HACC VE KABE


Arap lisanıyla ilgili değerlendirmelerden sonra, İslam muesseseleri ve İslam kulturu konularına gecebiliriz. Cunku İslam kulturu birinci derecede Arapca'ya dayanır ve bu bakımdan Arapca, İslam kulturunun temelidir.

Şimdi esas konumuza gecebilir ve İslam muesseselerinden soz edebiliriz.

Muesseseler mevzuunda Avrupa'nın modern anlayışı ile, muslumanların klasik anlayışı arasında temel bir fark vardır.

Batılılar Devlet ve Kiliseyi yani siyasi meselelerle, dinî meseleleri birbirinden ayırırlar. Batılılarda dinî ve siyasî meselelerden ayrı ayrı bahsetmek mumkundur. Şayet birisi, maddî hayattan soz ediyorsa, hicbir zaman dinî hayata ait olan kiliseden, oructan, hacdan vs. den bahsetmez. Aynı şekilde, birisi dinî muesseselerden bahsediyorsa, hicbir zaman siyasî muesseselerden soz etmez. Aralarında tam bir ayrılık mevcuttur. Bunun aksine olarak, Muslumanlarda boyle bir ayrılık yoktur. İslam’ın ilk devirlerinde Halife, hem ordu kumandanı olarak siyasi başkandı ve aynı zamanda camide imamdı. Şu halde Muslumanlarda, hayatın bu her iki cihetine taalluk eden muesseselerde, bu ayırım yoktur.

Bu konuda şoyle bir ornek vermek mumkundur: Halifeler ve aynı şekilde Hz. Peygamber, muslumanlara dini mevzuda va'z etmek istedikleri zaman minbere cıkar ve muslumanlara hitap ederlerdi. Aynı şekilde, herhangi bir duşmanla savaşmak icin bir o cami gonderildiği zaman aynı minbere cıkar, siyasi ve tamamen maddi olan meselelerden konuşurlardı. Aynı cami, hem siyasi, hem de dinî bir muessese olarak kullanılıyordu. Daha da ileri gideceğim. Mesela; Namazı ele alalım. Hic kimse, namazın manevi bir şey olduğunu ve siyasetle hicbir alakası olmadığını inkar etmez. Bu tamamen manevi bir meseledir. Fakat namaz imamı Hz. Peygamber'in tatbikatına gore, dinin reisi olabildiği icin, otomatik olarak hem dini ve hem de siyasi olan bir ozelliği vardı.
Her bolgede, o bolgenin siyasi temsilcisi aynı zamanda caminin imamıydı. Şu halde, bu bolgedeki muslumanlardan herhangi birinin bir şikayeti olduğunda kadıya gideceğine doğrudan doğruya camiye gider ve şikayetini caminin imamına bildirirdi. Cunku imam o bolgenin aynı zamanda siyasi lideriydi.

Bu durumda muessese olarak camiden başlayabiliriz. Muslumanlar icin cami, hem manevi ve hem de siyasi bir muessesedir, ibadet olarak da «hacc»dan soze girmeliyiz. Cunku Hacc, ibadetin Allah'ın evinin onunde yapılması anlamına gelir;

Fakat yeryuzundeki butun muslumanlar, her zaman Kabe'nin onunde olamayacakları icin, bunun yerine gecmek uzere muslumanlar dunyanın neresinde olurlarsa olsunlar ibadetlerini Kabe'ye yonelerek yaparlar. Bunun icin «Hacc»tan başlıyorum.

Hacc'ın tarihi cok ilginctir. Hadis-i şeriflerde belirtildiğine gore, Allah Hz. Adem'i Cennet'ten cıkardıktan sonra Hz. Adem, uzun bir muddet işlediği gunah icin ağladı ve Allah'a tovbe etti. Allah onun tovbesini kabul ettikten bir muddet sonra, Hz. Adem, kendi manevi vazifesini duşunmeye başladı. Ve Allah'a şoyle yalvardı: «Ey Allah'ım! Ben cennette iken meleklerin, ibadet olarak Sen'in tahtının etrafında donduklerini gordum ve burada ben bundan mahrumum». Bu hadiste bir husus vardı ki, bilmiyorum benim istidlalim doğru mu? Hz. Adem de aynı şeyi yapıyordu. Hz. Adem’in de ibadeti aynı şekildeydi. Yani Allah'ın Arşı etrafında donmek. Bir başka hadiste. Arş yerine Arş altında olan bir camiden bahsedilmektedir. Ve ben bu ikinci yonunu tercih ediyorum. Cunku Allah sonsuzdur. Melekler veya Hz. Adem, Allah'ın etrafında donemezlerdi. Bu mumkun değil, Arş'ın etrafı demek, Allah'ın etrafı demektir ki, bu mumkun değil, bunun icindir ki, Allah, Arş'ın altında bir ev, bir cami yapılmasını emretmişti ki onun etrafında donsunler


Bir hadiste, -Buhari'de olduğunu zannediyorum- yeryuzunde inşa edilen Kabe, Arş'ın altındaki caminin tam altına tesaduf etmektedir. Ve Hz. Peygamber ilave ediyor: Kabe, Arş altındaki caminin o derece hizasındadır ki, bu camiden atılacak bir taş, Kabe'nin damına duşer. Başka bir tabirle, Kabe, Allah'ın Arş'ına acılan bir penceredir. Netice olarak, Hz. Adem’in tovbesi Allah tarafından kabul edilince O, Allah'a şoyle yalvardı: «Allah'ım ben burada, cennetteki ibadetten mahrumum». Bunun uzerine Allah, bir vahiyle Hz. Adem'e şoyle dedi; «Sen de gokteki meleklerin camisi gibi bir camiyi yeryuzunde inşa et ve melekler gibi sen de ibadetini yap». Melekler Hz. Adem'in yardımına geldiler; boylece Hz. Adem Mekke'de Kabe'yi inşa etti. Şuphesiz, Hz. Adem zamanında kaleme alınmış tarih kitapları yoktur. Bu malumattan, hadisler bahsetmektedirler. Bu hadislerde okuyoruz ki, Hz. Adem, cennetten cıkarılınca, beraberinde iki şey getirmişti. Bir cennet taşı ve bir asa. Fazla malumat olmamasına rağmen, deniliyor ki bu asa daha sonra Hz. Musa tarafından bulundu. Taşa gelince, bu bir cennet taşıydı ve cennetin bir hatırası olarak Hz. Adem bu taşı Kabe’ye yerleştirmiştir. Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber diyor ki, başlangıcta bu taş, bembeyazdı, daha sonra siyahlaşıp bugunku duruma gelmiştir. Ve Hadîs-i Şerif diyor ki; hacca gelen gunahkÂrların dokunmasındandır ki, taş tedricen siyahlaştı. Normal olarak tarihciler, bu meseleyi bu şekilde nakletmektedirler. Bunlardan bir istisna vardır. Bu da ibni Abdil-Berr'in el-'ikdul-feridi'inde gecmektedir. İbni Abdil-Berr bu hadiseyi olduğu gibi anlattıktan sonra, diğer Hadis kitaplarında
rastlanmayan şu hususu ilave ediyor, «Sadece gunahkÂrların dokunmasıyla değil, aynı zamanda kurban edilen hayvanların kanlarının bu taşa surulmesinden oturu taş, siyah olmuştur» Yuzbinlerce sene, beyaz bir taşa kan surulduğunu duşunecek olursak, bu taş, kandan oturu siyah olabilir. İbn Adi Rebbih bu goruşunu teyid etmek icin diyor ki: «Abdullah b. Zubeyr zamanında tekrar inşa edilmek uzere Kabe yıkıldığında, Haceru'l-Esved'in sadece dışta kalan kısmının siyah olduğu ic tarafta olan kısmının beyaz olduğu goruldu». Bu Haceru'l-Esved diye bilinen taşın bir metre kadar uzunluğunda olduğunu yine İbn Abi Rebbih soyluyor. Ben bunun aslını bilmiyorum, gormedim; cunku taşın beyaz kısmı, binanın ic tarafında kalmıştır. Fakat ben, sadece İbn Adi Rebbih'in bundan bahsettiğini soylemek istiyorum. Bugun icin Haceru'l-Esved, tavafın başlangıc noktasıdır. Binanın taş rengi ile, Haceru'l-Esved'in rengi birbirinden ayrı olduğu icin, bu hemen fark edilir ve eller Hacerul-Esved'in uzerine yapıştırılarak tavafa başlanır. Hz. Adem'in Kabe etrafında nasıl tavaf yaptığına dair, elimizde fazla malumat olmadığı icin bilmiyoruz. Hz. Peygamber'in ve daha sonra bizlerin tavaf ettiği şekilde, Hz. Adem'in de tavaf etmiş olması mumkundur.

Kabe'yi tavaftaki sembolizmden bahsetmeden once, Kabe'nin tarihi hakkında bilgi vermek istiyorum. Bu mevzuya dair en yoğun bilgiyi, el-Ezraki kitabında bircok rivayetle birlikte nakletmektedir. Hz. Adem'den sonra neler olduğunu kesinlikle bilmiyoruz. Bu konuda değişik rivayetler vardır.

Rivayetlerden birine gore, Hz. Adem'in vefatından sonra Allah, Kabe'yi goğe cekti ve daha sonra Hz. İbrahim, bunun yerine yeni bir Kabe inşa etti.

Bir başka rivayete gore, Hz. Adem'in vefatından sonra Allah Kabe'yi goğe cekmedi, fakat Kabe, Hz. Nuh zamanındaki tufan esnasında goğe cekildi.

Bir ucuncu rivayette deniliyor ki, Kabe hic bir zaman goğe cekilmedi. Bilakis Tufan zamanında Kabe yıkıldı, harab oldu.

Bir dorduncu rivayete gore, Hz.Adem, Kabe'yi elmas, inci vs. gibi cok değerli taşlardan bina etmişti. Fakat Hz. Adem'in olumunden sonra, Kabe goğe cekildi ve cocukları bunun yerine adi taş ve topraktan, Kabe'yi yeniden inşa ettiler.

Gecmişe ait ve kesinlikle bilemeyeceğiniz şeyleri bir kenara koymak zorundayız. Her halukarda, Hz. Nuh zamanındaki tufandan sonra Hz. İbrahim’e kadar, Kabe'nin hicbir izine rastlanmamaktadır.

Bir gun Allahu teala, Hz. İbrahim’e Kabe'yi yeniden inşa etmesini vahiyle bildirdi. Ve Hz. İbrahim; «Ya Rabbi, ben Hz. Adem zamanındaki Kabe'nin nerede olduğunu bilmiyorum.»dedi. Allah ona «Onunde hareket halinde olan şu buluta bak ve onu takip et. O nerede durursa, golgesinin duştuğu yerde Kabe'yi inşa et» dedi. Hz. İbrahim o bulutun golgesini takib ederek Mekke'ye kadar gitti. Mekke'ye varınca bulut durdu ve hareket etmedi. Hz. İbrahim bu bulutun golgesinin duştuğu yerlerin olcusunu işaretledi ve temellerini kazmaya başla****** Kabe'yi inşa etti. Ondan sonra o bulut da kayboldu. Başka rivayetlere gore; Hz. İbrahim’e yardım etmek icin melekler de gelmiştir.

Her halu kÂrda, Kur'an-ı Kerîm tasrih ediyor ki, Hz. İbrahim, oğlu İsmail ile ve Allah'ın yardımıyla bu «Beytullah»ı inşa etti. Duvar, biraz
yukseldikten sonra, Hacerul-Esved'in yerleştirilme meselesi ortaya cıktı. Hz. İbrahim, oğlu İsmail’e dedi ki; «Git, buraya uygun duşecek bir taş getir». Hz. İsmail gidip bir taş getirdi. Fakat Hz. İbrahim’in hoşuna gitmedi. Hz. İsmail tekrar gidip başka bir taş getirdi; bu da Hz. İbrahim’in hoşuna gitmedi. Ve bu, birkac defa tekrar etti.

Nihayet, Haceru'l-Esved'in aslı, Hz. Nuh tufanına rağmen Mekke dağlarından birinde kalmıştı. Taş, Hz. İbrahim’e seslendi: «Ey İbrahim ben buradayım, gel beni gotur ve Kabe'ye yerleştir.» Hz. İbrahim, onu aldı ve istenen yere yerleştirdi. Ondan sonra Oğlu İsmail bir taş daha getirdi, fakat Hz. İbrahim, «Hayır, luzumu yok artık, ben gereken taşı buldum» dedi.

Bina biraz yukseldikten sonra» oyle bir an geldi ki Hz. İbrahim, binayı artık yukseltemez oldu. Bunun icin, yani duvarların ust kısmını tamamlamak icin, gerekli bir vasıta bulmak lazımdı. Cunku insan boyu yetmiyordu. Hz. İbrahim, buyuk bir taş bulup, onu Kabe duvarının onune koydu ve ustune cıkıp, inşaatına devam ediyordu. Bu taş, gunumuzde «Makam-ı İbrahim» dediğimiz yerde bulunuyor. Bu taş, Kabe duvarları etrafında nakledildi. Hz. İbrahim taşın uzerine cıktı ve Kabe'nin diğer duvarlarını tamamladı.

İslam’ın ilk devirlerinde tarih kitaplarında bu taşın Kabe duvarına yapışık bir vaziyette olduğunu goruyoruz. Hz. Omer zamanında bu taş, Kabe duvarından uzaklaştırıldı. Cunku Kabe'yi tavaftan sonra iki rekat «tavaf nafile namazı» kılınır. Bu iki rekat namazın, Makam-ı İbrahim onunde kılınması tercih edilir. Burada namaz kılınması, Kabe etrafında tavaf eden hacılara imkan bırakmıyordu. Bunun icin Hz. Omer, bu nafile namazın Methaftan uzakta kılınması gayesiyle, Makam'ı İbrahim taşını biraz uzaklaştırmış ve Methafın biraz dışında bir yere yerleştirmiştir. Boylece, tavaf edenlere acık yer bırakılmıştır. Bu, Hz. Omer'in bir uygulamasıdır.

İbn Cubeyr meşhur seyahatmesinde belirtiyor ki, kendi zamanında, bir gun Makam-ı İbrahim’i, seller alıp goturdu. Daha sonra bu taş bulundu ve kaybolmaması icin Kabe'nin icine yerleştirildi. Bu, taşın ne zaman Kabe'den cıkarıldığını ve şimdiki yerine konduğunu bilemiyorum.

Bir zaman once, bu taşı kapatan bina yıktırıldı. Ve şimdi bu taş buyuk bir camın altına yerleştirilmiştir; gorulebilir. Mekke'ye ilk gittiğimde bunu gorememiştim; fakat daha sonraki gidişimde, bu taşı dediğim vaziyette gordum. Bu taş (Makam-ı İbrahim), mermerdendir ve uzerinde cukur vardır. Bu cukurun, Hz. İbrahim’in ayak izi olduğu soyleniyor. Ben, bunu kesin olarak soyleyemem. Fakat tırnak izlerinin olmadığını gordum. Sadece bir cukur var.

Şimdi, nicin tavaf yapıldığını ve tavafa başlamak icin Haceru'l-Esved'in uzerine nicin ellerin konduğunu, bunun ne manaya geldiğini, gayesinin ne olduğunu izah etmek uzere, bazı acıklamalarda bulunalım.

Filhakika, bu acıklamaların hicbiri ne Kur'an-ı Kerîm'de ve ne de Hadislerde mevcuttur. Bunlar, ulemanın fikirleridir. Ulemanın herbiri ayrı şeyler soylemişlerdir; İmam Gazali bir turlu, diğerleri de başka bir turlu goruş ileri surmuşlerdir. Ben, hoşuma giden goruşu naklediyorum.

Allah Bir'dir; fakat bircok ismi vardır ve bunlar Allah'ın sıfatlarıdır. Mesela Allah, Rahim'dir, Rahman'dır, Gaffar'dır, Rezzak'tır, vs. Bunlar Allah'ın sıfatlarıdır. Meşhur Hadis-i Şerifinde, Hz. Peygamber, Allah'ın doksan dokuz guzel ismi olduğunu soyluyor. (Esmaullahi'l-Husna). Kur'an-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerde gecen Allah'ın isimlerinden, insanın, yaratıcısı ile olan alakasını en cok ifade edeni «Melik» sıfatıdır. Cunku bu isim, insan ile Yaratıcısı arasındaki bağlantıyı cok guzel ifade etmektedir.

Kral her şeye muktedirdir. Onun zenginliği vardır. O hakim olan, cezalandırandır. Halbuki, bir kul ve kole olan insanın hicbir şeyi yoktur;
ne kuvveti, ne zenginliği vs. Ve bu cemiyette de boyledir, insan cemiyetinde, Kral en kuvvetli, kole de en kuvvetsiz insandır. Madem ki insan Allah icin «Melik» ismini kabul etmiştir, bunun neticelerini de kabul etmesi lazımdır. Kur'an-ı Kerîm'de goruyoruz ki, «Melik» sıfatı gectiği yerlerde bir kral icin luzumlu olan diğer sıfatlar da gecmektedir. (el-Meliku'l-Kuddus) vs. insan cemiyetinde bir kral varsa, bu Kral, nelere sahiptir?

Her şeyden once, onun tahtı vardır, (Arş). Kur'an-ı Kerîm «Arş» (taht) kelimesini Allah icin kullanıyor «Arş’ın sahibidir» (Buruc suresi, 15). Bundan başka, bir kral, hazinelere sahip olur. Yine Kur'an-ı Kerîm: «Goklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır» buyuruyor. (el-Munafikun suresi, 7). Bundan başka bir Kralın orduları vardır. Kur'an-ı Kerîm diyor ki;

«Goklerin ve yerin orduları Allah'ındır» (Fetih suresi, 4). Kralın sahip olduğu diğer şeyler arasında, araziler vardır. Kur'an'da şoyle buyuruluyor. «Goklerin ve yerin mulku Allah'ındır» (Casiye suresi, 27). Şayet arazi cok buyukse, bu arazinin bir merkezinin olması lazımdır, yani başşehir. Cok hayret vericidir ki, Kur'an-ı Kerim, Mekke icin «Ummul-Kura» tabirini kullanmaktadır. (En'am, 92; Şura, 7). «Umm» anne, «Kura» da şehirler manasındadır. «Şehirlerin annesi», yani başşehir.

İngilizce’de «Metropolis» denmektedir ki, bu «Ummu'l-Kur'a»nın tam tercumesidir. «Metro», anne; «Polis» şehirler demektir. Ummu'l-Kura, uzun zamandan beri Mekke icin kullanılan isimlerden biridir. Yani İslamiyet'ten evvel de Mekke'ye «Ummu'l-Kura» deniyordu. Ve Kur'an-ı Kerîm bu ismi kullanmaktadır. Şahsen ben, Mekke'ye nicin «Ummu'l-Kura» dendiğini ve bu ismin ne zamandan beri kullanıldığını bilmiyorum. Bu hususta teferruatlı bilgi yoktur.

Bir başşehirde, kralın sarayı olması icabeder ki, «Beytullahi'l-Haram» Allah-u Teala'nın evidir.

Şimdi de bir devleti ele alalım. Bir devlette vatandaşlar vardır. Bu vatandaşlar ne yaparlar? Bu tur insan cemiyetlerinde goruyoruz ki vatandaşlar, kendi evlerinden Kral'ın sarayının onune gelip, ona sadakat yemininde bulunurlar. Cok hayret vericidir ki, bu husus aynen, Kabe icin de mevcuttur. Bir Hadis-i Şerifte -ve bunu en az uc sahabe rivayet etmektedir- Hz. Peygamber diyor ki «Haceru'l-Esved, Allah'ın yeryuzundeki sağ elidir». Yani Kabe'deki Haceru'l-Esved, Allah'ın yeryuzundeki sağ elini temsil ediyor. Şu halde, Mekke'ye giden hacılar, ellerini Allah'ın sağ eli uzerine koyarak sadakat yemininde bulunurlar. Hacıların, Haceru'l-Esved'e ellerini koyma hareketinin iki adı vardır: «İstilam» ve «Bey'a». «İstilam»ın kelime manası, «elde etmek» demektir. O halde «antlaşmanın elde edilmesi» Allah, bizim sadakat anlaşmamızı elde ediyor demektir. «Bey'a», bilindiği gibi «Kontrat» demektir. O halde bu, bizim Allahu Teala'ya itaat edeceğimize dair bir kontrat, bir soz vermedir.

Bir kralın, kendi vatandaşlarından birine cok guvenmesi halinde Kralın bu vatandaşa vereceği en şerefli vazife, kendi evinin muhafazasıdır. Filhakika bir evi muhafaza etmek demek, icinde yaşayanları ve bunların mallarını muhafaza etmek demektir.

Sembolik olarak, Allah ve onun sahip olduğu şeyler Kabe'dedir. Ve biz, onları korumakla mukellefiz. Bildiğimiz gibi tavaf yedi defa, yani yedi turdur. Bu, devamlılık ve sonsuzluğu temsil eder. Nicin? Farz edelim ki gozlerimiz kapalı olsun. Bu halde gece ve gunduzu ayırt edemeyiz. Zaman sonsuz olur. Zamanın başlangıcı, sonucu olmaz ve zaman sonsuz gibi olur. Buna rağmen, eski devirlerde, insan zamanı olcmek isteğinde haftanın yedi gununu secmiştir. Bir haftada yedi gun vardır. Sekizinci gun hic bir zaman gelmez ve yedi gun, devamlı olarak birbirini tekrar eder. Şu
halde yedi sayısı, sonsuzluğu temsil eder.

Biz Allah'ın Evini (Kabe'yi) bekci olarak muhafaza etmek istediğimizde, bunu devamlı olarak yapmamız lazımdır, yani edebi olarak. Fakat insanın bunu yapması imkansız olduğu icin, o yedi rakamını sembolik olarak almış ve boylece yedi tur tavafla, bunu ebedi olarak yaptığını ifade etmek istemiştir.

Hz. Peygamber doğduğunda, Hacc vardı. Kabe, Mekkelilere, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den miras kalmıştı. Mekkeliler, atalarının kimileri iyi, kimileri de kotu olmak uzere bazı gelenek ve adetlerini muhafaza etmişler, bazılarını da terk etmişlerdi. Kabe'nin etrafına koydukları putları kotu adetlerine bir ornek olarak verebiliriz. Burada da bir sembolizm vardı. İmam Buharî'ye gore, Kabe'nin etrafında 360 tane put vardı. Neden 360 put? Cunku her ay 30 gun ceker, on iki ayda da bu 360 gun eder. O halde, demek istiyorlar ki; «Biz her gun Tanrımıza ibadet ediyoruz». Cunku bu 360 gun her sene aynı olup, değişmeden devam eder.

Daha başka adetler vardı ki İslam bunları kaldırmak istedi. Mesela; Kabe'nin onunde bazı oklar vardı ve Mekkeliler oraya giderek bu oklarla fal cekerlerdi. Oklar yerleştirilir ve uzerine bazı kelimeler yazılırdı: Birine «evet» diğerine «hayır», bir başkasına «bekle» vs. Ve bir şey yapılmak istendiğinde, bu oklara muracaat edilirdi. «Bu kızı almalı mıyım?», «Seyahate cıkmalı mıyım?» gibi meselelerde kendilerince mukaddes fal okları cekilirdi.

Bunun icin hususi surette bir memur vardı. Bu memur okları bir cantada taşıyordu. Muşteri, falına bakmak istediği zaman, bu memura bir ucret (300 dirhem veya bir deve vs.) verir ve memur da elini cantaya sokarak bir ok cekerdi. Bu oklara «EzlÂm» deniliyordu

Hz. Peygamber'in risaletinden evvel, Hz. Muhammed (s.a.v.) Kabe ibadetini diğer hemşehrileri gibi yapıyordu. Fakat bir kac istisnası vardı. Mesela; Hz. Muhammed (s.a.v.) hic bir zaman putların onunde secde etmiyordu.

Mekkelilerden Hac ibadetini yapmak isteyenler, once Mina'ya, sonra Muzdelife'ye ve daha sonra Arafat'a giderlerdi. Filhakika Mekke'nin doğusunda, Mina, sonra Muzdelife ve daha sonra da Arafat vardır. Bazı Mekkeliler, kendilerini imtiyazlı sayıyorlardı ve bunun icin Muzdelife'de bekleyip, Arafat'a gitmiyorlardı. Hacılar Arafat'tan donduklerinde, bu imtiyazlı Mekkeliler Muzdelife'de Mekke'ye donmek uzere bunlara katılırlardı.

Tarihciler belirtiyorlar ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekkelilerin tenkidlerine rağmen, İslamiyetten evvel dahi Arafat'a kadar gidiyordu. Mekkeliler ona «sen imtiyazlısın» dediklerinde o, «hayır, bu eski tatbikattır, bunu takip etmek lazımdır» diyordu.

İslam’ın ilk donemlerinde Hz. Peygamber on uc sene muddetince Mekke'de kaldı. Bu konuda fazla teferruat olmamasına rağmen, sanıyorum ki Hz. Peygamber, Mina'ya gidiyor ve oraya gelen diğer kabilelere şoyle hitab ediyordu: «Aranızda, beni
memleketine davet edip, beni dinleyecek var mı? Cunku, cok yakın bir zamanda beni dinleyecek olan, Bizans'ın ve İranlıların efendisi olacaktır.» Ensar'ın (yani Medinelilerin) İslam'ı kabulleri boyle olmuştu.

Daha sonra Hz. Peygamber, doğduğu şehir olan Mekke'yi terk eder ve Medine'ye yerleşir. Yedi sene boyunca Medine'de yaşayan Allah Rasulu, Mekke'ye gidip hac yapamaz. Hicri 8. senede Mekke fethedilir. Mekke fethinden sonra Huneyn Savaşı, akabinde Taif kuşatması olur. Zilkade ayının son gunlerinde Mekke'ye donen Hz. Peygamber (s.a.v.) Zilhicce ayında gayr-ı muslimlerle beraber hac yapar. Hicri 9. senede, Hz. Peygamber, Hacc'ı idare etmek icin Hz. Ebu Bekir'i secer; bu senede de Hacc'da hem muslumanlar, hem de gayr-ı muslimler vardır. Bu seneden itibarendir ki, Hz. Peygamber gayr-ı muslimlerin artık Hacc'a gelemeyeceklerini ilan eder. Muteakip sene, yani Hicri 10. yılda bizzat Hz. Peygamber Mekke'ye Hacc'a gider ki bu, meşhur VEDA HACCI'dır.

Hz. Peygamber'in o sene yaptığı şeyler, bizim icin bugun takip edilmesi zaruri olan modellerdir...

...:::Alıntıdır:::...

__________________