Kalp akıl, marifet, ilim, niyet, iman, hikmet ve yakınlık gibi hayatî hususların kalesi durumundadır. Kalp diri ve selim ise bu duygular da oyle sayılır. O manevi diriliğini yitirmişse, butun bu hasletlerin varlığından bahsetmek zordur.

Kalp iman ve kufrun, sevgi ve nefretin, itaat ve isyanın, kısacası tum duyguların uretildiği yerdir. Kelime anlamında olduğu gibi kalbin değişken, renkten renge giren bir ozelliği vardır. Bu da duygu, duşunce ve inancların değişmesini beraberinde geti­rir. Değişen, donuşen, halden hale giren manasında kalp ismini de bu yuzden almıştır.

Aynı şekilde irade, idrak, şuur, duygu ve bilgi gibi her an değişebilen manevi edimleri harekete gecirmesi sebebiyle de bu ismi aldığı soylenebilir.

Daima değişip duran

Allah Rasulu s.a.v. de bu hususa işaret ederek şoyle buyurmuştur: “Kalbe kalp denmesinin sebebi, cok değişken olduğundandır. Kalbin misali coldeki bir ağacın uzerinde asılı kalan kuş tuyunun misali gibidir. RuzgÂr onu bir o yana bir bu yana savurur.” (Ahmed b. Hanbel)

Bu yuzden Allah Rasulu s.a.v. şoyle dua etmiştir:

“Ey kalple­ri değiştiren, evirip ceviren Allahım! Kalbi­mi dinin ve taatin uzerine sabit kıl” (Muslim, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel)

Efendimiz s.a.v.’in bir başka duası da şoyledir:

“Ey kalple­ri sabit kılan Allahım! Kalplerimizi dinin ve taatin uzerine sa­bit kıl.” (İbn MÂce)

Bu duaların sebebini ise şu hadis-i şerifte anlayabiliriz:

“Butun kalpler, Rahman olan Allah’ın iki kudret parmağı arasındadır. Dilerse onu (hak uzerinde) sabit kılar, dilerse saptı­rır.” (Muslim, Tirmiz&#238

Manevi cevher

Kalp, dinî ve tasavvufî bağlamda bilgi ve duşunce­nin kaynağı veya aracıdır. Bu durumun bildiğimiz cismanî kalple yani yurekle ilişkisi ol­makla birlikte ondan ayrı bir şeydir. Bu anlam­daki kalbe “rabbanî latife” veya “ilahî cev­her” de denir. O latife insanoğlunun hakikatidir. İdrak eden, bilen ve kavrayan odur. Muhatap olan, cezalandırılan, kınanan ve sorumlu tutulan da o...

Rabbanî kalp, aynı isimle anılsa da yurekten ayrı bir şeydir. Yurek insanlar gibi hayvanlarda da mevcuttur. Gorevi vucuttaki kanı temizlemek ve dağıtmaktır. Cam kozalağını andırır ve sol memenin alt hizasına denk gelir.

Meşhur alimlerimizden Hucvîrî rh.a. bu durumu şoyle acıklar:

“Halk, et parcası olan yureğe kalp adını verir. Oysa bu et parcası, delilerde, cocuklarda ve meczuplarda bile vardır. Ama bunlar yine de kalpsizdirler.”

Kalp akıl, marifet, ilim, niyet, iman, hikmet ve yakınlık gibi hayatî hususların kalesi durumundadır. Kalp diri ve selim ise bu duygular da oyle sayılır. O manevi diriliğini yitirmişse, butun bu hasletlerin varlığından bahsetmek oldukca zordur.

Bu yuzden kalp, Hak ve hakikat uzere olduğu muddetce, bedenin en karanlık noktaları bile nur icinde olur; Hak yol uzere olmadığında da şeytanın zehirli oklarının hedefi haline gelir.

Nitekim Allah Rasulu s.a.v. buyurmuştur:

“Bakınız! İnsanın bedeninde bir et parcası vardır ki, o iyi ve sağlam olursa butun beden iyi ve sağlam olur. O bozuk olursa butun beden de bozuk olur. Dikkat edin! İşte o et parcası kalptir.” (Buharî, Muslim, İbn Mace)

İslÂm alimleri, Efendimiz’in “et parcası” olarak buyurduğu kalbi, zahirî ve bÂtınî olmak uzere ikiye ayırmışlar ve yukarıda da izah ettiğimiz gibi acıklamışlardır.

Beden ulkesi onun emrinde

İnsan bir butun olarak sınırları, bekcileri ve orduları olan, saldırılara uğrayan, hukumdarın bir anlık gafleti ile işgal edilebilen ve ancak “cihad-ı ekber: buyuk cihat” denilen savaşla ayakta durabilen muhteşem bir ulkeye benzer. Kalp bu ulkenin hukumdarı gibidir, gorulen ve gorulmeyen askerleri vardır. Gorulebilen askerleri el, ayak, goz, kulak gibi organlardır. Bu organların tamamı kalbin emrinde ve hizmetindedirler. Kalp bu organları istediği şekilde yonlendirir. Zaten butun bu azalar, ozellikleri gereği kalbe itaat etmeye mecburdurlar, asla muhalefet ve isyan etmezler.

İnsanın mumin, inkÂrcı veya munafık olması once kalple başlar. Sonra organlarda fikir ve eylem olarak ortaya cıkar. Mesela kalp, goze bakmasını, ayağa adım atmasını, dile konuşmasını emrettiği zaman, bu azalar asla ona karşı gelemezler. Vucutta bulunan diğer butun azalar boyledir.

Tabiîn’in buyuklerinden KÂ’bu’l-Ahbar rh.a. şoyle anlatmıştır:

“Hz. Aişe r.anha’nın ziyaretine gittim. Ona dedim ki:

– Goz insana yol gosterir. Kulak tehlikeleri duyurur. Dil, tercumanlık eder. Eller kanat vazifesini gorur. Ayaklar da posta hizmetini yerine getirirler. Kalp ise hukumdardır. Şayet hukumdar olan kalp huzurlu olursa emrinde bulunan askerleri de huzur icinde olur. Şayet huzurlu değilse emrindekiler de huzursuz olur.

Beni dinleyen Hz. Aişe r.anha buyurdu ki:

– Evet, Hz. Peygamber s.a.v.’in de boyle soylediğini işittim.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya)

Hayır da şer de orada

Kalp hayır ve şerrin kaynağı ve merkezidir. Melekût alemini temaşa edecek, ilahî feyz ve ilhama muhatap olacak kadar imanlı ve bilgili, diğer taraftan şer guclerin kandırmalarına, şeytanın vesvesesine kapılarını acacak kadar da gafil ve cahil bir sultandır. Yucelik de duşukluk de onun yaradılışında vardır. Yani melekî tasarruflar kadar şeytanî mudahalelere de acıktır. Dolayısıyla bir omur boyu bu ulvî tecelli ve şeytanî temayullerle calkalanır durur. Her hukumdar gibi o da hem azimli ve kararlı hem de değişken ve kararsızdır.

Her sultan gibi, kalbin gorevi beden ulkesini huzur ve refaha kavuşturmaktır. Kalp, nefse karşı mucadele ederek manevi varlığı mÂsivÂdan, yani Allah’ın dışındaki şeylerden korur. Cunku kalp nazargÂh-i ilÂhîdir. Kalp haremine O’ndan başka sokulmaması gerekir.

İşte bu yonuyle kalp bir hazinedir. Şeytan bu hazineye girmek isteyen bir hırsızdır. Bu değerli hazineyi hırsızdan korumak, kapılarını sağlamlaştırmak ve gediklerini kapatmakla mumkundur.

Şeytanın kalbe girmesi, kalbin Allah’tan gafil ve zikirden uzak olmasındandır.

Kalp, zikre donduğu zaman, şeytan geri cekilir. Unutmamak gerekir ki “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminan bulur.” (Ra’d, 28)

Rahmetten Mahrum Olmamak İcin

İmam Gazalî rh.a. hazretleri meşhur “İhyÂu Ulumi’d-Din” adlı eserinde kalp konusunu geniş bir şekilde ele almakta ve kalbin onemine şoyle dikkat cekmektedir:

“İnsanoğlu ancak kalbiyle Allah’ı bilmeye hazırlanabilir. Kalbin dışında herhangi bir azasıyla değil. O halde Allah’ı bilen, Allah’a yaklaştıran, Allah icin calışan ve Allah icin gayrette bulunan, Allah nezdindeki sırları keşfeden kalptir.

Diğer azalar ise kalbin yardımcıları, kalbin calıştırdığı aletlerdir. Efendinin kolesini calıştırdığı, idarecinin halkını yonettiği ve zenaatkÂrın aletini calıştırdığı gibi, kalp de diğer azaları calıştırmaktadır. Allah’tan gayrıdan (mÂsivÂdan) kurtulmuş bir kalp, Allah nezdinde makbul olandır. Allah’ın dışındaki şeylerle dolan kalp ise, Allah’tan perdelenmiş olur.

İnsanoğlu kalbini temizlediği zaman kurtuluşa erişir. Kalbini kirlettiği ve gaflete boğduğu zaman isyana sapar ve ilahî rahmetten mahrum olur.”

KAYNAK: SEMERKAND DERGİSİ Şubat 2011 146.SAYI

__________________