Hatıra koleksiyoncusu



MİT mensubu dayısı ile İlhan Selcuk’un Nurculuktan uzaklaştırmaya calıştığı, Cemil Meric’in bir sozuyle şoke ettiği araştırmacı-yazar Necmeddin Şahiner, Bediuzzaman’ın el yazması risalelerini koy koy dolaşıp toplamış.
Aksiyon, 'Son Şahitler' adlı kitabıyla tanınan Necmeddin Şahiner'le goruştu...


--------------------------------------------------------------------------------

‘Tabii cok genciz o zamanlar. Yakışıklıyız. 1963 senesinin bahar ayları. Babam marangoz olduğu icin, şahane bir cep aynası yaptırmışım. Bir sabah saat 6’da babamın dukkÂnından alıp goturduler beni Emniyet’e. Devamlı su dokup, vurup vurup suda yuruttuler. 8 saat boyunca falakaya yatırdılar. Kafam, ayaklarım, vurmadık yer koymadılar. Her tarafım mosmor oldu. O sopalardan dolayı cebimdeki ayna tuz-buz olmuştu. Bunları anlattım hÂkime. O paramparca olmuş aynayı da goturup masasına koyunca hÂkimin gozleri doldu, ağlayacaktı. ‘Gel evladım’ dedi. Ben cıktım hÂkimin masasının yanına. ‘Şimdi seni annene gondereceğim. Ama buradan cıkınca oyle arkadaşlarına gitmek yok. Doğru annenin yanına gideceksin’ dedi. Ben ‘Peki’ dedim.”

Araştırmacı-yazar Necmeddin Şahiner’i bu surece taşıyan olay, onun 1961’de Said Nursi ve Risale-i Nur’ları tanımasıyla gercekleşir.

8 Ekim 1943’te Gaziantep’te doğan Şahiner’in, Antep’te tahsilini yaptığı Cumhuriyet İlkokulu’nun ikinci sınıfından itibaren muthiş bir gazete okuma merakı vardır. Ozellikle 1958’lerden itibaren cebinde ne kadar parası varsa hepsiyle gazete alır. O yıllarda her gun Said Nursi ve Nurculuk uzerine yayınlar sıklaşmıştır. 500 sene onceki Fatih Sultan Mehmet devrinin kıyafetiyle gazetelerde yer alan Said Nursi’nin fotoğrafları da Şahiner’in dikkatini ceker.

1960 İhtilali’nden sonra da Nurcular ve Said Nursi konusu gazetelerin sayfalarından duşmez. Bediuzzaman, bu sefer kabri ile ilgili tartışmalarla gelmektedir gundeme. Şahiner de bu yazıları aksatmadan biriktirir: “Nurculuk, Turkiyemizin en buyuk hadisesidir. 50 yıl boyunca Turkiye’de mahkeme, polis baskını, karakol, dayak, surgun, hapis, say sayabildiğin kadar... Bilhassa 1935-1985 arasında hava raporu gibi, haftanın 4-5 gunu ‘Nurculuk, Said Nursi, ayin yaparken...’ yazıları cıktı. O yıllar arasında en cok aleyhte yazan gazete Cumhuriyet. Fakat 1983’te Cumhuriyet gazetesi 350 bin liraya Risale-i Nur’un reklamını yaptı. Bediuzzaman Said Nursi buyuk bir İslam Âlimidir. Risale-i Nur Kur’an tefsiridir diye. Bundan sonra sosyeteden yuzlercesi Risale-i Nur almak istedi, bu kitapları yasak zannediyorduk. Şimdi Cumhuriyet gazetesinde reklÂmı cıkıyor diye.”

UCURUMUN EŞİĞİNDEN DONDUM

Boylesine bir haber bombardımanı icerisinde Necmeddin Şahiner, Said Nursi’nin kim olduğunu merak ederek 1961’de ortaokul arkadaşı Nazım Gokcek’in evine gider. Bediuzzaman’ın hayatını anlatan bir kitap ister ondan. İlk baskı Tarihce-i Hayat’taki Ustad’ın resimleri ile başlayan şaşkınlığı ve hayreti merhum Ali Ulvi Kurucu’nun şiirsel onsozu ile onu kalbinden yakalar. Hayatının donum noktası olur bu safha: “Cunku 15-16 yaşlarında muthiş bir heyecan, heva, heves... Allah muhafaza icki, zina, kumar cok dehşetli buyuk gunahlar. Bunların eşiğinden dondum. Risale-i Nur’u okumakla, hamdolsun bu fenalıklara bulaşmadık. Tam o yaşta bunlara başlamak uzere idim.”

Bu donemde biraz futbol oynayan ve sarı kırmızı renklere alaka duyan Şahiner, 1960’ta ‘damarlarımı kesseniz sarı kırmızı renk fışkırır’ dahi demektedir. O yıllarda onun bildiği uc takım vardır, renkleri sarı kırmızı olan: “Antep’te Şehrekustu, İzmir’de Goztepe, İstanbul’da Galatasaray. Cok merak ediyorum sporu. Sarı kırmızı renkleri cok seviyorum. İşte Risale-i Nur sarı-kırmızı. Ben Risale-i Nur arıyormuşum, oyle bir cıkmaz sokağa girmişim. Futboldan soğuyan Şahiner, bir sure de okulda koşu yapar. Birinci gelir ancak bugunkunden cok daha kısa şortla koşması istendiğinden onu da bırakır.

TURUN PAŞA: SUC ALETİ TAKKE VE TESBİH

Risalelerle tanıştıktan sonra Antep Lisesi’nden 21 arkadaşı ile Yenicami’de toplanıp kendi aralarında risale okuma programları yaparlar. Bu derslerden birinde polis tarafından baskına uğrarlar! Yaptıkları, sadece risale okumaktır. Necmeddin Şahiner, buna benzer bir olayı, 1971’de, Ankara’da tanışıp elini optuğunu soylediği, 12 Mart doneminin onemli paşalarından Faik Turun’den dinlemiştir: “1971 yılında İstanbul Sıkıyonetim Komutanı Faik Turun Paşa’nın Ankara’da, Kavaklıdere’deki evinde zorla elini optum. O anlatmıştı. ‘Selimiye’de’ diyor ‘bir gun 15-25 yaşlarında delikanlıları getirdiler. ‘Bunları nereden getirdiniz?’ diye sormuş. ‘İşte, ayin yaparken alıp getirdik’ demişler. Paşa bu sefer ısrarla ayin kelimesini sormuş. Bunlar da ‘ayin’ demiş başka bir şey diyememişler. Bu defa paşanın tepesi atmış. ‘Peki suc aletleri nerede?’ demiş. Onlar da suc aleti olarak poşetlerin icinde tespih ve takke getirmişler. İşte 50 yıldır ‘Nurcular ayin yaparken yakalandı’ turunden yayınlar yapıldı. Halbuki, okumasını bilen birisi risaleleri, yani Kur’an’ın bir tefsirini, yorumunu okuyor, 5-10 kişi de dinliyor. O kadar. Turkiye’yi 50 yıl bununla uğraştırdılar.”

Necmeddin Şahiner, 21 arkadaşıyla basıldıktan sonra, Antep Lisesi’nden “Bu cok tehlikeli bir gericidir. Nurcudur. Arkadaşlarını camiye goturuyor, Risale-i Nur okutuyor onlara. Antep ve civarında okuyamaz” diye bir tardname ile belki bin yıldan yana ailesinin yaşadığı Antep’ten, bizzat valilik kararı ile uzaklaştırılır: “Babam ‘Her talebenin takdirnamesi olur. Sen de tardname aldın oğlum’ dedi. Ben de ‘Baba ben bir pislik yapmadım. Namaz kılıyorum. Bir de Risale-i Nur gibi ‘Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi onunla başlarız’ diyen Kur’an-ı Kerim’in yorumunu okuyoruz’ dedim. O da oğlum sen namazını kıl, orucunu tut, Kur’an oku. Başka bir şeye karışma’ dedi. Cok kızdı babam. Kucukken beni hafızlığa gonderdi. Sonra, doktor, eczacı, muhendis olayım da istedi. Ben tabii edebiyatı, muziği, yazı yazmayı cok seviyordum.”

Edebiyat, kompozisyon ve muzik derslerinde başarılı olan Şahiner, Lise 1’de bu derslerden sınıfta bırakılır. Tum bu yaşadıklarından sonra, o sıralarda Paris’te, NATO’da gorevli dayısı Kurmay Albay Mehmet Ali Tokatlı’ya bir mektup yazar. Albay Tokatlı, Japonya, ABD, Fransa ve İngiltere gibi ulkelerde gorev almış ve MİT adına calışmış birisidir: “Dayım beni cok sever, o kadar yeğeni icinde beni yanında dolaştırırdı Antep’e geldiğinde. Benim kitap, gazete merakımı da bildiği icin ‘Necmi ben seni Antep’te bırakamam, yanıma almam lazım’ derdi. Bu hadiseler olunca Paris’e mektup yazdım. Ben bir Allah diyorum bir de dayım... Cunku eğer bir yerde dayın varsa işin iş...”

İLHAN SELCUK ŞAHİNER’LE İLGİLENİYOR

Dayısının cağrısı uzerine Necmeddin Şahiner, hemen Fındıklı Toros Ekspresi’ne atlar, İstanbul’un yolunu tutar: “İstanbul Milli Eğitim Muduru Halis Bey ve İlhan Selcuk Volkswagen arabası ile dayımın Kadıkoy Muhurdar’da, Dr. Şakir Paşa Sokak Nur Apartmanı’na geliyor. Antep’ten Nurculuktan kovuluyoruz, İstanbul’da Nur Apartmanı’nda kalıyoruz. Dayım İlhan Selcuk’un cok yakın arkadaşı. Mesele biziz. Dayım ‘Bana yardım edin. Bu Necmi’yi Nurculuktan kurtaralım’ diyor.”

Necmeddin Şahiner burada Pendik Lisesi’ne kayıt yapılır: “Pendik Lisesi’nde İlhan Selcuk’un ablası veya baldızı benim velim oldu. Antep Lisesi’nden Nurcudur diye kovuldum ama İstanbul’da işlerim yolunda gidiyordu. Kurmay Albay Mehmet Ali Tokatlı deyince Necip Fazıl Kısakurek rahmetliden tut Cetin Altan, İlhan Selcuk hepsi ‘emret albayım’ diyor. Allah’ın boyle acayip işleri oluyor dunyada.”

Necmeddin Şahiner, annesi Hacı Beşire Hanım tarafından aslen Tokatlı bir aileye mensuptur. Soyadları da buradan gelmektedir zaten. 129 Osmanlı şeyhulislamının altısının cıktığı Tokat’tan 500-600 sene kadar evvel gelip Antep’e yerleşmiş Abdulkadir isimli bir kadıefendinin soyundan gelen Tokatlı ailesinin Antep’te beş-altı tane de koyleri vardır.

DAYISI MEHMET ALİ TOKATLI

Şahiner’in baba tarafı aslen Orta Asyalı ve Oğuzların Afşar obasının Torunoğulları kolundandır. Dedelerinden biri, birkac kuşak oncesinde Bedesten Şeyhi olarak bilinen Mehmet Efendi, Necmeddin Şahiner’in dedesinin dedesidir. Mehmet Efendi’nin oğlu Molla Mustafa, onun da oğlu yine Bedesten Şeyhi olan Osman Efendi’dir. Bunun oğlu ise Necmeddin Şahiner’in de babası olan ve marangozluk yapmış Mehmet Usta’dır. Ona da babası ve dedelerinin unvanından dolayı Şeyh Mehmet Usta, yani marangozların şeyhi derlermiş arkadaşları.

Kimlikteki ismi sadece Necmi olan Şahiner, işte bu Mehmet Usta ile Beşire Hanım’ın ucu kız, altı cocuğundan biri olarak dunyaya geldiğinde yıl 1943’tur. Necmeddin ismini ise daha sonra Said Nursi’nin talebelerinden Zubeyir Gunduzalp verecektir kendisine.

Dayısı Mehmet Ali Tokatlı ve İlhan Selcuk’un, onu Risale-i Nur’lardan uzaklaştırma cabaları boşa cıkınca Necmeddin Şahiner bildiği yolda devam eder.

Antep’te iken, dayısına yazdığı mektupların yanında Zubeyir Gunduzalp ile Erzurum’da yaşayan ve Hareket ile İttihat gazetelerini cıkaran Mustafa Polat’a da yaşadıkları ile ilgili mektuplar ulaştırır: “Zubeyir Ağabey, gazetede yayımlandığı icin o yazılardan dolayı oyle bir bağrına bastı ki beni. Gittiğim zaman zaten masasında, gazetelerde cıkmış, coğaltılmış mektuplarım vardı. Bir anda Zubeyir abi benim huyumu, mizacımı sanki A’dan Z’ye babam gibi biliyordu.”

Zubeyir Gunduzalp, hemen, Şahiner’in onune, icinde belgeler olan dosyalar koyar. Ondan bunları tanzim etmesini ister. Şahiner de zaten meraklı olduğu icin bu işi seve seve yapar. Ve izin isteyerek o dosyalardan birini kendisine ayırır: “Zubeyir Ağabey bana ‘Kardeş bu dosyanın uzerine ‘bu dosya Ceylan Calışkan’a aittir’ diye yaz’ dedi. Dosya polisin eline gecerse Ceylan Calışkan’ı arayacak emniyet. Ceylan Calışkan nerede? Emirdağ kabristanlığında. Zubeyir Ağabey’deki tedbir. Fakat Kur’an, iman nurumuzu cok kotu bir -haşa- silah kacakcılığı gibi o şekle sokturdular mecburen.”

Şahiner, Gunduzalp’in yanından ayrıldıktan sonra Antep’e doner. Okullar acılacağı zaman İstanbul’daki Vefa Lisesi’ne başlar. Cunku o, Antep Lisesi’nden uzaklaştırıldıktan sonra geldiği Pendik Lisesi’nden mezun olmamıştır. Once hizmetlerine devam etmek icin Adıyaman Lisesi’nde, ardından Urfa’da ve nihayet İstanbul Vefa Lisesi’nde eğitim gorur. Ve buradan mezun olur ancak. Ardından hemen universiteye adımını atar. 1967’de İstanbul Universitesi Turk Dili ve Edebiyatı Bolumu’ne girer. Zubeyir Gunduzalp, o zaman da cebindeki harclıktan kahvaltısına kadar her şeyiyle alakadar olur.

Gorur gormez İstanbul’a Âşık olduğundan, universiteyi de burada okumayı tercih eden Şahiner, Barla’ya da oyle vurulmuştur: “Barla da İstanbul’a benzer. Gol, cam dağları, cennet gibi. Ustad’ı guya zulum icin oraya gondermişler ama tam yazı yazacağı yermiş orası. Halıcılık demek Isparta demek. Dolayısıyla muhendislik işidir. Ve Ispartalılar da Urfalılar gibi kuvvetli yazı yazıyor. Ustad’ın da yazıcılara ihtiyacı var. Risale-i Nur’un dort ana kitabından ucunu, Sozler, Lemalar, Mektubat’ı Ustad Barla’da yazıyor.”

Universiteye adımını attığı donem, oğrenci eylemleri acısından şanssız bir donemdir. Fakat o, yolunu tayin ettiği icin bu hadiselerin icinde yer almaz ama gozlerinin onunde vurulan oğrencileri de asla unutamaz: “Turk Dili ve Edebiyatı’nın karşısında felsefe, sosyoloji bolumu var. İşte genc arkadaşlardan birini kafasından kurşunladılar. Kafasından musluktan fışkırır gibi kan aktı.”

GUNDUZ HAYALİNDE GECE RUYASINDA

Necmeddin Şahiner, ozellikle bolum hocalarının, o donemde, Turk dili ve edebiyatının zirvedeki şahsiyetleri olduğunu ifade etmektedir bugun. Bediuzzaman’ın talebelerinden Mukuslu Hamza Efendi’nin eniştesi olan Ali Nihat Tarlan, yine Faruk Kadri Timurtaş, sonra Mehmet Kaplan: “Bunlarla Ustad mevzuunu cok konuşurduk. Mehmet Kaplan cok muspet şeyler anlattı. 1985’te, daha sonra kitap halinde yayımlanacak ‘Nurculuk Nedir?’ anketini yaparken ben ısrarla ‘Hocam bu soylediğiniz, ‘Bediuzzaman Said Nursi Buyuk İslam Âlimidir. Risale-i Nur Kur’an-ı Kerim tefsiridir.’ bunları yazın, altına da Prof. Dr. Mehmet Kaplan diye imzalayın bana verin’ dedim. O da ‘Ahh’ dedi ‘sen yok musun? Benim başımı derde sokacaksın.’ Ben de ‘12 Eylul 1980 darbesinin uzerinden beş yıl gecti, bir şey olmaz’ dedim. Bunun uzerine o da ‘Kenan Evren’in danışma kurulu uyesiyim’ dedi. Karşımıza makam, mevki cıktı ve butun ısrarıma rağmen o iki satır yazıyı bana vermedi. Uc gun sonra gazetelerde okuduk Mehmet Kaplan rahmetli oldu diye.”

Said Nursi ile risalelere dair bilgi, belge, eline ne gecerse toplamaya merakı olan Şahiner, daha sonra kapsamlı bir calışmaya donuşecek Son Şahitler’le ilgili ilk adımı, Bediuzzaman’ın talebesi Yuzbaşı Refet Barutcu’nun hatıralarını dinleyerek atar. Yuzbaşı Refet Bey, Vefa Lisesi oğrencisi Şahiner’in de aralarında bulunduğu kişilere, Beşiktaş’taki Vişnezade Camii yanında bir dersaneye gelip Bediuzzaman’ı anlatmaktadır o yıllarda. 1964’te bu alanda başladığı calışmalarına, aradan 40 yıl gecmesine rağmen hÂl doyuma ulaşamamış bir vaziyette devam eden Necmeddin Şahiner, Son Şahitler icin Turkiye’yi dağ dağ, koy koy, doğudan batıya dolaşır, hem de imkansızlıklara rağmen.

Son Şahitler nevinden tespit ettiği isimlere ulaşabilmek maksadıyla kendine has yontemler uygular: “Yani Milli İstihbarat, polis filan halt etmiş. Gunduz hayalime gece ruyalarıma giriyor. Boyle Ustad omuzlarımın uzerinde. Acayip oluyor. Heyecanla ter icinde kalıyorum. Antep’te ruyaya diş derler. ‘Sevdiği iş gece dişine girmesi lazım’ diye. Bu nur hizmeti de boyle. Samimiyet, muhabbet, sevgi olması lazım. Yoksa para ile makamla yapılamaz bu işler.”

Aradığı ismi bulduktan sonra gerisi kolaydır onun icin. Telefon veya mektupla ilgili zata ulaşmaya calışır. Bir seferinde, İstanbul Fatih’teki telefon kayıtlarını inceler ve aradığı isimde tam 73 kişi olduğunu tespit eder. Bıkmadan, usanmadan hedefine ulaşmaktır amacı. Listedeki ilk numarayı cevirir. Ve daha fazla uğraşmasına gerek kalmadan, aradığını bulmuştur. Necmeddin Şahiner’de bu neviden yaşanmış cok hatıra vardır: “Mesela Pendik’te, Emirdağ Carşı Camii İmamı Hafız Nuri Guven Efendi’yi arıyorum, sokaklarda, carşılarda. Bir otelin onunde bir ihtiyar oturuyor. Gittim sordum ‘Boyle boyle bir zatı arıyorum. Siz acaba boyle bir zatı tanır mısınız?’ dedim. Adam ‘O benim’ dedi.”

İşte bir başkası daha: “Denizli’de Hasan Feyzi Ağabey’in oğlu Fikret Yuregil’i arıyorum. Dediler bir ayakkabı tamircisi o. Tamirhanesini buldum. Yanımda Denizlili bir genc var. Bana yardım ediyor. Ayakkabı tamirhanesine bir levha asmış. ‘Dukkanda yoksam ya camide, ya parkta, ya da kahvehanedeyim’ diye. O levhayı gorunce bu uc yere doğru daracık sokaklardan yurumeye başladık; ama ikimiz de adamı tanımadığımız icin gorsek de anlamayacağız. Tam o esnada 70 yaşlarında birisi, dar sokakta, sol koluma surtunerek gecti. Bir anda kolumda bir cereyan oldu sanki. Ve ben gayriihtiyari, adama doğru donerek ‘Fikret Ağabey’ dedim. Adam dondu, kucaklaştık. Allah’ın inayeti. Allah’a şukur. Yani meseleniz Kur’an, İslamiyet’in nuru olduğu icin hep Allah, melekler yardım ediyor insana. Ustad’ın himmeti oluyor.”

KURTALAN DAĞLARINDA BELGE PEŞİNDE

Şahiner’in, ulaşmak icin uzerinde cok uzun yıllar uğraştığı kişiler de olur: “Albay Hulusi (Yahyagil) Bey, nasıl sualleri ile Mektubat’ı yazdırmışsa Ustad’a, Yuzbaşı Refet Ağabey de oyle. Refet Ağabey de Ustad’a yonelttiği soruları ile meşhur. Ustad onun icin ‘Meraklı kardeşim, sual sormakta calışkan, yazı yazmakta tembel Refet Bey’ diyor. Refet Ağabey Ustad’a, bir mektupta ‘sana ilk defa Bediuzzaman kim dedi?’ diye soruyor. Ustad ‘Siirtli ustadlarımdan Molla Fethullah ders esnasında beni Bediuzzaman-ı Hemedani’ye benzetti’ diyor. ‘Sen de Bediuzzaman gibisin. Her meseleye cevap veriyorsun’ meal ve manasında Ustad’ın Refet Ağabey’e bir mektubu var. Yıllar evvel o mektubu Altunizade’de iken Fethullah Gulen Hocaefendi’ye verdim. Şimdi belki 15 yıl bu Siirtli Molla Fethullah’ı aradım. Kac defa Batman’a, Siirt’e gittim, o Doğu’daki dehşetli gunlerde. Maalesef ben orada yapılana kardeş harbi diyorum. Sene 1990’lar. O yıllar cok dehşetli idi. Hayatımda oyle silahlar gormemiştim. Batman’da halen hayatta, Mirza Ağabey’in arabası ile Kurtalan’ın dağda bir koyune gidiyoruz, Molla Fethullah’ı sormak icin.”

-Tehlike oldu mu sizin icin?

“Onumuzden gectiler. Beni goturen kardeş ve ağabeyler limon gibi oldu. Benim hic aldırdığım yok. ‘Cahil cesur olur’ derler ya. Hatta Mirza Ağabey’e takılırım ‘Ya o gun ne haldi?’ diye. O da yemin eder ki bana ‘Rengimiz limon gibi olduysa sırf senin icin.’ Ben de ‘Allah bizimle beraberdir. Biz Kurtalan’a, o dağlara niye gelmişiz, Allah biliyor’ derim. Hamdolsun, yani 40 yıldır durumumuz boyle.”

Necmeddin Şahiner, Molla Fethullah’ın akrabalarından olan şeyhi bulur. Şeyhin cocukları jandarmaya haber vermek ister, fakat şeyh engeller. Ve bilgi de alamadan koyden ayrılırlar.

Bir başka hadisede de, 1980’den once, komunist olmuş bir imamda Bediuzzaman’ın, 12 yaşında iken notlarını tuttuğu ders defteri olduğu haberini alır Şahiner. Said Nursi, o yaşta, notlarından anlaşıldığına gore, omru sanki hep oyle gececekmiş gibi gurbetten, ayrılıklardan bahsetmektedir hep. 1977 başında, karlı bir gunde İstanbul’dan yola cıkan Şahiner, 30-40 saatlik otobus yolculuğundan sonra Bitlis’e varır: “Adamın evinde, duvarda asılı Ustad’ın kalpaklı, gelirken pasaportu icin cektirdiği resmi var. Adam bize muthiş bir ziyafet cekti. Ve istediğim defteri de verdi. Dondum İstanbul’a. Aradan birkac ay gecti, baktım komunistlerin Muslumanlara, milliyetcilere hakaret kelimeleri ile yazılmış, ağza alınmayacak kufurlerle bezenmiş bir mektup... ‘Sen geldin benim evime de defterimi goturdun de filan’ diye. Defteri istiyor. O zaman daha fotokopi yoktu Turkiye’de. Ben de defterin sayfa sayfa fotoğrafını cektirdim ve postayla gonderdim. 5-10 sene evvel yine oralara gittiğimde sordum. 12 Eylul 1980 arifesinde oldurmuşlerdi o zavallıyı.”

KURSUYE SIKIŞTIRILMIŞ RİSALE PARCALARI

Şahiner, ‘bu onemsiz deyip’ hicbir belgeye ulaşmazlık etmez. Meseleyi dava gozuyle gorduğu icin muhakkak netice elde edeceğini duşunerek, hic uşenmeden cıkar butun bu yollara. 36 saatte İstanbul’dan Van’a ulaşan Şahiner, Temmuz-Ağustos aylarında bile karlı olan Başit Dağı’nın eteklerine doğru yol alır. Sene 1977’nin kış gunleridir. Başit Dağı’nın eteklerinde bir koyde, Bediuzzaman’ın ‘Ben bunu bir Cuma gecesinde ezberledim’ diye el yazısı ile iki satır not duştuğu Cemmu’l Cevami kitabına ulaşmak icin bunca yolu kateder: “Jeep gidemiyor karda. Bir hocaefendide bulduk o kitabı. Bize sadece bir talebesi ile Van’a kadar kitabı musaade etti. Orada kitabı fotoğrafladık.”

Risale-i Nur’un orijinal nushalarının ucte ikisinin cıktığı Barla’da bulunan ‘hazinenin’ hikÂyesi de oldukca ilginctir: “1970 yılıydı. Biz İstanbul Universitesi’nden oğrenciler, şimdi profesor olan Albay Nevzat Tarhan da dÂhil Barla’da Risale-i Nur okuyoruz. Ankara’dan da 6-7 universite talebesi geldi. Onlardan yine Nevzat isminde bir kardeş, vaaz kursusunde kucuk bir delik gordu ve o delikten bir kÂğıt cekti. KÂğıdı getirdi bana. Yıllar var ki boyle olur. Ustad’a dair kim bir kÂğıt bulsa bize ulaştırır. Bu, kitaplarımız cıkmadan once de boyleydi. Baktım yazılara, Ustad’ın el yazısı. Mektubat’ta bir tavuğun iki yumurta yumurtlama hadisesi var. O bahis.”

Necmeddin Şahiner, hazine bulmuşcasına hemen iki arkadaşının kulağına da olayı fısıldar ve ertesi gun herkes dağlara risale okumaya gittiğinde onlar mescidi, ozellikle de kursuyu didik dikik eder: “O kursude cam kırıkları, kirecler, cimentolar, civiler ve mektuplar, kucuk kucuk risaleler, oğrencilerin el işi kağıtlarının arkalarına yazılmış Ustad’ın yazıları cıktı.”

Yine o zamanlar, İkinci Lema’da adı gecen Muhacir Hafız Ahmet’in gelini, Necmeddin Şahiner’e gelerek, cocuklarının kotu alışkanlıklardan uzak durması icin onlarla ilgilenmesini talep eder ondan: “Tamam deyince koynundan bir havlu cıkardı. Gelin olurken Ustad’a bazı hediyeler goturmuş. Ustad da kendisine abdest havlusunu hediye etmiş. O hanım akşam bizim gibi universite oğrencilerine yemek verdi. Yemek sırasında onume bir bohca indirdi.”

-Ne cıktı bohcanın icinden?

“Risale-i Nur’dan Sozler, Lemalar, Mektubat. Topladığım ana malzeme onlardan cıktı. ‘Bunlar senindir’ dedi o hanım.”

NUR COCUKLAR SERİSİ

Şahiner, bu sefer hakikaten ‘hazinenin’ icine duşmuştur. Ertesi gun Cam Dağı’na risale okumaya gidilecektir. Fakat o, hazinesini bırakıp da gitmeye yanaşmaz. Bir an once İstanbul’a gitmek ister. O sırada, Şemsettin Akbulut, ‘hazineyi’ Cam Dağı’na kadar 4 saat gidiş, 4 saat geliş kendisi kucağında taşıyacağını soyleyerek Şahiner’in ayrılmamasını ister. Akbulut dediğini yapar. Şahiner de bir sure sonra ‘hazinesini’ alıp İstanbul’un yolunu tutar ve onları Risale-i Nur deposu olarak kullanılan Balat taraflarındaki bir yere yerleştirir. Fakat deponun anahtarının bulunduğu zata guvenmediğinden cok tedirgindir. Daha fazla dayanamaz, emanetini alır depodan. Sonradan haklı da cıkar. Deponun anahtarının bulunduğu zat, bir gecede depoyu boşaltıp kayıplara karışmıştır.

Universiteye başladığında oğretmen veya yazar olacağına dair duşunceler taşımayan Şahiner’in kafasında bir tek şey vardır: Bediuzzaman’a ve risalelere ait ne bulursa toplamak. Bulduklarını da İttihat Gazetesi’nde yayımlar. Bu calışmalardan biri Kestanepazarı’nda Kur’an ve risale okuyan oğrencilerle yapılmış roportajlardır. Bu calışma Nur Cocuklar adıyla anonim olarak, 1974 yılında yayımlanır: “Bir gun, Hekimoğlu İsmail Ağabey benim kaldığım yere gelmek istediğini soyledi. ‘Buyur gel ağabey’ dedim. Kutuphaneme baktı. Bir dosya vardı, Ustad’la ilgili belge, hatıra, resimlerin olduğu. Onu alıp inceledi ve ertesi gun buna bir onsoz yazayım musaade edersen ve basalım bunu’ dedi. Ben de ‘Ustad icin cok eksik ağabey’ dedim. O da ‘Yok, fevkalade bir calışma’ dedi. Ve Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi kitabı oyle yayımlandı.” 1974’te 400 sayfa basılan ve bugun 49 baskı yapan kitap, ilavelerle 500 sayfaya cıkartılır.

1972’de universiteyi bitiren Şahiner, artık kendini bu işlere adamıştır. İlki, ceşitli vesilelerle bekletildikten sonra ancak 1977 yılında basılan Son Şahitler’in dort cildi satıştadır. Son cildi de hazırdır ancak yayımlanmayı beklemektedir henuz.

Şahiner, butun dolaştığı yerler ve goruştuğu kişilerden edindiği bilgiler ışığında tecrube eder ki, risaleleri o yıllarda muhafaza etmek oldukca zordur. Bediuzzaman’ın talebelerinden, ailelerine intikal eden bir kısım emanetler toprağa gomulerek muhafaza edilmişken bir kısmı da yine o karanlık donemlerde, yakılmak suretiyle gun ışığına cıkamadan zayi olur.

BEKAR MEŞHURLARI KİTAPLAŞTIRDI

Uzun yıllar evlenmeyi duşunmeyen, hatta bu uğurda Hz. İsa’dan Bediuzzaman’a kadar bekÂr meşhurları kitap konusu yapan Şahiner, 33 yaşına geldiğinde evlenir. 4. Murat zamanında Antep’te yaşamış, burada cami ve turbesi olan, yazılı eserler geride bırakmış Şah Veli Hazretleri’nin torunlarından Emel Hanım’la hayatını birleştiren ve Said ile Enes adında iki cocuğu bulunan Şahiner, askerliğini de 1976’da, toplamı dort ayı bulmayan kısa donem olarak yapar.

Necmeddin Şahiner’i hayatı boyunca en cok etkileyen hadiselerden biri 1975 yılında gercekleşir. Hatta Şahiner, kendi ifadesine gore carpılır: “1975’te, Ustad hakkında ileri geri yazanlar dÂhil aydınlara gittim. ‘Said Nursi’yi tanıyor musunuz? Onun gaye-i amacları ne idi? Said Nursi ile talebeleri ile konuştunuz mu? Risale-i Nur neden bu kadar cok yayılıyor?’ gibi sorular soruyorum. Ama sonuc maalesef sıfır. Sadece Cemil Meric... Nur icinde yatsın. Carptı beni. Şaştım kaldım. İki gozu de gormuyor ve ‘Ah evladım’ dedi ‘senin bu sorduğun soruları ben bilmiyorum ki. Ama sen bana gelirsen, perşembe gunlerini sana ayırırım. Okursan biz de dinleriz. Sayenizde hazret ne demiş onu oğreniriz’ dedi. 13 yıl Cemil Meric’in Goztepe’deki evine devam ettik.”

Şimdi biraz geriye gidelim ve Şahiner’in 150 aydına sorduğu sorulara aldığı cevaplardan oluşan Aydınlar Konuşuyor calışmasının ortaya cıkış surecine bir bakalım.

1966’da, İsmet İnonu, başvekilliği kaybetmesinin faturasını Suleyman Demirel’li Adalet Partisi’ni desteklediğini one surduğu Nurculara keser. İnonu, o konuşmasında, ‘Nursi okuma yazma bilmeyen bir cahildi’ der. Yine aynı konuşmasında, ‘Nursi, Volkan Gazetesi’nde yazdığı yazılarla 31 Mart’ı koruklemiştir’ diye de ilave yapar. Bunun uzerine gazetelerde yine bir Nurculuk fırtınası eser. Vehip Sinan da İnonu’nun bu basit celişkisini karikaturize ederek iki kişiyi konuşturur. Biri İnonu’nun soylediği bu sozleri ifade eder ve ‘Allah Allah hem cahil hem de yazdığı yazılarla 31 Mart’ı koruklemiştir. Bu nasıl oluyor?’ der. İkinci kişi de ‘Bediuzzaman’ın kerametidir’ diye cevap verir. İnonu, aynı konuşmasında bu defa AP Başkanı’nı hedef secerek ‘Demirel Said Nursi’nin halifesidir. Değilse ‘Ben halife değilim desin’ der. Suleyman Demirel de İnonu’nun ihtiyarlığını gundeme getirir. Butun bunların uzerine tarihci Cemal Kutay, yayımladığı Tarih Sohbetleri’nin 5. ve 6. ciltlerinde ‘Vur fakat dinle’ başlığıyla Said Nursi kimdir diyerek şu bilgilere yer verir: “Said Nursi, elinde bir bohca, diyar diyar surgune gonderilen, surgunlerden memleket hapishanelerine atılan bir ihtiyar Kur’an hocası. İsmet İnonu, paşalık, generallik, başvekillik, cumhurbaşkanlığı yapmış bir kimse. Şimdi bu İnonu kalkıp, elinde bir bohcası ile bir sepeti olan kimseden şikÂyet ediyor. Bunun talebeleri beni mağlup etti diyor. Ya Rabb, ne anlaşılmaz bir muamma icindeyiz. Bu problemi nasıl cozeceğiz?” Kutay, Yunus’un şiirleri ile konuyu bağlar ve ‘Bir ovez bir kartalı vurdu, savurdu yere. Yalan değil, gercektir, ben de gordum tozunu’ der.

Antep’ten kovulan ve eğitimini İstanbul’da surduren lise oğrencisi Şahiner de, Nuruosmaniye Camii’nin yanında yapılan Tarih Sohbetleri’ne katılır. Kutay, altı ay boyunca ‘Bediuzzaman’ın hurriyet, meşrutiyet, demokrasi taraftarı oluşunu, istibdada ve tek adam idaresine, krallığa karşı yaptığı mucadeleyi anlatır. Şahiner’in Cemal Kutay’la tanışıklığı burada başlar. Bu tanışıklık 2000’li yılların başında, Şahiner’in Gaziantep’e geri donmesine kadar devam eder: “Cok yazılar yazdırdım ben Kutay’a. Bir gun konuşurken dedi ki, ‘Şimdi merhum Said Nursi’ye bir kartvizit yaptırmak gerekse onun icin en guzel kartvizit şoyle olur: Cağımızda bir asr-ı saadet Muslumanı Bediuzzaman Said Nursi. Risalelerde Eşref Edip ve Osman Yuksel Serdengecti de Ustad icin boyle der. Ben bir anda heyecanlandım. Ve Kutay, ‘Boyle bir kitap yazmak lazım’ diye de ekledi.”

KUTAY: MAHŞERDE BU İKİ KİTAP BENİ KURTARIR

Aradan zaman gecer, ikili, kitabı yazması icin birbirine pas atar. Fakat nihayetinde Cemal Kutay bin sayfalık bir calışma cıkarır ortaya. Kitap, 12 Eylul 1980 İhtilali’nden az bir sure once Yeni Asya Yayınları’ndan 500 sayfa olarak piyasaya surulur. Şahiner, burada Kutay’ın kendisine ifade ettiği bir durumu şoyle aktarmaktadır: “Kutay, bana, ‘Benim 200’e yakın kitabım var. Mahkeme-i kubraya elimde bu iki kitapla cıkacağım, ‘Ya Rab. Benim amelim budur’ diye. Biri İstiklal Harbi’nde calışan hocalarla ilgili Cumhuriyetin Manevi Mimarları, diğeri de Cağımızda Bir Asr-ı Saadet Muslumanı Said Nursi’ diye soylemişti.”

Faik Turun Paşa da Cemal Kutay’ın eserleri sayesinde Bediuzzaman’ı tanıdığını anlatmıştır Necmeddin Şahiner’e: “Turun Paşa, ‘Benim Ustad’a dostluğum, Risale-i Nur’a muhabbetim, size sevgim Cemal Kutay’ın kitaplarından başladı’ demişti.”

Şahiner’in Turun’le tanışıklığı, 1971 muhtırasından sonraki donemde, bayramlarda ona cicek gondererek ve ziyaretine giderek başlamıştır.

Biz yine Cemal Kutay ve Necmeddin Şahiner tanışıklığına donelim. İşte Cemal Kutay’la bu tanışıklığı sonucu, Kutay, Şahiner’e beş soru hazırlar ve Turkiye’nin aydınlarına bu soruları sormasını ister ondan. Şahiner’i ‘carpan’ Cemil Meric’le karşılaşması da bu vesile ile gercekleşir.

-Cemal Kutay meselesi biraz tartışma konusu olmuştu. Yazılarında kaynak gostermediği de eleştirilmişti.

“Bir defa eşsiz bir İstanbul beyefendisi. Adam tek başına bir enstitu. Bazı arkadaşlar 25 sene evvel gitmiş, ‘Bu yazdıklarınızın belgesi nedir?’ diye sormuştu kendisine. O da ‘Belge benim vucudum’ demişti.”

Cemal Kutay, hafızalarda, yaptığı en son ‘Şamanım’ cıkışıyla da yer etmiş birisiydi: “Kutay’la vefatından 2-3 sene kadar once goruştuk. Hatta sitem etti bana ‘Antep’e yerleşerek terk ettin beni’ diye.”

Bediuzzaman’ı Necmeddin Şahiner’den tanıyan Cemil Meric, bu kez kendisini ziyarete gelen unlu sosyolog Şerif Mardin’e nakleder oğrendiklerini: “Cemil Meric, ‘Ah evladım, keşke dun burada olsaydın. Şerif Mardin buradaydı. Senin bana yıllar evvel sorduğun soruları ben Şerif Mardin’e sordum. O da bilmiyormuş. Ama bana soz verdi. Risale-i Nur’un ne olduğunu, neden bahsettiğini araştıracak.” dedi.”

BEDİUZZAMAN’DAN KACAN AYDINLAR

Şahiner, bu defa 10 kusur yıl da ‘guneşler gibi bir ilim adamı’ dediği Şerif Mardin Hoca ile risaleler uzerinde calışır: “Yıllarca Boğazici Universitesi’nde, ceşitli yerlerde, boyle sohbetlerde, derslerde, yemeklerde, kahvaltılarda Mardin Hoca ile beraber bulunduk. Ve nihayet New York’ta Bediuzzaman Said Nursi Olayı isimli eseri cıktı ortaya.”

Aydınlar Konuşuyor kitabını hazırlarken ‘Bu Said Nursi, Nurculuk Turkiye’nin meselesidir. Turk aydınları beni aydınlatırlar duşuncesiyle, aydın olarak size geldim’ diyerek Turkiye’nin onde gelenleri ile temaslarında unutulmaz hatıraları olur Şahiner’in: “Sulhi Donmezer gibi ‘Ne istiyorsun benden? İşte sana ne diyeceğim? Anlattım, tamam, bitti, git artık, gelme’ diyenler oldu. Tarık Zafer Tunaya da sorularla gidince koşe bucak kacardı 1971’de. Sonra eski Genelkurmay başkanlarından Cemal Tural tir tir titriyordu. ‘Beni aramayacaksın, Said Nursi’den bahsetmeyeceksin bana. Kitap filan gondermeyeceksin’ diyordu. Menderes’e karşı Yassıada’da yalancı şahitlik yapan İstanbul Universitesi rektorlerinden Huseyin Nail Kubalı; ‘Bana telefon eden sen gibi bir cocuk mu? Ben 40-50 yaşında, sakallı, sarıklı bir derviş beklerken senin gibi bir cocuk mu geldi? Bana mektubu gonderen sen misin? Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi kitabını sen mi yazdın? Arkanda kim var?’ diyordu. Sonra sekte-i kalpten oldu. Alparslan Turkeş, hem 1975’te, hem de 1985’te iki kez soz vermesine rağmen sorularıma cevap vermedi.” Şahiner, bu uğurda İzzet Altınmeşe’den Suleyman Demirel’e, Cenk Koray’dan Celal Bayar’a, Cetin Ozek’ten İlhami Soysal’a kadar daha pek cok kişiyle irtibata gecer.

Şahiner, Aydınlar Konuşuyor’dan 10 yıl sonra 1985’te, bu defa da iclerinde yabancı uyrukluların da bulunduğu 100 kişiye mektup gondererek aldığı cevaplardan Turk ve Dunya Aydınlarının Gozuyle Nurculuk Nedir’i, 1990’lı yıllarda da bu sefer 70 kişiden edindiği verilerle Said Nursi’yi Nasıl Bilirsiniz? kitaplarını yazar. 30’a yakını Bediuzzaman ve Nurculuk, kalanı da Gaziantep hususunda olmak uzere 50’ye yakın kitabı bulunan Şahiner’in kitapları bircok dunya diline cevrilir. Japonca ve Moğolca’ya, hatta Hindistan’da 50 milyon insanın kullandığı Bujetari diline dahi cevirisi yapılır.

Necmeddin Hoca, ‘Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi’ adlı kitabını, 12 Eylul’den sonra Zincirbozan’da kaldığı zamanlarda Suleyman Demirel’e imzalayıp gonderir: “Hatta o zaman bazı arkadaşlar bana takıldı. İhtilal zamanı Zincirbozan’a boyle imzalı, Said Nursi kitabı gondermek biraz kahramanlık işiymiş. Ben zaten cesaret falan bakmam. Allah diye yurur giderim. Başka birşeye zaten o kadar kafam calışmaz.”

DEMİREL’DEN MEKTUP

-Demirel’den cevap geldi mi size?

“Geldi. Nasıl sanki bir Nur talebesi başka bir Nur talebesine mektup yazıyor, oyle. ‘Sen’ diyor ‘tarihî bir calışmadan ote Bediuzzaman gibi unutulmaz bir buyuğu unutturmamaya calışıyorsun. Allah senden razı olsun’ duaları ile bitiyor mektup.”

Şahiner, lise oğrencisi iken kendisini Nurculuktan koparmaya calışan İlhan Selcuk’a da, 2005 yılının sonlarına doğru bir-iki mektup ile risaleleri gonderir.

Bediuzzaman’ın ozel eşyaları, el yazıları ve daha pek cok orijinal malzemesini elinde bulunduran Necmeddin Şahiner, unlu ressam İbrahim Callı’nın torunu Yaşar Callı’ya, Bediuzzaman’ın Fatih Camii avlusunda bir cocukla konuşurken cekilmiş fotoğrafını resmettirmek ister. Ve bunun icin, 1970 yılının parası ile 750 lira da kapora verir. Callı resmi yapar fakat Bediuzzaman’ı benzetemez. Tekrar yapmaya soz verse de beklenen resim bir turlu gelmez.

Şahiner, Fethullah Gulen Hocaefendi ile 1960’ların sonundan bu yana tanışmaktadır: “Biz İstanbul Universitesi talebeleri, İzmir’den Karşıyaka’ya Risale-i Nur derslerine giderken gemide mehter marşları soyluyorduk. Fethullah Gulen Hocaefendi de beraberdi. Gemide biz mehter marşı soylerken Hocaefendi’nin, başını geminin kenarına sanki yaslanırcasına eğerekten o şehla gozlerle bizlere mahzun bakışı vardı. Bize katılmadı ama muhabbetle, kalben iştirak ederek bizi seyretti. Hocaefendi’nin bizi seyretmesi gozumun onunden gitmiyor. Sonra 1970 Ağustos’unda trafik kazasında vefat eden Mustafa Polat Ağabey’in Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Eyup Sultan’a kadar onunla beraber yuruyuşumuzu de unutamıyorum.”

Şahiner anlatmaya devam ediyor: “Zubeyir Gunduzalp Ağabey’e ‘Donmeyeceğiz’ başlıklı bir mektup yazmıştım. ‘Yolumuz Kur’an yolu, rehberimiz Risale-i Nur, soz verdik Allah’a, donmeyeceğiz. Bu yol aşk, cile, cefa doludur. En karlı dağlar, en ucurumlu yollar da olsa donmeyeceğiz. Bu Kur’an yolunda ilerleyeceğiz’ diye. Eflatun akademisinin kapısında geometri bilmeyenler buradan iceri giremez levhası vardı. Bu iman, Kur’an ve nur yolunun başlangıc noktasında ise ‘anadan, yardan, serden gecenlerin yoludur. Başkası gecemez levhasını biz asacağız.’ Bu mektubu, bir gun evvel Hocaefendi Altunizade’de cemaate okumuş veya anlatmış. Ben hayret ettim, 1963-64’teki o mektubu demek ki Hocaefendi biliyormuş veya onda varmış diye. Hocaefendi ‘Onu nasıl yazdın?’ dedi bana. Ben de ‘İşte karakolda 8 saat sopa yiyince Zubeyir Ağabey’e yazmıştım’ dedim. Oradan cemaate cok guzel konuşmalar yaptı. Ve ben bu arada işte Beyrut, Selanik, Varşova, Viyana gibi, Ustad’ın gittiği yerlere gitmek istiyorum Hocam’ dedim orada. Hocaefendi, bunun uzerine ‘Bakın bakın. 40 yıldır gezmedik yer bırakmadı. HÂl gideceği yerleri soyluyor bana’ dedi.”

NURCULARI ŞİKAYETE GİDİYORUM

Şahiner, bir yanı ile eşine soz verdiği, diğer yanı ile kitleler arasında yaşanan sıkıntılardan dolayı, 30 yıldan fazla bir zamanını gecirdiği İstanbul’dan ayrılıp ‘Antep Koyu’ dediği, doğduğu yere yerleşir. Şimdi burada oğretmenlik yapmakta ve nurlara yonelik calışmalarını surdurmektedir: “Ruyamda Ustad’ın harita başında Karadeniz’i, Doğu’yu cubukla gostererek hizmeti anlattığını gordum. O esnada da boyle cay getirenler, kapıyı acıp kapatanlar vardı orada. Neden Ustad’ı nefes almadan dinlemeyip başka şeylerle meşgul oluyorlar diye ben rahatsız oluyordum bundan. Ustad da ‘Bana bak bana. Dunyanın en guzeli benim. Gozlerini benden ayırmayacaksın’ dedi.” Şahiner’in Ustad’la alakalı cokca ruyası vardır: “Son goruşumde de Nurcuları şikÂyete gittim. Bu tartışmalar, parcalanmalar... ‘Niye boyle? Benim bir noktada darılıp da Antep’e geliş sebebim. Ama Isparta’da caddelerde binlerce insan dolu. ‘Bu kalabalıkta mumkun değil Ustad’a gitmek’ diye duşunuyorken bir baktım Ustad’ın Isparta’da kaldığı evindeyim. Yine cok kalabalık. Bir baktım iceriye Ustad divanda hafifce yatmış. İhtiyarlık hali. Elini optum. Bu uzucu hali anlatacağım Ustad’a.”

-Anlatabildiniz mi?

“Ustadım diye giriyorum ağlamaktan anlatamıyorum. Yine ‘Ustadım’ diye başlıyorum yine hungur hungur ağlıyorum ve anlatamıyorum.”

Şahiner, Bediuzzaman’ın Fatih Camii avlusunda bir cocukla konuşurken cekilmiş bu fotoğrafını İbrahim Callı’nın torunu Yaşar Callı’ya 750 liraya resmettirir. Ancak Callı, Said Nursi’yi benzetemez, tekrar yapmak uzere gider ve bir daha gelmez. Bediuzzaman’ın, uzerinde duzeltmeler yaptığı 26. Soz’un orijinal metni (solda). Tamamen el yazısından muteşekkil cevşen (sağda).Yanda Said Nursi’nin kullandığı imzasının buyutulmuş hali. Yıl 1959. Gazeteci Şeref Koylubay, Piyer Loti Oteli’nde kalan Said Nursi’yi, ust balkondan aşağıya sarkarak goruntuler. Koylubay’ı, onu balkondan atmak isteyen Ozer Şenler’in elinden Zubeyir Gunduzalp kurtarır.

Aksiyon
__________________