İnsan, gucunun yetmediği konulara pek meraklı oluyor. Binlerce yıl boyunca uzerinde yaşadığımız dunyanın ne kadar buyuk olduğunu, sonuna kadar gitsek ne olacağını merak ettik. O zamanlar yapabildiğimiz en hızlı taşıt yelkenli gemiydi. Bu gemilerin getirdiği sınırlamaları sonuna kadar zorlayıp, biraz da cesaret takviyesiyle, insanlık—yukarılara cıkıp fotoğrafını cekmeden—dunyanın yuvarlak olduğunu anlayabildi. O zamanların uzaylıları yeni ayak basılan karalardaki yerli insan ve hayvanlardı. Aynı dunyada yaşıyor olsak bile, her yeni kultur ve kabile farklı araclar ve diller geliştirmişlerdi. MeselÂ, aerodinamik ozelliklerin ve yercekiminin aynı olduğu bir dunyada Asyalılar av icin ok ve yay kullanırken Avustralyalılar bumerang adı verilen bir arac icad etmişlerdi. Dunyanın değişik yerlerinde yaşanılan hayatın tarzındaki bunun gibi pek cok farklılık bize gosterdi ki, insan aklı ve hayali icin sınır yoktur.

İşte bu sınırsız hayallerimiz her cağda başka meraklar uyandırmakta bizde. Şimdilerde bilim dunyasının hayalleri, Dunya dışı akıllı hayat arayışında odaklamış durumda. Bir gun birileri cıkıp da başka bir gezegendeki canlılarla iletişim kurduğunu soylerse, gercekten bu haber dunyanın bugune kadar karşılaştığı en onemli haberlerden biri olacaktır.

Dunyadaki insanlar bu konuda ikiye ayrılmış durumda. Kimisi Dunya dışı akıllı yaratıklar olsa bile uzaklıklar yuzunden bunlarla iletişim kurulamayacağını soylerken, kimisi de bunun mumkun olacağını soyluyorlar. Hatta bu tip canlıların dunyayı surekli ziyaret ettiği gibi bir tartışma konusu bile var. UFO meselesi yıllardır insanların aklını kurcalar durur. Bunun ne kadar mumkun olduğunu gormek icin bizi muhtemel uzaylılarla ayıran duvarları gorelim ve verileri ortaya dokup birlikte inceleyelim.

Bu konu, yani UFO ve Dunya dışı akıllı hayat konusu oldukca geniştir; ama sınırlayıcı faktorleri bakımından incelenmesi gerekir. Mesele sosyal ve fiziksel şekilde incelendiğinde hemen herkesin anlayacağı boyuta indirgenebilir. İşin başında UFO kelimesinin sanıldığının aksine uzay gemisi değil, “Tanımlanamayan Ucan Cisim” anlamına geldiğini soyleyelim. Zira bu kelime İngilizce’de (Unidentified Flying Object) cumlesinin baş harflerinden turetilmiştir. Yani bu tanıma ucuş halindeki, belki cok kısa bir sure gozuktuğu ve belki de uzaktan gorulduğu icin ne olduğu anlaşılamayan herşey girer. Kucuk bir cocuğun elinden kacırdığı bir balon bile, eğer goren kişiler uzaktan ne olduğunu anlamazlarsa, UFO sınıfına girer; cunku uctuğu halde gorenler ne olduğunu tesbit edememişlerdir.

İddia konusu ziyaretlerin fiziksel boyutlarına bakacak olursak, karşımıza bir kısım aşılması zor engeller cıkar. Normal şartlarda bizi ziyaret edebilecek uzaylı dostlarımızın kendi galaksimiz icinden olduklarını ve bize nisbeten yakın konumda bulunduklarını duşunmek zorundayız. Kendi Guneş sistemimizde Dunya haricinde icinde akıllı hayat barındıran başka bir gezegen bulunmadığına gore, en yakın yıldızlardan işe başlamak makul olacaktır.

Şu ana kadar Guneş haricinde bir yıldız etrafında dolanan başka bir gezegeni bile gorsel olarak tesbit edebilmiş değiliz. Bazı cekim etkilerinin yıldızda yaptığı ufak titreşimler neticesinde sadece etrafında gezegen olduğundan şuphelenebiliyoruz, o kadar. Teleskop ya da başka bir aracla başka bir yıldızın etrafındaki bir gezegeni gormemiz şu anda mumkun değildir, cunku bu aynen şimdi vereceğim ornek gibidir:

Cok uzaklardaki bir arabanın farları bize dondurulduğunde parlak far ışığını gorebilmemize rağmen farın yanında gezinen bir ateşboceğini goremeyiz. Hem ateşboceğinin ışığı uzaklara ulaşacak kadar guclu değildir, hem de arabanın farları onu kaybedecek kadar parlaktır. Bir gezegenin yansıttığı ışık, cevresinde bulunduğu yıldızın yanında, ornekteki farın yanındaki ateşboceğinden bile duşuktur. Yani, değil başka bir yıldızın cevresindeki bir gezegenin hayata musait olup olmadığını, orada bir gezegen olduğunu bile tesbit etmek şu anda imkÂnsızdır. Sozkonusu uzaylıların bunu aşacak bir teknolojileri olduğunu varsayarsak, gordukleri bir gezegendekileri ziyaret icin başka verilere sahip olmaları lazımdır—mesel orada akıllı hayat olup olmadığı gibi. Bunu tesbit etmeleri icin bizim burada olduğumuzu belirleyebilecekleri tek veri, yaptığımız televizyon ve radyo benzeri yayınlardır. Radyonun icad edilmesi henuz cok yenidir. Dunya uzerindeki ilk radyo yayınları şu anda en fazla 80 ışıkyıllık bir mesafeye ulaşmıştır. Yani, daha uzaktaki kimse bizim burada olduğumuzun farkında olamaz.

Bizim burada olduğumuzu uzaya kacan radyo sinyallerinden anlamaktan başka bir yol olmadığı konusunda tum bilim dunyası hemfikirdir. Bu durumda muhtemel ziyaretcilerimizi 80 ışıkyılından daha uzak mesafeden bekleyemeyiz. Hatta bu mesafe bile onların ilk radyo sinyallerini alıp o anda yola cıkıp 1 saniyede buraya gelmeleri ve bugunlerde dunyaya varmaları halinde gecerlidir. Sahip oldukları duşunulen gemilerin ışık hızında hareket ettiği kabul edilse bile, buraya gelmeleri 80 yıl civarında sureceğinden, asıl mesafeyi 40 ışık yılına cekmek durumundayız. (Ziyaretcilerin 40 ışıkyılı mesafede olduğunu, 40. yılda bizi duyup 40 yıl da seyahat ettiklerini kabul etmemiz gerekiyor!) Ayrıca ilk ve en yoğun UFO gozlemlerinin 1950’li yıllarda olduğu duşunulurse, bu yıllarda ilk radyo sinyallerinin henuz 30 yıllık olması sebebi ile, mesafe daha da azalacaktır. Boylece radyo dalgalarının henuz 30 yıllık mesafeye ulaştığı bu yıllarda 40 da değil 15 ışıkyılı mesafe icindeki yıldızların bir incelemesini yapmak uzaylı ziyaretcilerimiz ile ilgili iddiaları araştırmak icin yeterli olacaktır.

Daha eski zamanlardaki mesel eski Mısır, Kambocya-Anchor ve Meksika medeniyetlerindeki muhteşem eserlerin ve gokyuzu hesaplarının uzaylılar tarafından oğretildiği veya yapıldığı iddiaları ise, o zamanlar dışarıya herhangi bir yayın yapılmamış olması nedeniyle imkÂnsızdır. Cunku o zamanlar oğretmeye gelen bu uzaylıları buraya cekecek hicbir işaret yoktu.

15 ışıkyılı mesafedeki duruma donecek olursak, dunyanın 15 ışıkyılı yarıcapındaki kuresel uzaklıklarında yaklaşık 50 yıldız bulunur. Bunların en yakını olan Proxima Centauri yaklaşık 4,3 ışıkyılı mesafededir. Dunyada şu anki en hızlı yolcu ucağı olan Concorde bu mesafeyi 2.454.337 (iki milyon dortyuzellidort bin ucyuzotuzyedi) yılda alabilir. Uzay mekiği ise buraya ulaşmak icin en az 175.000 (yuzyetmişbeş bin) yıl son hızla seyahat etmek zorundadır. Uzaylıların cok hızlı (ışık hızı civarında) gemileri olduğunu varsayarak bu zorluğu bertaraf edelim ve konunun diğer yonlerine bakalım. Bahsedilen 15 ışıkyılı mesafedeki 50 kadar yıldızın hayat barındıran gezegen sistemlerine sahip olma ihtimallerini azaltan pek cok engel vardır. Herhangi bir yıldızın hayata musait bir ortam sağlayabilmesi icin belli bazı ozelliklerinin olması gerekir. Bunu gormek icin yıldız sınıflandırma sistemine goz atmakta fayda var.

Yıldızlar kendi iclerinde 7 sınıfta incelenir. Her yıldız buyukluk ve parlaklığına gore buyukten kucuğe (O,B,A,F,G,K,M) sınıflarından birine girer. Orneğin Guneş G sınıfından bir yıldızdır. Yani, ortalamanın altında sarı-beyaz kucuk bir yıldız. Ayrıca her sınıf kendi icinde 10 alt gruba ve 8 parlaklık grubuna ayrılır. MeselÂ, yine Guneşi ele alacak olursak, onun G2V şeklinde sınıflandırıldığını, yani G sınıfından bir sarı cuce olduğunu anlarız.

Cok buyuk yıldızlar (ozellikle O, B, A ve buyuk olcude F sınıfı) yakıtlarını cok hızlı tuketip bitirerek oldukleri icin cok az bulunurlar ve kısa omurleri ve kararsız yapılarıyla hayatı beslemeye uygun değillerdir. En kucuk ve sonuk yıldızlar (M sınıfı ve K sınıfının kucukleri) ise yine hayat ve gezegen sistemi barındırmak adına yetersiz kalırlar. Bu durumda yakınımızda bulunan G ve bir olcude K sınıfı yıldızlara bakmamız gerekir. 15 ışıkyılı ve daha yakın mesafede bu gruba giren 3 adet yıldız bulunmaktadır. Bunlar 4,3 ışıkyılı mesafedeki Centauri sistemindeki iki yıldız ve 10 ışıkyılı uzaktaki Epsilon Eridani adlı yıldızlardır. Alpha Centauri sistemindeki iki yıldız bir ucuncu ile birlikte birbirinin etrafında dolanan ve sistemleri paylaşan uclu bir yıldız sistemi oluşturduklarından, kutlecekim dengesizlikleri sebebiyle, onların bizimki gibi kararlı bir gezegen sistemine sahip olamayacakları hesaplanmıştır. Bu yuzden Guneşin hemen hemen aynısı olan Alpha Centauri A adlı yıldızı ve komşusunu elemek durumunda kalıyoruz. Geriye bir tek Epsilon Eridani kalıyor. Bu yıldız ise 500 milyon yıl civarındaki yaşı ile oldukca genc bir yıldızdır ve etrafında oturmuş bir gezegen sistemi oluşabilmesi icin henuz cok zamana ihtiyac vardır.

Gorulduğu gibi, teknolojik imkÂnları en sonuna kadar elde etmiş olsalar bile yakın bolgemizde—en azından bizden haberdar olunabilecek kadar yakın bolgemizde—hayat barındırabilecek gezegen sistemleri bulunmamaktadır. Daha uzaklara bakmanın da fazla bir mÂnÂsı yoktur, cunku kÂinatta denizlerdeki kum tanelerinden fazla yıldız ve gezegenin icinde, bizim burada olduğumuzu bilmeden gelip tesadufen bulacak canlılara inanmak oldukca zor.

Şimdi, uzaylıların var olduğunu kabul ederek, dunyamızı ziyaret etmiş ya da etmemiş olmaları konusunu sosyal yonden ele alalım ve bunun, bizi ayıran ışıkyılı duvarları da dahil, butun fiziksel engellere rağmen gercekten olduğunu varsayalım. İlk UFO’ların gorulmesinin ustunden neredeyse 50 yıl gecmiştir. Bu tur binlerce gozlemin en azından birinin gercek uzaylı ziyareti olduğunu duşunduğumuzde aklımıza bir soru geliyor. Bu uzaylılara ait uzay gemisi ve benzeri teknoloji bizde olsa ve biz onlarca ışık yılı mesafeyi katedip onların gezegenlerine gitsek, elimizdeki bu harikulade techizat ve yuksek ilmimizle o canlılarla resmî iletişim kurar mıydık, kurmaz mıydık? En azından, “Biz geldik, şurada yaşıyoruz” demez miydik? Ben bu soruya “Yok, biz bu mesafeleri gidip de bir şehrin semalarında birkac saniye gozukup sonra geri donerdik” diyecek bir kişi olacağını zannetmiyorum. Uzaylı ziyaretini ciddiye alan kişilerin başka gezegenleri ziyaret icin uzay gemisi yapıp yola cıkan uzaylıların buralara kadar gelip de bir merhaba demeden geri donmelerine inanmaları cok ilginctir.

Bu konuda bizi korkutmak istemedikleri ya da biraz daha gelişmemizi bekledikleri gibi iddiaları da ben şahsen biraz şaşırtıcı buluyorum. Uzaylı ziyareti iddiasına, tum imkÂnsız gorunumune rağmen, genelde yapıldığı şekilde materyalist felsefe ve tesadufculuğe malzeme yapılmadığı surece, bir fikir, bir duşunce gozuyle bakıp saygı duyuyorum. Bana sorarsanız, aradığımız şey bizden farklı hayat şekilleri ve farklı canlılar ise eğer, onu cok uzaklarda değil, gecemediğimiz boyutlarda, belki kendi kalbimizden daha yakında aramalıyız. Bizi şaşırtan inanılması guc gorunen goruntuler ve hikÂyeler ile ilgili acıklamalar, kÂinatın tum sırlarının yazılı olduğu Kitabımızda var. Butun bunlar ile ilgili gercekleri veya başka akıllı canlıları mı arıyoruz; işte size adres:

Cin Sûresi, Âyet-8-9:
(Cinler, dediler ki): “Biz goğe dokunduk, onu kuvvetli bekciler ve alevlerle dolu bulduk. Doğrusu biz goğun bazı mevkilerinde dinlemek icin otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendisini gozetleyen parlak bir alev buluyor.”
__________________