"...ancak o, Allah'ın Resulu ve peygamberlerin sonuncusudur."


Hatemun-Nebiyyîn
 
Cağımızda yeni bir peygamberlik ihdas etmek suretiyle buyuk capta fitneye yol acan bir guruh, Hatemun-Nebiyyîn deyimini "Nebîlerin Muhru" şeklinde tercume etmek hevesindeler. Bununla demek istedikleri şudur: Muhammed Rasûlullah'dan (s.a) sonra gelecek peygamberler, ancak onun muhrunu taşıyarak gelecekler; diğer deyişle, bir kimsenin peygamberliği, onun muhrunu taşımadıkca o şahıs bir peygamber olamayacak. (!)

Fakat bu deyim ayetin bağlamı esas alındığında hic de bu anlama gelmemektedir. Cunku eğer bu anlama gelseydi, ayetin bağlamı icinde uygunsuzluk gosterecek hatta bizzat ayetin mevzuuyla celişkili bir durum arzedecekti. Herşeyden once ayetin bağlamı, birtakım insanların Hz. Zeyneb'in evliliği ile ilgili itirazları ve bu meyanda serdedilen kuşkuları bertaraf etme meselesinden soz ediliyorken, hicbir sebebi yokken Hz. Muhammed'in "Nebîlerin Muhru" olduğunun ve gelecekte zuhur edecek peygamberlerin ancak bu muhurle kendini ispatlayacağının araya sokuşturulmasının ne manĂ‚sı olabilir?

Boyle bir bağlamda, boyle bir manĂ‚ tamamen sacma olmakla kalmıyor, ustune ustluk, itirazcılara karşı ileri surulen delilleri de sakatlıyor. Eğer kelimenin manĂ‚sı boyle olsaydı, itirazcılar şu şekilde haklı cıkarılmış olacaklardı: "Bu donemde boyle bir evlilik yapmasaydım hic problem cıkmayacak, hic beis olmayacaktı. Bu adeti illa da ortadan kaldırmak gerekseydi senden sonra senin muhrunle gelen peygamberlerden biri pekalĂ‚ ortadan kaldırabilirdi."

Bu kimseler tarafından getirilen diğer bir yorum: "Hatemun-Nebiyyîn" deyiminin "Efdalu-Nebiyyîn" (Nebîlerin en faziletlisi) anlamına geldiği yolundadır. Yani, her ne kadar Hz. Rasûl'un (s.a) gelişiyle nebîliğin kemali sahibini bulmuşsa da yeni peygamberler icin kapı daima acıktır. Fakat boyle bir manĂ‚ da yukarıda işaret ettiğimiz aynı sakıncaya maruzdur.

Ayrıca metnin bağlantıyla uygunluk arzetmediği gibi onunla celişmektedir de. Cunku tersi olsaydı, kafir ve munafıklar pekalĂ‚ diyebileceklerdir: "Efendim! Ufak tefek de olsa herhalukĂ‚rda senin ardından peygamberler nasılsa gelecek. Dolayısıyla bu adeti illa da senin kaldırman gerekmez." "Hatemu'n-Nebiyyîn" Deyiminin Lugat Anlamı:

Şu halde konuya ilişkin bağlamın gosterdiği kadarıyla Hatemu'n-Nebiyyîn deyimi burada yalnızca peygamberliğin sona erdiği ve Rasulullah'tan sonra başka bir peygamberin gelmeyeceği anlamına alınabilir. Fakat bu yalnızca bağlamın gereği değil, lugavî değerlendirmeler yuzunden de boyledir. Arap diline gore "Hatem", muhur vurmak, kapamak ve bir şeyi (işi) bitirdikten sonra serbest kalmak demektir. Şoyle ki:

"Hatem-el Amel, Fereğa min-el amel" o şahıs işi bitirdi, işten fariğ oldu, demektir. Hateme'l-İna, tencerenin ağzını kapatıp icine bir şey girmesin, yahut icinden bir şey cıkmasın diye adeta muhurledi demektir. Hateme'l-Kitap, mektubu kapatıp (katlayıp) okunmasını onlemek icin muhurledi demektir. Hatem ale'l-Kalb, kalbe, hicbir şeyi anlamamak ya da oğrendiği bir şeyi bir daha unutmamak uzere muhur vurdu demektir. Hitamu'u kulli meşrubin, bir ickinin icildikten sonra ağızda bıraktığı tad anlamına gelir. Hatemetu kulli şey'in, bir şeyin akibeti, sonu demektir. Yani bir şeyin ulaşılmış sonudur. Hatem-i Kur'an sozu de tıpkı bu anlamlıdır ve yine aynı anlamda surelerin son ayetlerine Havatim denir. Aynı şekilde Hatem-el Kavm, kabilenin son ferdi anlamını tazammun eder. (bkz: Lisanu'l Arab, KĂ‚mûs, Akrabu'l-Muvarid.) Şu da belirtilmeli ki, Hateme'ş-Şuara, Hateme'l-Fukaha... vs. gibi unvanlar insanlar tarafından verilmiştir ve hicbir beşer, mumeyyiz bir vasfı yuzunden kendisine hatem denen kimsenin ardından aynı vasıflara haiz bir kimsenin artık doğup doğmayacağını bilemez. İşte beşerî dilde bu tur unvanların bir mubalĂ‚ğadan, bir mukemmellik ifadesinden başka bir şey olmamasının sebebi budur. Buna mukabil Allah bir şahısta şoyle şoyle bir vasfın zirvesine ulaşıp, nihaî noktasına vardığını soylediği zaman, bunu beşerî kullanımda yaptığımız gibi mecazî anlamda anlamamız icin hicbir sebep yoktur. Eğer Allah bir kimseye Hatem'eş-Şuara demişse kesinlikle ondan sonra hicbir şair gelmeyecek demektir. Aynı şekilde O'nun Hatemu'n-Nebiyyîn dediği bir şahsın ardından da başka bir peygamberin gelmesi imkansızdır. Bu boyledir, cunku Allah, gaybı bilir, insan bilmez. Dolayısıyla Allah'ın bir kimse icin Hatemu'n-Nebiyyîn demesiyle, insanın bir kimse icin Hateme'ş-Şuara yahut Hatemu'l-Fukaha demesi aynı seviyede ele alınamaz. İşte bunu esas alan butun lugat ve tefsir alimleri, Hatemu'n-Nebiyyîn deyiminin Ahiru'n-Nebiyyîn anlamına geldiğinde ittifak etmişlerdir. Arapcada ki kullanım ve sozluk anlamı acısından bakıldığında hĂ‚tem kelimesinin, mektupları postalamak uzere kullanılan posta muhru anlamına değil, zarfın uzerine, ne icine birşey girsin, ne de icinden bir şey cıksın diye vurulmuş muhur anlamına geldiği gorulmektedir.

Rasûlullah'ın Peygamberliğin Hitamıyla İlgili Hadis-i Şerifleri:
Hatem kelimesinin gerek Kur'an'ın bağlamı ve gerekse Arapca lugatten cıkan anlamı, bizzat Rasûlullah tarafından yapılmış acıklamalarla da teyid edilmiştir. Nitekim aşağıda mevzuyla alakalı sıhhati tartışılmayan bazı hadisleri iktibas etmekteyiz:

1) Rasûlullah (a.s) buyurdu: İsrailoğulları'na nebîleri kılavuzluk ederdi. Bir peygamber vefat ettiğinde onu bir başkası izlerdi. Ancak benden sonra nebi yok, yalnızca halifeler olacaktır. (Buharî, Kitabu'l-Menakıb.)

2) Rasûlullah (s.a) buyurdu: Benim, benden once gelmiş peygamberlere nispetle durumum bir misalle anlaşılabilir: Bir adam buyuk bir bina yaptırıp onu guzelce dayayıp doşedi, fakat bir koşede bir tuğlalık boş yer bıraktı. Ahalî binanın etrafında dolaşıyor, guzelliğine hayran kalıyor fakat şunu soylemeden edemiyordu: Nicin bu tuğlanın yeri boş? İşte ben o tuğlayım ve peygamberlerin sonuncusuyum. (Yani peygamberlik binası benim gelişimle tamamlanmıştır. Şimdi bir başka peygamberin doldurabileceği herhangi bir boşluk kalmamıştır.) (Buharî, Kitabu'l-Menakıb.) Muslim, Kitabul-Fedail; Hatemun- Nebiyyin'de aynı konuda dort hadis rivayet edilmekte ve son hadiste şu ilave bulunmaktadır: "Feci'tu ve hatemtu'l enbiya" "Şu halde ben geldim ve nebiler silsilesine son verdim." aynı hadis aynı kelimelerleTirmizi de bulunmaktadır: (Kitabu'l-Menakıp, bol. Fadlu'n-Nebi.) Ebu Davud Tayalisi Musned'inde bu hadis, Cabir bin Abdullah tarafından rivayet edilen hadisler arasında gecmekte ve son kelimeleri şoyle son bulmaktadır: (Peygamberlik benimle son buldu." İmam Ahmed'in Musned'inde konuyla ilgili hadisler az bir farklılıkla Hz. Ubeyy bin Ka'b, Hz.Ebu Said el- Hudri ve Hz.Ebu Hureyre tarafından nakledilmektedir.

3) Rasullullah (s.a) şoyle buyurdu: "Ben diğer Peygamberlerden altı şeyle ayrılmaktayım. a) Bana fasih konuşabilme yeteneği bahşedildi, b) Şanslı zaferlere erdirildim,c) Ganimet bana helal kılındı, d) Arz bana mescid ve temizlenme vasıtası kılındı, (Yani benim şeriatıma gore musalli, sadece ozel bir ibadethane değil, yeryuzunun herhangi bir yerinde namazını eda edebilir. Ve eğer abdest icin su bulamazsa teyemmum edebilir. Yani toprakla temizlenebilir.) , e) Ben, butun dunyaya peygamber tayin edildim, f) Benimle peygamberlik gorevi son buldu." (Muslim Tirmizi, İbn Mace.)

4) Rasulullah (s.a) şoyle buyurdu: "Risalet ve Nubuvvet son bulmuştur. Benden sonra ne bir resul, ne de bir nebi gelmeyecektir." (Tirmizi, Musned- i Ahmed.)

5) Rasulullah (s.a) şoyle buyurdu: "Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Mahvediciyim; kufur benimle mahvedilmektedir. Ben toplayıcıyım; Benden sonra insanlar Mahşer'de toplanacaklar. (Yani benden sonra gelecek olan yalnızca Kıyamettir.) Ve ben Akib'im; yani, benden sonra peygamber gelmeyecektir," (Buhari,Muslim,Tırmizi, Muvatta, el-Mustedrek.)

6) Rasulullah (s.a) şoyle buyurdu: "Allah'ın gonderdiği hic bir peygamber yoktur ki, kavmini Deccal'ın gelişi konusunda uyarmamış olsun. (Ancak o kendi zamanlarında gelmemiştir.) Şimdi ben, peygamberlerin sonuncusuyum ve sizde son ummetsiniz. Dolayısıyla o, sizin aranızdan zuhur edecektir." (İbni Mace.)

7) Abdurrahman bin Cubeyr şoyle diyor: "Adullah bin Amr bin As'ın şoyle dediğini işittim: "Birgun Rasulullah bize o vaziyette geldiki, adeta bize veda edecek. Sonra uc kez şoyle seslendi: "Ben Muhammed'im, Ummî Peygamber" ve ekledi: " Benden sonra hic peygamber gelmeyecektir." (Musned-i Ahmed, Abdullah bin Amr bin As'tan rivayet edilen hadisler.)

8) Rasulullah (s.a) şoyle buyurdu: "Benden sonra peygamberlik yoktur. Yalnızca geleceğe dair mujdeler vardır. Soruldu: "Nedir o mujdeler Ya Rasullallah?" Şoyle cevap verdi: "Hak-ruya" yada şoyle dedi: "Sadık ruya" (Yani artık vahiy gelmeyecektir. Olsa olsa bir şahıs sadık bir ruya şeklinde işaret alabilecektir.) (Musned-i Ahmed, Nesai, Ebu Davud.)

9) Rasulullah (s.a) şoyle buyurdu:"Eğer benden sonra peygamber gelecek olsaydı bu, Omer bin El Hattap olurdu."(Tirmizi.)

10) Rasullullah (s.a) Hz. Ali'ye şoyle buyurdu: "Sen bana, Musa'ya nisbetle Harun gibisin, Fakat benden sonra peygamber yoktur." (Buhari, Muslim.) Buhari ve Muslim bu hadisi Tebuk Gazvesiyle ilgili olarak zikretmiştir. Bu konuda iki hadis de Ahmed'in Musned'inde Hz.Sa'd bin Ebi Vakkas tarikiyle rivayet edilmektedir ki birisinin son cumlesi şoyle bitmektedir: "Benden sonra peygamberlik yoktur." Ebu Davud Tayalisi, İmam Ahmed ve Muhammed İbn İshak tarafından konu ile ilgili olarak rivayet edilen teferruat veren hadislere gore Rasulullah (s.a) Tebuk seferi arafesinde Hz. Ali'nin Medine savunması icin Kentte kalmasına karar vermişti. Bunun uzerine munafıklar, Ali hakkında fesat kumkuması cıkartmak icin bir fırsat ele gecirmişlerdi. Hz. Ali de Rasulullah'a giderek şoyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlu! Beni arkanda kadın ve cocukların arasında mı bırakıyorsun?" Bu soru uzerine Hz. Rasûl, kendisine şoyle diyerek teselli etti: "Sen Harun Musa'ya nasılsa, aynen oylesin." Yani, Tıpkı nasıl Musa Aleyhisselam Tur'a cıkarken İsrailoğulları'na nezaret icin arkasında Harun Aleyhisselam'ı bıraktıysa, ben de seni Medine'ye nezaret icin arkamda bırakıyorum."Fakat Hz.Ali'nin Harun'la (a.s) mukayesesi bir yanlış anlamaya yol acmasın diye de, Rasullullah hemen eklemişti: "Fakat benden sonra peygamberlik yok."

11) Sevban'ın rivayetine gore Rasulullah (s.a) şoyle buyurdu: "... ve ummetim icinden zuhur edecek otuz yalancıdan her biri peygamber olduğunu iddia edecek; oysa ben, son peygamber'im. Benden sonra peygamber yok." (Ebu Davud.) Ebu Davud Kitab'ul-Melahim'de Ebu Hureyre'den naklen aynı mevzudaki bir başka hadisi rivayet eder: "Tirmizi de Hz.Sevban ve Hz. Ebu Hureyre hadislerini rivayet etmektedir ki, 30'a yakın yalancı cıkacak ve her biri Allah'ın peygamberi olduğunu iddia edecektir.

12) Rasulullah (s.a) şoyle buyurdu: "Sizden once İsrailoğulları arasında oyleleri vardı ki Peygamber olmadıkları halde (Allah tarafından) kendileriyle konuşulurdu. Benim ummetim icinde boyle biri olacak olsa bu Omer olur."(Buharî, Kitabu'l-Menakıb.) Muslim'de gecen aynı mevzudaki hadiste yukellemun (kendileriyle konuşulanlar) kelimesi yerine, muhaddesûn kelimesi varittir ki ikisi de Allah ya da gayb tarafından kendileriyle konuşulan kimseler anlamına gelmektedir. Hadisin işaretine gore, bu ummet icinde, peygamber olmadığı halde Allah'la konuşma şerefine ermiş bir kimse olsaydı, o Omer olurdu.

13) Rasûlullah (s.a) şoyle buyurdu: "Bundan sonra peygamber yoktur; Ummetimden sonra (başka bir peygamberin) ummeti de yoktur." (Beyhakî: Kitabu'r Ruya, Tabaran&#238

14) Yuce Rasul (a.s) buyurdu: "Ben son peygamberim. Mescidim de son mesciddir." (Yani Medinede'ki Mescid'i Nebevi)

Sahabenin İcmaı: Kur'an ve sunnetten sonra başvurulacak ucuncu kaynak sahabenin icmaıdır. Butun gecerli tarihî rivayetler, sahabenin, Rasulullah'ın aniden olumuyle peygamberlik iddiasında bulunanlarla yahut bu iddialarını kabul edenlerle topyekun bir şekilde savaştığında muttefiktir.

Bu konuda Museylemetu'l-Kezzab'ın durumu ozellikle zikre şayandır. Bu adam, Rasûlullah'ın (s.a.) peygamberliğini inkĂ‚r etmiyor, fakat peygamberlikte ona ortak olduğunu iddia ediyordu. İrtihalinden once Rasûlullah'a (s.a.) şoyle bir mektup yazmıştı: Allah Rasulu Museyleme'den, Allah Rasûlu Muhammed'e! Selam uzerine olsun. Şunu bilmen gerekir ki, Ben peygamberlik gorevinde sana ortak edildim. Taberî cild II, s. 399. Mısır baskısı)

Dahası Tarihci Taberî, Museyleme hakimiyeti altındaki yerlerde ezan okunurken "eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah" kelimelerinin de kullanıldığını nakletmektedir. Kendisi tarafından Rasulullah'ın peygamberliğini acıkca tastik etmesine rağmen kafir addedilerek, ummetten ihrac edildi ve ona karşı savaşıldı. Tarih şunu da ispat eder ki, Beni Hanife ona iyi niyetle inanmıştı, daha doğrusu onun bizzat Hz. Muhammed (s.a) tarafından kendi peygamberliğine ortak edildiğine inandırılmıştı. Otesi Medine'de Kur'an ta'lim etmiş biri onlara, Kur'an ayetlerini sanki Museyleme'ye indirilmiş gibi sunarak okumuştu. (Eb-BidĂ‚ye ve'n-NihĂ‚ye. Cilt: 5. sh :51.)

Fakat bu mazeretlerine rağmen sahabe onları Musluman olarak kabul etmedi ve savaşmak uzere uzerlerine ordu gonderdi. Hem sonra sahabenin onlarla dinsizlik yuzunden değil, isyan yuzunden savaştığı da iddia edilemez. İslĂ‚m hukukuna gore, eğer savaş asi Muslumanlara karşı yapılıyorsa, savaş esirleri koleleştirilemez. Bırakın Muslumanları, asi zimmî'ler bile savaşta ele gectiklerinde kole yapılamazlar. Fakat Museyleme ve takipcileri kuşatıldığında Hz. Ebu Bekir onların kadın ve cocuklarının kole yapılmasını bildirdi. Ve nitekim oyle de oldu. Hatta iclerinden bir cariye Hz. Ali'ye verildi. Daha sonra bu birleşmeden İslĂ‚m tarihinin meşhur şahsiyeti Muhammed bin Hanefiyye doğacaktır. (El-Bidaye Ve'n-NihĂ‚ye. Cilt: 6. sh: 316-325)

Demek ki sahabenin onlarla savaşma sebebi isyan sucu değildi. Suc, bir şahsın Rasûlullah'tan (s.a) sonra peygamberliğini ilan etmesi ve diğerlerinin de ona inanmasıydı. Bu harekat, Rasûlullah'ın (s.a.) irtihalinden hemen sonra Ebu Bekir'in hilafeti esnasında ve tum sahabenin icmaı ile gercekleştirilmişti. Sahabenin oy birliğiyle icmaına dair bundan daha carpıcı bir ornek bulunamaz herhalde.

İslĂ‚m Alimlerinin icmaı: Rasul'un ashabının icmaından sonra otorite olarak kabul edilen ucuncu merci, ashab doneminden sonra yaşamış din alimlerinin icmaıdır. Onların vardıkları ittifakın araştırılması gosterir ki, hicretten sonraki ilk asırdan gunumuze değin butun İslĂ‚m dunyasının her beldesinde gelmiş gecmiş din alimleri, Rasûlullah Muhammed'den (s.a) sonra peygamber olamayacağına, boyle bir iddiaya kalkışanın, ya da boyle bir iddiayı kabul edenin kafir olacağını ve İslĂ‚m'dan cıkarılması gerektiğini oy birliğiyle benimsemişlerdir. Bu ittifakı oluşturan değerlendirmelere dair birkac ornek verelim:

1) Ebu Hanife (80-150 H.) doneminde bir adam peygamber olduğunu iddia etti ve şoyle dedi: "Bana izin verin peygamberliğimin delillerini gostereyim. İmam şu hukmu verdi: "Bir kimseden peygamberliğine dair delil isteyen tıpkı boyle bir iddiada bulunan gibi kafir olur." Zira Allah Rasulu şoyle buyurmuştur: "Benden sonra peygamber yoktur." (MenĂ‚kıb İmam-ı A'zam Ebu Hanife.) İbn Ahmed el-Mekki. Cilt: 1. sh: 161. HaydarĂ‚bĂ‚d. Neşri. H. 1321.

2) AllĂ‚me İbn Cerir et-Taberî (224-310 H.) meşhur Kur'an tefsirinde bu ayetin anlamını şoyle acıklamıştır: "Hz. Rasûlullah (s.a) , peygamberlik silsilesini kapamış ve onu muhurlemiştir. İmdi bu kapı kıyamete dek kimseye acılmayacaktır." (Tefsir-i İbn Cerir. Cilt: 22. sh: 12.)

3) İmam Tahavî (239-321 H.) , Akide-i Selefiye adlı eserinde selef-i salihîn'in ozellikle İmam Ebu Hanife, İmam Ebi Yusuf ve İmam Muhammed'in (Allah hepsine rahmet eylesin) peygamberlikle ilgili inanclarını şoyle nakletmektedir: "Onlara gore, Muhammed (s.a) Allah'ın seckin kulu, Rasûlu ve gozde nebisidir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Velilerin imamı, nebilerin reisi ve Rabbinin sevgilisidir. Ondan sonra girişilecek herhangi bir peygamberlik iddiası dalĂ‚lettir ve nefsin şehvetlerine tapınmaktır." (Şerh et-Tahavîyye, DĂ‚rul-MaĂ‚rif, Mısır. sh: 15, 87, 96, 97, 100, 102)

4) AllĂ‚me İbn Hazm Endulusî (384-456 H.) şunları yazıyor: "Şu kesin ki, Rasulullah'ın irtihalinden sonra vahiy kesilmiştir. Boyle olmasının nedeni de vahyin Rasul'den başkasına gelmeyişidir ve bizzat birinin babası değil, ancak Allah Rasulu ve peygamberlerin sonuncusudur." (El-MuhallĂ‚, Cilt: 1. sh: 26.)

5) İmam Gazali (450-505 H.) şunları soyluyor: "Rasûlullah Muhammed'den (s.a) sonra hic peygamberin gelmeyeceğine dair İslĂ‚m ummeti arasında tam bir icma vardır... Butun ummet muttefiktir ki, Rasûlullah LĂ‚ nebiyye ba'dî sozleriyle kendisinden sonra ne bir rasul ne de bir nebi geleceği dışında başka bir şey kastetmemiştir. Bu sozu başka turlu te'vil sacma ve boyle bir şeyi kaleme almak sapıklık olur. Dahası, ummet de ittifak eylemiştir ki o sozun anlamı, başka bir te'vile acık kapı bırakmayacak denli boyledir, bunu inkĂ‚r eden ummetin icmaını inkĂ‚r eder. (El-iktisad fi'l-itikaĂ‚d, Mısır, sh: 114)

6) Muhy-is-Sunne Bagevi (V. 510 H. MaĂ‚lim et-Tenzil) adlı tefsirinde şunları yazıyor: "Allah, Rasûlullah ile nubuvvet kapısını kapadı. Zira o, nebilerin sonuncusudur... İbn Abbas demiştir ki: "Kadir-i Mutlak olan Allah (bu ayetle) bildirmiştir ki, ondan sonra peygamber gelmeyecektir." (Cilt: 3. sh: 158)

7) AllĂ‚me Zemahşeri (467-538 H.) Keşşaf tefsirinde şunları yazmaktadır: "Eğer kıyamete yakın gunlerde İsa Aleyhisselam'ın yeryuzune ineceği inancı varken Rasûlullah nasıl son peygamber olabilir?" dersen, derim ki: "Rasûlullah, kendisinden sonra hicbir kimsenin peygamber olarak gonderilmeyeceği anlamında son peygamberdir. İsa Aleyhisselam'a gelince o, Rasûlullah'ın (s.a.) zuhurundan once gonderilmiş peygamberlerden biridir ve tekrar geldiğinde Muhammed (s.a) Şeriat'ının izleyicisi olarak gelecek ve namazını ummetin diğer ferdleri gibi kıble'ye (KĂ‚'be) yonelerek kılacaktır." (Cilt: 2. sh: 215)

8) Kadı Iyaz (V. 544 H.) şoyle yazar: "Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden yahut peygamberliğin iktisab edilebileceğini ve peygamberlik rutbesine bazı filozofların ve sûfi denilen kimselerin iddia ettikleri gibi kalb temizliğiyle ulaşılabileceğini iddia eden ve dahi peygamberlik iddiasında bulunmamakla birlikte vahiy aldığını ileri suren kimse... tum bu kimseler kĂ‚firdir ve Rasûlullah'ı inkĂ‚r etmektedirler. Cunku, o bize son peygamber olduğunu ve kendisinden sonra peygamberin gelmeyeceğini bildirmiştir. Peygamberliği kapadığına ve tum insanlığa gonderildiğine dair haberleri Allah'tan getirmiştir ve topyekûn ummet bu kelimelerin zahiri manĂ‚sı dışında bir manĂ‚ya sahip olmadığında muttefiktir. Farklı bir tefsire yahut ozel bir manĂ‚ya mahal yoktur. Dolayısıyla, boylelerinin hem nakle hem de icmaya gore kafir olduğu konusunda hicbir şupheye yer yoktur." (Şifa, Cilt: 2. sh: 270, 271.)

9) AllĂ‚me Şehristanî (V. 548. H.) unlu El-Milel ve-n-Nihal adlı eserinde şunları yazıyor: "Ve aynı şekilde (İsa Aleyhisselam haric) Rasûlullah Muhammed'den (s.a) sonra bir başka peygamber geleceğini... soyleyen kimse kafirdir ve bu mevzuda iki kişi arasında bile ihtilaf yoktur. (Cilt: 3. sh: 249)

10) İmam Razi (543-506 H.) Hatem en-Nebiyyîn ayetini acıklarken Tefsir-i Kebir'inde şunları soylemektedir: Bu bağlamda "Ve Hatem en-Nebiyyîn" denmesinin sebebi şudur: Eğer kendisinden sonra bir peygamber gelecekse, bir peygamber talimat hakkındaki tavsiye ve acıklamaları eksik bırakır ki, kendisinden sonra gelen peygamber o eksikliği tamamlayabilsin. Ancak Rasûlullah kendisinden sonra peygamberin gelmeyeceğini bilen biri olduğundan kendi ummetine cok daha muşfik davranmış ve onlara eksiksiz bir kılavuzluk yapmıştır. Zira o, kendisinden sonra oğlunu koruyup gozetecek bir veli ve koruyucunun olmadığını bilen babaya benzemektedir. (Cilt 6. sh: 581.)

11) AllĂ‚me Beydavî (V. 683 H.) , EnvĂ‚r et-Tenzîl adlı tefsirinde şoyle yazıyor: "Yani, Rasûlullah peygamberlerin sonudur, peygamberler silsilesini kapamıştır, yahut peygamberler silsilesi onunla muhurlenmiştir. Ve İsa'nın (a.s) ikinci gelişi, Rasûlullah'ın son peygamber oluşuyla cakışmaz. Cunku, o geldiğinde Rasûl'un Şeriat'ına tabi olacaktır. (Cilt: 1. sh: 164.)

12) AllĂ‚me HĂ‚fız-ud-Din Nesefi (V. 710 H.) Medarik et-Tenzil adlı tefsirinde şoyle yazmaktadır: "Ve Rasûlullah Hatem en-Nebiyyin'dir, yani, peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra hic kimse peygamber tayin edilmeyecektir. Gelelim İsa AleyhisselĂ‚m'a; kendisi, ondan once gonderilmiş peygamberlerden biridir ve ikinci kez geldiğinde Muhammed (s.a) şeriatının bir izleyicisi ve onun ummetinin bir uyesi olarak gelecektir." (sh: 471.)

13) AllĂ‚me AlĂ‚ ad-Din BağdĂ‚di (V. 725 H.) HĂ‚zin tefsirinde şunları yazıyor: "ve Hatem en-Nebiyyin; yani Allah, Rasûlullah Muhammed (s.a) ile peygamberlik silsilesine son vermiştir. Şimdi, ne ondan sonra bir peygamber vardır ne de bu konuda onunla bir ortak... Ve kĂ‚n-Allah-u-bi-kulli şey'in AlîmĂ‚: yani Allah ondan sonra hic peygamber gelmeyeceğini bilmektedir." (sh: 471, 472.)

14) AllĂ‚me İbn Kesir (V. 774 H.) meşhur tefsirinde şoyle yazmış: Demek ki bu ayet Rasûlullah'tan (s.a.) sonra herhangi bir nebinin gelmeyeceğine delĂ‚let eden apacık bir nasstır. Ve madem ki ondan sonra nebi yok, rasul de yok demektir; zira risalet hususi iken nubuvvet umumidir. Nitekim her Rasul Nebidir ama her Nebi Rasul değildir... Her kimki Rasûlullah'tan sonra bu goreve atandığını soyluyorsa o yalancı, duzenbaz, deccal ve kafirdir. Tabiatustu ve sihrî mahiyetteki hokkabazlık, buyu ve gozbağcılık numaralarının hicbir değeri yoktur... Bu durum kıyamete kadar bu iddiada bulunan herkes icin gecerlidir." (Cilt: 3. sh: 493, 494.)

15) AllĂ‚me CelĂ‚leddin Suyûti (V. 911 H.) CelĂ‚leyn'de şunları yazmış: "Ve kĂ‚ne- Allahu-bi-kulli Şey'in AlîmĂ‚: Allah, Rasûlullah'tan (s.a.) sonra peygamber olmadığını bilir. Ve İsa (a.s) indiğinde Rasûlullah'ın (s.a.) Şeriat'ına tabi olacaktır. (Sh: 768.)

16) AllĂ‚me İbn Nucaym (V. 970 H.) Fıkıh usuluyle ilgili meşhur KitĂ‚b el-EşbĂ‚h ven-NezĂ‚ir adlı eserinde şoyle yazıyor: "Eğer bir şahıs, Muhammed'in (s.a) son peygamber olduğunu inkĂ‚r ederse o, Musluman değildir. Zira bu, bilinmesi ve inanılması itikaden temel vecibelerden olan aslî umdelerden biridir." (sh: 179.)

17) Molla Aliyyul KĂ‚ri (V. 1016 H.) Şerh-i Fıkh-ı Ekber'de şunları yazmaktadır. "Ummetin icmaına gore Rasûlullah Muhammed'den (s.a) sonra peygamberlik iddiasında bulunmak kufurdur." (sh: 202.)

18) Şeyh İsmail Hakkı (V. 1137 H.) bu ayeti Ruh'ul BeyĂ‚n adlı tefsirinde acıklarken şoyle yazıyor: "Asım, kelimeyi Hatem olarak okumuştur ki bu okunuşta kelime muhur basmak icin kullanılan Ă‚let anlamına gelir. Bu demektir ki, Rasûlullah son olarak gelmişti ve onunla peygamberlik silsilesi kapandı ve muhurlendi... Bazıları bu kelimeyi Hatim olarak okumuşlardır ki, o zaman kelime muhur vuran kimse anlamına gelir. Bu okunuşla, Hatim, Hatem ile yine aynı kokten gelmektedir... Bundan sonra onun ummetinin alimleri ona yalnızca VelĂ‚yet'de mirascı olabilir; Peygamberlik mirası kendisiyle bitmektedir. Ve İsa aleyhisselĂ‚m'ın ikinci gelişi, Rasûlullah'ın sonuncu peygamber oluşuyla hicbir şekilde celişmez. Cunku HĂ‚tem en-Nebiyyîn ondan sonra hic peygamber gelmeyeceği anlamına gelmektedir... Ve İsa, ondan once bir peygamber olarak gonderilmiştir. İkinci kez geldiğinde ise Muhammed'in (s.a) Şeriat'ının bir izleyicisi olarak gelecek. Namazını, onun ummetinin diğer uyeleri gibi Kıble'ye yonelerek kılacak. Ne vahiy alacak ne de yeni emirler getirecek, yalnızca Rasûlullah Muhammed'in (s.a) bir halifesi olacak... Ve Ehli Sunnet Şuna inanır ki, peygamberimizden sonra peygamber gelmeyecektir. Cunku Allah şoyle demiştir: "O, ancak Allah'ın peygamberi ve peygamberlerin sonuncusudur." Ve Rasûlullah da şoyle buyurmuştur: "Benden sonra peygamber yoktur." İmdi, kim peygamberimizden sonra bir peygamber olduğunu soylerse kafir olmuştur. Yine Rasûlullah Muhammed'ten (s.a) sonra bir peygamber olduğunu iddia eden kimsenin iddiası da, sapıklıktan başka birşey değildir. (Cilt: 18. sh: 188.)

19) Hicri 12. yuzyılda Avrengzeb Alemgîr'in emriyle guvenilir bir ulema grubu tarafından telif edilen FetĂ‚vĂ‚-i Alemgirî'ye (Fetava-i Hindiyye) gore: "Eğer bir şahıs Muhammed'in (s.a) son peygamber olduğunu inkĂ‚r ederse Musluman değildir artık ve biri Allah'ın rasûlu ya da nebisi olduğunu iddia ederse tekfir edilmesi gerekir." (Cilt: 2. sh: 263.)

20) AllĂ‚me ŞevkĂ‚nî (V. 1255 H.) Fethu'l-Kadir adlı tefsirinde şunları yazmaktadır: "Alimlerin coğunluğu, kelimeyi HĂ‚tim olarak okurken Asım HĂ‚tem olarak okumuştur. İlk okuyuşa gore manĂ‚ şoyle olur: "Rasûlullah, peygamberler silsilesine son vermiştir, yani, son peygamber olarak gelmiştir." İkinci okunuşa gore ise şoyle: "O, peygamberler icin muhur mesabesindedir, yani, kendisiyle silsilenin muhurlendiği muhur..." (Cilt: 4. sh: 275.)

21) AllĂ‚me Alûsî de "Ruhu'l-MaĂ‚nî" adlı tefsirinde şoyle yazmaktadır: "Nebi kelimesi Rasûl kelimesinden daha şumullu olduğuna gore Rasûlullah'ın HĂ‚tem en-Nebiyyîn (Nebilerin muhru) olması aynı zamanda Hatem el- Murselin (Rasullerin muhru) olduğu anlamına gelir. Ve Nebi rasullerin sonuncusu olması, onun bu dunyada Allah tarafından peygamberlikle şereflendirilmesi, ardından herhangi bir insanın yahut cinnin peygamberliğinin soz konusu olmadığı anlamına gelir." (Cilt: 18 sh: 32.) "Onun, ardından her kim peygamber gibi vahiy aldığını iddia ederse, tekfir edilmelidir ve bu mevzuda Muslumanlar arasında hicbir ihtilaf bulunmamaktadır." (Cilt: 18, sh: 38)

"Rasûlullah'ın nebilerin sonuncusu olması Allah'ın Kitabı'nda kesin şekilde beyan buyurulmuş, Sunnet'te acıkca belirtilmiştir ve butun ummet bu konuda ittifak etmiştir. Şu halde bunun hilĂ‚fına iddiada bulunan kimse tekfir edilmelidir. (Cilt: 18, sh: 39.)

Bu hukumler, Hindistan'dan Fas'a ve İspanya'ya, Turkiye'den Yemen'e kadar her Musluman beldesinden unlu alim, fakih ve mufessirler tarafından verilmiştir. Muelliflerin doğum ve olum tarihlerine bakıldığında gorulecektir ki, kendileri İslĂ‚m hicri tarihinin ilk donemlerinden 13. asrına kadar her donemine mensup unlu otoritelerdir. Gerci H. 14. asırda yaşamış olanlarını zikretmedik, fakat onlara ozellike yer vermedik. Cunku biri cıkıp, bu alimlerin HĂ‚tem en-Nebiyyîn deyimine, bu cağda peygamberlik iddiasında bulunan birini hedef alsın diye ozellikle boyle bir manĂ‚ yuklediklerini soyleyebilir. Bu yuzden ilk donem alimlerinin yazılarına başvurduk. Cunku ne de olsa bu alimler cağımızda yaşamış bir şahsa karşı duşmanca ve kotu niyetli tavır sergileyemezlerdi.

Bu yazılar gostermektedir ki, hicretin ilk asrından gunumuze dek butun İslĂ‚m Ă‚lemi HĂ‚tem en-Nebiyyîn deyimine ittifakla "Peygamberlerin sonuncusu" şeklinde manĂ‚ vermiştir. Ayrıca, Rasulullah'tan sonra peygamberlik kapısının kıyamete dek kapandığı konusunda her asırdan Muslumanlar arasında tam bir icma hasıl olmuş ve Rasûlullah'tan sonra nubuvvet veya risalet iddiasında bulunan veya boyle bir iddiayı kabul eden kimsenin İslĂ‚m dairesinden cıkacağı konusunda hicbir ihtilaf vaki olmamıştır.

İmdi, iz'an sahibi her şahsa duşen, bir kimsenin yeni bir iddiayla ortaya cıkıp peygamberlik kapısını acmaya yeltenmesi HĂ‚temu'n-Nebiyyîn deyimini, Kur'an'da apacık olan, Rasûlullah tarafından bizzat acıklanan, sahabe tarafından topyekun ittifak edilmiş, sahabiler devrinden gunumuze kadar icma ile kabul edilen lugat manĂ‚sından apayrı bir manĂ‚ya cekmesi icin bir boşluk bulup bulamadığına karar vermektir. Peygamberlik kapısının hĂ‚lĂ‚ acık olduğunu ileri surmekle kalmayıp, Risaletin kutsal evine sahtekĂ‚rca girmek isteyen bir şahsın peygamberliğine de inanan kimseler nasıl Musluman sayılabilir?

Uc mesele daha var ki bu meyanda tartışılmaya değer gorunuyor:
Allah bizim İtikadımızın Duşmanı mı?

Herşeyden once peygamberlik hassas bir meseledir. Kur'an'a gore kabulu ya da reddi bir kimsenin Musluman olup olmadığını belirleyen temel akidelerden biridir. Eğer bir kimse peygamberse, ona inanmayan kafir olur, eğer bir kimse sahtekĂ‚rsa ona inanan yine kafir olur.

Bu denli bıcak-sırtı bir meselede Allah'ın herhangi bir yanlışlık yaptığı duşunulemez. Eğer Rasûlullah'tan sonra herhangi bir peygamber gonderilecek olsaydı Allah, bunu, Kur'an'da acıkca zikreder, peygamberi aracılığıyla bunu ummete ilan eder ve Rasûlullah da izleyicilerine, kendisinden sonra gelecek peygamberi ve kendisine iman etmeleri gerektiğini onceden acıkca bildirirdi. Allah ve Rasûlu'nun bizim iman ve itikadımıza garazleri mi var ki, peygamberlik kapısı acık olduğunun ve kendilerine inanmamamız durumunda kafir olacağımız başka peygaberlerin geleceğinin bildirilmemiş olması yetmiyormuş gibi, Allah ve Rasûlu'nun sarfettiği kelimeler yuzunden butun ummet 1300 yıldır ve hatta bugun bile Rasûlullah Muhammed'den (s.a) sonra başka peygamberin gelmeyeceği şeklinde yanlış bir itikada kapılsın? İmdi, farzedelim ki peygamberlik kapısı hĂ‚lĂ‚ acık olsun ve bir başka peygamberber zuhur etmiş bulunsun, biz de onu hic tereddud etmeden inkĂ‚r etmiş olalım. Tek tehlike Allah'ın huzurunda vereceğimiz hesap olabilir. Allah -farzı muhal- hesap gunu bizi sigaya cekecek olsaydı O'nun Mahkemesi'nde butun delillerimizi sarfedecek, hĂ‚şĂ‚, bizzat Allah'ın kendi Kitabı ve Kendi Rasûlu'nun sunnet'i yuzunden sapıtıp kufre duşurulduğumuzu iddia edebilecektik. Allah'ın, bu ispata rağmen hĂ‚lĂ‚ bizi niye yeni peygambere inanmadınız diye cezalandırması aklımızın ucundan gecmez. Fakat buna mukabil peygamberlik kapısı gercekten kapalıysa, yeni bir peygamber gelmeyecekse ve buna rağmen bir kimse bir yalancının peygamberliğine inanıyorsa kufur ve sapıklığının cezasından kurtulmak icin Allah'ın mahkemesine sunacağı delilleri cok iyi duşunmesi gerekir. Allah'ın mahkemesine cıkarılma vakti gelmeden savunmasını burada hazırlamalı ve yukarıda sarfedilen delilleri mukayese etmelidir. Boylece iz'an sahibi bir kimsenin bu savunmaya guvenip de kufur cezası yeme tehlikesini goze alıp alamayacağına bizzat hukum verebilir, vermelidir.

Yeni Bir Peygambere Gerek Var mı?

Ele alınması gereken ikinci nokta peygamberliğin ibadet ve salih amalle hak kazanılabilecek bir keyfiyet olmadığıdır. Ayrıca o, bazı hizmetler karşılığı verilen bir odul de değildir. İşin aslı, peygamberlik, Allah'ın belli bir ihtiyacı karşılasın diye bir şahsı tayin ettiği bir gorevdir. İhtiyac hasıl olduğunda bir peygamber bunu karşılamak uzere gonderilir. İhtiyac olmadığı, yahut artık ihtiyac kalmadığı zaman peygamberler durup durururken gonderilmezler.

Gecmişte peygamberlerin gonderilmesini zorunlu kılan şartların ne olduğunu anlamak uzere Kur'an'a muracaat ettiğimizde, tayinlerini gerekli kılan dort durumla karşılaşıyoruz:

1) Kendilerine henuz bir peygamberin gelmemiş ve dahi başka kavimlere ulaşan mesajı da almaması yuzunden kavim, peygamber ihtiyacı icinde kalmıştır.

2) Daha onceki peygamberin talimatının unutulması yahut tahrif edilmiş olması ve dahi mesajının anlaşılıp gunluk hayatta tatbikinin imkansız hale gelmesi yuzunden bir peygamberin tayini gerekmiştir.

3) Halkın daha onceki peygamberin talimatını eksiksiz alamayışı ve talimatı tamamlamak icin başka peygamberlere ihtiyac olduğu zamanlarda.

4) Gorevini îfada kendisine destek olsun, yardım etsin diye bir peygamber, başka bir peygambere ihtiyac duyduğu zaman...

İmdi, bu durumlardan hicbirinin Rasûlullah Muhammed'in (s.a) gelişinden sonra sozkonusu olmadığı meydandadır. Bizzat Kur'an, Rasûlullah'ın butun insanlığa hidayet icin gonderildiğini zikretmekte, dunya kultur tarihi de, onun gelişinden beri suregelen şartları, mesajın bir kavme ulaşabildiği ve ulaşmaya devam ettiği turden olduğunu soylemektedir bize. Dolayısıyla ayrı ayrı kavimlere gonderilmek uzere ayrı ayrı peygamberlere ihtiyac yoktur.

Yine, Kur'an ile sabittir ve butun hadis ve siyer literaturu de şehadet eder ki, Rasûlullah'ın talimatı orijinal şekli uzere korunmuştur. Herhangi bir surette tahrif edilmemiştir. Getirdiği kitabın her harf ve hecesi aynen kalmış ve kıyamete kadar da değişmeden kalacaktır. Rasûl'un (s.a) soz ve davranışla gosterdiği yol, verdiği ornek, en kucuk ayrıntısına kadar kaydedilmiş şekilde hĂ‚lĂ‚ elimizdedir ve oylesine saf ve orijinaldir ki, okuyunca onu yaşıyor gibi oluruz. Bu da ikinci durumu gecersiz kılar.

Kur'an, İslĂ‚m dininin, Rasûlullah'la (s.a.) tamamlandığını beyan etmektedir. Demek ki dinin tamamlanması diye bir ihtiyac sozkonusu olmadığına gore yeni bir peygamber gelmeyecektir.

Dorduncu duruma gelince, eğer yardımcı bir peygambere ihtiyac olsaydı Rasûlullah zamanında zaten gonderilirdi. Hic kimse gonderilmediğine gore bu şart ve durum da sozkonusu değil demektir.

İmdi, Rasûlullah'tan (s.a.) başka bir peygamberin gelmesini ihtiyac haline getirebilecek beşinci durum hangisi, soylenmelidir bize. Eğer denirse ki, ummet bozulmuş ve ıslahı icin bir peygambere ihtiyac vardır; biz de deriz ki, dunyada sırf ıslah icin hicbir peygamber gonderilmemiştir. Bir peygamber, ilahi vahiy kendisine indirilsin diye gonderilir. İlahi vahye ise ya yeni bir mesajı iletmek, ya bir onceki mesajı tamamlamak, yahut da onu bozukluk ve bulanıklıktan arındırmak icin ihtiyac duyulur. İmdi, Kur'an ve Rasûlullah Muhammed'in (s.a) sunneti aynen muhafaza edildiğine, Din butunlenip tamamlandığına gore yeni İlahî vahye ihtiyac kalmıyor, demektir. Şu halde ıslah etmek icin yalnızca ıslahcılara ihtiyac vardır, peygambere değil...

Yeni Bir Peygamber Ummet İcin Nimetten Cok Kulfettir
Ele alınması gereken ucuncu husus, bir kavmin icinden peygamber cıkmasıyla, o kavmin kısa sure icinde iman-kufur meselesiyle karşı karşıya gelmesidir.
Onu kabul edenler bir ummet oluşturacak, etmeyenlerse ayrı bir topluluk. Bu iki cephe arasındaki ayrılık yuzeysel olmayacak, her bir taraf itikadını terketmedikce birleşmeyi onleyen, o peygambere inanıp inanmamak noktasında bıcak sırtı ve temelli bir ayrılık olacaktır. Sonra her biri yarı hidayet ve şeriat kaynaklarını benimseyecektir. Zira bir taraf şeriatını kendisi tarafından benimsenip kabullenmiş vahiy ve rasûlun sunnet'inden turetirken, diğeri onu şeriat kaynağı olarak kabul etmeyecektir.

Eğer bir kimse bu hakikatleri gozonunde bulundurursa anlayacaktır ki, peygamberliğin son bulması Allah'ın buyuk bir lutfudur. Cunku boylece İslĂ‚m Ummeti icin kalıcı ve evrensel bir kardeşlik tesisi mumkun olmuştur. Bu durum Muslumanları, bunyelerinde surekli bolunmelere sebeb olabilecek temelli ayrılıklara karşı emniyet icinde tutacaktır. İmdi, Hz. Muhammed'i (s.a) kılavuz ve oncusu olarak kabul eden ve onun talimatı dışında herhangi bir hidayet kaynağı aramayan herkes bu kardeşliğin bir uyesidir ve hep boyle kalabilir. Peygamberlik kapısı eğer kapalı ve muhurlu olmasaydı bu birlik ummet tarafından asla sağlanamazdı. Zira, aksi durumda her yeni peygamberin zuhuruyla ummet parclanmaya maruz kalmış olacaktı.

Aklı başında bir kimse birazcık duşundukten sonra şunu kolayca alayabilir ki, bir peygamber butun insanlığa gelmişse, din onunla tamamlanmışsa, talimatı tamamen korunmuş, tahrifata uğramamışsa, yeryuzundeki muminlerin son Peygamberin şeriatına bağlılıklarıyla daima tek bir ummet halinde bir ve butun olabilmeleri ve her yeni peygamberin zuhurunun ummet icinde bolunmelere sebebiyet vermemesi icin peygamberlik kapısının doğal olarak kapanmış ve muhurlenmiş olması demektir.

İster "golge peygamber" olsun, ister "tenasuh etmiş" bulunsun, yahut ister onceki peygamberin takipcisi, kanun duzenleyicisi veya kitap'ın hĂ‚mili olsun, boyle herhangi bir şekilde bir peygamber zuhur etsin ve Allah tarafından gonderilmiş olsun; şu zaruridir ki, onun zuhuru insanları iki kampa bolecektir. Onu bir Peygamber olarak kabul edenler, inananlar cephesini oluşturarak, kabul etmeyenleri kĂ‚firler olarak lanetliyeceklerdir. Yeni bir peygambere ihtiyac olduğunda bu ayrışma kacınılmaz olacaktır. Allah'ın hikmet ve rahmeti, kullarının yok yere bir iman-kufur catışmasına sebebiyet versin ve onların daima yek vucut bir ummet olarak kalmalarını engellesin, bu olacak iş değildir. Cunku Kur'an'da sabit olan, Sunnet ve icma-ı ummet ile teyid olunan şey, akılla da destekleniyor demektir ve akıl da peygamberlik kapısının halihazırda kapalı ve muhurlu olduğunu ve daima da oyle kalacağını soylemektedir.
Mevdudi

Son Peygamber
Allah son peygamber olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’i gondermiştir. Ondan sonra artık peygamberlik kapısı kapanmıştır. Yani, bir daha peygamber gelmeyecektir. Peygamberlerin en ustunu ve en faziletlisi Hz. Muhammed’dir.

Biz Seni Ă‚lemlere rahmet olarak gonderdik.” (21/EnbiyĂ‚, 31) “Şuphesiz Allah ve melekleri Peygamber Muhammed’i overler/salĂ‚t getirirler). Ey iman edenler! Siz de O’nu ovun, O’na salĂ‚t ve selĂ‚m getirin.” (33/AhzĂ‚b, 56)

Muslumanların ornek alması gereken kişi, tek onderimiz Hz. Muhammed’dir. Muslumanlar yaşayış tarzını, en ufağından en buyuğune butun hal ve hareketlerini O’nu ornek alarak duzenlerler. Allah Kur’an’da şoyle buyuruyor:

“Ey inananlar! And olsun ki, sizin icin, Allah’a ve Ă‚hiret gunune kavuşmayı umanlar ve Allah’ı cok zikredenler icin Resulullah en guzel ornektir.”(33/AhzĂ‚b, 21)

Peygamber’e itaat Allah’a itaattir. Allah Kur’an’da şoyle buyuruyor:

“(Ey Muhammed) de ki, A llah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder. De ki Allah’a ve Peygamber’e itaat edin. Yuz cevirirlerse bilsinler ki Allah, inkĂ‚r edenleri sevmez.” (3/Âl-i İmrĂ‚n, 31-32)

Mutenebbî/Sahte Peygamber
Mutenebbî: Son peygamber olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelmesi ve O’ndan sonra başka peygamberin gelmeyecek olmasına rağmen, Hz. Muhammed (s.a.s.)’den sonra peygamberlik iddiasında olan kimselere verilen isimdir. Bunlara yalancı peygamber de denir. Bu kişiler; ya deli, ya şohret duşkunu veya basit cıkar peşinde koşan insanlardır.

İlk mutenebbi, Peygamberimiz zamanında ortaya cıkan Museylimetu’l-Kezzab’tır. Bu yalancı peygamber, Hz. Ebu Bekir’in halifeliği zamanında yapılan savaşta oldurulmuştur. Son zamanların sahte peygamberlerinden Hindistan’da Sor Seyyit Ahmet nice fitnelere sebep olmuş bir İngiliz ajanıdır. Yine 20. asrın mutenebbîlerinden Reşad Halife de, Amerika’daki bir mescidde mechul birisi tarafından oldurulmuştur. Ankara’daki İskender Evrenesoğlu (İskender el-ekber), icinde Demirel’den, bazı bakanlardan isim isim bahseden Allah’tan “kitap” getirdiğini iddia eden meczup insanlar da cahil halkı kandırarak bu tur komik iddialarda bulunabilmektedir.
Ahmed Kalkan
__________________