumaları, aile icerisinde eşlerin şeref ve namuslarını korumaları, cocukları dinî ve millî kulturumuze, geleneklerimize uygun olarak yetiştirmeleri de birer emanettir.

Allah'a kendimize ve insanlara karşı emanetleri yerine getirmek, iyi bir insan, iyi bir musluman olmanın şartlarındandır. Yaptığımız her hareketin muhasebesini yapmalı ve alnımızın akıyla hesabını verebilmeliyiz Emanetin bir yuk, bir sorumluluk olduğunu bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimiz emanete riayet etmemenin munafıklık, ikiyuzluluk alÂmeti olduğunu bildirmektedir; "Abdullah B. Amr (İbn-l-As) (R.A.)'dan, şoyle demiştir; Nebiyy-i Mukerrem (S.A.V.) buyurdu ki, dort şey her kimde bulunursa halis munafık olur. Her kimde bunların bir parcası bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde munafıklıktan bir haslet kalmış olur. (Bunlar da) kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet etmek, soz soylerken yalan soylemek, ahdettiğinde ahdini tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır." (Sahihi Buhari Tecridi Sahir Tercumesi Cilt 1 Sayfa: 45).

8. HARAMA YAKLAŞMAMAK VE ŞUPHELİ ŞEYLERDEN SAKINMAK:

Allah tarafından kesin bir emirle yapılması yasaklanmış olan şeylere haram denir iki bu kesin emre karşı gelenler dunya ve ahirette ilahî azapla karşılaşırlar. Allah Teala ve onun Sevgili Peygamberi Hz. Muhammed tarafından haram kılınan işleri yapmamak İslÂm AhlÂkının temelidir.

İslÂm Dininde haram ve helÂl olan her şey Kur'anda ve Hadis-i Şeriflerde uzun uzun anlatılmıştır. Ulu Yaratıcımız şoyle buyurmaktadır; "O, size kendisine kati surette muzdar ve muhtac bulunduklarınız ,mustesna olmak uzere neleri haram kıldığını ayrı ayrı bildirmişken uzerlerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yemenizde ne oluyor ya! Muhakkak ki bir cokları ilim (ifade edebilecek deliller) ile (hicbir munasebeti) olmayacak neva (ve heves) leriyle (halkı) herhalde saptıracaklardır. Şuphesiz ki Rabbin haddi aşanları en cok bilenin ta kendisidir" (El-Enam S:A 119). Gorulduğu uzere nelerin haram ve helÂl olduğunu anlayabilmek icin Allah'ın kitabına ve peygamberimizin sunnetine itibar etmek gerekmektedir. Hicbir insan kendiliğinden, bir şeyin helÂl veya haram olduğu konusunda bir değer hukmu ortaya koyamaz. İslam Dini insanların yemek, icmek, giyinmek gibi hayatta muhtac oldukları alışveriş ve benzeri Âdet ve gelenekler hakkında guzel bazı kurallar ortaya koymuş, bozuk ve zararlı gorduğu şeyleri yasaklamış mutlak faydalı olanları ise emretmiş ve faydasızları da beğenmemiştir. Dinimizin haram kılmadığı konularda dilediğimiz şekilde yiyip icebileceğimiz gibi dilediğimiz şekilde de hareket edebileceğiz.

Allah'ın izni olmadan, kulları kendi kafalarına gore helÂl ve haram hukumleri ortaya koyamazlar. Yuce Allah şoyle buyuruyor; "Dillerinizin yalan yere vasıflandım geldiği şeyler icin, şu helÂldir, bu haramdır demeyin. Cunku (Bu suretle) Allah'a karşı yalan duzmuş olursunuz. Allah'a yalan duzenler ise, şuphe yoktur ki felah bulmazlar" (En-Nahi S:A: 116).

HelÂli haram, haramı helÂl kılmaya kalkışmak Allah'a ortak koşmakla eş tutulmuştur. Yuce Yaratıcımızın haram kıldığı bir şeyde, insanlar icin sayısız zararlar olduğu gibi, helÂl kıldığı bir şeyde de sayısız faydalar bulunmaktadır. Allah temiz ve faydalı olan her şeyi bizler icin hela kılmıştır. Bir şey haram kılınırken c harama ileten butun vasıtalar da haram kılınmıştır. Haramı iyi ve guze gostermek icin ceşitli yollara başvurmak, olmadık mazeretler ve gerekceler bulmak, hile yapmak ta yasaktır Kişinin iyi niyetli olması, haramın helal sayılabilmesi icin yeterli değildir.

Nelerin helÂl ve haram olduğu hususlarında dinimiz inananları karanlıkta ve bilgisizlikte bırakmamıştır. HelÂl ve haram uzun uzun ve acıkca anlatılmıştır. HelÂl olan bir şey yapmakta hicbir sakınca yoktur. Fa kat haram olduğunda apacık olan bir şeyi yapmak icin ruhsat verilmemiş tir. Acık helÂl ile acık haram arasında bir saha vardır ki o da helÂl veya haram olduğu bircok insanlar tarafın dan anlaşılamayan veya karıştırılan şupheli sahadır. İslÂm muslumanların bu gibi şupheli şeylere duşmekten sakınmasını, Allah'a yaklaşma kabul etmiştir. Musluman boylece acık bir harama suruklenmekten kendini korumuş olur. Peygamberimiz şoyle buyurmaktadır; "HelÂl acıktır, haram da acıktır. Bunların arasında da şupheli şeyler vardır. İnsanların bir coğu bunların helÂl veya haram olduğunu bilmezler.

Dinini ve ırzını korumak niyetiyle bunları kim terkederse, selamete ermiş olur. Herhangi bir kısmını yapan da, harama girme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu, tıpkı yasak bolge Kenarında surusunu otlatan insanın, net an yasak bolgeye girme tehlikesiyle karşı karşıya oluşu gibidir. Her hukumdarın bir yasak bolgesi verdir. Allah'ın da yasak bolgesi haramlarıdır."

Dinimizde bir şeyin haram olması konusunda hicbir şahsa ustunluk tanınmamıştır. Peygamberimiz buyuruyor ki; "Allah'a yemin ederim ki hırsızlığı yapan, Muhammed'in (S.A.V.) kızı Fatıma da olsa idi elini keserdim." Dinimizin neleri haram veya helÂl kıldığını ana kaynaklara inerek oğrenmemiz gerekir.

Bir millet kulturu, tarihi, dili, dini, vatanı, gelenek ve goreneklerine bağlılığı ile milletler topluluğu icinde yerini alır ve yaşama hakkı elde eder. Bu ozellikler kitleleri ve toplulukları basit bir grup olmaktan cıkarır, onları millet yapar, devlet yapar. Vatanına, diline, dinine, tarihine, kulturune, orf ve adetlerine sahip olmayan milletler ve toplumlar yok olup gitmeye mahkum olurlar. Boyle toplumlar aşağılık kompleksine kapılırlar ve başkalarının oyuncağı, Âleti olmaktan kurtulamazlar. Şuursuz bir yaşayış bu toplumların onemli bir ozelliği olur. Buyuk ve onemli davalara, kutsal ideal ve ulkulere, maddî ve manevî yonden buyuk millet olma gayesine bu toplumlarda rastlamak soz konusu olamaz.

Dinî ve millî geleneklerine bağlı olmayan topluluklarda, kişilik sahibi insanları bulmak, ne yaptığını ve ne yapacağını bilen gencler yetiştirmek mumkun değildir. Kişiler taklitci, gununu gun etme arzusu icindedirler. Ruhlarında buyuk ulkulerden iz bulunmaz. Aklın, ilmin ve sağlam iradenin yerini hissîlik, bilgisizlik ve adî istekler alır.

Bir milleti yıkmanın, tarih sahnesinden silmenin değişik usulleri vardır. Bir milleti cokertmek isteyen ic ve dış duşmanlar her şeyden once, o milletin dinine, diline, tarihine, kulturune ve geleneklerine el atarak, bu kutsal kurum ve duyguları tahribe calışırlar. Bunların yerine kendi dillerini, kultur ve geleneklerini, yaşayışlarını yerleştirmeye gayret ederler. Tıpkı bugunku Turkiye'mizde olduğu gibi.

Buyuk Turk Milleti ve onun fertleri yurduna, dinine, ahlÂk ve adabına bağlılığı ile şohret kazanmıştır. Kendini bilen bir Musluman Turk icin, sadece karnını doyurduğu yer vatan değildir. Bir yerin vatan olabilmesi icin orada bayrağının dalgalanmasını, dinî ve millî geleneklerinin yaşanmasını ister. ,

Dinimize, milliyetimize uygun olan gelenek ve goreneklerimizi devam ettirmek, orf ve adetlerimizi yaşatmak ve başkalarına emretmek dini bir gorevdir.

__________________