Peygamber efendimiz, 36 yaşlarında bulundukları sırada Hicaz topraklarında şiddetli bir kuraklık ve aclık hukum suruyordu. Hemen herkes her gecen gun bunun ağırlığını daha cok, daha derinden hissediyordu. Peygamber efendimizin amcası Ebû TÂlib, kalabalık bir ailenin reisiydi. Ailesini gecindirecek bir servete sahip değildi. Bunun icin gecinmekte herkesten daha cok sıkıntı cekiyordu.
Yukunu biraz hafifletelim
Peygamber efendimiz, kucuk yaşından beri yanında buyuduğu ve iyiliğini gorduğu amcasına bu sıkıntılı zamanında bir yardım yapmak, onun gecim yukunu hafifletmek istiyordu. Bu sebeple, amcalarının en zengini olan Hz. AbbÂs'a bir gun şoyle teklifte bulundular:
- Ey Amcam, biliyorsun ki, kadeşin Ebû TÂlib'in cok cocuğu vardır. İnsanların uğradığı şu kıtlık ve aclığı da goruyorsun. Haydi, Ebû Talib'e gidelim, onun aile yukunu biraz hafifletelim. Bakıp, buyutmek uzere oğullarından birini ben yanıma alayım, birisini de sen alırsın. EvlÂtlarından iki tanesini onun uzerinden almak kÂfi gelir.
Hz. AbbÂs, "olur" deyince, kalktılar, Ebû TÂlib'in yanına vardılar. Ona dediler ki:
- Halkın, icinde bulunduğu kıtlık ve darlık kalkıncaya kadar, senin cocuklarından bir kısmını yanımıza alıp yukunu hafifletmek istiyoruz.
Ebû TÂlib de onlara dedi ki:
- Oğullarımdan Ukayl ve TÂlib'i bana bırakıp, istediğinizi alabilirsiniz.
Boylece Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi, Hz. AbbÂs da Hz. Ca'fer'i yanına aldı.
Birgun Ebû TÂlib, oğlu Ca'fer ile şehrin dışında yururken Peygamber efendimizi gordu. Hz. Ali ile beraber namaz kılıyorlardı. Ebû TÂlib, oğlu Ca'fer'e:
- Git, sen de kardeşinin yanına dur, namaza başla, dedi.
Ca'fer gidip, Hz. Ali'nin yanında namaza durdu. Namazdan sonra, Peygamber efendimiz, Ona du ederek buyurdu ki:
- Hak teÂlÂ, sana iki kanat versin. Cennette onlar ile ucarsın.
Allahu teÂl bu duÂyı kabûl etti. Hz. Ca'fer, Mûte gazÂsında, şehîd olmakla şereflendi. Allahu teÂlÂ, ona iki kanat verdi. Firdevs Cennetinde ucmaktadır. Bunun icin Ca'fer-i TayyÂr diye meşhûrdur.
Kureyş muşriklerinin EshÂb-ı kirÂma karşı rev gordukleri zulum ve işkenceden sonra, Peygamber efendimiz, bir kısım EshÂbın Habeşistan'a hicret etmelerine musaade etti. KÂfile, Hz. Ca'fer'in başkanlığında hareket etti. Habeşistan'da cok iyi karşılandılar.
Teslim edilmesini isteyiniz
Mekkeli muşrikler bu durumdan haberdar olunca toplandı. Habeşistan meliki NecÂşî'ye iki elci gondermeye karar verdiler. Son derece kıymetli hediyeler hazırladılar. NecÂşî'nin din adamlarına, devlet erkÂnına hediyeler ayrıldı. Bu işe Abdullah bin Rebia ile Amr bin Âs vazifelendirildi. Bu iki elciye NecÂşi'nin huzurlarında neler soyleyeceleri oğretildi. Onlara denildi ki:
- Hukumdar ile konuşmadan evvel onun patriklerine ve kumandanlarının her birine, hediyesini verdikten sonra NecÂşî'nin hediyesini takdim ediniz. Bu işi yaptıktan sonra oradaki Muslumanların size teslim edilmesini isteyiniz. NecÂşî'nin Muslumanlar ile konuşmasına imkÂn bırakmayınız.
Mekkeli muşriklerin elcileri Habeşistan'a geldiler ve devlet erkÂnının hediyelerini verdikten sonra Mekkeli muhÂcirlerin kendilerine teslim edilmesi hususunda yardım etmelerini istediler.
Memleketinize sığınmışlardır
Patrikler bunu kabûl ettiler. Bundan sonra, Mekkeli elciler NecÂşî'nin hediyelerini takdim ettiler. Melik NecÂşî'ye şoyle soylediler:
- Ey Melik! İcimizden birtakım kimseler sizin memleketinize sığınmışlardır. Bu gelenler, kendi milletlerinin dînini terkettikleri gibi sizin dîninize de girmemişlerdir. Kendi kafalarına uygun uydurma bir dinleri vardır. Ne biz, ne de siz, bu dîni tanımazsınız.
Bizi, bunların mensup oldukları milletin eşrÂfı, sizin memleketinize iltica eden adamların babaları ve kendi oz akrabaları gonderdi. İstekleri, gelenlerin tekrar iÂde edilmeleridir. Cunku onlar, bunların hÂllerini daha yakından tanır. Onların kendi oz dînlerinde hoş gormediklerini daha iyi bilirler.
Gerek Amr bin Âs ve gerekse Abdullah bin Rebia'nın en cok arzû ettikleri şey, NecÂşî'nin bu sozleri dinliyerek, arzûlarına uygun hareket etmesiydi. Elciler, bu sozleri soyledikten sonra NecÂşî'nin patrikleri soz almış, şoyle demişlerdi:
- Bunlar cok doğru soylediler. Bunların milletleri, onlarla daha iyi meşgul olabilir, onların neyi beğenip beğenmediklerini daha iyi takdir ederler. Onun icin siz bu adamları teslim ediniz de, bunlar onları memleketlerine ve milletlerine gotursunler.
Melik NecÂşî bu sozlere cok kızdı ve dedi ki:
- Vallahi hayır! Ben bu adamları teslim etmem. Bana iltica eden, memleketime gelen adamlara hıyÂnet edemem. Bunlar, beni başkasına tercih etmiş ve benim memleketime gelmişlerdir. Onun icin, gelen muhÂcirleri sarayıma da'vet eder, onlara, bu adamların soyledikleri sozlere karşı ne diyeceklerini sorar, cevaplarını dinlerim. Eğer muhÂcirler bunların dedikleri gibi iseler, onları teslim eder ve kendi milletlerine iÂde ederim. Oyle değilse onları korur, ulkemde kaldıkca onlara iyilik ederim.
Kime inanırlar
Daha onceleri NecÂşî semÂvi kitapları incelemişti. Muhammed aleyhisselÂmın gelme zamanının yakın olduğunu, kavminin ona yalancı deyip inanmayacaklarını ve Mekke'den cıkaracaklarını biliyordu.
NecÂşî, Mekkeli elcilere sordu:
- İnandıkları kimse kimdir?
- Muhammed'dir.
NecÂşî bu ismi işitince, O'nun Peygamber olduğunu anladı ve belli etmedi. Gelenlere tekrar sordu:
- Onun dîni ve mezhebi nedir ve neye da'vet eder?
- Onun mezhebi yoktur.
- Mezhebi ve dînini bilmediğim bir topluluk ki, gelip bana sığınmışlardır. Ben onları size nasıl teslim ederim? Meclis kuralım. Onları da getirelim. Sizlerle yuzleştirelim. Hepinizin de durumları belli olsun. Onların da dînini bileyim.
NecÂşî, Mekkeli muşriklerle yuzleştirmek icin Muslumanları saraya da'vet etti. Muslumanlar once kendi aralarında istişÃ‚re ettiler ve, "Habeş hukumdarının hoşuna gidecek ve mizaclarına uygun olacak şekilde neler soyleyelim" diye konuştular. Hz. Ca'fer dedi ki:
- Bizim bu husûstaki bildiklerimiz, Peygamberimizin bize buyurduğundan ibÂrettir, deriz. Netice neye varırsa rÂzıyız.
Hepsi kabûl ettiler. Sadece Hz. Ca'fer'in konuşması icin ittifak ettiler.
Buyuk bir divan kuruldu
NecÂşî de Âlimlerini topladı. Buyuk bir divan kuruldu. Sonra muhÂcirleri getirdiler. Muslumanlar geldiklerinde selÂm verdiler ve secde etmediler. NecÂşî, Muslumanlara sordu:
- Neden secde etmediniz?
- Biz Allahu teÂlÂdan başkasına secde etmeyiz. Peygamber efendimiz bizi, Allahtan başkasına secde etmekten men edip, "Secde, yalnız Allahu teÂlÂya mahsûstur" buyurdu.
NecÂşî dedi ki:
- Ey huzuruma getirilmiş olan topluluk! Bana soyleyiniz. Ulkeme ne icin geldiniz? HÂliniz nedir? TuccÂr değilsiniz, bir istediğiniz de yok. Sizin şu ortaya cıkmış olan Peygamberinizin hÂli nedir?
Hz. Ca'fer şoyle cevap verdi:
- Ey Hukumdar! Ben, once, uc soz soyliyeceğim. Eğer doğru soyler isem beni tasdik edin, yalan soylersem yalanlayın. Herşeyden once emret ki; şu adamlardan yalnız biri konuşsun, diğerleri sussun!
Mekkeliler adına Amr bin Âs dedi ki:
- Ben konuşayım.
NecÂşî bunun uzerine:
- Ey Ca'fer, once sen konuş! dedi.
Hz. Ca'fer konuşmaya başladı:
- Benim, uc sozum var. Şu adama sorunuz. Biz, yakalanıp efendilerimize iÂde edilecek koleler miyiz?
NecÂşî sordu:
- Ey Amr! Onlar kole midirler?
- Hayır! Onlar kole değil, hurdurler!
Hz. Ca'fer tekrar konuştu:
- Acaba biz haksız yere bir kimsenin kanını mı doktuk de, kanı dokulenlere iÂde mi edileceğiz?
Birinin kanını mı doktuler
NecÂşî, Amr'a sordu:
- Bunlar, haksız yere birinin kanını mı doktuler?
- Hayır, bir damla bile kan dokmediler.
Bu sefer Hz. Ca'fer, NecÂşî'ye hitaben dedi ki:
- Başkasının mallarından haksız yere aldığımız, uzerimizde odemekle mukellef olduğumuz mallar mı vardır?
NecÂşî de Amr'a sordu:
- Ey Amr! Eğer, şuncağızların odeyecekleri pek cok altın bile olsa, borcları varsa, onu, ben odeyeceğim! Soyleyin!
- Hayır, bir kuruş bile yok!
- O hÂlde siz bunlardan ne istiyorsunuz?
- Onlar ile biz bir dinde idik. Onlar, bunları bıraktılar. Muhammed'e ve dînine uydular.
NecÂşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Siz bulunduğunuz dîni bırakıp ne diye başkasına uydunuz? Kavminizin dîninden ayrıldığınıza, ne benim dînimde ne de bunların dîninde olmadığınıza gore, sizin edindiğiniz bu din hakkında bilgi veriniz?
Hz. Ca'fer şoyle cevap verdi:
- Ey hukumdar! Biz cÂhil bir millet idik. Putlara tapardık. Olmuş hayvan leşini yer, her turlu kotuluğu işlerdik. Akrabalarımızla munÂsebetlerimizi keser, komşularımıza kotuluk yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi.
Allahu teÂl bize, kendimizden doğruluğunu, eminliğini, iffet ve temizliğini, soyunun duzgunluğunu bildiğimiz bir Peygamber gonderinceye kadar, biz bu vaziyette idik. O Peygamber bizi, Allahu teÂlÂnın varlığına, birliğine inanmaya, O'na ibÂdete; bizim ve atalarımızın tapınageldiği taşları ve putları bırakmaya da'vet etti.
İftirÂdan alıkoydu
Doğru sozlu olmayı, emÂnete hıyÂnet etmemeyi, akrabalık haklarını gozetmeyi, komşularla guzel gecinmeyi, gunÂhlardan ve kan dokmekten sakınmayı bize emretti. Her turlu ahlÂksızlıklardan, yalan soylemekten, yetimlerin malını yemekten, namuslu kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten bizi alıkoydu.
Allahu teÂlÂya eş, ortak koşmaksızın ibÂdet etmeyi, namaz kılmayı, zekÂt vermeyi, oruc tutmayı bize emretti. Biz de kabûl ettik ve îmÂn ettik. Onun Allahtan getirip bildirdiklerine tÂbi olduk. Allahu teÂlÂya ibÂdet ettik, O'nun bize harÂm kıldığını harÂm, helÂl kıldığını helÂl olarak kabûl ettik.
Bu yuzden kavmimiz, bize duşman olup, bize zulmettiler. Bizi, dînimizden dondurup, Allaha ibÂdetten vazgecirip putlara taptırmak icin turlu işkencelere uğrattılar. Bizi perişÃ‚n ettiler. Bizi, yeniden putlara taptırmak icin zulmettiler. Bizi sıkıştırdıkca sıkıştırdılar. Bizimle, dînimizin arasına girdiler ve bizi dînimizden ayırmak istediler.
Biz de yurdumuzu yuvamızı bırakarak senin ulkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himÂyene, komşuluğuna can attık. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramıyacağımızı ummaktayız.
NecÂşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Sen, Allahın bildiklerinden biraz biliyor musun?
- Evet, biliyorum.
- Ondan bana biraz oku!
Tatlı ve guzel kelÂm
Hz. Ca'fer de Meryem sûresinin ilk Âyetlerini okumaya başladı. O okudukca NecÂşî ağlıyordu. Gozlerinden akan yaşlar sakalını ıslatıyordu. Rahibler de cok ağladılar. NecÂşî ve Rahibler dediler ki:
- Ey Ca'fer! Bu tatlı ve guzel kelÂmdan biraz daha oku!
Hz. Ca'fer, Kehf sûresinden okudu. NecÂşî, kendisini tutamıyarak:
- Vallahi, bu aynı kandilden fışkıran bir nûrdur. Hz. Mûs ve Hz. Îs da onunla gelmiştir, dedi.
NecÂşî daha sonra Kureyş elcilerine dondu:
- Gidiniz! Vallahi ben ne onları size teslim eder, ne de onlara bir kotuluk duşunurum.
Bunun uzerine Abdullah bin Ebî Rebia ile Amr bin Âs, NecÂşî'nin huzurundan cıktılar.
Amr bin Âs, NecÂşî'nin huzurundan eli boş cıkınca, arkadaşı Abdullah'a dedi ki:
- Onların bir kabahatini NecÂşî'nin yanında ortaya koyup, koklerini kazıtayım da gor. Onların, Meryem oğlu İsÂ'yı bir kul olarak bildiklerini ihbar edeceğim.
Ertesi gunu, NecÂşî'nin yanına varıp:
- Ey Hukumdar! Onlar Meryem oğlu Îs hakkında ağır sozler soyluyorlar. Onlara Hz. Îs icin ne soylediklerini sor, dedi.
Ne cevap vereceğiz?
Bunun uzerine NecÂşî, muhÂcir Muslumanlara adam gonderdi. Muslumanlar, tekrar bir araya toplandılar. Birbirlerine sordular:
- Îs aleyhisselÂm hakkında sorarlarsa ne cevap vereceğiz?
Hz. Ca'fer dedi ki:
- Hz. Îs hakkında Allahu teÂlÂnın buyurduğunu, Peygamber efendimizin bize getirdiğini soyleriz.
NecÂşî'nin huzuruna cıkınca, NecÂşî sordu:
- Siz Meryem oğlu Îs hakkında ne biliyorsunuz?
Hz. Ca'fer şoyle cevap verdi:
- Biz Hz. Îs hakkında, Peygamber efendimizin bize Allahu teÂlÂdan getirip tebliğ eylediğini soyleriz. Onun Allahın kulu ve Resûlu olduğunu, dunyadan ve erkeklerden vazgecerek Allaha bağlanmış afîfe bir kız olan Hz. Meryem'den babasız olarak dunyaya geldiğini kabûl ederiz. Allahu teÂl Hz. Âdem'i topraktan yarattığı gibi Hz. Îsa'yı da babasız yaratmıştır deriz.
NecÂşî, elini yere uzatıp, yerden bir saman copu aldı ve dedi ki:
- Yemîn ederim ki Meryem oğlu Îs da sizin soylediğinizden fazla bir şey değildir. Arada bu cop kadar bile fark yoktur.
Siz ne derseniz deyin
NecÂşî bunu soylediği zaman etrafındaki hukûmet erkÂnı ve kumandanları, aralarında fısıldaşmaya ve homurdanmaya başladılar. NecÂşî, bunu gorunce, onlara:
- Yemîn ederim ki, siz ne dersiniz deyin, ben bunlar hakkında iyi şeyler duşunuyorum, dedi.
Sonra Musluman muhacirlere donerek devam etti:
- Sizi ve yanından geldiğiniz zÂtı tebrik ederim! Ben şuna inandım ki; O Allahın Resûludur. ZÂten biz, onu İncil'de gormuştuk. O Resûlu Meryem oğlu Îs da haber verdi. Vallahi eğer O, buralarda olsaydı gidip onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım! Gidiniz! Ulkemin el değmemiş kısmında, her turlu tecÂvuzden uzak, emniyet ve huzura kavuşmuş olarak yaşayınız. Size kotuluk edeni helÂk ederim. Bana dağ kadar altın verseler de, sizlerden birini uzuntuye sokmam.
NecÂşî, bundan sonra, Kureyş elcilerinin getirdikleri hediyeler icin:
- Benim bunlara ihtiyacım yoktur! Başkalarının gaspettiği bu mulkumu, Allah bana geri verirken, halkı bana boyun eğdirirken, benden ruşvet almadı, diyerek hediyelerini kendilerine geri verdi.
NecÂşî İslÂmiyeti secmiş ve EshÂb-ı kirÂmı ziyÂdesiyle sevindirmişti.
Bir gun, NecÂî eski elbiselerini giyip sarayından cıktı. Başında tac ve arkasında padişahlık elbisesi yoktu. Toprak uzerine oturdu. Papazlar bu hÂle şaşırdı. Sonra Hz. Ca'fer'i ve diğer EshÂb-ı kirÂmı cağırdı. Onlar geldiler. Melik'i bu vÂziyette gorup sustular. NecÂşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Ben etrafa haberciler gonderdim. Bana mujde haberi getirdiler. Allahu teÂlÂ, Resûlune yardım etmiş, Bedir savaşında duşmanlarını helÂk eylemiş. KÂfirlerden Şeybe, Utbe bir Rebia, Ebû Cehil, Umeyye bin Halef cumlesi helÂk olmuşlar ve bir coğu da esir olmuşlar.
Hz. Cafer sevincini acıklayıp şukrettikten sonra sordu:
- Ey Melik! Boyle eski elbiseler giymenize sebep nedir?
Hangisine sevineyim
NecÂşi şoyle cevap verdi:
- İncilde gordum ki, Hak teÂlÂ, kullarına bir ni'meti başkasına haber veren kimsenin tevÂzu yapması gerekir, buyuruyor. Şimdi Hak teÂlÂ, Sevgili Peygamberine zafer ihsÂn eylemiş. Ben de bunu size haber vermek icin boyle yaptım.
Hz. Ca'fer ve beraberindeki Muslumanlar, birkac sene kaldıktan sonra Habeşistan'dan Medîne'ye geldiler. Boylece iki defa hicret ettiler. Donuşleri hicretin yedinci yılında, Hudeybiye'den sonra ve Peygamber efendimiz Hayber'de bulundukları sırada olmuştu. Peygamber efendimiz, Hz. Ca'fer ile karşılaşınca, onu alnından opup bağrına bastı ve buyurdu ki:
- Ben Hayber'in fethine mi, yoksa Ca'fer'in gelişine mi sevineceğim bilemiyorum. Sizin hicretiniz iki defadır. Siz, hem Habeş ulkesine, hem de yurduma hicret ettiniz.
Hz. Ca'fer Habeşistan'dan dondukten iki yıl sonra Mûte seferi kararlaştırıldı. İslÂm Ordusu kısa zamanda hazırlandı. Resûlullah efendimiz, mubÂrek sancağı Hz. Zeyd bin HÂrise'ye teslim etti ve buyurdu:
Zeyd bin HÂrise'yi, cihÂda cıkacak olan şu insanların başına kumandan tÂyin ettim. O şehîd olursa yerine Ca'fer bin Ebû TÂlib gecsin, O da şehîd olursa yerine Abdullah bin RevÂha gecsin. O da şehîd olursa, Muslumanlar, aralarında uygun birini secip onu kendilerine kumandan yapsınlar!
Cok kalabalık idiler
Peygamber efendimiz tarafından uğurlanıp yola cıkan mucÂhidler yollarına devam ettiler. Şam topraklarından Maan denilen yere varınca biraz dinlendiler. MucÂhidler ilerlerken MeşÃ‚rif diye anılan koyde duşman askerlerinin yaklaşmakta olduğunu gorunce, hemen Mûte'ye cekilip, savaş duzenine girdiler.
İki taraf arasında cok şiddetli bir savaş başladı. Muslumanların başında bulunan Hz. Zeyd bin HÂrise'nin elinde Peygamber efendimizin sancağı bulunuyordu. Rum askerlerinin mızrak darbeleriyle, mubÂrek vucudu parcalanıp, kanlar fışkırıncaya kadar, kahramanca saldırıp dovuşmekten geri durmadı ve şehîd oldu.
Bundan sonra Hz. Ca'fer hemen sancağı kaptı. Elinde sancak, atını duşmana doğru surdu. Duşman askerleri Hz. Ca'fer'in heybetinden korkup aralarında şoyle konuştular:
- Bunun hakkından kim gelecek?
Sancağı yere duşurmedi
Hz. Ca'fer, duşman askerlerinin arasına iyice dalmıştı. NihÂyet bir duşman askeri Hz. Ca'fer'in koluna bir kılıc darbesi vurdu. Sağ eli kesilen Ca'fer, sancağı diğer eline aldı. Biraz sonra o eli de kesilince, sancağı bırakmamak icin, pazılarıyla goğsune kaldırdı.
Nihayet mızrak ve kılınc darbeleriyle şehîd oldu. Şehîd olduğunda, mubÂrek vucudunda yetmişten fazla mızrak, kılınc ve ok yarası gorulmuştu ve hepsi de vucudunun on kısmında idi. Sonra sancağı Abdullah bin RevÂha almış o da şehîd olunca HÂlid bin Velid almıştır.
Rumlarla yapılan bu savaşta kumandanların şehîd olduklarını, CebrÂil aleyhisselÂm, Peygamber efendimize bildirmiş. Hz. Peygamberimiz de mescidde Muslumanlara haber vermişti. Peygamber efendimiz cok uzulmuşlerdi. EshÂb-ı kirÂm dediler ki:
- YÂ Resûlullah! Sizi uzuntulu gormek bizi daha cok uzuyor.
Bunun uzerine uzuntulerinin, şehîdlerin Cennette, karşılıklı tahtlar uzerinde oturduklarının kendisine gosterilmesine kadar devam edeceğini beyÂn ettiler.
Ca'fer-i TayyÂr'ın hanımı Hz. Esm binti Umeys anlatıyor:
"O gun ekmek yapacağım hamuru yoğurduktan sonra, cocuklarımı yıkadım, temizledim, guzel kokular surdum. Resûlullah teşrif etti. Buyurdu ki:
- Ey EsmÂ! Ca'fer'in cocukları nerede? Onları bana getir!
Cocukları getirdim. Onları sevdi, okşadı ve mubÂrek gozlerinden yaş aktı. Bunun uzerine kendilerine sordum:
- Ey Allahın Resûlu! Nicin ağlıyorsunuz? Yoksa Ca'fer ve arkadaşlarından size bir haber mi geldi?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Evet, onlar bugun şehîd oldular.
Bunu duyunca ağlamaya başladım. Peygamberimiz, ağzımdan uygun olmayan bir soz cıkmamasını tenbih edip, evlerine gittiler."
Bundan sonra Peygamber efendimiz, kerîmesi Hz. FÂtıma'nın yanına vardı. O da ağlıyordu.
Peygamberimiz Hz. Ca'fer'in Âilesi icin yemek yapılmasını emretti. Uc gun ev halkına yemek yedirildi ve bu sunnet oldu.
Fakirlerin babası
Peygamber efendimizin uzuntusu devam ederken, CebrÂil aleyhisselÂmın gelerek, Hz. Ca'fer'in kesilen iki eli yerine Allahu teÂl tarafından yÂkuttan iki kanat ihsÂn olunduğunu, o kanatlarla Cennette ucmakta olduğunu haber vermesi uzerine Peygamber efendimiz, Hz. Ca'fer'in ailesine;
- Ey iki kanatlı mesûd kimsenin cocukları, diyerek bu durumu mujdelemişti.
Bunun icin, Hz. Ca'fer, TayyÂr=Ucan ismiyle tanınmıştır
Kaynak Nihat Hatipoğlu
__________________
Cennete ucarak giden sahÂbî: CA'FER-İ TAYYÂR
Dini Bilgiler0 Mesaj
●39 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Cennete ucarak giden sahÂbî: CA'FER-İ TAYYÂR