Senin salÂvatın da parantez icinde mi kaldı?

Var edilmek bir surprizdir, kocaman bir surpriz!
Yokluğun koynunda yokluğundan bile habersiz silinip gitmek uzereyken, hatta silinmeye bile gerek duymayan siliklik icindeyken, var edildin.
Sen yoktun ve varlığın yokluğuna tercih edildi. Can verildi tenine, nefes verildi cesedine. Bir insan yuzuyle suzuldun Âlemin eşiğinden iceriye. Hayat sahibi kılındın; hayat sofrasına buyur edildin. İnsan olman irade edildi. Sadece insanların cağrıldığı, insan olmayanın cağrılsa bile tadına varamayacağı eşsiz bir ziyafete buyur edildin.
Surpriz! Varsın, hayattasın ve insansın.
Varlığın isimsiz bir taş kadar kalabilirdi. Uzerine basılıp gecilebilirdi meselÂ. Kalbin olmazdı, kalbinin olmayışına ağlayacak bir kalbin bile olmazdı. Hic yoktan hayat verildi tenine. Hayatın bir dağın adı konmamış bir yamacında yalnız yaşayan bir ağacınki kadar olabilirdi.
Hic ummadığın halde insanlık uflendi camuruna. İnsan oldun diyelim; bir olan Rabb’e “kul” olmanın sonsuz guveninden, her şeyin sahibine muhatap kılınmanın eşsiz ayrıcalığından yoksun olabilirdin. Tıpkı yanıp yakılmış bir ağacın komurleşmiş dallarını ve koklerini bir arada tutmakla teselli devşirmeye calışması gibi, kaybettiklerini kaybettiğinin farkında olmayan, yitirdiklerinin eksikliğini cekmeyen acı bir inancsızlığın ortasında kıvranıyor olabilirdin.
Hic ummadığın hediyeler almak gibidir var olmak.
Hic hak etmediğin sofralara buyur edilmeye benzer yaşamak.
Hic beklemediğin bir tacı giyinmek gibidir hayatta olmak.
Bunu bilmişken, sonsuz minnettar olman gerekmez mi?
Bunu bilmişken, iltifatlara boğulmuş bir adam gibi hep mahcup bir yuzle yuruyor olman gerekmez mi? Bunu fark etmişken minnetini ifade etmek icin telaşla koşturman beklenmez mi?
Yoksa, verilenlerin hakkın olduğunu duşunup daha fazlası niye yok, diye sızlanan gecimsiz bir nankor olmaya mı adaysın? Yoksa, sana yapılan iltifatları az bulup “daha, daha, daha...” diye bağıran, asık suratlı, bir turlu memnun edilemeyen, hicbir şeyi beğenmeyen acgozlu biri olmaya mı heveslisin?
Mumin olmak, varlık dairesine mahcubiyetle girmek demektir. Besmele, o mahcubiyetin ifadesidir;
“Senin izninle buradayım ey Rahman, ey Rahîm. Burası benim hic hak etmediğim bir yer; izin ver de iceri gireyim.”
Mumin olmak, varlığa ve varlığına minnettar olmaklığındır.
Besmeleden sonra “Hamd olsun Rabb’ine Âlemlerin.” deyişimiz ondandır.
Hic yokken var edilenin hic yoktan Var Eden’e ilk sozu “teşekkur” olmalı değil mi?
“Ey Rabb’im, beni hic hesaplarımda yokken var eyledin, hic ummadığım halde bana hayatı tattırdın, bu yetmiyormuş ki bir de bana insanlık lûtfettin. Sana borcumu nasıl odeyebilirim?”
“Âlemlerin Efendisi” işte bu yuzden hamd telaşındadır, şukur sevdasındadır.
Senin unuttuğun o sonsuz minnettarlığı her an yureğinde yaşatır.
Senin gormediğin o umulmadık iltifatlar karşısında sonsuz mahcubiyet duyar.
O yuzden adı Muhammed’dir; en cok O hamd eder, en cok O şukreder, en cok O minnettardır.
O yuzden en cok O ovulur; varlığın guzelliğini sonsuz bir incelikle takdir eder, hayatın ayinesinde yansıyanlara en cok O hayran olur.
O yuzden adı Ahmed’dir; Âlemin guzelliğine eşsiz bir hayranlıkla karşılık verir.
Bulbulun aşkıyla gulun guzelliğine sesten yapraklar eklemesi gibi, O da var edilenlerin guzelliğine hayranlığını ifade ederek Âleme insanca hayranlık yankıları ekler. Guzellik muhatabını O’nun gozlerinde bulur; varlık O’nun hayranlığıyla dengini bulur.
Sanattan anlayana sanatın incelikleri gosterilmek istenir. Guzelliği hakkıyla takdir edenin onunde yeni guzellik pencereleri acılır. Yemeğin tadını anlayan yeni sofralara buyur edilir.
İşte bunun icin O da, sonsuz teşekkurune karşılık yine sonsuz teşekkurler gerektiren yeni sofralara buyur edilir. “MakÂm-ı Mahmud” işte o sofraların adıdır, o pencerelerin onudur, o tanıklıkların unvanıdır.
O’nun ellerine, gozlerine, gonlune gelen lutuflar, feyizler, nimetler bize o sofradan akar, o ziyafetten taşar. O’nun minnettarlığına katılan her salÂvatla, o eşsiz sofranın bir kenarına ilişirsin; o doyumsuz ziyafetten pay alırsın. Dudağına değen her salÂvat, dudağına o sofranın kevser kadehini yanaştırır.

* * *
Not: Kanaatimce, Peygamber’i [asm] gul remziyle anmak, bu sır yuzunden de anlamlıdır. Gulun sevindirmesinin sebebi, yanaklarından var ediliş surprizini taşırmasıdır.
Yapraklarının inceliği ve titrekliği, kokusunun ve renginin her dem tazeliği ve yeniliği, her an var edilme heyecanının izduşumudur.

Bu yuzden olsa gerek, gorduğumuz her gul yenidir, ilk defa var edilmiş gibi surprizdir, ilk defa gul goruyormuşuz gibi şaşırtır ve sevindirir bizi. Var edilişine şaşıranların/şaşırması gerekenlerin ne kadar cok salavat borclu olduğunu hatırlatır.

SalÂvatlar bu yuzden parantez iclerinden cıkmalıdır; hayatın ortasında guller gibi diri durmalıdır.
__________________